- 819 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HALİL ERGÜN
Televizyon dizilerinin “BABA”sı,
tiyatro ve sinema oyuncusu
HALİL ERGÜN’den
“Gizli örgüt kurmaktan hüküm giyen”
ANKARA BİRLİĞİ SAHNESİ’nin hikayesi...
ZULÜM ve İŞKENCE...
Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki (197) Mephisto Kitabevi’nin üstkatındaki kafe’deyim.
2006’dan bu yana, 5 yıl süren “Yaprak Dökümü” dizisinin otoriter emekli kaymakamı Ali Rıza Tekin rolünü oynayan Halil Ergün’ü bekliyorum. Bu arada Mephisto Kitabevi çalışanlarına da buradan sevgi ve saygılarımı yolluyorum. Bana Mustafa Alabora, Halil Ergün ve Salih Kalyon ile yapmış olduğum söyleşilerimi gürültüsüz ve rahat bir ortamda yapmamı sağladılar.
Ve son birkaç dizidir konuşamayan, derdini mimikleriyle anlatmaya çalışan Ali Rıza Bey, yani HALİL ERGÜN merdivenlerde gözüküyor. Kendisiyle söyleşi yapacağımı öğrenen yakınlarımın selamlarını kendisine iletiyorum. Ve “eh artık konuşsun Ali Rıza Bey, düşüncelerini söylesin de biraz hadlerini bildirsin onlara! Ne zaman konuşacak, kendisine bir soruver...” dilek ve sorularını kendisine aktararıyorum. Ve onlara “Ali Rıza Bey, dizide konuşmadan önce benimle konuşup sohbet edecek” dediğimi söylüyorum; gülüşüyoruz...
Bu arada masada duran “Yaşamlarını Tiyatroya Adayanlar” adlı kitabıma bir göz atıyor, alıp sayfaları karıştırıyor.
“Türk Tiyatrosu’na yaptığınız bu değerli çalışmanız için sizi kutlarıım Adem Bey” diyor.
Ben taşra cocuğuyum...
1946 yılında Bursa’nın İznik ilçesinde doğmuşum. İlkokul ve ortaokulu İznik’te, liseyi ise gurbette, İstanbul’da okudum. Çocukluğum taşrada geçti; yani ben bir taşra çocuğuyum. Ailemde sanata özel bir ilgi duyan yoktu. Annem çok hassas bir kadındı. Şarkı söyleyenlere bayılırdı. Ud çalmayı çok istemiş. Babasından ud almasını istemiş. Ancak kadının ud çalmasını kabullenemeyen taassup baba, annemin isteğini pek dikkate almamış. Benim sanata olan ilgim kasabaya panayırlarda gelen ibiş veya çadırlarda yapılan gösteriler dolayısıyla başladı. Türk sineması ile de tanışmam yine kasabaya gelen siyah beyaz Türk filimleriyle oldu. Edebiyatla da yine ortaokulda tanıştım. Okumaya çok erken başladım. Ezberimde olan şarkılar hala çocukluğumda radyoda dinlediğim şarkılardır. Şarkı söylemesini çok seviyorum. Setlerde sık sık söylerim.
Tiyatro sanatı ile tanışmam...
Tiyatro ile de ortaokulda iken sınıfla beraber Bursa Devlet Tiyatrosu’na gittiğimizde tanıştım. Sanıyorum Turgut Özakman’ın “Ve Değirmen Dönerdi” adlı oyundu ilk seyrettiğim oyun. Çetin Köroğlu, Tijen Par ve Ali Cengiz Çelenk gibi usta oyuncuları hatırlıyorum. Bir de “Göç” oyunu. Semih Sergen”i de seyrettiğim başka bir oyundan hatırlıyorum. Fakat ailemden tiyatroyu seç diye bir istek hiç olmamıştı. Tam tersine, sanatın karın doyurduğuna inanmıyorlardı. Onlar için devlet dairesinde memur olmak en güzel meslek sayılıyordu. Liseyi ise gurbette, İstanbul’da okudum. Haydarpaşa ve Pertevniyal Lisesi’inde okudum. Ancak ikinci sene yine Bursa’ya kaçtım. Bursa’da yıl sonu müsamerelerinde yapılan bir oyunda oynamıştım. Bursa Halk Eğitim’de rahmetli arkadaşım Nevzat Şenol vardı. Oradan çağırmışlardı. Ben de gittim ve oradaki çalışmalara katıldım. Yarı profesyonel Oda Tiyatrosu vardı. “Yağmurcular”, “Karaların Memedleri” gibi oyunlarda oynadım. Aramızda Alpay İzer gibi usta oyuncu da vardı.
