- 508 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YOK OLUŞUN FİLİZLENMESİ
YOK OLUŞUN FİLİZLENMESİ
Akıldan yoksulluk; sonucu nimetlerden yoksulluk kaçışı mümkün olanın kaçışın mümkün olmaması. Sonunu bilerek bir anda kestiremeden o yola freni patlayan otomobil gibi yalpalayarak kaçınılmaz olan kazaya uğramak gibidir. Akıl büyük bir nimettir kullanmasını bilen için, benim içinse hoyratça sonunu düşünmeden kullandığım, sonunda acılara gark olduğum bir düşünce ve bedenimin bir parçası. Derin olan ve sonunda sızıntılarla ve acılarla, kendi mezarını kazan mezarcı gibi mezarını kazan ve mezara girip içine sığmayan bir düşüncesizin en önde gideniyim dersem az söylemiş olurum. Acı ve neşe, yan yana gezen ikiz kardeş gibidir ama biri gelince gidene kadar insanın anasından emdiği sütü ağzından burnundan getirmeden gitmeyen ikiz kardeş. Büyük mutluluklar acının sonunda gelir derler ama bu kelime aklını kullananlar için geçerlidir. Oysa ben defalarca aynı hatayı yapan ve aynı acıları defalarca düşen akıldan yoksun bir insanım. Kimileri ise acı en kalın kemiği bile yumuşatır derlerde inanmayın kemik iyice sertleşerek sırtında kırılan odundan dayak yemiş gibi acılarlarla kıvrım, kıvrım kıvrandıran bir yaşam şeklidir."Vergilius-Açlıktan öleni bir sandık altın diriltmez" sözü tam oturdu desem az söylemiş olurum. Saygınlığı yerle bir eden, dik olan başı öne eğdiren; gönül yapıcı bir dost bulana kadar düşünmen ve en önemlisi de gönül kırıcı bir şekilde bir dost ve çare bulamadan yoksullukla ve yoklukla baş başa kalmaktır. Ne kadar gayretli ve istekli olsanız da sıkıntınızı karşınızdakine açmaya kalkıştığınızda, onu dost ve arkadaş bildiğinizde öyle olmadığını anlamanın tokat’ını yiyerek geri dönmek en kötüsüdür. Elinizde olmadan bu duruma düşmek çileli olan yola çıkmayı kimse istemez ama mutlak olan başa gelince söylenecek söz bitiyor ve acı gerçek tüm çıplaklığı ile hayatına giriyor ve tek başına acılarla baş başa kalıyorsunuz. Şu en iyi dostum bu en iyi arkadaşım şunlar en iyi akrabam sorusunun cevabını bulmuş olmanın hüznü içinde boynu bükük gerisin geriye dönerek acılarla hayatına devam ediyorsunuz. Bu durum başa gelince herkes bir anda âlim kesiliyor sanki hayatta her şeyi kendileri biliyor ve böylesi bir duruma kendileri hiç gelmeyecekmiş gibi ukala bir konuşma içine girmeleri en çirkin ve mide bulandıran tarafı. Elindeki beyaz bayrağın biranda simsiyah olmasının doğumu içinde müjde bir acınız daha oldu nidası ile sap gibi ortada kalmaktır. En az mutluluk veren tarafı da bu sıkıntılar sonunda acıya karşı bedeninizin çelik gibi olmasının tesellisidir veya avuntusu ile azda olsa hayatınıza devam ederek gidiyorsunuz. Sakin akan derenin önüne set çekerek akan suyun etrafa akarak boşa gitmesi bu durumu açıklayan tek açıklamadır. Buda bir tecrübe etrafındakileri tanımak için, bir benzeri olmayan bir hayat okulu; en zengin dostun ve arkadaşın bu durum karşısında halini anlatınca senin ona acıyasın geliyor ve anlıyorsun ki o senden daha zavallı ve yoksul. Söylediğine söyleyeceğine bin pişman olmaktır.
