- 538 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HASTANE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kulaklarında uğultular ile uyanmıştı Ayşe. Göz kapaklarının ağırlığı, kolay taşınabilecek cinsten olmadığından, uzun süre öylece yattı ve etrafı dinledi.
Burun deliklerinden kedi bıyığını andıran bir şeylerin sarktığını farkedince gözlerini açtı ve ancak o zaman bir hastane odasına olduğunu fark edebildi.
Ne olmuştu, orada ne işi vardı? Zihni o kadar bulanıktı ki, hatırlamak kolay olmadı. Gözlerini her kapattığında beliren kesik kesik hayaller, ambulans ve polis araçlarının kırmızı-mavi ışıkları, duman, araba.. Yok yok, olmayacaktı böyle. Hatırlama problemini sonraya bırakarak, içinde bulunduğu ana odaklandı.
Kollarını oynattıkça iğneler batıyor ve canı yanıyordu. Gözleriyle etrafı taradı. Yukarıya doğru boynunu çeviremese de, sol koluna saplı iğnenin bir ucunun seruma bağlı olacağını tahmin etti. Gözlerini aşağıya doğru çevirdi. Yatağın ayak ucunda öylece dikilen adamı görünce irkildi. Beyaz ve ifadesiz yüzlü adam, siyah ve oldukça şık takım elbisesi ile tek eli cebinde sadece dimdik ayakta duruyordu.
“Siz kimsiniz?”dedi Ayşe. Adam bütün ifadesizliği ile gözlerini dikmiş bakmayı sürdürüyordu. Tedirgin olmuştu Ayşe ve odanın kapısına doğru çevirdi bakışlarını. Adam kolunu bile oynatsa çığlık atıp yardım istemeyi geçirdi aklından. “İşe yaramaz..”dedi Adam, “Seni hiç kimse duyamaz.”
Ayşe yattığı yerden korku ile zıpladı. Karşısındaki soluk yüzlü adam düşüncelerini mi okumuştu gerçekten?
“Yok artık, saçmalama Ayşe” dedi içinden, kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı. Ama Adam bir kez daha Ayşe’nin düşüncesine yanıt vererek, “Tam olarak doğru şeyi anladın.”dedi kısaca.
Ayşe kısa bir çığlık attı ve “Sen kimsin? Neler oluyor?”dedi.
Tam o sırada odaya bir hemşire girdi. Yatağında doğrulmuş Ayşe’yi görünce şaşırdı ve, “Hanımefendi lütfen yatmaya devam edin. Doktor Bey’i çağırıyorum.” dedi. Ayşe, hemşireden odadaki adamı çıkartmasını istedi ama, hemşire sadece kadına boş gözlerle bakmakla yetindi.
Hemşire odadan çıktı ve yaklaşık 10 dakika kadar sonra yanında doktor ile geri döndü. Ayşe’yi sırtüstü ve gözleri açık vaziyette bulan doktor, bir şeylerin ters gittiğini anlayarak kontrol etti ancak, Ayşe çoktan ölmüş gibi görünüyordu. Tek eli ile kadının gözlerini kapattı.
Hemşire’ye döndü ve “Ölüm saati; 18.15” dedi..
Doktor, Ayşe’nin gözlerini kapatırken, hemşire diğer yandan Ayşe’yi otururken gördüğünü anlatıyor, doktorun inanmayan bakışları ile karşılaştıkça da yeminler ediyordu. Hemşire ne söylerse söylesin, odadaki manzara açık ve netti. Ayşe ölmüştü. Doktor ve hemşirenin çabalarını odanın diğer ucundan izleyen Ayşe, kendi cansız bedenine adeta bir film izlermiş gibi bakıyordu. Boş gözlerle önce doktora, sonra hasta yatağında yatan kendi bedenine baktı. Evet yatakta yatan kadın ona çok benziyordu ama Ayşe buradaydı işte, ayaktaydı üstelik. O ölen kimdi peki?
