- 962 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
HÜZÜN VE SERSERİ: CHARLES BOUDELAİRE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Fransız şair Charles Boudelaire, babasını küçük yaşta yitirdi. Annesi bir subayla evlendi. Üvey babasına bir türlü yakınlık duyamayan Boudelaire,daha on iki yaşındayken ‘’ölünceye dek yalnızlığa mahkum‘’ ve ’melankolik duygularla yüklü’’ bir kimse olduğunu söylemekteydi.
1821 yılında Paris’te doğan şair 1836’da üvey babası Aupick’in Paris’te bir göreve verilmesi üzerine, ünlü Lous-le-Grand Lisesinde öğrenim görmeye başlamıştı. İlk şiirlerini bu okulda on altı yaşında yazmaya başlayan Boudelaire,1839 yılında,karanlıkta kalan nedenlerden ötürü okuldan çıkarılmış,ama daha sonra okulu bitirme sınavlarına kabul edilmiştir. Üvey babası ile yaptığı uzun ve sert tartışmalardan sonra, kesin bir karara varmıştır:Edebiyatçı olacaktır.
Boudelaire,1839-1841 yılları arasında Paris’te başıboş bir sefahat hayatı sürmüş ve çağdaşı olan edebiyatçılarla ilk ilişkilerini gene bu dönemde kurmuştur.Yakın dostları olan Prarond,Buissan gibi kimselere,heyecan dolu,şiddetli yırtıcı ve şaşırtıcı şiirlerini okuyarak hayranlık kazanan Boudelaire, bu arada ünlü şair Laconte de Lisle’le de tanışmıştı.Büyük şairin ilk şiirlerini, Saint-Louis adasındaki zemin kat dairesinde ilk dinleyenler işte bu arkadaşlarıdır.
Boudelaire, o yıllarda,romantik acıma duygularıyla dolu şiirler yazıyor; ve bu yapıtlarında da, genel olarak, düşmüş kadınlarla yoksul insanların alın yazısının kötülüğünden yakınıyordu. Ama çok geçmeden bu duyguları bir yana bırakarak,çılgın bir hayat sürmeye başladı.Öyle ki, annesi ve üvey babası, söz dinlemeyen delikanlıyı Bordeaux’dan kalkarak Uzak Doğu seferine çıkan bir geminin kaptanına emanet edip geziye göndermekten başka çare bulamayacaklardır.
Genç şair, başlangıçta bu geziye boyun eyer görünmüş;ama altı ay sonra bir başka gemiye atlayarak gene Paris’e dönmüştür. Ne var ki bu uzun yolculuk, Boudelaire’in dünyaya bakışında ve estetik anlayışında büyük ve köklü değişikliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Gerçekten de sanatçı, macera sevgisini ve heyecanını ,uzak ve yabancı ülkelerin çekiciliğine karşı duyulan hayranlığı,hep bu gezi sırasında edinecek ve sayısız derin anıyla geri dönecektir. Boudelaire, okyanus’u görmemiş ve o korkunç fırtınaları yaşamamış olsaydı, Önceki Hayat ve Ekzotik Koku gibi şiirlerini belki de yazamayacaktı. Alabildiğine tutkulu ve derinlemesine sarsıcı aşklar yaşamış olan şair,özellikle Jeanne Duval adlı bir melez hanıma gönül kaptırmıştı;ayrıca, bayan Sabatier adlı hanıma da, aslında bu hanımın pek layık olmadığı mistik bir hayranlık ve tapınma duygusuyla bağlandı.
Ruhu ve zihni allak bullak eden ve hem büyüleyen hem zehirleyen ne varsa,tatmıştır Boudelaire. Dolayısiyle de, yapıtı, bu sınırsız hazlar,acılar,düşkünlükler ve umutlarla yoğrulmuş bulunmaktadır. Ölümsüz şairin derin iç trajedisini dile getiren ve dünya şiirinin en büyük üç beş örneğinden biri olan Kötülüğün, Acının ve Ağrının Çiçekleri adlı başyapıtı yayınlanmadan önce Boudelaire, nesirler yaparak edebiyat dünyasında tanınmaya başlamıştır.
Boudelaire, ünlü Amerikalı şair ve yazar Edgar Allen Po’yaderin bir hayranlık duymaktaydı. 1848 yılından itibaren Poe’nun hikayelerini Fransızcaya çevirmeye koyulan Boudelaire, tam on yedi yıl boyunca bu işe devam edecek ve ’’bakışı, o baktıkça büyüleyen nesnelerin üzerine doğru bir kılıcın sertliğiyle uzanmış olan adam’’ diye nitelediği büyük Amerikan yazarının yapıtlarını çeşitli dergilere düzenli bir şekilde yayınlayacaktır.
1855 yılında,Revue des deux mondes dergisinde, on sekiz şiiri yayınlanır Boudelaire’in. Ama asıl baş yapıtın,Les Fleurs dumal’in 1857 yılında yayınlanışı büy6ük olay şeklinde karşılanacaktır. Gerçekten de kitap, hem büyük övgülere, hem de türlü skandallara yol açmıştı. Kitaptaki bazı parçalardan dolayı şair hakkında kovuşturma açılmış;ve mahkeme,savcılık tarafından ileri sürülen suçlamayı geçerli bularak,altı şiirin,genel ahlaka aykırı düştüğü gerekçesiyle, kitaptan çıkarılmasına karar vermiştir. Şairi tam anlamıyla ünlü kılan, işte bu mahkumiyet olacaktır.