Sabahın güneşi ufukta yeni doğuyordu, hafiften rüzgâr esiyordu. Yolda yalnız giden garip yolcu gibi sendeleyerek yürüyordu. Düşüncelerle dolu zihni ve anlaşılmaz ve tuhaf bir eda ile bir anda durdu. Aklında gezen anlaşılmaz hileler ve ince oyunlar şaşılacak ve hayret edecek bir kıvraklıkla dolaşıyordu. İnsanı acizliğe ve insanlık yokluğuna, büyük felaketlere sürükleyerek çıkaracak, düşüncelere olmanın ezikliği ile ilerde duran taşın üstüne oturdu. Etrafına bakında sessizlik hâkimdi, birkaç kişi işe gitmek için uykunun mahmurluğunda yola çıkmıştı. Amaçlarını ve gayelerini bilmenin huzuru içinde uygunluk ve düzene sokmuş oldukları yaşamlarının mutluluğu içinde işlerine gidiyorlardı. Beyhude ve boş olan bu düşüncelerden kurtulmak için doğruldu etrafına bakındı kendisinden başka hiç kimse kendisi gibi elem ve sıkıntıda olmadığının farkına vardı. İlerde kendi kendine vücut bulmayan başka bir gezegende gelmiş olan sıkıntının ezikliği belli olan bir kadın hüzünlü olarak ağaca yaslanmış hıçkırıklarla ağlıyordu. Bu hıçkırıklar, tüm bedenini kaplamış cehennemde, yanan bir kadının anlayışı içinde aşırılıktan uzak, büyük bir sıkıntı ve eleme bürünmüş bir şekilde bedenini kaplamış hıçkırıklarla ağlıyordu. Usulca yanına yaklaştı, omzuna dokundu. Kadın irkilerek döndü, gözlerinde akan yaşlarla gizli sırlar arayan bir bedevinin yüz simasına bürünmüşlük karamsarlığı ile göz göze geldi. Kapalı bir gözle görünen bütün yönleriyle çıkmaza giden yolcunun hazırlığında olduğu alnındaki derin çizgilerde belli idi.
-Neden böylesine acılar içinde ağlıyorsunuz? Şöyle bir kenara oturun. Çok bitkin görünüyorsunuz.
Genç kadın istemeyerekte olsa, isteksizce ilerdeki parkın bankına oturdu. Mahzundu, ürkekti ispat gerekmeyecek şekilde bu her halinde belli idi. Kıymet değer görmeyen bedeni, çok bedel ödemenin ağırlığında ezilmiş olduğu aşikârdı. Yutkunarak ve hıçkırıklarına boğulmanın iç çekmesinin zorluğu içinde
-Ay.. Aylar. Aylardır. Bu sefil halimle dolaşıyorum aç ve sefil. Hiç kimse benim yüzüme bakmadı ama siz ilgilendiniz. Bana değer verdiniz.
-Lütfen rica ederim bir şey yapmış değilim. Sizi mahzun ve ağlamaklı görünce dayanamadım.
-Bölünmüş, parça, parça acılarla dolu halimi siz fark ettiniz. Siz çok iyisiniz.
Kendiside aynı durumda olduğunu söyleyemedi. Utandı. Elini cebine attı bir simit parası vardı. Karşı büfede bir simit alarak geldi. Genç kadına uzattı.
-Buyurun yiyin.
Genç kadının pek müteessir olmuş ve ağlamaktan kan kırmızısı gözleri bir anda mutluluk ışıltısı içinde yutkunarak simide baktı. Aldı kokladı, hayranlıkla ve özenle bir ısırık aldı müthiş tat almış bir eda ile yemeye başladı. Simidi yiyişine hayranlıkla izledi. Belli ki çoktan beri açtı. Pek müteessir oldu.
-Yanlış anlamazsanız ilerde tek başıma yaşadığım eve gidelim, çok yorgunsunuz biraz uzanarak dinlenin. Daha sonra konuşuruz.
Kadın hiç tereddüt etmeden
-Sizin gibi böylesine anlayışlı birisinin niyetinde neden yanlış anlayayım? Aslında buna çok ihtiyacım var!