Sol omzuna dokunan bir el ile irkildi Ayşe. Yavaşça başını çevirip baktı. Az önce gördüğü siyah takım elbiseli adam tam karşısındaydı. İliklerine kadar korku hisseden Ayşe, titreyen sesi ile “Gerçekten öldüm mü şimdi?” diye sordu. Adam kısa bir sessizliğin ardından, “Şimdilik.” dedi. Ayşe artık tamamen panikledi ve “Şimdilik ne demek? Ölü müyüm değil miyim?” diye sordu. Adam sağ elini kaldırarak, susmasını ve beklemesini işaret etti. Konuşmaktan hoşlanmadığı belliydi.
Odanın kapısı açıldı ve içeriye genç bir adam girdi. Ayşe’nin eşi Ahmet’in ta kendisiydi. Yatağın birkaç adım ilerisinde durdu ve sadece yataktaki cansız bedene baktı. Doktor ve hemşire çoktan çıkmıştı.
Ayşe, eşi Ahmet’in üzüntüsünden kahrolacağını düşünüyordu. O’na böyle bir acıyı yaşattığı için üzülen ve teselli etmek için, “Ben buradayım, ölmedim” demek için kıvranan Ayşe, Ahmet’in tavrı karşısında tamamen şok oldu.
Ölen eşinin yatağının başında bir süre ayakta durup öylece bakan Ahmet, yavaşça refakatçi koltuğuna oturdu. Hastane odasında olmasına aldırmadan cebinden bir paket sigara çıkarttı. Paketten çıkarttığı sigarayı yavaşça dudaklarının arasına yerleştirdi ve yaktı. Sigarayı yakarken dudaklarının kenarında beliren gülümseme gayet açık ve net bir şekilde okunuyordu. Ayşe’nin görmeyi beklediği tablo bu değildi.
Evlendiklerinde ikisi de 20 yaşındaydı ve daha bir hafta önce 10 yılı devirmişlerdi. 10 yıldır aynı yastığa baş koyduğu adam, Ayşe’nin ölüsünün başında keyifli bir vaziyette sigara tüttürüyordu. “Rüya olmalı bu, hatta kabus. Birazdan uyanacağım, her şey eski haline dönecek.” dedi Ayşe. Daha önce de rüyalarında kendi ölümünü görmüştü. Bu da mutlaka rüya olmalıydı. Ama neden bu kadar gerçekti? Daha da önemlisi neden ölmüştü?
Yavaş yavaş zihninin etrafında dolanan bulutlar dağıldı ve hatırlamaya başladı. Arabadaydı. Uzun bir yol.. Nereye gidiyordu? Evden çıkmıştı ama, nereye gittiğini hatırlayamadı bir an. Kullandığı araba kendi arabası değildi. Ama neden? Kendini çok zorluyordu ancak kesik kesik hatırlayabiliyordu.
Yanında duran soluk benizli ve siyah takım elbiseli adam bir kez daha konuştu; “Devam et. Hatırlamaya başladın. Hatırlayana kadar sen bir ölüsün. Hala vaktin varken hatırla.”dedi.
Tek başına tüm detayları hatırlamayı başaramayan Ayşe’nin imdadına yine siyah giyen adam yetişti. Elini yavaşça havaya kaldırdı ve Ayşe’nin gözlerini kapattı. Gözlerini açtığında hastane odasında değil kendi evinin mutfağındaydı. İçeriye kocası Ahmet ve kendisi girdi.
Evet, karşısındaki kadın Ayşe’ydi. Kazanın olduğu sabaha geri döndüklerini anladı Ayşe. Mutfak kapısına geçti ve o gün tüm olan biteni dışarıdan izlemeye başladı.
Kocası sessizce sandalyeye oturmuş, hem gazete okuyor hem de kahvaltının hazırlanmasını bekliyordu. Ayşe ise üzerinde mutfak önlüğü ve tam tepeden topladığı sarı saçları ile ocağın yanında omlet pişirmeye çalışıyordu. Uzun süredir mutfağa girmiyor olmasından dolayı büyük uğraşlar sonucu omleti tamamlayabildi. Tabağa koyup masaya getirdi, kendisi de Ahmet’in tam karşısındaki sandalyeye oturdu.
