- 1401 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
KENEFTE HOROZLA RÖVAŞATA
İlginç bir kişiliği vardı ,Aladağlar’ ın zirve köylerinden Ahmetbeyli`nin altın dişli muhtarı, Salman Efendi’ nin. Takılırdım bazen, ``Yahu muhtar ,bütün dişleri altın kaplatmışsın, nereden geliyor bu zenginlik ?’’ Katılarak güler , ‘‘Daha dördüncüyü bilem alamadık .Hele biraz zengin sansınlar ‘‘ diye cevap verirdi.
Salman askerliğini İstanbul Davut Paşa Kışlası’ nda kantinci olarak yaptığı ve ilk karısı Gülseren Hanımı alabilmek için ,iki yıl inşaatlarda çalışıp para biriktirerek köyüne döndüğü için, Ahmetbeyli köyünün en popüler adamı olmuştu.Köylü kendisini çok sevdiğinden ona Salman Efendi diye hitap eder ,her derdini onunla ,onun İstanbul görmüş olmasından kaynaklanan büyük güvenle ona açardı .Kırk beş yaşlarının olgun tavırlarıyla, komşu köyden gözüne kestirdiği güzel Fatima ile anlaşabilmek uğruna sürekli tıraş olup, tertemiz dolaşırdı.Muhtarlar içinde onun yeri bir başkaydı doğrusu.
Son yapmış olduğum muhtarlar toplantısında ,Salman Efendi’ nin bir ricası olmuştu. Fatima’ nın köyünden bir kız kaçırmayla başlayıp iki taraftan iki can alan kan davası,onun barış girişimi ile önlenebilirse,yine eskisi gibi iki köy dost kalabilir,muhtar’da dördüncü karısı olarak, Fatime ile evlenebilirdi.Bu yüzden toplantı bitmiş ama muhtar Salman Efendi ‘Maruzatım var’ diyerek kalkmamıştı .
‘Hayırdır muhtar, sanırım önemli bir konu var ?’
‘He gumandan ,iki köyden birer cenaze çıkmıştır .Komşi köy mutarıylan konuşarak ,eğerim böyükler araya girerse bir barış yemeği ile sükut olabilir.İki köy ahalisi de sana çok güveniyor .Onun kestiği söz makbulümüzdür diyorlar ‘
‘Yahu ,ben daha 29 yaşında ve sadece yeni bir yüzbaşıyım.Böyle yemeklerde daha oturaklı ,kişiler olmalı .En iyisi yarbay Ömer Kocabıyık ile konuşayım.O çok dürüst ve adaleti keskin bir insandır.’
Anlaşıyoruz ,konuyu tabur komutanım Ömer Kocabıyık’ a açıyorum.çok memnun oluyor.Kaymakamın ve müftünün de gelmesi gerek .Öbür köylerden de birkaç sözü geçen yaşlı ve köy öğretmenleri ile Jandarma Karakol Komutanlarının tamamını davet ediyoruz.Gün karalaştırılıyor .Muhtarı çağırıp haberi veriyorum.
‘’ Muhtarım ,hafta sonu geliyoruz .Senin muhtarlığın önü toplantı için müsait.Aman muhtarım ,tuvalet konusunu da umarım düşünmüşsündür .Misafirlerin en önemli sorunu tuvalettir.Ne diyorsun,anlaştık mı ?’
‘Hele tuvaleti , helası kusur kalsa olmaz mı ?Önce bir barış olsun kan bitsin de , misafirlere aha o lüküs otel helası gimin yaptırmaz mıyım gumandan ?’
Telsiz acı acı çalıyor . Ucunda Yarbay Kocabıyık var .
‘Koca bir koyun sürüsü İran a geçirilecekmiş hemen sınır karakolları arasında tıkama tertibatı alın ‘
Alalım , hemen ,derhal ama komutanın dediği dört karakolun arası yaklaşık 30 km .Yarım saat içinde hareket ederek , Tutak Özdilek hattından , söylediği bölgeye timleri yayıyorum.Aralarını devriye ve gözcülerle doldurup, daha sınıra yakın yerde de ihtiyatı konuşlandırıyor ve beklemeye başlıyorum .