Ev dağınıktı ama selamet yurduna kavuşmanın sevinci gözlerinde gören, cemal kendiside aynı duygulara boğulmanın sevinci ile evin kapısını açtı içeriye girdiler. Hemen, dağınık duran kanepenin üstündeki yırtık elbiseyi alarak etrafı toplamanın telaşı içinde iken kadın kanepeye zorlukla çöktü. Uzandı. Rahatlamanın mutluluğu içinde hemen uykuya daldı. Ev sefillik kokuyordu. Aylardır pencereyi ve perdesini açmamıştı, sessizce perdeyi ve pencereyi açtı. Dağınık odayı topladı, mutfağa geçti. Lavaboda iki üç tabak kurumuş yemek artığı ile haftalardır duruyordu. Çöp kovasının kapağını açarak tabakları içine attı. Yatak odası azgınlıktan bozguna uğramış, azgınlar ordusu gibi darmadağınık duruyordu. Bu fesat dağınıklığı toplayarak, içeride yatan kadının yanına giderek elindeki eski battaniyeyi usulca üzerine örttü. Kadın esen yelde esen rüzgârın soğukluğunu hissettiren, üşümenin ürkekliği ile sımsıkı sarıldı. Buzdolabına yöneldi. İçi boştu. Bir tabakta bir parça peynir kurumaya yüz tutmuş şekilde duruyordu. Günlerdir parça, parça bir parça ekmek ve su ile yutkunarak yediği peyniri aldı. Dışarıda eskici avaz, avaz bağırarak geçiyordu. Buzdolabının üstünce aylardır örümcek bağlayan fırını kaparak dışarıya çıktı. Sıkı bir pazarlıkla sattı. Aldığı parayı büyük bir mutlulukla cebine koydu. Aylardır cebine beş kuruş para girmemişti. Cebinin bir anda ısındığını fark etmenin sarhoşlu içinde bakkala uçarcasına gitti. Bir parça peynir, biraz zeytin iki ekmek iki paket yağ ve üç adet makarna alarak aylardır azap darbesine maruz kaldığını hissettiği ama şimdi selamet yurdu olarak görünen evinin kapısında neşe içinde girdi. Kadın hala mutlu bir şekilde kanepede yatıyordu. Mutfağa yöneldi elindeki poşeti, aylardır poşet yüzü görmeyen masaya bıraktı. Aldıklarını buzdolabına büyük bir özenle yerleştirdi. İhtiyacını karşılamanın huzurunu, fesadı ortadan kaldırmanın sevincini hissetmenin güzelliği içinde kalbi küt, küt çarpıyordu. Kalbine doğan bu karışık haller içinde düşünceli olarak salona girdi. Yalnızlık, bir kenara çekilmiş duran tenha evi yeni bir başlangıca başlarken tek kalmamanın güzelliği içinde parlıyordu sanki. Kötülük, fenalık ve alçaklıkla ekilmiş ve yeşeren kötü düşünceler yok olmuştu zihninde. Bildik, ama yaşayarak elde çıkan ve tekrara kazanılan bu duygu ile salona girdi. Kadın uyanmıştı. Kendisini görünce kadın kendisine çeki düzen vererek doğruldu. Saf ve berrak temiz bir toprağa işlenmiş ve ekilmiş bir tohumun patlayarak bahar şenliğinde yeşererek meyve olmasının mutluluğuna bezenmiş tarlanın, güzelliğine bürünmüş bir mutluluğu içinde yanakları al mor olmuş ve gözlerindeki ışıltının parıltısı içinde, ölümdeki ürperti, yaşama sevinci gibi bu iki zıtlığın arasında bir ömür geçirmenin yorgunluğu yok olmuştu. Hayat bazen zorluklarla, elemlerle düğümlenmiş ve derin sukutla gizlenmiş mutluluk ve hüzünle kaplanmış olarak karşımıza çıkıyordu. Hayat yolculuğunda ateşli bir girdap gibi görünen ve saran ümitsizlik fırtınası bir anda ümit güneşi doğduran fırtınasına dönüşebiliyordu. Yalnızlığın ürkütücü ağırlığını taşımanın ezikliğini, zayıf omzunda atmanın ferahlığı ve derin hıçkırıklarla sessiz feryat eden gözleri hassas gönüllerde gelen duyuşlarla sakinleşebilirdi. Bir anda sonsuz sürecekmiş gibi görünen yalnızlığı; bir sabun köpüğünden farksız bu yalnızlığı bir anda sönerek son bulmuştu. Yaşam ve hayat sessiz kelimesiz dertlerle bezenmiş bazen duygulu bazen hassas bazen de sıkıntılarla akıbet dolu olarak hakikati saklar. Bu sukuta ve anlama müthiş manalar gömülmüş olarak karşımıza çıkması yolların böylesine kıvrımlı olması mecburi çıkış yolu mutlaka her an fena olayların hiç bitmeyeceği endişesi içinde bu ince gerçek hakikatini ile önümüze seriyordu hayat ve yaşam. Biraz önce dalları kurumuş ağaçları, şimdi meyveyle dolmanın ağırlığında kendisine ikram eden ağaçlara dönmüştü. Yemek yapmak için çiğ duran sebzeler nasıl ki ocakta pişerek lezzet alıyorsa hayatta böyle bazen sıkıntılarla beraber yaşayarak tahammül ve olgunlukla gönül güzelliği ile bizi pişirerek, yaşatarak değerini anlamamızı sağlıyordu.
