- 664 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AKUŞKA'YI AHA Kİ YAKALADIM... ARDAHAN ÖYKÜLERİ 312
" Ben AHORİSTİM"
AHIRBİLİMCİYİM...
Ahırbilimcilik ve onun disiplini...
Vaso Minibüsü çalıştırdı. KAMAR’ı tak dedi. Döşüme sırıdım kamar’ı, kodasını yuvasına taktım. Vaso’da yardım etti; eksik olmasın.
Ahıska’dan, Ahılkeleğe bu minibüsle gideceğim. Önceden kafamda oluşturmuştum gezi- tasarımı. Gittiğimce gidecektim: Taaa!.. Çıldır’ın arkasına kadar gidecektim. Çünkü Çıldır’ın arkası Ahılkelek şehriydi: Dedemin köyü Arıklı ile Çıldır’ın arasında bulunuyordu.
Doğa nasıldı? Bunlara bağlı olarak kültür ortamı nasıldı? Merakla kafamda bu ve buna benzer fikirler.
Ahıska’dan ayrıldık Tiflis yönüne doğru gidiyor arabamız. Birkaç köylü yolcumuz var. Vaso’ya laf atayım mı... laflayacağım fakat uygun bir aralıkta iletişim kendiliğinden kurulurdu.
Vaso’nun ne çok ismi vardı: Birisi Vasiliyeviç diyor. Bu Rum’dur dedim. Kendisi isminin Tengiz olduğunu söyledi. Moğol Hakanın ismiymiş adı. Tengiz Vasiliyeviç olarak karşılıkla teyiden anlaştık. Bende ismimi söyledim. tanışmış olduk.
Kadın sigarası ince sigaralardan içti. Vaso tevekkül sahibi insandı. Kalbinin üstünde gömleğin cebine iki cep telefon koymuştu. Gelen aramalara çıkarıp çıkarıp cevap veriyordu. Çağıran müzikler garipti: Mor telefonun (sanırım) CINGIL’I inek böğürmesi: möööö...ydü.
"Nahğır geldi.." dedim. Gürcülerin hepsi gülüştü. Nahır kelimesi Gürcüceymişe. Vaso az Türkçe biliyordu.
"Cep telefonu kalbin üstüne koyma" dedim.
" GULİ PROBLEM..." demeyi: Hal’imle ve hareketle yansıtmayı becerdim. Bu anladı. Batı Avrupa İnsanı elleriyle bizdeki "toprak başına" deriz ya, o tavırla, elleriyle "boşver gitsin" demeğe getirdi. Bende aynı üslupla, ellerimle, vücudumla "olur mu ya..." dedim.
Vaso az-boz Türkçe biliyor sanıyordum: " SİK ANASINI BOŞVER..." demesin mi?
" Kalbe ne’lurmuş canım sen de!"
Kura Nehrini gördüm. Şimdi sağ sağrımızda Ahılkelek’e değin bizle yolculuk yapacak. Benim ne dert olsa? Ben bu manzarayı şimdi görüyorum.
Manzara ise şimdi görüyordu beni? Tek bir manzaranın değişik görünümleriydi bütün gördüklerimiz, böyleyse eğer neydi benim gördüğüm?
O kadar uzun etmeğe macalım yoktu. Ben manzarayı çocukluğumdan beri göresmiştim.
Ya Ahılkelek’in, Ninotsminda’nın bu konuda fikri neydi. Bunu THEMA olarak geliştirmeliyim diye yolculuk boyunca kurguladım.
"Kör’ün istediği bir göz Allah vermiş iki tane göz."
Yolculuğun kudretten temerküz eyleyen bolluğu bu-ydu.
Harika bir Thema ruhumdan baş aşağa, başımdan aşağa.
Yazacaktım!..
Gezi ürün vermeğe başlamıştı:
Rüyalarımızda gördüğümüz, sevdiğimiz diyarların bizim arzumanımıza karşılığı var mıydı? Onlar bize hasret miydiler?
EY ULU TANRIM!
Bu nesi, neyin hicreti, hicret acısı, dağ taş ağlaşerdi: dağ dağa kavuşur, insan insana kavuşsa, dağ insana kavuşmaz mı?
Dağ’ın Görestiği insanlar olmaz mı?
Dağ’ın sevdiği, sevmediği, beklediği, beklemediği miydi?
"İkinin bir olması: Bir’dir. Beyaz tabak kırılır gibi kırılmış ikiye ayrılmış, iki tabak parçası ayrılmış... ayrılmışlar öznesi... bitki hayvan n’lur olsun."
Veya özne insan olsun, herşeyin herşeye gönlün kayması mı?
Hasretlik insandan doğaya olur, doğadan insana hal- hatır sormak olmaz mı?
Nesnelerin taşın, kayanın, günahı, ne halleri hatırları sorulma mı?
İKİ BİR OLUNCA... YÜRÜ EY DAĞLAR DEYİNCE DAĞLAR YÜRÜR! müş.
Hep insanların penceresinden bakmakla "yabancılaşmayı" çözmek şöyle dursun. Nesnelerin hasiretlik çekmeleri bilinmez mi olsun?
" Tutam Yar Elinden Tutam
Çıkam Dağlara Dağlara
Olam Bir Yareli Bülbül
İnem Bağlara Bağlara
Birin Bilir Binin Bilmez
Bu Dünya Kimseye Kalmaz
Yar İsmini Desem Gelmez
Düşer Dillere Dillere
Emrah Der Ki Bu Günümdür
Arşa Çıkan Tütünümdür
Yare Gidecek Günümdür
Düşsem Yollara Yollara..."
Rüyasını görmüştüm... Rüyalar form olarak gerçeğe tam uymaz. Genel form hatlarıyla benzer. Yönler bazen şaşalar. Kütleler andırır andırmaz. Renkler ton veya kroma’yla yakınlaşır şematik lekeler halinde yansır... YANSITAR!
Yüksek dağlar, kel dağlar, keleş dağlar, büyüklükleri, küçüklerin eteğine sarınmış daha küçük dağlar. Ardahan Ovası büyüklüğünde Ahılkelek Ovası, ovayı sarmalamış başı karlı dağlar hele ki çok tanıdık kömürkarası kara toprakkara.
" Ola senin ne işin var burda!"
" Senin ne işin var!
Rüyalardan basıp-gelme sanat akım: Sembolizm: Rüyaların görüşülmesini kem-küm’le kurguladı. İki’yi bir etmekle rüyayı ve tamamlayıcı gerçeği birleştiriyorum dedi sessizce ve mahcupca...
Gerçekle rüya bilinç biçimi olarak birleşiyordu.
Sembolizm Ressamları: Ferdinand Hodler, Gustav Klimt, Odilon Redon, Goya ve William Blake...
Odilon Redon: Gerçekle rüyayı tamamlayıcılıklarıyla SİMBOLLİUM birciliğini tam izah ediyordu. Ama Rüyanın epistemi SÜRREALİZM kadar geniş sayfa açmıyordu.
O ise Sürrealizm sanatçılarına nasip olacaktı.
Sürrealizme geçmezden; özellikle O. Redon üzerinden sembolizmi kapatmak istiyorum. Rodin’in resimlerinde rüyası görülen fenomen’e realizm formlu tasvir yine realist formlarla getiriliyordu. Sembolizme şunu deyip geçelim. Sembolizm rüyasal fenomenlere tasvirsel form getirmiştir.
Kadınlar caddeyi geçtiler, mağazaya dayandılar: "Anacan ey günlerin olsun." deyip dağıldılar aşağıya yukarıya..."
Erkekler konuşuyorlardı: Birinin elinde tek elma, ağzına götürdü: Elmayı ısırdı. Elma yemeyen yiyene: "Baba, benim babam de gidek da!"
Kadınlar ANA ile, erkekler Baba ile hitaplaştılar.
Sürrealizm rüyaları tam destekledi.
Sürrealizm: Rüyaları geleceği ile gelinceye değin çizdi betimledi: Yarın bu olacak dedi. Rüyalar yarına bakma dürbünü muamelesi gördü. Sürrealizm dürbünüyle yarını yarın, yarın gördü.
Soyut Resim: Yarını rüyayla çok yakın gördü. Analitik görmeği bir türlü deneyime indiremedi. Çok a priori kalınca leke form, şekil siluetleriyle soyut kaldı.
Gürcistan’da hep ahor aramışımdır.
Bu ahoru zar-zor buldum. Meğer Sovyet döneminde kentsel dönüşüm gibi bir modern mimari çığrı yaşanmış, sebeb buymuş. Bu ahor’da Sergey yaşıyor. Sizi şaşırtmasın... buranın arsa değeri çok fazla ve çarşının göbeğinde biryer. Önünde ise bir baraka Sergey arkadaşlarıyla kendi yaşam yorumu mucibince arak, çakır içerek yaşıyor. Oğullarına arsayı bırakma niyetindeymiş; Öldüğünde...