Hiç konuşmadan kahvaltı yaptılar. Kahvaltının sonunda Ayşe, “Bugün annemlere gidebilir miyiz?”diye sordu.
Ahmet, “Sen önden git, ben daha sonra gelirim.”dedi. Ayşe şaşırmıştı. Normalde birlikte gitmeyi tercih eden Ahmet, ilk defa geride kalmak istiyordu. “Neden?” dedi Ayşe. Ahmet kısa bir duraksamanın ardından cevap verdi; “Bugün tek tatil günüm. Arabam sorunlu diye başımın etini yiyordun. Sen önden benim araba ile git, ben senin arabanı tamirciye bırakıp geleyim. Akşam dönerken arabayı almış oluruz.”dedi.
Çabucak hazırlanıverdi Ayşe ve evden çıktılar. Ayşe, Ahmet’in arabasının şoför koltuğunda, Ahmet ise arabanın hemen yanında Ayşe’ye tavsiyeler veriyor, çabucak gitmesini, kendisini meraklandırmamasını söylüyordu. Gitmesi gereken güzergaha ilişkin de tavsiyelerde bulunan Ahmet, arabanın camından içeri uzanarak eşinin alnına bir öpücük kondurdu. Ardından koşar adım Ayşe’nin arabasına bindi.
Ayşe, pek çok bayan gibi önce aynada kendi görüntüsünü kontrol etti, rujunu tazeledi. Kocasının zorla taktırdığı emniyet kemerini çıkarttı. Arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Dikiz aynasından gördüğü kendi aracı kısa sürede geride kaldı.
Ahmet ise aracın içinde öylece oturmuş, dudağının kenarına yapışan sinsi bir gülümseme ile kendi arabasının biraz önce bulunduğu yere bakıyordu. Aracın yerinde şu an kocaman siyah bir leke ve yol boyunca irili ufaklı damlalar vardı.
Ayşe, kocasının acele etmesi ve hızlıca annesinin evine gitmesi konusundaki telkinlerinin nedenini şimdi anlıyordu. Arabanın frenlerinin neden tutmadığı da bu şekilde anlaşılmış oluyordu. Sadece bununla kalsa yine iyi, Ahmet biraz bekledikten sonra Ayşe’yi araba ile takip etmeye başlamış, iyice hızlandığında ise son sürat aracın arkasından çarpmıştı. Kazayı tüm çıplaklığı ile dışarıdan seyretme imkanı bulan Ayşe’nin sadece kulakları uğulduyordu. Artık hiç bir şey duymuyor ve görmüyordu. Bu nasıl olabilirdi ki?
Tam 10 yıl.. 10 yıllık koskoca bir evlilik, öncesinde uzun süre sevgililik, nişan.. Ahmet’in bunu yapması için mutlaka bir nedeni olmalıydı. Ayşe bu nedeni öğrenmek için, şu an olmayan canını bile feda etmeye hazır olduğunu geçirdi aklından.
Ahmet’in çarpması ile yoldan çıkan, önce bir direğe çarpan, buna rağmen duramayıp sürüklenen Ayşe, şu an kanlar içinde arabanın sürücü koltuğundaydı. Ruhu ise sadece bir adım ileride onu izlemekteydi. Ahmet, çarpmanın ardından hız kesmeksizin yoluna devam etti.
Bir sinema filmi izlercesine dışarıdan kendi hayatına bakan Ayşe’nin kafası bir hayli karışmıştı. Gündüz vakti, otoyolda kazaya zorlanıyor ama bunun sorumlusu ortadan kaybolabiliyordu.
Peki arabaya ne olmuştu?
Omzunun arkasından siyah takım elbiseli adamın sesi yükseldi, “Sence şimdi düşünmen gereken araba mı? Yoksa kazanın nedeni mi? Merak etmiyorsan boşa vakit kaybetmeyelim. Senin gibi
kaç kişi var daha sırada.”dedi.
Ayşe adama döndü ve bağırarak “Ben eğer ölmediysem şu an neyim? Bana neden geçmişi izletiyorsun? Bunları öğrenmemin ne faydası olacak ki bana, hayal kırıklığı ve acıdan başka..”dedi.
