- 1099 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
ÂDEM HOCA
Âdem Hoca Anadolu’nun köylerinin birinde yaşayan vatandaştır. Genç, evli, orta boylu ve etine dolgun bir delikanlıdır. Sakallıdır. Âdem Hoca’nın okumuşluğu vardır. Medreselerde Arapça, Kur’an ve ilmihal dersleri görmüştür. Dini bilgisi iyidir. O devletin resmi olarak imamlık görevini yürütmemiştir. Köylerde hahına ücretli imamlık yapmıştır. Köylü onun hahını harman sonu buğday, arpa, nohut vb. toplayarak verirlerdi. O da köylünün vermiş olduğu hahla rızkını temin ederdi. Çoluğunu çocuğunu muhannete muhtaç etmezdi.
Onun kalbinde kötülük yoktur. Herkesi sever sayar. Sevecen sempatik biridir. Şaka yapmayı sever ve şakalaşır. Şakaları kimseye dokunmazdı. Merttir, Allah’tan başkasından asla korkmaz. İyi huyludur. Onun ne varsa dilindedir. Kendisi çok partal atar. O bu yönüyle de meşhur olmuştur.
Âdem Hoca, rızkın Allah tarafından verildiğini bilir ve kendi haline şükreder. Evine helal rızık götürmek için çalışır, didinir durur. Güçlüdür, kuvvetlidir; ağır ağır taşları kolaylıkla yerinden kaldırır. İş olsun yeter ki yapmayacağı iş yoktur.
Âdem Hoca, bir olayı anlatırken biraz abartır ve olayı partala döker. Bir gün, arkadaşıyla Belen mevkiinde mal güderken, akşamleyin malı yatağa vururlar. Akşam yemeği için sofranın başına otururlar. O sırada yataktaki hayvanlar kurttan bir ürker ki, boz dana kurdun korkusundan sofranın üzerinden atlar. Cuma namazını kılmak için her hafta köye gider namazını eda eder. Âdem Hoca, köye cumaya gittiğinde köy halkına şöyle anlatır.
Âdem Hoca:
“Arkadaşlar, Belen mevkiinde malı güttük akşam oldu ve yağa vurduk malları. Dağda malın yanında biz, dün akşam yemeği yerken, kurt yataktaki mallarımıza öyle bir saldırdı ki hayvanlar kaçacak delik aradılar. Hatta kurdun gözü o kadar dönmüştü ki gözümüzün önünde sofamızdan atlayarak kaçtı, gitti. Neredeyse bizi ezecekti! Köpekler de kurdun peşine düştü gitti ve kurdu kovaladı!” der.
Karahacılı Köyünde beşkardeş küçük yaşlarda yetim kalmışlardır. Bu beşkardeşin erkek olarak en büyüğü Dursun’dur. Dursun, babasının ölümünden sonra, okulu bırakmak zorunda kalmıştır. Ailesinin geçimini sağlamak için yurt dışına Fransa’ya turist olarak çalışmaya gider.
Dursun gitmiş olduğu devlette bir süre çalışır ve köyüne döner. Yurt dışından döndükten sonra kara yapı evlerini yenilemek ister. Ev bayağı eskidir aynı zamanda da kullanıma elverişli deldir. Mutlaka yeniden bir ev yapma ihtiyacı doğar. O evin yerine çatılı ve kiremitli bir ev yaptırmak ister. Ev yapımı için bütün hazırlıklar yapılır. Eski ev yıkılır, onun yerine temeller iyice kazıldıktan sonra yenisinin temelleri atılır. Dursun, evini yaptırırken köylülerinden usta ve işçiler çalıştırmaktadır. Bunlar arasında Âdem Hoca da vardır. Köyün muhtarı olan Apığın İhsan, Âdem Hocayla küstür. Arası iyi değildir muhtarlık yüzünden. Adem hoca muhtarlık seçiminde oyunu ona vermemiştir.
Muhtar Apığın İhsan, ev yaptıran Dursun’un yanına gelir ve:
“Dursun bak oğlum! Herkesi inşaatında çalıştırabilirsin, ancak Âdem Hoca’yı bu inşaatında asla çalıştırmayacaksın!” der. O zamanlar muhtar şu kişiyi çalıştırmayacaksın dediği zaman, o kişi çalıştırılmazdı.
İnşaat sahibi Dursun da muhtara:
“Muhtarım! Sen benim inşaatımda çalıştırdığım kişilere karışamazsın.” der.
