HAYAT BOZGUNU
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İşte böyledir hayat..
Bir varmış, bir yokmuş misalidir mutluluklar.
An olur sığmaz göğüs kafesine yüreğin. Zaptedemezsin delice çırpınışlarını. Bir çift güzel göz düşmüştür yüreğinin derinlerinde bir yere. Muhabbet dolu bir bakış yakalamıştır ruhunun bam telinden. Veya bir sıcacık el uzatılmıştır, ümidin bitmek üzere olduğu o derin uçurumların kenarındaki sonu gelmez hesapların üstüne.
Hayat bayramdan günlere dairdir işte o zamanlar. Akşamın karanlığı sabahın aydınlığına gebe olduğu için seversin, kapkara renkleri böylece. Sevdiğini görme ihtimalini düşünmek bile bir büyük yaşam gayreti yaratır, yorgun ümitlerinin yerine. Elini tutmak vardır. Onunla karışmak ve bir daha hiç ayrı durmamak düşüncesi vardır fikrinde.
Kuş olur, uçarsın. Kırlangıçlarla yarışır, mutluğunun yarattığı sinerji. Başın yıldızlara değer. Bir iri adam olursun, yüzündeki mutluluğu imrenerek izleyenlerin gözünde. Ne hastalık uğrayacakmış bedenine, ne de ölüm olacakmış bir zaman sonra diye düşünmezsin. Çünkü bir gün bile olabilecekse mutluluk, bir ömürdür aslında yaşanılan sevdiğinle birlikte.
Böylece emsalsiz bir rüya olarak sürmektedir hayat, asla uyanmak istemediğin.
Ancak an gelir, uyanırsın, uyandırılırsın o en güzel rüyadan hoyratça. Bomboş hissedersin kendini. Lüzumsuz, kendine bile yük olan bir beden olur taşımaya mecbur kaldığın kadavra.
İşte o an, kalmak mıdır, yoksa gitmek midir çözüm, bilemezsin. Çünkü bir sen kalmışsındır bir başına koskoca dünyada. Ne dokunduğunda, çeşidi belirsiz hastalıklarının iyileşeceğine inandığın bir sevgili-yar, ne de varlığına katlanabileceğin bir başka yaratılan çevrende.
Günün ne getireceğine dair bir beklentin kalmamıştır böylece. Tahammül edemezsin aydınlık sabahlara.. Karanlığı kısmetin bilmeye başlarsın, ağır melankolik bir ruhun sahibi olarak, gayretle.
Bildiğin tek bir şey vardır. Zalimane, hoyrat duygulara esir olmuştur düşüncelerin.
Binbir labirent ile örülmüştür yaşadığın mekanlar. Aydınlık nasibin olmaktan çıkmıştır artık. Sadece koyu karanlıklar sarmıştır yaşadığın evreni.
Sarp yollara sarmıştır ruhundaki fırtına. Kaçmak, uzaklara gitmek ve de kendini dahi hatırlayamayacağın yerleri arzulamaktadır yüreğindeki çöküntü. “Gitmeliyim” dersin, “artık gitmeliyim buralardan”
İyi de nereye.?
Yanında götürdüğün kendin, rahat bırakacak mıdır seni.?
Kolay mıdır, gördüğün o güzel rüyayı hiç hatırlamamak.?
Gözlerini kapattığında o resmi hiç mi görmeyeceksin, göz kapaklarının içerisinde boyadığın tuvalde.?
Çıkarıp atmaya yetecek mi cesaretin, gözünün bebeğini.?
Kalbini susturabilecek misin, daima hissettiğinde onu.?
Zordur böylesi yaşamak.
Çünkü bir büyük kavga değil, ölümcül bir savaştır giriştiğin.
Bir tarafta yalınkılıç bir zebaniler ordusu, karşısında bir zavallı, sen.
Zordur böylesi yaşamak, müşküldür. Sadece bedenin değil, ruhun da ağır gelir kendine.
“YAŞAMAK ZOR ZANAATTIR” derken bir ünlü şair, böylesi olgular mı yaşamıştır acaba .?