Yaz günleri çok sıcak olan hava , gece olunca bizi çadıra veya uyku tulumuna girmeye zorluyor.Erlerimi gündüz uyutup gece geçişi önlemek için uyanık tutmam gerek Bizim Mehmetçik ise ‘Güneş bata, köylü yatar ‘sistemine çok alışık olduğu için ,onlar uyumasın derken, ben hiç uyuyamıyorum.Soğukta sızıp taşlar,topraklar üzerinde sabahlıyoruz.
Yarın Ahmetbeyli Köyündeki barış yemeğinin olacağını,bölüğü Teğmene bırakıp Ahmetbeyli ‘ye gelmemi emrediyor ,Yarbay Kocabıyık. Dört gündür konserve yemekten midem perişan .Gece yürüyüş üzerine ,zeytinyağlı yaprak sarması konserve ,barbunya pilaki konserve,tonbalığı konserve ,konserve oğlu konserve. Konserve yemekten kendimi konserve kutusu gibi görmekteyim.
Uykusuz geçen gecenin sabahı, nihayet büyük sürü , kaçak olarak geçeceği iki karakolun arasına doğru ilerliyor. İhtiyat takımını kaydırarak birinci hattı geçseler bile tıkamayı sağlıyorum.Epey uğraşıyorlar ama bu üç bin küçükbaş hayvanı, geriye püskürtüyoruz Gece çok hareketli geçti .Nereden yarma yapacaklarını epey zorlanarak hesapladım.Neyse ki bu sefer de tam isabet.
Sabahtan beri tuvalete taşınıyorum. Oysa köye batış yemeğine mutlaka gitmem gerekiyor. Kahve telvesi yemekten , içim bir tuhaf oldu .Erlerimin de durumları benimki gibi . Zeytinyağlı yaprak sarma konserveden mi oldu bilmiyorum Saat 11 de köy girişinde tabur Komutanım Ömer Kocabıyık ile buluşuyoruz.Kaymakam ve Müftü onunla beraber gelmişler .Diğer köylerin öğretmenleri ,imamları ve yaşlıları traktörlerle arkamıza diziliyorlar .Köy girişinde davul zurna ile karşılanıp arabalardan iniyor ve köylülere katılıyoruz.Yarım saat geçmeden , diğer köyün insanlarını taşıyan iki kamyon geliyor .Açık kasalara kadın erkek ,çoluk çocuk üst üste doluşmuşlar. Herkes çok mutlu görünüyor. Kamyonun önünde oturtulmuş olan, ölen çocuğun annesi oldukça kederli .Onun yanına yaklaşıp elini öpüyor ve koluna girerek Ahmetbeyli’ deki yavrusunu kaybetmiş annenin yanına getiriyorum.Birbirlerine sarılarak uzun uzun ağlıyorlar.Barış yemeğinin bence en önemli adımı işte bu.
Salman efendi 32 altın dişini göstererek , iki eli ile gelenlerin ellerini sıkıyor, sonra sımsıkı onlara sarılarak suratlarından yalarcasına öpüyor. Bana da ara sıra teşekkür bakışları atıyor . Bir sürü insan köy muhtarlığının önündeki küçük alana atılan sandalyeler sıralar veya yaşların üzerinde müftünün kardeşlik konuşmasını dinleyerek arada bir hep beraber ‘Amin ‘demekte mutlu ve güven dolu yüzler görüyorum. Salman Efendi benim de konuşma yapmamı istiyor .’Aman Salman, konuşacak halde değilim ,hem bak benden kıdemli Komutanım varken asla olmaz .’