Muhtar:
“Sen kimsin ki? Nasıl olur da bana karşı gelirsin? Bunu unutma! Pişman edeceğim seni!” Der.
Dursun’un eski yıktırmış olduğu evin, eski ardıç hezeni ağaçları vardı. Bu hezen ağaçları yeni evin yapımında kullanılacaktı. Ama bu ardıç ağaçları ev yapımı için yetersizdi. Bu eski ardıç ağaçlarının yanına, birkaç yeni ardıç ağacının takviye edilmesi gerekiyordu. Ardıç ağaçları beton kadar sağlamdır. Ağaçların en sağlamı ve dayanıklıdır. Bu yüzden evlerin direkleri ardıç ağacından dikilir ve tavanına bu ağacın hezenleri döşenirdi.
Âdem Hoca, iyi çalışır, güzel taş kaldırır. İşine hiç taviz vermezdi. Hile yoktur onda. O adam gibi çalışır, alnının teriyle çoluk çocuğuna helal rızık götürürdü. Âdem Hoca güçlü kuvvetli biriydi.
Muhtar Apığın İhsan Dursun’a:
“Vay sen benim çalıştırma dediğim Âdem Hoca’yı inşaatında nasıl çalıştırırsın!” diye ormancılara Dursun’un evini, diğer köy sakinlerinden Saadet ve Eşki Hoca’ın evlerini de yazdırır. Yani muhtar Apığın İhsan, köyden kızmış olduğu ve sevmediği ve kendisine oy vermeyen üç şahsın evinde kullanılan ardıç ağaçlarını, orman dairesine şikâyet eder.
Günler sonra Dursun’a mahkemeden bir ihbar name gelir. Bu ihbarnamede Dursun için: “Falanca tarihte mahkemen var mahkemeye gideceksin!” diye yazar.
Çekerek ilçesinde o zaman Güngör Hâkim vardır. Dursun belirlenen tarihte ve saate mahkemede binasında hazır olur ve bekleme salonunda beklemeye başlar. Sırası gelen mahkemeye mübaşir tarafından çağrılmaktadır. Mübaşir öğle sonraki ilk duruşmaya “Dursun Çetin’i” çağırır.
Mübaşir yüksek sesle:
“Dursun Çetin, Dursun Çetin duruşmaya gel!” diye çağırır. Dursun mahkeme salonuna girer. İçerde bir hâkim, yedi ormancı ve bir kâtibin olduğunu görür.
Güngör Hâkim:
“Ayağa kalkın yemin verdireceğim.” Der. Herkesten yemin aldıktan sonra
Güngör Hâkim:
“Dursun Çetin sen misin? Der.
Dursun da:
“Evet, benim Hâkim Bey.” Der.
Hâkim Bey, konuşmaya devam eder:
“Sen, hayvanla (eşekle) yaş meşe getirirken, falan ormancı seni falanca mevkide yakalamış.” der.
Dursun, bu suçlama karşısında şaşırır ve:
“Hâkim Bey, ben hayvanla yaş meşe falan getirmedim.” der. Dursun, böyle konuşurken yedi ormancıdan biri kendinden emin olarak el kaldırır.
Ormancı:
“Evrak doğrudur Hâkim Bey. Hâkim Bey evrak doğrudur.” der.
Hâkim bu durum karşısında Dursun’a:
“Delikanlı bu ormancının cevabı karşısında ne diyorsun?” Der.
Dursun da:
“Hâkim Bey! Ben ne hayvanla yaş meşe getirdim; ne de bu ormancıyı hayatımda gördüm.” der.
Yine orman muhafızı el kaldırarak:
“Hâkim bey evrak doğrudur.” der. Orman muhafızı, Dursun Çetin’in yüzüne bile bakmadan yüzünü hiç görmeden ikide bir “Hâkim bey evrak doğrudur. Hâkim bey evrak doğrudur...” Der, durur...
Artık Dursun, bu duruma fazla dayanamaz ve arka tarafta oturan orman muhafızına:
“Ya arkadaş! Sen, beni nerde gördün? Beni nerde yakaladın? Daha ben seni ilk defa bu mahkemede görüyorum.” der.
Orman muhafızı yine istifini bozmayarak:
“Hâkim bey, evrak doğrudur.” der.
Dursun bu duruma dayanamaz tekrar yüksek sesle:
“Hâkim Bey; Hâkim Bey! Ben, bu orman muhafızını daha ilk defa burada görüyorum.” der.
