- 680 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Türk Dünyası Şiir Şöleninden Arta Kalanlar
Dil sözü kulaklara, kulaklar vasıtasıyla insanları içine akıtan bir anlaşma aracı, bir köprüdür. Bu araç, bu köprü vasıtasıyla insanlar birbirlerine gidip gelirler. Hele bu şiir dili, üstünü üstlük adı üstünde Türk Dünyası Şiir Şöleni ise durum biraz daha farklılaşır. Aynı dilin lehçelerini konuşan başka başka ülkelerden şiirin diliyle birbirimizi kucaklayacağımız “Türk Dünyası Şiir Şöleni”ne davet edilmenin mutluluğu ile yüreğim çiçeklendi
2010 yılında İstanbul’da düzenlenen “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10. Zirve Toplantısı" sırasında TÜRKSOY tarafından önerilen “Türk Dünyası Kültür Başkenti” uygulaması oy birliği ile kabul edilmiş, bu karar doğrultusunda da 2011 yılında “Astana 2012 Türk Dünyası Kültür Başkenti” seçilerek yürürlüğe girmiş ve 2013 yılı için Türk Dünyası Kültür Başkenti olarak Eskişehir seçilmişti.
2012 yılında Türk Dünyası Kültür Başkenti olan Astana, 24 Şubat 2012 Açılış Galası ile başlattığı etkinliklerini, 30 Kasım 2012 Kapanış Töreni ile Türk Dünyası Kültür Başkenti bayrağını Eskişehir’e devretti.
Şiir okuma vesilesi ile ilk defa aynı millet ayrı devletlerde yaşayan kardeşlerimle bir araya gelme duygusu beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Osmanlı İmparatorluğuna kuruculuk yapmış Karacaşehir’i göremedim ama, “Sakarya Çocuğu” “Bizim Yunus” Porsuk Çayı gibi akıp durdu yüreğimizin içinde. Odunpazarı Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezinde yapılan şiir şölenine yurt içinden: Şaban Abak, Selim Tunçbilek, Mehmet Gözükara, Gökhan Akçiçek, Nazım Payam, Mehmet Aycı, Tayyib Atmaca, İsmail Gül, Fikret Görgün, İbrahim Sağır, Mustafa Ünal, Ahmet Urfalı katıldı.
Yurt dışından ise: Güllü Karanfil (Gagauz/Moldovya), Mihail Sinelnikov (Moskova/Rusya), Mehmet İsmail (Azerbaycan), Fayruza Garipova (Başkurtistan), Leniyara Selimova (Kırım), Almat Issadilov (Kazakistan), Asiya Rahimova (Tataristan), Babahan Şerif (Özbekistan), Tahir Kahhar (Özbekistan), Zenel Beksaç (Prizren/Kosova), Biba İsmail (Mekedonya), Aldiyar Bakytzhan (Kazakistan), Afak Şıhlı (Azerbaycan) katıldılar.
10.05.2013 tarihi itibariyle saat on da Eskişehir’deydim. Beni karşılamaya gelen H.İbrahim Uyumaz Bey, benden on dakika sonra gelecek olan Nazım Payam hocayla birlikte –Odunpazarı Belediyesi Kurşunlu Külliyesinde nikâh memuru- Tayyib Atmaca –nikaha gelenleri bekletmesi mümkün olmadığından- bizi karşılamaya elbette gelemeyecekti bizde selam vermeden bir acı kahvesini içmeden şehri selamlayamazdık. Biz de yüreğimizi Atmaca’nın yüreğine yaslayıp acı kahvesini içtikten sonra kalacağımız otele geçtik.