Ahmetbeyli Köyü sırtını bir yamaca dayamış, önünde top oynamaya müsait düzlüğü olan , sonra 2.5 m lik yükseklikte evlerin kurulu olduğu bir köy .Birden gözüme bulunduğumuz küçük alanın az ilerisindeki o , 2.5 m lik yükseklikten futbol oynanan düzlüğe doğru uzatılan iki kalas ve bu kalasların bitim noktasından onları seviyede tutmaya yarayan, 2.5m lik iki ayak üzerine, yepyeni tahtalardan yapılmış tuvalet ilişiyor.
Salman Efendi , bu tuvaleti misafirler için inşa ettirmiş.İyi de, iki destek üzerinde durarak, altı açık ve logar çukuru bile olmayan bu hela sahici mi,yoksa sadece mizah olsun diye mi yapılmış? Yahu bu insanların hiç çişi de gelmez mi acaba? Bu kadar kadın nereye gideriyor, bu en tabi ihtiyacını? Belli ki , dağa doğru arada bir çıkıp inen ve yüzünüzü dağa döndüğünüzde sağ tarafı erkeklerin, sol tarafı kadınların olan, çalılık yer onların tuvaleti.
Aklımdan, susuz olarak gidilen ve taşa silinen kakanın ,yağmur tarafından yıkanarak yeni, gelenlere doğanın temiz taşlar sunduğu gibi , apuk sapuk düşünceler geçiyor .Birini hayalarından yılan ısırmış. Aklıma gelince kendi kendime gülümsüyorum. Yarbay Kocabıyık konuşmasının bir yerinde ismimi söyleyerek bana teşekkür ediyor.Oturduğum plastik sandalyeden doğrularak teşekkürüne selamla karşılık veriyorum.
Aman Tanrım , yerime oturmam imkansız .Karnımın kuruntusunu bütün protokol duymuştur sanırım.Yavaşça süzülüp Salman Efendinin yanına yaklaşıyorum.
‘Yahu muhtar, bu nasıl bir tuvalet? Herkesin bakışları altında insan nasıl gidebilir buraya ? Üstelik altı da açık kenarların da ‘
‘Zaten bizim köylü öldürsen burayı kullanmaz ,vallahi sizin için yaptırmışam.Hemi de yeni tahtalarlan’
Hadi bakalım ilk deneyen ben olayım diye düşünerek ‘Muhtarım fena halde ishal olmuşum. Sen şu kadınları biraz uzaklaştırsan da ben bir tuvalete girsem ’ Kürtçe olarak ne söylediyse bütün kadınlar kıkır kıkır gülerek yazmaları ile ağızlarını kapatıyorlar. Tabi gözler benden yana .
Bu nasıl bir şey Ya Rabbim . Değil gülmek karşımda durup seyretseler bile, ben bunu yapmak zorundayım.Hay bu bozuk konserveleri bize yedirenin … Yahu bir ibrik su getirin bari .İbrik yerine koca bir bakır yoğurt bakracı geliyor. Gülen bakışların altında, iki ayak üzerinde kurulu , beni çekmeyip yıkılacağından korktuğum, tahtaları ikişer santim aralıklarla çakılmış ,tavanı olmayan , deliği ikiz kenar üçgen şeklinde kesilerek açılmış tuvalete , nihayet elimde koca bir bakır yoğurt bakracı ile girip kapıyı kapatıyorum.
Oh be , gökyüzünü seyret, dışarıyı gör (Tabi onlarda seni) içini boşalt .Bu ne büyük mutluluk.Yahu insanlar her gün kendilerinin de yapmak oldukları bu işleme , neden bu kadar zevkle gülerler anlamadım.Oda ne , birden altımda bir gıdaklama ,bir tavuk çığlığı, horozun onu azarlaması ile irkiliyorum . 2.5 m den düşenlere tavuklar talip olmuş anlaşılan .’Kışt ,kışt.ulan çekilin.Bak atışlar kontrolsüz oluyor ,kafanıza falan gelir’ derken ,araya giren çilli horozu da kafasından vuruyorum.Tavuklar birden onu kafasındakileri yemeğe, yani erkeğin başının etini yemeğe başlıyorlar.Eh başına böyle boklu işler açmayacaksın hayatta. Aklıma Aziz Nesin Usta’ nın bir hikayesi geliyor .Aman sonu onun anlattığı gibi olmasın derken, etraftaki bütün cücükler mamaya koşuyorlar .Alt tarafta korkunç bir şenlik başlıyor.Başını boka sokan çilli horoz bile , artık otoritesini kaybetmiş vaziyette .Derken ileride top oynayan veletlerden biri , diğerlerine yüksek sesle bağırıyor.