-Çok güzel uyumuşum! Aylardır böylesine uyumamış ve rahat olmamıştım.
Genç kadının sesi ile mutfakta çıktı yanına geldi.
-Nasıl yorgunluğunuz geçti mi?
-Evet, size minnettarım! Günlerdir kışa benzeyen kuru ayaz geçen günlerime, sizin bu anlamlı ilgi ve alakanız sevgi dolu gönlünüzle, bir anda değişiklik ve ferahlık geldi. Köhneleşmiş zıtlıklarla bezenmiş hayatıma, engin sevginle tazeliş sundunuz. Sizin gibi olgun sevgi ve dönül kervanına katılmış insan, dünyada kalmamış olmamanın hüznü ile hıçkıra, hıçkıra ağlarken beni buldunuz ve şimdi ise bir damla ilgi ve sevginizle muzdarip olan yalnızlığıma ve umutsuzluk girdabı içinde boğulan hayatıma ve karanlık yoluma ışık saçan bu davranışınla hayatıma güzellik, yumuşaklıkla zarafet kattınız. Oysa ben aylardır derdimi kime söyledi isem horlandım, değeri olmayan bir paçavra gibi sürüklediler. Nefislerine esir düşenlerin elinde kaçarak haftalarca ıssız dağlarda aç susuz kaldım.
Ne diyeceğiniz bilemedi. Kendiside aynı kendisi gibi yalnızlıktan mahzun olduğunu doğuran ve anne olmanın şerefi ile cennetin ayaklarının altına serilecek olan genç hanımın; doğum sancısının acısının ağırlığında feryat etmenin, doğan çocuğunda zindanda kurtulmanın sevinci ile doğmanın kurtuluşuna eren iki taraflı zıtlıklarla dolu dünyasını anlatmamaya karar verdi. Birine zahmet birine rahmet olan yaşantısını anlatarak üzmenin manası yok diyerekten.
-Bence abartıyorsunuz.. Birazcık ince ve hassas olmamı bu kadar büyütmeyin.
-Abartmıyorum sizi diğer insanlardan ayıran ince ve hassas düşüncenizdir. Bir köpeğin bile önüne atılan kemiği, inceleyip koklamadan değerini anlamadan nasıl yemiyorsa, beni de inceleyip anlamadan değersiz olan bir paçavra gibi şeytani heveslerini köreltmek için kullanmaya kalktılar. Bir köpeğin hassasiyetinde mahrum olanlar davranışları ile sizinki arasındaki değeri ölçecek kadar akılıyımdır. Kusura bakmayın evinize elim dolu güzelliklerle gelemdim ama dost ve sevginizi kazanmanın bahtiyarlığına erişmiş olmanın hazinesi ile huzur kaynağına kavuşmuş olarak sizi bulmanın arzusuna kavuştum. Şimdi siz oturun ben mutfağa geçeyim zira çok acıktım.
-Ben hazırlardım.
-Hayır, lütfen bana bırakın. Huzur içinde bir yemek yapmayalı çok oldu beni bundan mahrum etmeyin. Bu arada adım Hatice. Sizin adınız nedir?
-Cemal
-İzninizle mutfağa geçiyorum
Çok acıkmış olduğu her halinde belli oluyordu. Şimşek hızı ile mutfağa geçti. İhtiyaçlarını karşılayan nimetleri masada görünce gönülden büyük bir şevkle raftaki tencereyi alarak su ile doldurup ocağa koydu. Büyük bir samimiyetle özenle makarnanın poşetini açarak kaynamakta olan tenceredeki suyun içine boşalttı. Cemal, insanda canlılığın ifadesi olan bu samimiyeti uzaktan seyrederken, aylardır içindeki sıkıntıyı ve yoklukla ve tek başına yaşadığı ızdırap dolu hayatını Haticecin iki damla gözyaşına kıyamadığı gönül temizliği ile temizlemiş olmanın zevki ile uykuya daldı. Acemiliği ve bilgisizliği ve sonunu düşünmeden yapılan harcamalar nedeni ile sonucunu düşünmeden borca girmek helakine neden olmadan sonuçlaşmıştı. Bir anda gözünün incelikle görmüş olduğu bu sızıntı görmüş olmanın ve ona yakınlık göstererek özünü değiştirmişti. Selma büyük bir zevkle yemeği tavada kavurarak hazır hale getirmenin telaşı içinde tuzu ararken cemale tuzun yerin sormak için salona geçerken cemalin hafiften şekerleme yaptığını görünce tebessümle mutfağa geri döndü.