Boudelaire, karşılaştığı bütün güçlüklere rağmen, dehasının ürünlerini vermeye devam etmiştir. Mansur şiirler yazmakta, edebiyat ve sanat eleştirmeleri yayınlamaktadır. Şair, Yapay Cennetler adlı ünlü yapıtını da gene bu arada bastırmıştır.
Gırtlağına kadar borca batmış oln Boudelaire,in sağlığı da kötüye gitmeye başlamıştı bu sıralarda. Ama gene de direnmekteydi. O sınırsız sanat sezgisiyle,1861 yılında yayınladığı bir yazısında, Fransa’da ilk kez oynanan Wagner’in beğenilmeyişini acı bir dille eleştiriyor; ve böylece, büyük bir müzik eleştirmeni olduğunu ortaya koyuyordu.
Durumu gittikçe kötüleşen ve eni konu düşkün bir hale gelen şair, Belçika’ya giderek, bu ülkede vereceği konferanslarda büyük servet elde edeceğini ummağa başlamıştı. 1865’te Belçika’ya gitti nitekim;ama büyük bir hayal kırıklığıyla döndü Fransa’ya. Bir yıl perişan bir halde bir hastanede kaldıktan sonra da öldü. Böylece, kendi deyişiyle.’’hayattan, katlanılmaz hayattan’’kurtulmuş oluyordu.
Boudelaire, gerek düşüncesi , gerekse sanatı bakımından, bütün çağdaş şiirin temelini oluşturmuş olan şairlerden biri ve belki de, birincisidir. Gerçekten de, günümüzün şiirine öncülük etmiş olan şairlerden hiç biri yoktur ki Boudelaiere’den büyük ölçüde etkilenmiş olmasın.
Boudelaire,gerçek büyüklüğünü, tarihsel ve ekonomik koşulların doğurduğu insan/dışı bir toplum hayatının oluşturduğu korkunç yalnızlıkları, zavallılıkları ve sefaletleri canlandırmasına borçludur. Gerçekten de, kapitalizmin boğucu dünyasının, milyonlarca insanı barındırdığı halde hepsini yalnızlığa ve tekliğe mahkum eden büyük kentlerin öldürücü hayatının, belki de onun şiirlerinde dile geldiğini görürüz.
Sanatçı, kimi zaman bu gerçekler karşısında isyan eder, yok saymak ister onları;ve böylece bize, yüce bir özlem ve umut aşılamak yoluna gider. Romantiklerin en sonuncu büyük şairi olarak görülen Boudelaire, aynı zamanda, tutkunun, şehvetin, ince duyarlılığın ve derinlemesine acımanın da şairidir. Ama, bunun yanı sıra, büyük kaçışların, yeniyi özlemlerin, umutlara ve düşlere sığınışların şairini de, gene onda buluruz. Baudelaire’in, sembolist şairlere ve özellikle gerçek üstücülere büyük etkisi olmuştur. Ama şekil yetkinliği ve sağlam bir dize kuruluşu konusunda gösterdiği titizlik, onu özellikle Parrnasse’ çılara yaklaştırır.Bir yanıyla da, sembolistlerin öncülerinden biri olarak kabul edilmiştir.
1821 yılında doğan Baudelaire, yirmi yaşındayken:’’Çocukluğumdan beri hep yalnızlık duydum ben.’’ Diyordu. 1867 yılında bir hastane odasında perişan bir halde öldüğünde yine yalnızdı. Son sözleri,’’Başkalarına yararım dokunmadığından, kendi kendim için de tehlikeli olduğumdan dolayı öldürüyorum kendimi. Ölümsüz olduğuma inandığım ve umduğum için, kendimi öldürüyorum’’oldu.
En çok sevdiğim şiirlerinden biri olan’’Hüzün ve Serseri’’sanki onu anlatır gibiydi:
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra,
Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan
Bambaşka denizlere, bambaşka semalara,
Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından?
Agathe, uçtuğu var mı ruhunun ara sıra?
Hey trenler, vapurlar beni buradan götürün!
Ne var gözyaşlarından çamurlar yağacak?
Ara sıra der mi ki Agathe’ın ruhu,üzgün,
‘’Nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak
Hey trenler, vapurlar, beni buradan götürün.’’
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet,
Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer,
Ey, her ruhun içinde bulunduğu saf şehvet,
Ey, bir ömür boyunca gönül verilen şeyler!
Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet!
Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların ,
O koşuşlar, şarkılar, o demetler, buseler,
İnildeyen kemanlar arkasında sırtların,
Akşam korkuluklarda şarap dolu kaseler,
Ah o yeşil cenneti çocuksu sevdaların!
O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde
Çok daha uzakta mı yoksa Çin’den Maçin’den?
Beyhude bir arzumu inildeyen dillerde,
Canlanan bir hayal mi billur sesler içinden,
O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde.