- 671 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜTOPYA (2)
Thomas More’u anlatmaya çalıştığımız bir önceki yazımızı, onun idam sehpasına çıkarken söylediği sözlerle bitirmiştik. Evet, 6 Temmuz 1535 günü boynu vurularak idam edildi More...Katolik Kilisesi, onu önce ’Cennetlik’, sonra da,1935 yılında ’Ermiş’ ilan etti. Öyle ki bugün bu Kilisenin uluları arasında, özel mülkiyetin savunucusu Aquinalı ermiş Thomas’nın yanı sıra, komünizmin savunucusu ermiş Thomas More’da yer almaktadır.
Dinsel risaleler, şiirler ve çeşitli kroniklerden başka Thomas More komünist bir rejimi önerdiği küçük bir kitap daha kaleme almıştı. Geniş yankı uyandıran ve ilerde gelecek bütün toplumsal reformcular için bir esin kaynağı olan bu kitap, 1516 yılında latince olarak Lauvasin’de yayınlanmıştır. Bu kitabın adı:Ütopya’dır.
Eser, birincisi eleştirici ikincisi yapıcı olmak üzere belirli iki bölümden meydana gelmektedir.
İlk bölümde yazar, o çağdaki siyasal ve toplumsal rejimin amansız bir eleştirisine girişmektedir. Daha doğrusu, Skolastiklerin seçkin üslubunu bir yana bırakıp Platoncu diolog yöntemini benimseyerek, çeşitli kişilerin ağzından yapmaktadır bu eleştiriyi.
Birinci bölümün hemen başında, kişilerden biri, İngiliz yasalarının hırsızlara karşı sert maddelerle dolu oluşunu över. Bu ikinci kişi ise, hırsızlığın nedenlerini ortadan kaldırmanın çok daha yeğlenmesi gerektiğini, bu nedenlerin ekonomik karakterde olduğunu söyleyerek cevap vermeye girişir bu övgüye. Gerçekten de niçin bugün ortada, hayatını kazanmağa gücü yetmeyen bunca aylak adam vardır. Çünkü ilk iş olarak soylular, ’sadece hayatlarını hiç bir iş görmeksizin geçirmekle kalmayıp ...bir yığın tembeli de maiyet diye beslemektedirler.’ Ve işte bu güruh efendileri ölünce , yağmacılıktan başka bir geçim kaynağı bulamamaktadır. İkinci olarak kazanç hırsıyla gözü dönen büyük toprak sahipleri .’ topluluk için hiç bir şey yapmadan rahat ve tembelce bir hayat sürmekle yetinmeyip ’, tarlalarını otlak haline getirmeğe yönelmekte ve bunun sonucu olarak yararı kalmayan köylüleri topraklarından kovmaktadır.
Üçüncü neden olarak ta, dilenci keşişlerin aşırı şekilde artışını saymak gerekir, Bu noktayı eklemekten de çekinmemektedir More.
Bu ilk bölümün sonunda düşünürün, ’uyrukların yoksulluğu , hükümdarın garantisidir’ tezini çürütmeğe giriştiğini görüyoruz: ’Halkın yoksulluğunun bir barış garantisi olduğunu düşünenler aldanmaktadır, diye yazıyor. Dilenciler arasında olduğu kadar çok çatışma, başka nerede vardır?’
Gerçek politikayla ideal politika arasında, niçin bu derece ayrılık vardır? Kitabın belli başlı kişilerinden biri olan Portekizli denizci Hythlodeo verecektir bunun cevabını, Ütopyanın ilk bölümünü kapatan bu konuşma, belki de kitabın en önemli parçasıdır:
’Değerli dostum More, benim bu konudaki temel düşüncem şudur: Herkesin her şeyi parayla ölçtüğü ülkelerde, Devlet içinde adaletin ve refahın hüküm sürmesi olanaksızdır...