Bizden önce şehre gelmiş olan şairlerin şehir turuna dahil olduktan sonra, sözü bize rehberlik eden arkadaşımız: “Sağımızda ve solumuzda yer alan Odunpazarı evlerinin olduğu bölge, Eskişehir’in en eski yerleşim yeridir. Buraya yerleşmek için gelen atalarımız üç tepeye üç kuzu ciğeri asmışlar, hangisi daha geç bozulmuşsa orayı yerleşmeye layık bulmuşlar. İşte bu mevki de öyle test edilerek yerleşime açılan yerlerden biridir. Lakin bir de acı hikâyesi var. Osmanlı son dönemde borçlandığı altınları ödeyemeden çökünce; alacağı olan güçlü devletler alacaklarını imparatorluğun paraya çevrilebilir yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ülkelerine götürerek tahsil etmeye çalışmışlar. Dolayısıyla çökerttikleri devletin ederini, batmış geminin malları cinsinden adeta yağmalarcasına sebil etmişler. Eskişehir’in kısmetine de, boyu dillere destan ormanı kesilerek yarı mamul şekle getirilen ağaçların elden çıkarılması düşmüştür. Bu iş o kadar uzamış ki kesilen ağaçlardan arta kalan ağaçların pazarlanması için bu bölgede ağaç tüccarları tarafından pazar yeri kurulmuş. O gün bu gündür buranın adı Odunpazarı olarak anıla gelmiştir.” diyerek içinden geçtiğimiz güzergâh hakkında bize etraflıca bilgi veriyordu. Eskişehir’de her şeyin bir hikâyesi vardır. Arada bir önünüze çıkan; ya kaldırım kenarında ya meydan ortasında tuğladan örülü fabrikasız bacaların kendine has hikâyesi, zamana direnemeyen bilmem kaç döneme şahit tuğla fabrikalarının geride bıraktıkları tarihe düşülmüş ibretlik notlarıdır. Şehrin ortasından geçen Porsuk çayı kendini seyredenlere gülümserken, “Su hayattır” sözünün hakikate dönüştüğü Porsuk çayı gece ışığın gizemine gizlenirken; gündüz güneşi avuçlayarak, gönlü üşümüşlere, gözü yaşarmışlara teşrifatçılık yapıyor adeta. İnsan düşünmeden edemiyor; gönülden gönüle kuramadığımız köprülerin maliyeti, çaylar ve ırmaklar üzerine kurduğumuz köprülerin maliyetinden çok mu yüksek acaba…
“Cümleler doğrudur, sen doğru isen
Doğruluk bulunmaz sen eğri isen” diyen Koca Yunus ne de güzel demiş. Yunus’un el açıp niyazda bulunduğu bu topraklarda biz de Yunusça el açarak “Gönüllerimizi birbirine ısındır” diye niyazda bulunuyoruz. Yaptığımız bu duadan mıdır nedir bilmiyorum ama Yunus diyarı bu şehrin cadde ve sokaklarında gezerken karşılaştığım insanların yüzü o kadar aşina geliyordu ki… Yanımda bulunan -İbrahim Sağır- Hocaya dönerek “yahu hocam, nasıl bir şey bu? Her karşımdan gelen insanı bizim memleketten birisine benzetiyorum” demekten kendimi alamıyordum.
Yurt içinden davet edilen şairleri Eskişehir Valiliğinin, yurt dışından davet edilen şairleri ise Avrasya Yazarlar Birliğinin organize etmesi dolayısıyla Eskişehir’e vardığımızda –Göç şiirinin şairi hemşerimiz- Ali Akbaş hocamla da karşılaşacağımı düşünüyordum ki yanılmamışım. Hatta “Kardeş Kalemler Dergisi”nden gıyaben tanıdığım Dr. Yakup Ömeroğlu’nu da yakından tanıma fırsatım oldu.
Yunus Emre Kültür Merkezinde gerçekleştirilen şiir şöleninde sıra bana geldiğinde konukları “Şiirin Başkentinden Kültür Başkentine selam getirdim” diyerek selamlarken Vali Yrd. İsmail Küreci Bey’in İl Kültür Müdürü’nün kulağına eğilerek –Kendisinin eski Elbistan kaymakamı olması hasebiyle Elbistan’dan gönderilen selamların kastedildiğine dair- bir şeyler söylediğini fark ettim.