Türkiye’nin altın yılları...
O 1960’lı yıllar, gerek tiyatro, gerek şiir ve roman da Türkiye altın yıllarını yaşıyordu. Türkiye’de toplumsal tartışmaların başladığı yıllardı o yıllar. Sanatın da çok işlevsel olduğu, tartışıldığı yıllardı. Kafka okunuyordu, Nazım Hikmet gündemimize girmişti. Siyasetin gençler arasında yayıldığı, konuşulduğu ve tartışıldığı yıllardı 60’lı yıllar. Taşrada büyüdüğüm için çok sorular vardı kafamda. Merak ettiğim, kendimi çözmeye çalıştığım, akılvari olma sürecine girdiğim yıllardı o yıllar. Konservatuar imtihanına girdim kazanamadım. İmtihanda Melih Cevdet ve Yıldız Kenter vardı...
“ TEB BAŞKANI ÜSTÜN AKMEN: "HALİL ERGÜN TİYATROCULARDAN ÖZÜR DİLEMELİ"...
Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi (TEB) Başkanı Üstün Akmen, sinema ve televizyon dizileri oyuncusu Halil Ergün’ün bir günlük gazetede hayatındaki kırılma noktasının konservatuvara girememesi olduğunu açıklamasını ve “Ben konservatuvara girmek istedim, ama Yıldız Kenter’in de olduğu seçici kurul kabul etmedi. Eğer konservatuvarı kazanıp İstanbul’da kalsaydım, belki de turnelerde dolaşan bohem bir oyuncu olarak kalacaktım ve bugünkü Halil Ergün olamayacaktım,” şeklindeki beyanatını talihsizlik olarak yorumladı.
“Halil Ergün hiç kuşkusuz değerli bir oyuncudur, gel gelelim ‘değerli’ oyuncular da hadlerini bilmelidir, diyen Üstün Akmen, Halil Ergün’ün oyunculuğunun dışında emekten yana tutumuyla da ün kazandığını anımsattı ve: “Anadolu’da hizmet veren ya da turnelerle Anadolu’yu karış karış gezen tiyatro oyuncularının kutsal emeğine dil uzatmaya Halil Ergün’ün asla hakkı yoktur,” dedi. Günümüz tiyatrocusunun bohem hayatının olmadığını, tiyatrocularımızın toplumun çilesini içinde duyumsayarak yaşadıklarını vurgulayan Akmen, böyle bir “isnat”ın tiyatro sanatını yaralayacağını ifade ederek, Halil Ergün’ü tiyatro oyuncularından mutlak surette özür dilemeye çağırdı.” - 2.01.2010 Tiyatronline
Kendimi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler’de buluverdim. 6-7 sene okudum, ancak bitirmedim.
Ankara’da Ankara Deneme Sahnesi vardı. Orada ilk “Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç” adlı oyunu seyretmiştim. Daha sonra ise “Yer Demir Gök Bakır”dan uyarlanan “Uzun Dere” oyununda oynadım. Toplumcu tiyatro, halk tiyatrosu, devrimci tiyatro, ulusal tiyatro gibi tiyatro kavramlarının tartışıldığı dönemdi o yıllar. Ankara Siyasal’da özel tiyatro grubu vardı. Orada da oynadım. Sanıyorum o gruptan oyuncu olarak devam eden bir ben varım. Arkadaşların hepsi başka işlerle uğraştılar. Beckett’ten “Oyun Sonu”, Brecht’ten “Kuraldışı Kural”ı oynamıştım. O ara kurulan Halk Oyuncuları’nda Teneke adlı oyunda oynadım. Para kazanma yönünden bu benim ilk profesyonel olduğum oyundur.
Anadolu’daki tiyatro grupları...
Anadolu’dan çok tiyatro grupları gelirdi. Çok önemli tiyatro şenlikleri yapılırdı. Örneğin Tarsus’tan Haşmet Zeybek ve grubu. Onlarla çok ilgilenmiştik. Yılmaz Onay’la beraber onları oynattık sahnemizde. Muhsin Ertuğrul gelip seyretmişti Haşmet Zeybek ve grubunu. Ancak onların gelmelerini arzu etmemiştik. Profesyonellik onları çözer, bozar diye. Seyirlik oyunlarının Tarsus’ta daha da gelişmesini çok istemiştik. Fakat geldiler. O grup orada kalıp daha da gelişebilirdi. Bunlar çok önemli tiyatro hareketleridir. Her yeri dolaşırlardı.
...ve ANKARA BİRLİĞİ SAHNESİ...
Brecht’i az çok tanıyordum; şairliğini, koministliğini... fakat tiyatrosu konusunda sistematik anlamda fazla bilgim yoktu. Vasıf Öngören Berlin’de tiyatro eğitimi görürken, Brecht’in tiyatrosunu da incelemişti. Onun ilk oyunu GÖÇ TMTF Gençlik Tiyatrosu tarafından İstanbul Gençlik Festivali’nde sergilenmişti. İkinci oyunu “Asiye Nasıl Kurtulur”u Halk Oyuncuları Topluluğu’nda sahneleme denemesi yapmış fakat sonra kaldırılmıştı. O da zaten bu gruptan ayrılmıştı. Ben, Vasıf Öngören, Mustafa Alabora ve Erdoğan Akduman 1969 yılında Ankara Birliği Sahnesi’ni kurduk. O günlerde çok seyirci hareketi vardı. Günde üç defa oyun oynanırdı; 3-6 ve 9 oyunları. Ve hepsi de dolardı. İnsanlar akın akın gelirdi. Fakat o ara bazı sapmalar dikkatimi çekmeye başlamıştı. Çok keskin devrimci olmuştum. TİP üyesi idim. Politik tiyatro yapılıyordu. TENEKE oyunu durdurulup gösteriler yapılıyordu. Aramızda Umur Bugay, Tuncer Necmioğlu, Erdoğan Akduman gibi arkadaşlar vardı. Hep beraber bir tiyatro kurmaya karar verdik. Para da yoktu. Ben ve Mustafa ailelerimizden para aldık. Akrabam Çengiz Çandar’ın babası bankada Yürütme Kurulu Üyesi idi. Onun vasıtasıyla kredi de aldık tiyatro açarken. Geri de ödeyemedik. Ankara Birliği Sahnesi’ni kurduk ve büyük bir inançla “Asiye Nasıl Kurtulur”u sergiledik. Zeliha Berksoy’da o ara Berlin’den dönmüştü. Ve birdenbire Ankara Birliği Sahnesi’nin ilk oyunu olan “Asiye Nasıl Kurtulur” olay oldu. Bütün Anadolu’da, radyolarda ve basında yer aldı. Kapalı gişe oynuyorduk.
Asiye’yi oynayan Zeliha Berksoy, oyunun hazırlanma sürecini şöyle anlatıyor:
“Kavalıdere’de bir apartmanın bodrumunda çalışıyorduk... Oynayacağımız tiyatro henüz inşaat halindeydi. Bizlerse saatlerce Vasıf’ın çok önem verdiği yorum meselesi, yaşamın diyalektiği, insanlar arasındaki çıkar çatışmaları, insanların birbirlerine yabancılaşması, insanın kendine yabancılaşması meselelerini tartışıp duruyorduk... Ve karlı bir Ocak günü “Asiye” bir sevinç çığlığı gibi başladı...” – Vasıf Öngören – Boyut Tiyatro Dizisi
Tiyatro dergisi de çıkarmıştım. Yaşım da 19 idi. Reklamlar yapmıştık. Beş kuruş almadan arkadaşlarla gece gündüz çalışıyorduk. Zaman zaman Mustafa Alabora ile kuru ekmek yediğimiz bile oldu. Büroda yatıp kalkıyorduk. Oyun çok tutmuştu. Tabi bunda Vasıf’ın çok emeği oldu. Ondan çok şey öğreniyorduk.
Ödül alınca suçlandık..
O sene Ankara Sanat Severler Derneği bize “En İyi Yazar ve En İyi Yönetmen Ödülü”nü verdi. Cüneyt Gökçer ve Zeliha Berksoy’un da ödül aldığı bir kurumdu. Burjuva bir kurumdan ödül verilince bize saldırılar başladı; suçlu duruma düşürüldük. Bizler slogan atarak sinema ve tiyatro yapılmasına karşıydık. Kuralların dışına çıkmıştık.
Başarıdan sonra dağılmalar...
Üç kişi bir araya gelir, başarı elde eder, ancak bu başarıyı sürekli hale getirecek kurumsallaşmayı yapamıyoruz Türkiye’de. Birbirlerine düşerler ve ayrılırlar. Bu garip bir kaderdir Türkiye’de. Fakat bu sadece Türkiye’de değil, bütün entelektüel dünyada bu alışkanlık vardır. Söylemek zorundayım; şahsi girişimler vardı, Genco Erkal gibi... O senelerdir tek başına götürüyor. Fakat bu şahsi bir kavgadır. Bizim grubumuzda da aynısı oldu. Biraz kabarmaya başlayan kendi tiyatrosunu kurdu.
12 Mart dönemi...
12 Mart bizleri darmadağın etti. Bizler tutuklandık. Suçumuz da “Tiyatroda gizli örgüt kurmak”tı... O zamanki savcı Naci Gür bana; “Her altı yapmışsın. Tiyatro davasından hüküm giyeceksin! Hiç kendini paralama!” dedi. Sonuçta hepimiz 8’er yıl ceza aldık. Dolayısıyla Ankara Birliği Sahnesi gizli örgüt kurmaktan mahkum oldu. Örneğin, Brecht’in “Adam Adamdır” oyununun çalışmalarını yaparken, Vasıf birtakım çalışmalar programlamıştı. Birçok oyuncumuz vardı. Çalışmalar sırasında konferanslar veriliyordu. Mesela Amerikan emperyalizmi anlatılıyordu. Veya Vietnam konusu işleniyordu. Oyuncular bilinçlendiriliyordu. O günlerde bütün tiyatrolar fuayelerinde kitap satarlardı. Bizim de fuayemizde kitap ve dergiler satılıyordu; Aydınlık dergisi gibi... Onlarla maddi dayanışma içindeydik.
İmzalanan kağıt... ZULÜM ve İŞKENCE...
Bir de ellerinde oyuncuların imzaladığı bir kağıt vardı. Bu imzalı kağıdın da hikayesi: “Adam Adamdır”ın galasından sonra hep beraber toplanmış sohbet ediyorduk. Vasıf çok çay içerdi. Yanında da kanyak içerdi. Belki de onun bu alışkanlığı onu erken kaybetmemize sebep oldu. O gala akşamı büroda yeni şeyler önerdi. “Para kazanıldı; bu bize uymuyor.” dedi. Bir kağıda daktilo ile bir şeyler yazdı. “Biz bu tiyatroyu ileride kurulacak Marksist-Leninist bir partiye devretmeye...” gibi bir cümle vardı yazının içinde. Çocuksu ve romantik bir tavırla yazılmış bir yazıydı. İmzalayanlar oldu. Ben imzaladım mı, tam olarak bilemiyorum. Ancak imzalayabilirdim de... Çünkü insan bir imza ile ne kominist ne de devrimci olur. Bu kağıdın varlığını hepimiz unutmuştuk. Bunlar delil olarak değerlendirildi ve Ankara Birliği Sahnesi “gizli örgüt kurmak”tan hüküm giydi. 12 Mart’ta zulüm gördük, işkencelerden geçtik...
Asıl acı olan...
Bunu söylemek zorundayım; belge kalsın! Asıl acı olan şuydu: O günlerde “Tiyatro 70” dergisinde Umur Bugay ve Ayberk Çölok, dışarıda kalanlar, bizlerin ayrılmasını, yani Ankara Birliği Sahnesi’nin bölünmesi üzerine bir yazı yazmışlar: “Bir kısmı ilkeleri aldı, bir kısmı da işin cilasını kullanıyor”. Geçenlerde Umur Bugay’a söylediğimde “Hatırlamıyorum” dedi. “İşin aslını bana sordunuz mu?” diye sordum. Ben Mustafa’ya kapatalım dedim. Benim tiyatroyu devam ettirecek bilgi birikimim, Brecht konusunda da derin bilgim yoktu. Ben fakülteyi bitireyim, bir taraftan da tiyatro olayının ne olduğunu kavrayayım dedim. Onlar devam etmek istediler. Haklıydılar da. Sonra Can Yücel ve Mehmet Ulusoy geldiler tiyatroya. Mehmet Ulusoy’un bir projesi vardı. Peter Weiss’tan bir oyun sergiledik. Daha önce sergilediğimiz “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ı tekrar sergiledik. O ara Levent Kırca’da aramıza katılmıştı. “Yarın Cumartesi” adlı oyunda oynadı. Bina sahibi bizi dışarı atınca sokakta kalıverdik; salonsuz kaldık. “Üç Derste Aşk” diye Dinçer Sümer’in bir oyununu büyük bir cesaretle ilk ve son kez sahneye koydum. Hiç te fena olmamıştı bence. Kenan Işık ve Macit Flordun oynamışlardı. Adalet Ağaoğlu ve Erkan Yücel oyunu seyrettikten sonra çok beğendiklerini söylemişlerdi. Bu benim için çok önemliydi.
Tiyatroya kırgınlığım... ve sinema...
Hapise girişim, tiyatronun dağılması ve askere alınmam... sonra da İznik’e dönüşüm... Tiyatro yapmak istemiyordum artık. Tiyatro insanlarına kızgın ve kırgındım. O ara hapiste olan Yılmaz Güney’den senaryosunu yazdığı “İZİN” filminde oynamam için teklif geldi. Ve 1974 yılında İZİN filmiyle sinemaya başlamış oldum.
İZİN, on günlük hapis iznine çıkan bir mahkumun hikayesidir. Bu film, “YOL” filminin ilk versiyonudur. YOL filmi de yine hapisten izinli çıkan 5 mahkumun hikayesidir. Teklifi hemen kabul etmiştim. Bir görev bilmiştimYılmaz Güney’in filminde oynamayı. 70’li yıllardan bu yana tiyatro oynamadım. Bir ara Adalet Ağaoğlu’nun bir projesi vardı. Denedim olmadı. Bir de geçenlerde Vasıf Öngören’in kızı Aslı Öngören, Vasıf’ın “Asiye Nasıl Kurtulur” ve “Bu Oyun Nasıl Oynanmalı” oyunlarından kolaj yapmış. Onda bir sahnede oynadım. Bir ay provaya gittim. Çok heyecanlandım. Tiyatro teklifi her sene geliyor. Ben Türkiye’de birçok iyi projede oynamış bir aktörüm. 70’e varan filmde oynadım. Bir de on senedir hep birinci gelen televizyon dizilerinin aktörü oldum. Tiyatro söz konusu olunca heyecanlanıyorum. Hem dizi, hem tiyatro aynı zamanda yürümez. Tiyatro yapmak bambaşka bir şey. Uykularım kaçıyor, ellerim terliyor. Ancak çok yapmak istiyorum.
Yaprak Dökümü...
“Yaprak Dökümü”nün son bölümlerinde konuşmamak benim iki misli yorulmama sebep oldu. Bu konuda biraz kapris yaptım. Hikayenin omurgası değişmedi. Daha başka olaylar eklendi. Ancak eklenen olaylar başka bir çatı oluşturmadı. Konunun dışına çıkılmadı. Çok ta tuttu, başarılı olduk. Başlangıçta 24 dizi hesaplanmıştı. Fakat kanal kabul etmedi. Para yatıramayız dediler. Dizi yapmak apayrı bir olay. Niye bu kadar fenomen oldu? Bundan önce “Baba Evi”nde oynamıştım.Dört sene sürmüştü. Fakat Yaprak Dökümü kadar fenomenal olmamıştı. Asmalı Konak dizisi de fenomenal olmuştu. Ancak en uzun süren Yaprak Dökümü oldu. Burada bir çekememezlik var. Hiç kusuruma bakmasınlar... eleştireceklerine, kendilerine “Neden bu dizi beş sene sürdü?“ sorusunu sorsunlar. Bunu araştırsınlar. Sadece bir kesimin değil, zenginin, fakirin, yaşlısı, genci, anası danası hepsinin seyrettiği bir dizi Yaprak Dökümü!.. Entelektüeller her ne kadar seyretmiyoruz deseler de; seyrediyorlar. Varoşlar da, Kürtler de, Aleviler de, sosyete de, örtülüler de, modern kadınlar da, hepsi seyrediyorlar. Büyük başarı bu!..
Çok teklif var. Ancak biraz kendime dönmek istiyorum, dinlenmek istiyorum, çok kilo aldım. Sıhhatim için bir şeyler yapmam lazım. Eskimek te istemiyorum. Başka bir baba rolünü oynamak istiyorum...
Oynadığı filmler ve diziler...
Ben Fazla Kalmayacağım (2007), Mülteci (2007), Yaprak Dökümü (2006), Kameranın Ardındaki Kadın: Bilge Olgaç (2005), Yolda / Rüzgar Geri Getirirse (2005), Kalbin Zamanı (2004), Büyük Yalan (2004), Pembe Patikler (2002), Abdülhamit Düşerken (2002), Şöhret Sandalı (2001), Gökten Düşen Hazine (2000), Yara (1998), Hamam (1997), Baba Evi (1997), Hollywood Kaçakları (1996), Ali / Sakın Arkana Bakma (1996), Hoşçakal İstanbul (1996), Mum Kokulu Kadınlar (1996), Özlem...Düne, Bugüne, Yarına (1995), Böcek (1995), Bir Yanımız Bahar Bahçe (1994), Yolcu (1994), Mavi Sürgün (1993), Yorgun Savaşçı (1993), Balkan Balkan (1993), Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri (1992), Kurşun Adres Sormaz (1992), Seni Seviyorum Rosa (1992), Mem-ü Zin (1991), Zombıe Ja Kummitusjuna (1991), Yıldızlar Gece Büyür (1991), Uzlaşma (1991), Suyun Öte Yanı (1991), Düğün (1990), Gün Ortasında Karanlık (1990), Boynu Bükük Küheylan (1990), Kiraz Çiçek Açıyor (1990), Film Bitti (1989), Çaylar Şirketten (1989), Sahibini Arayan Madalya (1989), Hüzün Çemberi (1988), Kızın Adı Fatma (1988), Yaşarken Ölmek (1988), Kadın Dul Kalınca (1988), 72. Koğuş (1987), Bir Günah Gibi (1987), Zincir (1987), Deniz Kızı (1987), Katırcılar (1987), Bütün Kuşlar Vefasız (1987), Sis (1987), Unutamadığım (1987), Yasemin (1987), Bekçi (1986), Güneşe Köprü (1986), Nisan Bitti (1986), Kırlangıç Fırtınası (1985), Gülüşan (1985), Bugünün Saraylısı (1985), Güneş Doğarken (1984), Kaşık Düşmanı (1984), Şalvar Davası (1983), Küçük Ağa (1983), Kırık Bir Aşk Hikayesi (1981), Yol (1981), Annem Annem (1980), Yolcular (1979), Kuma (1979), Maden (1978), Merhaba (1976), Yarış (1975), İzin (1975)
Ödülleri...
1990 - Ankara Uluslararası Film Festivali, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü, Film Bitti
1995 - Adana Altın Koza Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Böcek
1995 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Böcek
1996 - Sinema Yazarları Derneği Türk Sineması Ödülleri, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Böcek
1997 - Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği En İyi Oyuncu Ödülleri, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Mum Kokulu Kadınlar
1997 - Orhon Murat Arıburnu Ödülleri, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Mum Kokulu Kadınlar
2007 - Antalya Altın Portakal Film Festivali, Yaşam Boyu Onur Ödülü
ADEM DURSUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.