‘ Koşin loo .Kenefte adam vardır .Koşin loo ‘’
Ulan oğlum bu veletler bir gelirse,alttan her şeyimi görecekler. Hemen kalkmalıyım ama nerde .Daha büyük bir ağrı ve barbunya konserve ile yeniden büyün tavukları ateş altına aldım bile .
‘Ula kim ki o ? Hele bağrışmayın lan . Herif cır cır olmuş loo’ (O herif bendenizim yani)
Ulan oğlum ne işin var helada falan . Sen de çıksana ,şu çalılıklara rahat rahat bitir işini .Hay sıçayım ,Salman Efendinin tuvaletine .
Salman Efendi çocuklara önce Kürtçe bir şeyler söylüyor . Neyse diyorum çocuklardan kurtulduk .Şimdi de ,Türkçe yeniden anons veriyor .
‘Ula görmirmiseniz herif kenefte cır cır loo. Ula ayiptir babo.Adam circir olmiş sıçir,aha bah hemi çıkir dişarı loo’
Vay başıma gelenler. Tahtaları ikişer santim aralıklarla yaparsan seyrettirirsin misafir diye getirttiğin adamın oturmasını da ,kalmasını da ,sıçmasını da .
Kalkıp yavaş adımlarla bu işkence odasından çıkmadan önce o karılarını ,cariyelerini ,cücüklerini getirmiş olan ,ahlaksız çilli horoza bakraçta kalan son suyu,üçgen delikten döküyorum.Çığlıklar atarak kaçıyor.
Ulan Salman bu mu senin İstanbul görmüşlüğün? Hayatta bir bakir kalan götümüz vardı, onu da iki köyün kadınına ,kızına seyrettirdin be insafsız.
Yarbay Kocabıyık, bıyık altından tebessüm ederek ‘’ Geçmiş olsun şimdi iyisin ya?’’ diyor. İyiyim çok şükür de, kızlığını samanlıkta kaybetmiş , 14 yaşındaki köy güzeli gibi utanıyorum. Acaba tuvaleti olmayan çok insan var mıdır dünyada? Taşla kıçını silen.
Şoförüm İlyas’la göz göze geliyoruz.Benim dürbünlü tüfeğimi getirip utanarak, ‘Komutanım ,ben çok fena oldum, tüfek az bir şey sizde durabilir mi?’ diyor ve adeta koşarak kayboluyor. Onun da gittiği yer muhtar Salmanın muhteşem helası .Yine Salman nın sesi duyuluyor.’
‘Çekilin loo, esker efendi siçmeye giriğ .Lan garılar , su getirin lan’
Ulan bir sus bari, ben dahil herkesin gözü, toplam komutu almış acemi bölüğü gibi, bir birinin üzerine çıkarak kafalarını havaya dikmiş, gelecek mamayı bekleyen tavuklarda .O ahlaksız çilli horoz boyu biraz daha uzun olduğu için en şanslıları .İlk atış ve tam isabet.
Kuran nı Kerim ‘in altından geçen, yemin etmiş hasımlar karışık olarak sofraya diziliyorlar. Bizler de yaşlı köylülerin ,ileri gelenlerin arasındayız.Bir ötemde köyün öğretmeni var .Dört gündür konserve yemekten iflahım gevredi.Karnım bir köpek kadar aç. Şu gelecek olan kuzunun, yarım gövde kaburgalarından yiyebilirim. Salman’a bakıyorum, hadi yemekler nerede gibisinden .Herkesin yerleştiğinden emin olduktan sonra,kızlara işaretini veriyor. Yemekler sofraya konmaya başlıyor. Tavuklu şehriye çorbası, tavuk ciğerli iç pilav , yoğurtlu çılbır, tavuk haşlama ve irmik helvası. Salman’ ın kulağına eğilip ‘Salman Efendi, kuzu yok muydu kuzu?’ Hastayım diyerek ,sadece irmik helvası yiyip kalkıyorum .