Şiir şöleninden sonra gerçekleştirdiğimiz çay içme faslında -bir başka etkinlik için orada bulunan- K.Maraş’tan Ramazan Avcı, Kayseri’den Selim Tunçbilek Beylerinde dahil olduğu Türk Dünyası Şairleri Sohbet Toplantısı niteliğinde, hoş bir akşamı tamamlamış oluyorduk.
Kalacağımız otele geçtiğimizde saat 23 civarıydı. Otelin giriş salonunda başlayan sohbet, Şaban Abak’ın “edebiyatımızda şiirin gelişim süreci” hakkında anlattıkları ve yer yer Ali Akbaş Hoca’nın da katılmasıyla tadından yenilmez bir ziyafete dönüşmüştü.
Dinlediklerimden o kadar lezzet alıyordum ki “sadece bu sohbet bile 13 saat otobüs yolculuğuna değer” diye düşünüyordum. Saat 03.00 civarında odamıza çekildiğimizde, yorucu bir otobüs yolculuğunun ardından gecen - üstelik yorucu -bir günü geride bırakırken, bunca güzelliği bir arada yaşamanın verdiği huzurla yorganı üstüme çekiyordum.
Sabah kahvaltımı bitirmek üzereydim ki Şaban Abak çıkageldi. Tadı damağımda kalan akşamki sohbete devam ettik.
Vali Bey’in verdiği öğle yemeğinin ardından Eskişehir Şairler Derneğine geçtik. Vardığımızda, elinde sazının tellerine mızrabını dokunduran Yusufelili Âşık Pervanî -İsmail Çelik- ile karşılaştık. Biz içeri girince sazı elinden bırakarak verdiğimiz selamı aldı. Ordan buradan derken başladı anlatmaya. “Otuz bir yılında geldim dünyaya / Kırk dokuz yılında düştüm sevdaya / Dört kapıdan daldık muhit deryaya / Erenlerin mektebinden okuduk. // Cem oldu erenler kuruldu dergah / Aşk şarabın içtik Elhamdülillah / Yüz on dört sürenin bendi bismillah / Ledün ilmin kitabından okudum // Mahlasım Pervanî, ismim İsmail / Hüsnü cemaline olmuşum nail / Bu ilm icazeti eyledim tahsil / Bu ebcedin hesabından okudum” diyen İsmail Amca’nın imzalayarak bana hediye ettiği “Yusufelili Âşık Pervanî Hayatı ve Şiirleri” isimli kitap da daha neler var neler…
İbrahim Sağır Hocayla uzun uzun şiir hakkında konuştuk. Serbest şiir yazan şairler tarafından horlanmaya çalışılan koşma türü halk şiirinin üç bin yıldır hayatiyetini sürdüren milli şiir oluşundan tutunda, on birinci asırdan itibaren Türk şairleri tarafından kullanılmaya başlayan aruz, hece ölçüsüyle birlikte kullanılagelmişken, 1908’den sonra şairler arasında başlayan aruz-hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir. İslam coğrafyasından edebiyat dünyamıza kazandırılan aruz günümüzde kullanımı yok denecek kadar azalırken, batı edebiyatından transfer ederek bizleştirmeye çalıştığımız serbest şiir hece karşısında bakalım kaç yıl sonra havlu atacak. Bunun kararını içinden geçtiğimiz süreçte bizim vermemiz gayr-ı kabildir. Onun cevabı, zamanın karnında saklıdır… Var olan bir şeyi yok saymak, onu ortadan kaldırmayacağı gibi yok olan bir şeyi var saymakta onu var etmez.
Selam olsun Eskişehir Valiliği, Avrasya Yazarlar Birliği ve aralarında “turaçlana”rak geçtiğim Türk Dünyası Şairlerine …[1]
-------------------------------------------------------------------------
1:Kardeş Kalemler Dergisi; yıl: 7, sayı: 79 Temmuz. 2013 sayısında yayımlandı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.