---
-Haftalardır bu kadar leziz bir makarna yemedim
Dedi cemal
-Afiyet olsun
-Neden bana böylesine hayranlıkla bakıyorsunuz?
-İnsan pürüzsüz bir ayna, görünce bakmadan geçer mi? Ben de kendime bakıyorum bu ayna karşısında.
-Bana neden tek başınıza olduğunuzu ve başınıza neler geldiğini anlatmayacak mısınız?
-Nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Köyde yaşıyordum. Hayat dolu idim ve mutlulukla evlendim. Bir süre sonra eşim vefat etti. Hayatta dul kaldım. Bizim köyün âdetidir kadın dul kalırsa ölenin erkek kardeşi varsa, onunla nikâhlarlar ki namuslarına helallik gelmesin. Bende bu saçma âdeti hiç hoş karşılamadım ve kaçtım köyde. Peşimdekileri zar zor atlattım, günlerce dağlarda aç ve sefil kaldım..
Hatice bunları anlatırken olayı yeniden yaşamanın ürpertisi ve dehşetini yaşıyordu. Bunu fark eden cemal
-Anladım, gerisine gerek kalmadı. Bu vicdan yarasına maruz kalmana inan ki üzüldüm. İnsanda hırsının sınırı olmazsa böylesine hüsranla bitecek olaylara sebebiyet verir. Zalimce olan bu adetler, kör kuyu gibidir. Ruhu ve insanlığı doğru yoldan ayırır. Şimdi sen burada benimle kalıyorsun hem de hiç itirazsız, bende yalnızım.
-Sana yük olmak istemiyorum.
-Yük olmazsın, yoldaş olursun ancak.
Hatice’nin gözleri buğulandı. Büyük bir samimiyetle Cemale sarıldı. Beraberce birbirlerine sarıldılar, sırlarla dolu iki kalbin birleşmesi, kapalı olan dünyaya sadece kin ve öfke dolu ile daha düne kadar iyiliğe ve güzelliğe kapalı acz içinde olan gönülleri bir anda hisler ve duyuşlarla samimiyetle mutluluğa bezenmiş olarak geri geldi. Cemal
-Yeter bırak sulu gözlülüğü, ben şimdi dışarı çıkıyorum.Biraz işlerim var,seni yeni evinle baş başa bırakıyorum,ihtiyacın olan bir şey varsa dolapta alabilirsin,tabi bulabilirsen..
-Senin güzel kalbini buldum, o bana yeter. Sen gönül rahatlığı içinde git işin ne ise gör gel beni burada hazır bulacaksın.
Cemal gönül huzuru içinde evden ayrılarak yeni bir iş bularak üzücü olan ve tasa ve kederle yoğrulmuş hayatının neşe, sevgi ve samimiyetle mayalanmış yeni hayatı için bir iş bularak devam ettirmenin telaşı ile yola koyuldu. Bir an önce iş bulmalı ve akşam yemeği için mutfağa bir şeyler almalı idi. Bağışlanmış bu yeni yaşam iyilik ve lütufla donanmış hayatında hiç gitmememsinin temennisi ile ilerde gözüne ilişen pasta hane deki bulaşıkçı aranıyor ilanını gördü. Kalbi yerinden sökülecekmiş gibi heyecanla çarpmaya başladı. Bu işle yeniden hayatlarına canlılık kazandırma, uyandırma ve diriltme ile onararak devam etmenin ışığını gören ışığa hasret bir ama gibi uçarcasına kapıyı açarak içeriye girdi. İçeride tatlı bir huzur ve sükûnet vardı, birkaç mutlu müşteri ve kasada oturan otuz beş yaşlarında samimi bir yüz ifadesine sahip güler yüzlü bir bayan oturuyordu. Çok hesapçı ve inatçı olmayan, çözülmesi özel olan bir sorunu çözebilecek bilgisine ve tecrübesine ihtiyaç duyulan ve bu engin anlayışı ile gerçeği anlaşılır kılan ve gerçeğin anlaşılması için çözüm sunabilen bir hoş görüntüsü vardı. Kendisini görünce, fevkalade hoş bir ses tonu ile
-Buyurun beyefendi. Hoş geldiniz. Ne arzu ederdiniz?