O pek bilge kişi (Platon), kamunun kurtuluşuna açılan bir tek ve biricik yol bulunduğunu kesinlikle görmüştü, Eşitliktir bu yolun adı: ve eşitlik, ürünlerin ve malların tikel kişilere ait olduğu bir yerde katiyen gerçekleştirilemez gibi geliyor bana...Ben kesinlikle şuna inanıyorum ki, mülkiyet ve malların akla ve adalete uygun biçimde üleştirilmesi söz konusu olamaz.
Ve burada, II. kitapla birlikte, eserin yapıcı bölümü başlamaktadır. Portekizli denizcinin mutlu Ütopya adasına yaptığı geziyi anlatan konuşmasına ayrılmıştır bu bölüm; ve söz konusu ada, adından da belli olduğu gibi , hiç bir yerde olmayan bir adadır.
54 kent kuruludur bu düşsel adada; bu kentlerde oturanlar beslenmek için yeterli araziye sahiptir. Toprakları işlemek üzere, nöbet sırasıyla kıra yerleşir insanlar; ayrıca hasat zamanı, gerekli bütün emek çiler sağlanıp kıra yollanmaktadır.
Kırda olduğu gibi kentlerde de, her şey herkesin ortaklaşa malıdır: Her on yılda bir çekilen kura sunucu , evlerde oturanlar değişmektedir; kaldı ki, kilit de yoktur evlerin kapısında.
Kadın yada erkek, herkes toprağı işlemeyi öğrenmek zorundadır; bunun yanı sıra gene herkes kendi seçtiği ve kent hayatında yürüttüğü bir mesleğe sahiptir. İşsiz güçsüz yaşama diye bir şey söz konusu olmadığından, kamu refahı, altı saatlik bir iş günüyle rahatça sağlanabilmektedir; ve debdebe düşkünlüğünün gelişme olanağı bulamayışı daha da kolaylaştırmaktadır bunu.
İş, uyku ve yemek saatleri, önceden saptanmıştır. Herkes yemeğini kendi evinde yemek hakkına sahip olduğu halde, birlikte yemeyi yeğlemektedir. Çünkü kollektif yemekler sırasında müzik çalınmakta ve ortalığa güzel kokular saçan bitkiler yakılmaktadır. Herkes istediği gibi değerlendirir boş vakitlerini; ama çoğu yurttaşlar, boş vakitlerinde yeni şeyler okuyup öğrenmeğe yönelmektedir,
Ütopya kentlerinin siyasal örgütü, aileye dayanır; ve bir aile, hiç bir zaman 40 kişiden aşağı değildir. Her30 aileden meydana gelen topluluk , bir kamu görevlisi seçmekte; bu görevlilerin belirli niteliklere sahip bir bölümü de, büyün halk tarafından aday gösterilen dört kişiden birini hükümdar mevkiine atamaktadır.
Hükümetin belli başlı görevi, üretimi ve ürünlerle malların dağıtımını yönetmektedir. Zahire dağıtılıp uygun alanlar içinde kamu ambarlarına yerleştirildikten sonra, her aile başkanı, ihtiyaç duyduğu bütün şeyleri almak üzere buraya gelir; ve hiç bir şey ödemesiz, hiç karşılıksız, alır götürür. Her şey bol bulunduğundan ve hiç kimse komşusunun gereğinden fazla isteyeceğinden korkmadığına göre , her hangi birinden her hangi bir şeyi esirgemenin anlamı yoktur ki! Buna karşılık, hiç bir şeyin esirgenmeyeceğini bile bile gereğinden fazla şey istemenin de anlamı yoktur. İnsanları aç gözlü, doyumsuz ve yırtıcı kılan, yoksulluk kaygısının yarattığı dehşettir...’
Her şeyin herkesin malı olduğu Ütopya’da, kamu ambarları dolduktan sonra, artık hiç kimse hiç bir şeyin eksikliğini görmemektedir. Çünkü Devletin malı, bu ülkede hiç bir zaman adalete aykırı biçimde üleştirilmez. Ne yoksul, ne de dilenci görürsünüz orada. Kendine ait hiç bir şeyi yoktur kimsenin; ama herkes her şeyin sahibi olarak zengin durumdadır...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.