Sergey’e barakadan irişip kırışırken geçeyim gideyim diye düşündüm. Turist değil miyim, eee... barakaya yöneldim. Sergey dışarı çıktı. Bunlar kuvvetli içmişler. İki kafadengi arkadaşı barakadan fırlaştı. Sergey kazaktan çıkan gömlek yakaları geri tepen gibi serhoş arkadaşlarını kutuya geri tepti. Pot, mot kırmasınlar diyeydi belki.
Olsun ben kalender meşrepleri severimkiiiiii.
Tanrının çocuklarıyız, hep bir güneşte ipe un sermedik mi?
Ben Sergey’e lafta bulamıyorum. Başaratım bağlandı. Ne soram, ne soram?
Ahor ve ben tam karşıyayız.
AHOR’U SORSANA SERSEM KAFA...
"Dur " dedi, barakaya girdi. Anahtarı, açarı veya... aldı. Beni ahora götürüyor. Kapıyı açtı. Gireyim, girmeyim tereddütte kaldım. Kapıyı üstüme kapar, mapar... sa.
Hep bu arketip yok mudur kafamızda?
"İnsanlara güveneceksin oğlum" içimden bir ses: "Okuduğun, yazdığın bu mu senin insanlara peşin- hükümle yaklaşmak"
Ben toprak dam modelinin Gürcistan’da bittiğini belirttim. Ardahan’da toprak damların ahorların hala olduğunu söyledim. Bunu Sergey anladı. Kapıya, söveden çıktık. Toprağı çum keserek dizmişler biz Ardahan’da toprağı toz olarak dam’a atarız. Bunlar çum kesmiş dizmişler. Basma’dan tezek keserik’e kare, kare.... onun gibi kesilmiş çumları yatay üstüste dizmişler.
"Çum" dedim, Sergey "ÇİM" dedi bana Türkçe mi düzeltti, Tanrım!
Ahora kaçarca girdim. Amacım ahordaki isimleri sormak. Ayağımı saltaşlara vurarak:
" İnch anuni" dedim
" Kaldurumi" dedi. Ben bu kez onun Türkçesini düzelttim. "KALDIRIM" dedim.
GÜLDÜ!
Bu ne?
Koz!
Bu?
Gont!
Baga’yı gösterdim. Baga’ya MESURK dedi. Baga’yı tutturamadı.
Ahor’un kavramsal haritasını araştırıyorum.
AHORisttim. AHOR’un şumüllü kavram haritası... çıkartıyorumdu.
Ahor’un ışık alan tepesi, iki kuş sığacak kadar pencere’ye "baca" dedim, değilmiş. Sorduğum kişiler, özgün ismini söyleyememiştiler. Sergey’e sordum...
"AKUŞKA" dedi. Çok sevindim. Yitik bulmuş gibi oldum. Kimilerine çok yalın gelir bu ama kafam rahatladı.
Akuşka’yı işitmiştim. Akuşka artık kayıtedilmiştir.
Ardahan’da Akuşka’yı sordum. Akuşkaya PATGHA’da derlermiş.
Cincar’ı soracağım kapı’ya çıktığım zaman.
Sergey’e iki ineğin bağlandığı yere ne isim verdiklerini sordum. Bunu cevaplayamadı.
Basma’ya Basma diyorlarmış. Kalağa kalak yine.
Cincar EĞİNÇ’miş ve Cincar’ı biz Gürcülerden almışızmış.
Boğa, boğaymış.
İneğe İngilizler gibi KOW diyorlar.
Soyut Ekspresyonistler: Rüya alemden, not yet realised something’lere geometrik formlarla araştırdılar. Zihinsel kavramlarla fenomenlere somutlaşmamış fenomenlere yani noumenlere bir leke, bir amorf, bir yamuk form ya da renk ilineği çizgi ileneği kabilinden baktılar. Tam bir fotoğraf görümü olmadı tabi kompozisyonlar.
Willem de Kooning Sürrealizm resimlerde mekanı zamanı arıtmadı. Olayları çığırından çıkardı. Pollack zamanı mekanı dondurdu. Picasso senkronizmle zamanı başka zamanlarla eşledi.
Rüyalarla sökülüp gelme bu uğraşmalar... hep şu oluşagelen NOUMEN’in doğru dürüst bir algılaması, işidir.
Akılla görmek, oluşlu dünyayı ister istemez dondurduğundan. Esas göreceğimizi göremiyoruz.
Rüyalar... belki rüyalarla görebileceğiz!
yalçıner yılmaz
23-05-2013
ardahan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.