Yine ormancı ayağa kalkar ve kendinden emin bir şekilde:
“Evrak doğrudur, Hâkim Bey. Evrak doğrudur, Hâkim Bey.” Der.
Ormancı sözlerine şöyle devam eder:
“Hâkim Bey! Hiçbir suçlu suçunu kabul etmez. Suçlular, suçlarını asla kabul etmezler; evrakta ne yazıyorsa doğrudur.” der.
Dursun tekrar söz karışır:
“Hâkim bey, ben bu ormancıyı daha önce hiç görmedim.” der.
Ormancı yine söze karışır:
“Hâkim Bey, evrak doğrudur. Suçluyu köy yakınlarında, falanca rampaya doğru inerken ve hayvanla yaş meşe taşırken yakaladım. Evrak doğrudur.” der.
Dursun da:
“Hayır, Hâkim Bey! Ben, eşekle odun falan getirmedim.” der.
Hâkim dayanamaz:
“Yeter artık yahu! İkiniz de yemin ettiniz. İkinizden biriniz yalancısınız ama kim? Size mahkeme başlamadan önce vermiş olduğum yemine göre, İkinizden biri kâfir oldu ama hanginiz? Bunu bilmiyorum.” der. Güngör Hâkim olayı çözmek için çaba sarf eder.
Güngör Hâkim yanındaki memura:
“Şu evrakların tamamını bana getirin de bir bakalım.” der.
Kendisine getirilen evrakları Hâkim Bey iyice inceledikten sonra; Dursun Çetin; Kuzgun bin dokuz yüz elli altı doğumlu Dursun Çetin. Mahkemedeki Dursun Çetin ise Karahacılı köyünden Dursun Çetin’dir ve bin dokuz yüz elli dokuz doğumludur. O yanlışlıkla diğer sanığın yerine sanık sandalyesinde oturmaktadır. Yani mahkeme salonuna ifadeye çağrılan Dursun Çetin, farklı bir Dursun Çetin’dir.
Güngör Hâki, bu duruma fazla dayanamaz ve orman muhafızına:
“Ulan pezevenk! Ulan terbiyesiz! Ulan utanmaz adam! Bir saattir evrak doğrudur; evrak doğrudur deyip duruyordun, bu evrakın nesre doğru? Burada mahkemeyi, adaleti yanıltmaya utanmıyor musun? Bu yaptığının bir suç olduğunu bilmiyor musun? Derhal çıkarın şunu dışarı!” der.
Hâkim Bey, o orman muhafızını dışarı çıkardıktan sonra Dursun’a der ki:
“Oğlum Dursun! Senin bir suçun olmasa, sen buraya gelmezdin. Senin suçun ne ise söyle?
Dursun da:
“Hâkim Bey, muhtarla ev yapımında tartışmıştık. Muhtar bana Âdem Hoca’yı inşaatında çalıştırmayacaksın.” Dedi.
Ben de:
“Benim yaptırdığım inşaata karışamazsın. İstediğim çalıştırırım.” Dedim. O da ev yapımında kullandığımız eski ve yeni ardıç ağaçların yazdırdı.” der.
Güngör Hâkim:
“Dursun! Dursun oğlum! Senin işin mahkemeye intikal edecektir.” Der.
Dursun, mahkeme salonundan çıktıktan sonra koridorda dururken, içerden Hâkim Bey’in odasından yüksek bir ses gelir.
Güngör Hâkim:
“Oğlum! Senin elli adet kara davarın varmış. Bu kara davar, dağda orman bırakmamış yemiş. Sen bu işe ne diyorsun?” Der.
Adam da yüksek sesle:
“Hâkim Bey, bırakın benim elli davarı, bir adet davarım olduğunu ispat edin, o vakit beni darağacında idam edin.” der.
Bunların bazıları gerçek ifadeden uzak olarak bir köşeye oturup ancak:
“Evrak doğrudur! Evrak doğrudur! Evrak doğrudur!” Demesini bilirler. Bu durumda vatandaşlar mağdur olmaktadırlar. Kimi muhtar gelir, benim istediğim adamı işinde çalıştıracaksın. Benim istemediğim kişiyi işinde çalıştırmayacaksın. Yoksa seni sürüm sürüm süründürürüm…” sözleri, tehditleri günümüzde hâlâ devam etmektedir…
15.08.2007
Karahacılı Köyü/Çekerek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.