Neyse barışın yemeği yenip ,öpüşme faslı da geçince ayrılık vakti gelip çatıyor.Tabur Komutanının uzun şase Land Rover Jeep’ ine kaymakam ,müftü ,ben ve bir öğretmen biniyoruz. Benim Jeep diğer köye yaşlıları ve öldürülen çocuğun anasını götürecek. Yarbay, Kaymakam’a çok hoşuna giden yemeği anlatıyor.
‘Azizim, bu köy tavuğu da, bir başka oluyor. Tabiattan beslendiği için çok lezzetli bir yemek olmuştu.’
Genç kaymakam; ‘Ah yarbayım çok haklısınız. O ne güzel bir koku ne güzel bir aroma . İnsan tavuk yediğini anlıyor doğrusu’
Hoca efendi ; ‘ Köylü özel bir yem vermez ,hayvanlar ne bulurlarsa yerler . İşte onun için çok lezzetli olmuştu.’(Hoca efendi çok haklısının da ,bir de ne yediklerini bilseniz )
Öğretmen; ‘ Bu köy tavukları bana biraz yağlı geliyor. Pilavı da onun suyuyla yaptıkları için çok güzeldi ama biraz yağlıydı.’
Genç kaymakam; ‘Ben İstanbul a gittiğimde marketten alıyorum tavuğu. İnanılacak gibi değil, beş dakikada hemen pişiyor ama ne yağı var, ne suyu, ne de tadı ‘
Yarbay Kocabıyık; ‘ Valla ben tavuğun aromasına bittim azizim, pilav da çok güzeldi. Yüzbaşım, siz hiç tadına bile bakmadınız. Şansınız yokmuş, bu yüzden de aroması nın nereden geldiğini bilemezsiniz sanırım ?’
Yüzbaşı; ‘ Tadına bakmadım ama o lezzetin nasıl oluştuğunu iyi biliyorum. Müftü Efendi’nin dediği gibi ,ne bulurlarsa yemişler.Bu yüzden de eminim çok güzel bir lezzeti vardı.’
Yıllar sonra fikirlerim de, görüşlerim de değişti. O kadar çok bok yiyen var ki etrafımda …Neden se daha güzel ,daha iyi ve çok lezzetli geliyorlar artık bana ,tavuklar da ,piliçler de
Not .Bu halkımın bilinçsiz sefaleti, henüz her yerde bitmedi.Daha sonraları yaptığım Anadolu gezilerinde de, hep tuvalet sorunu yaşadım .Peki bu insanca yaşama eğitimini ,neden vermeyiz halkımıza ? Öğretmenlerimizin ,memurlarımızın , subaylarımızın aktarması gerekmez mi, görgülerini , bilgilerini?
Düz giden yollara, neden bir yerine ,daha fazla demir ayırımlar yapar da, uçurum kenarlarını boş bırakırız. Kimsenin birkaç saniye bile bakamayacağı yol kenarlarına, 10 günlük çiçekler diker ,şekiller yaparız ve onlara sular harcarız ? Susuz Anadolu’ma inat.
Her akşam ard arda patlattığımız havai fişekler ,yurt dışından dolarla gelir ve bizler utanmadan basit bir zevk için , boşa patlatıp kimilerimiz altında orgazm oluruz ? Ayıptır ,günahtır. Sadece milletçe kutladığımız günlere saklamalıyız .
Kaldırımlar yeniden ,yeniden yapılır . Gökdelenler daracık alanlarda utanmazca yükselerek, insanlara kalkınmanın sembolü diye tanıtılır. Ama benim köylümün doğru dürüst evi, okulu , sağlık ocağı ve beklide hiç bir şeyi yoktur.