-Öz.. Özür dilerim. Ben iş için başvuruda bulunacaktım.
Genç kadın, cemali baştan aşağı engin bir anlayışın hâkim olduğu göz ucu ile süzdükten sonra.
-Buyurun oturun beyefendi. Belli ki bu işe çok ihtiyacınız var. Bu genç yaşınıza rağmen bu işe gönüllü olmanız beni şaşırtmadı. Benim ihtiyacım olan bütçem doğrultusunda size bu işi sunmam. Maddi açıdan umarım fazla beklenti içinde değilsinizdir. Bu arada ismim Lale
-.Bende cemal. Fazla değil, günlük iki lokma ekmek iki tabak aş verseniz bu bana yeterlidir. İşe hemen alışırım, sizi de mahcup etmem.Körü körüne çalışma içinde olmadığımı sizde en kısa sürede anlayacaksınız ve memnun olacaksınız.Ben akılsız budala alık değilim belki öyle görünen bir görüntüm vardır ama..
-Rica ederim beyefendi, kendinizi böylesine küçük görmeyin ve aşağılamayın. Açılmış, kapalı olmayan bu gönül dünyamıza ve aramıza böylesine karanlık perde çekmeyin. Engelsiz, örtüsüz iyi niyetinizin böylesine çıplak bir durumla görülmemesine rağmen bu güzelliğinizi, gizleyen başa çıkılması güç demir leblebiye benzetmeyin. Yanımıza dost ve müşterilerimize gerektiğinde tatlı söz edecek bir insan arıyorduk onu da bulduk. Siz görünüş itibarı ile bu işi yapabilecek erdeme sahip olduğunuz mahcup ve alçak gönüllükle, deminizi almışsınız. Hazır olan bu işi, rengini ve kokusuna bir nefeste sahipleneceğiniz ve hatta yemeklerimizi bile yenecek kıvama getirecek bir yeteneğiniz olduğu kanısındayım.
-Siz bunları bana bakarak mı söylüyorsunuz?
-Evet.
-Yanlışınız olmasın? Sizin gözleriniz bozuk olmasın?
-Yok, siz yokluk görmüş, yok olma durumuna gelmiş olan ve yokluğa rağmen gönül gözünüzün açık olduğuna ben bizzat şahit oldum.
Şaşırmıştı
-Nasıl? Anlamadım?
-Sizde insanda bulunması erdem olan sevgi ve gönül gözünüzün ve gönlünüzün zenginliğini sabahleyin evimin penceresinde bitkin, bitmiş bir halde duran kadına yardım ederken gördüm. Onlarca geçen insanlar aldırış etmeden giderken, siz bitik halinizle ona yaklaştınız ve gönlünüzü açarak yardımda bulundunuz. Temiz dürüst bu erdemliliğine, gözlerimde yaş akarak izledim. Zekâsı az gelişmiş olanlar gibi davranmadınız onun sessiz hıçkırıklarını kolay ve anlaşılır bir duyuşla duydunuz. Bu nedenle sizdeki bu cevheri bu gözlerimle gördüm, inkâr etmeyin. Şimdide bir sonuca varmak için ortaya koyduğunuz gücü sizde görüyorum. İş sizindir isterseniz başlayabilirsiniz.
Sevinçten havalara uçmak üzere kanatlandı sanki.
-Sakin olun beyefendi.
-Nasıl sakin olabilirim? Karanlık ve bakımsız barınak köşelerinde, acımasız ince ağlar kuran bu hayatıma yeni bir ışık geldi. Anlamsız baharımda çiçek açtırdınız. Sıradanlıkla giden anlamsız yönüme yön verdiniz.