Adam cevap verdi; “Hiç kimse bilmez ancak bazen bazıları ikinci bir şansı hak edebilir. Ancak daha önce yapmış oldukları hatalar ve ölüm nedenlerini öğrenmeleri, ikinci şanslarında bu hataları tekrar etmemeleri gerekir. Yoksa ikinci hayat birinciden çok daha kısa sürer ve çok daha acılı bir ölümle son bulur.”dedi.
Ayşe’nin “yani tekrar yaşama ihtimalim var mı?”sorusuna ise, “sana bağlı.” Şeklinde yanıt verdi.
Tekrar hastane odasına döndüler. Buradan sonra yapılması gereken tek şey açık ve netti: Ahmet’in saldırısının sebebini öğrenmek..
Hastane odasına geri döndüklerinde Ayşe’nin ilk dikkatini çeken şey Ahmet oldu. Ahmet’in sigarasının henüz yarılanmamış olduğunu görmek Ayşe’yi şaşırttı.
O kadar uzun bir günü baştan yaşamıştı ama, diğer alemde o kadar zaman bir nefes sigara kadardı demek ki.. Ayşe, Ahmet’in yanına gitti, dikkatle yüzünü incelemeye başladı. Bu karşısında büyük bir soğukkanlılıkla duran adam, gerçekten onun 10 yıllık eşi miydi? 10 yıl aynı yastığa baş koyduktan sonra ölümü onu gülümsetiyorsa, bir gün bile sevmemiş miydi kendisini? Ahmet’in kafasından geçenleri öğrenmenin bir yolu olmalıydı mutlaka.
Odanın diğer ucunda tepkisiz bir şekilde bekleyen malum Ruh Bekçisi, Ayşe’nin yanına gelerek “Hazırsan nedenini öğrenmeye gidebiliriz. Sonra morga kaldırılmadan önce seni uyandırmamız gerekiyor.”dedi.
Ayşe’nin dizlerinde derman kalmamıştı. Hani şu an bedeninde olsa, çoktan kalp krizi geçirip ölürdü. Birden aklına Ruh Bekçisi’ne sormayı unuttuğu bir detay geldi. Yeniden hayata döndükten sonra bu gördüklerini hatırlayabilecek miydi?
Ağzını bile açamadan ruh bekçisi cevap verdi; “Hayır.”
Ayşe şaşırdı. “Neden? O zaman neden öğrenmem gerekiyor? Hani aynı hataları yapmamam içindi?”
“İşte o kısmı farklı bir sınav. Evet, sana verilen ikinci şansta asla aynı hataları tekrarlayamazsın. Aynı insanların eline aynı kozları veremezsin. Ancak diğer yandan bu gördüklerini hatırlaman, beni hatırlaman anlamına geliyor. Ölümden sonrası için yeni zihin karmaşalarına gerek var mı?”
Ayşe kısa bir duraksama yaşadı. Aynı adamla bir ömür yaşama fikri onu ürpertti. Belki bu olanları hatırlamayacaktı ama, kendi katili ile yeniden aynı yatağa mı girecekti? Hayır, ikinci şans falan istemiyordu. Neden öldürüldüğünü de öğrenmek istemiyordu. Hatırlamayacak olduktan sonra, ne anlamı vardı ki öğrenmenin? Birden kalbinin sıkıştığını hissetti. Gözleri karardı. Gözlerini yeniden açtığında ise kendini evinde ve Ahmet’in yanında uyur vaziyette buldu. Telefonunu eline alıp saat ve tarihi kontrol etti. Kaza yaptığı günün sabahında buldu kendini.
Kalktı, mutfağa gitti. Kahvaltı hazırladı. Tam o sırada Ahmet içeri girdi. Günlük gazetesini Ahmet’e uzatan Ayşe, “Bugün annemlere gidebilir miyiz?”diye sordu. Ahmet, “Sen önden git, ben daha sonra gelirim.”dedi.
Ayşe nedenini sormadı bu kez, sadece gülümsemekle yetindi.
-SON-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.