İtalyan klozet taşı olmazsa, kıçımız mı aşınır? Veya altın musluktan akmazsa su ,az mı gelir insanlık aleminden alınan intikam ?
Sayın okurlarım yazdığım bir mizah değil, yaşanmış bir gerçekti.Aydınsan aydınlatacaksın ,zenginsen vergini vereceksin , görevliysen durmayacaksın, hepsini yapacaksın . ’ Neden böyle oldu ?’ diye hayıflanıyor ,bir niçin arayarak , birkaç saniye düşüne biliyorsan , tuvalete girip aynaya bakmalısın dostum. Suçlu tam karşında.
E.YAŞAR OVALI
YORUMLAR
valla bir "meşaz" varsa da ben anlayamadım.fakat Sami abi almış "meşazı" tekaüt komtanım.
ben sadece güldüm.altın diş bizim oralarda da modaydı bir zamanlar.biraz gerilere taktıranların altın görüntüsü verebilmek uğruna neler çektiklerine şahidim.
bir zamanlar tatillerde köye giderdim, köy benim için cennetten bir köşeydi.
anlamadığım bu cennetin bir köşesine çam hartamalarından (ince çam tahtaları) yapılan tuvaletlerdi ve bu sizin anlattığınız gibi tahtaların aralıklı çakılarak tasarruflu kullanılması neticesinde içeride olan kazak renginden belli olurdu.hatta amcamın kızına "tuvalete gideceğim" dediğim zaman evin dışındaki tuvalete göz atıp "dur babaannem çıksın da" dediğini anımsıyorum.
Köylü eskiden temizdi.taşlara pislese de ,ormana yapsa da ruhu temizdi.Şimdi her türlü fetbazlığı öğrendiler.Ürünlerine kimyasalların en ecnebisini bulup kullanmaya başladılar.
E onlar da "Kapitalizm" belasıyla yine kapitalizmin ürünleri ve yöntemleriyle mücadele eder oldular.
Bu mübarek günde böylesine içli ve sıcak ve kokulu öyküyü okuyup güleceğimi tahmin etmezdim doğrusu.
Kutlarım.fakat "Orantısız güç kullandığınızı unutmayın"
Sami abi ile siz bu konuda "Haksız Rekabete " sebep oluyorsunuz.
Biriniz öğretmen biriniz asker ..Hem de Anadoluyu gezmiş.
Dağ,taş,ova, deniz gezmiş insanların anıları da hayatın içinden oluyor.
Selam ve saygı ile.
Sevgili Abi
Senin anılarına oldum olası bayılıyorum. Bu anın da aynı cümleden olarak müthiş. Verdiğği mesaj '' Anlayana sivrisinek saz'' Mukabili.
Abi düşünebiliyor musun: Haçlı seferleri esnasında İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar Hastalanıyor, saçları avuç avuç dökülüyor. Adamı hiç bir doktor iyi edemiyor. Sonunda doktorlarından biri bir de Türk doktor çağıralım belki o bir çare bulur diuyor. Denileni yapıyorlar. Selahattin Eyyubiniin izniyle kral Richard'ın çadırına giren Türk hekim,i içeri girer girmez anlıyor sorunun sebebini: Pislik...Çadırın her köşesinde bir lazımlık var..Kral sıkışınca lazımlıklara yapıyor ve döküyorlar bunu sağa sola..
Türk hekim onlara hela yapmasını öğretiyor.
16. Lui Fransasında bile sokakta yürürken kaffanıza her an bir lazımlığın dökülmesi mümkünmüş.
Abi Allah aşkına şu geldiğimiz noktaya bakar mısın? Dünyaya helayo öğreten biz iken şimd,i adamlardan hela malzemesi, hatta moderrn hela satın alıyoruz komple ve dahası helalarımızın pisliği yüzündene eleştiri alıyoruz bir de.
Ben yazını pek beğenerek okudum. Seni tekrar aramızda görmekten de son derece mutluyum.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 7/28/2013 7:49:56 PM zamanında düzenlenmiştir.