Gözlerindeki yaşlar dolu dolu akmaya başladı. Lambadaki ince akkor tel gibi yanan yüreğinin sesi olan gözyaşlarını masada duran peçete ile sildikten sonra mutfağa geçti. Yırtılmaya yüz tutmuş ama onurla taşıdığı ceketini duvardaki çiviye asarak, mutfak önlüğünü boynuna mutlulukla geçirerek, lavaboda yığılmış tabaklara, sevinçle bakarak, yıkamaya başladı. Yüzündeki ışık dağılımını gören lale, cesurca sarmal, sarmal açan istekli çalışmasına bakarak masada duran müşterilerin geride bıraktığı tabakları alarak mutfağa yöneldi.
-Bu cezp edici çalışmanıza hayran kaldım.
Sadece güldü. İş bulmanın sıradan anlamsızlıkla dolu yaşamında kurtulmanın sevinci ile sadece gülüyordu. İçindeki bu mutluluğu Hatice’ye bir an önce anlatmanın heyecanını tüm bedeninde hisseti ve tatlı bir hoşlukla titredi. Akşam paydos olana kadar bu istekle çalıştı. Lale memnuniyetinin ve çalışmasındaki arzusunda ve şevkinin mükâfatı olarak kasada bir miktar para alarak avucuna sıkıştırdı. Heyecanla elleri titreyerekten aldı, mahcup eda ile
-Teşekkür ederim. İnanın aklımı okudunuz. Çok ama çok ihtiyacım vardı bu paraya lale hanımefendi.
-Rica ederim. Bana lale diyebilirsiniz.
Başı önde sevinçle kapıdan iyi akşamlar dileyerek karşıdaki manava fırladı. Evin ihtiyacı olan sebze ve meyveleri; birçok yüzlerden ayrılabilen, yüzündeki mutluluk ışıltısı içinde fırında iki ekmek alarak evin yolunu tuttu. Artık cesurdu hayatın zorluklarına ve akılsızca kullandığı aklının sonuçlarına katlanmanın cesareti ile elindeki poşetleri sıkı, sıkı tutarak layıkıyla bir akşam yemeği yemenin hayali ile evin kapısını açtı. Evi bambaşka bir güzellikte yerleştirilmiş düzenlenmiş olduğu göze çarpıyordu.
-Hatice ben geldim
Ses çıkmayınca, yatak odasına girdi, oda darmadağınık vaziyette duruyordu. Sanki kargaşalıktan bütün eşyaların şekli şeması değişmişti. Üstelik kapının kilidi kırılmış ve kapıda kan lekesi vardı. Aklında binlerce kötü düşünce ile yere yığıldı. Uzun süre yerden kalkamadı. İlerde perdenin kenarında buruşmuş kan damlamış kâğıtta sayılar yazılmıştı acele ile yazılmış sayılardı. Anlam veremedi, kim yazmış olabilirdi. Bu sayı kombinasyona anlamsız bakarken yere bıraktı, üzüntü içinde kalktı elindeki poşeti mutfak da masanın üstüne bıraktı. Üzgün bir vaziyette
-Gitti işte!
Derken duyulmamış bir eziklikle masaya oturdu kaldı. Yüreği üzüm çiçeği gibi kokarken, etrafını birden kokuşmuş küf kokusu sardı. Çadır eteğini kazığa bağlamakta kullanılan kısa iple sandalyeye bağlanmış gibi kaldı. Bu gidişe bir anlam veremeden saatlerce düşündü, çözemeden, çakılı kaldığı sandalyede zorlukla kalktı. Aklına kâğıtta yazılı olan sayılar gidip geliyordu. Akşamın karanlığından kurtulmak için lambayı yaktı. Belden yukarıya örtülen örtüye bürünmüş gibi bedenini saran, Haticecin sessizce gidişinin sancısı, daha önce denenmiş sınanmış olmamanın tecrübesizliği ile ne yapacağını bilmeden odalarda dolaşıyor müjde verici bir iz ve işaret aramanın umudu ile sancılar içinde kıvranarak dolaşıyordu. Acı içinde, davanın büyük olmasın ve tecrübesizliğin nihayet son sözü söylemenin henüz erken olduğunu anlamanın manasından başka bir şey düşünemiyordu. Olaylar hayatında koşu atına binmiş hızla giderken yetişememenin acizliğinde salona yığıldı kaldı. İçindeki kuvvetli olan bulma ümidi dağılıp kaçmıştı.
Sabahın aydınlığında uyandı. Sabaha kadar yerde yatmanın rahatsızlığında tüm bedeni tutulmuş, ağrılar içinde sızlatıyordu bedenini. Odaları tekrar gezdi Hatice gelmiştir diyerekten gezdi, hiç kimse yoktu. Yerde duran kâğıdı aldı cebine koydu. Güneş ufukta yeni doğuyordu. Oysa cemal, bu doğan yeni güneşle; birini yanına alıp beraberinde yeni doğuşlara götüren rüzgârı ile yeni bir güne uyanacaktı. Hayatı boyunca becerisizlikle yaptığı işler gibi, bu ümit dünyasındaki kavgada yenik düşmüştü. Boş ümitlere bağlanarak bir parça lokma yemek yemenin tadına varmadan yine başa dönmüştü. Şehre köyde yeni gelmiş bir şey bilmeden şaşkın dolaşan bir acemi gibi kapıyı açarak işe gitmek için yola koyuldu. Kendi varlığını hiç görüyordu ve bu halinin tesirinde Pasta haneyi geçmişti. Derinden gelen bir sesin deprenmesiyle duyulan sesle irkildi, etrafına bakında pastaneyi geçmiş olduğunu anlayarak geri döndü. Dükkânı açtı, temizliği yaptıktan, sonra masaları ve sandalyeleri düzelterek mutfağa geldi. Kıymetli ve değerli bir eşyasını kaybetmiş çocuk gibi huysuzca düşüncelere daldı. Gücü yetmeme hali ve acizlik içinde kıvranıyordu. Sanki bedeninde bir parça eksilmişti. Tasadan bedeni kapıya asılmış perde gibi sallanıyordu, yere yıkılmak içinde iken lale içeriye girdi cemali bu halde görünce telaşla mutfağa geçti ve koluna girerek sandalyeye oturttu. Üzgün bir ses ile
-Sana ne oldu böyle? Dün huşu içinde idin, şimdi gözlerinde korku var, düşkün bir haldesin!
Devamlı akan, gözündeki yaşlardan dolayı zayıflıkla konuş maktanda acizlik içinde
-Gitti
-Kim gitti?
-Dün, yardım etmek için yanına yaklaştığım Hatice evde yoktu, gitmişti.
Alçak gönüllü ve tevazu gösteren bir sesle.
-Neden gitti?
-Bilmiyorum, dün neşe ile eve gittim evde yoktu, sadece bu kâğıt vardı evde.
-Ne kâğıdı?
-Bilmiyorum
Diyerekten cebindeki kâğıt parçasını çıkararak laleye uzattı
-Manasız sayılar yazılı!
-Bende anlam veremedim! Dün alaca ata binmiş yiğit gibi, önümü yönümü gideceğim yeri biliyordum. Şimdi ise… Yol ve yön gösterecek bir iz işaret yok. Harap olmuş gönlüm ile yine baş başa kaldım.
-Kâinatta hadiseler boşu boşuna yaratılmamışlardır. Bunda da bir hayır vardır.
Azgın akarsuların hızlı akması sonucu kayalarda bıraktığı oyuk gibi olmuştu duyguları. Doyurucu tatmin edici bir söz aklına gelmiyordu. Perişandı. Gönlündeki çeşitli düşünceler, duygular, sesler birbirine karışmış, insan aklının ve düşüncesinin zor anlayacağı bir halde idi. Bir düşünce ve körü körüne bağlanılan adetlerden kaçarak yanına gelen Hatice ile bahtiyar ve bir parçada olsa ona yardımcı olarak, mutluluk içinde bahtiyar olmuştu. Bazen isteklerin ve emellerin yönelmiş olduğu gece ve gündüzün devamı müddetince devam edeceği ummak ve sonucunda meşaketli yolda maksada ermek için uğraşmayı bırakmamak, şerefli ve faziletli olan güzelliklere kavuşmayı karşılık vermeden almayı ummak düşüncesiz insana yakışır bir hal ve harekettir. Bu sıkıntılı düşüncelerle akşamı zor getirdi. Lale ne yapacağını bilmeden bütün gün düşündü taşındı, bir çare bulamayınca sessiz kalarak susmayı tercih etti. İlerlemeye mani olan, engel teşkil eden zincirle bağlı olan düşünceleri bu olay karşısında durmuş, söyleyecek sözleri tam söyleyecekken geri adım attıran susmasına neden olan neticeye götüren düşünceleri ve kelimeleri sabun köpüğü gibi sönerek yok oluyordu.Hayat devam ediyordu,yapacak bir şey yoktu.
Mehmet Aluç