- 1658 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (22)
........ devam
MÜSLÜMANLAR MEDİNE’DE DEVLET KURUYORLAR (1)
KARDEŞLİK AKTİ
İkinci Akabe biatinden sonra Medine’nin dışındaki bütün Müslümanlar Medine’ye doğru harekete geçtiler. Hicret heyecanı Müslümanları sarmıştı. Hicret eden Mekkeli Müslümanların bütün rüyaları, hayalleri, bir gün Mekke’ye dönmekti. Daha önce söz ettiğimiz Mekke’deki aşiret yaşamı, aşiretlerin kuralları, insanlar arasında kavgalar büyük olsa da, hâkimiyetini sürdürüyordu. O nedenle Mekke’den dışarıya hicret eden Müslümanlar, çocuklarını, ailelerini Mekke’de bırakarak hicret ediyorlardı. Onlar biliyorlardı ki, aşiretleri çocuklarına, ailelerine dokunmaz. Üstelik dokunacaklara karşı korurlar. Zaten kendilerine göre onurlarına düşkün putperest önderleri, Mekke’den dışarıya hicret edenlerin mallarına, ailelerine, çocuklarına el koymaya tenezzül etmezlerdi. Gerçi daha sonraki yıllar, Mekkeliler Müslümanlara karşı bozguna uğradıkça, Mekke’den hicret eden Müslümanların mallarına da el koymaya başladılar. Savaşlarda yenildikçe, mallara el koymayı savaş ganimeti sayıyorlardı. Yenilginin intikamını böyle alırlarken, onlara karşı çıkacakta bulunmuyordu. Ama, işler onların düşündüğü gibi olmamış, yıllar geçtikçe, Mekkeliler, Mekke’yi savaşsız resule teslim etmek zorunda kalmışlardı.
Hz. Resul Hz. Ebubekir’le Medine’ye hicret için yola çıktığında, tekrar Mekke’ye dönüp dönemeyeceğini bilmiyordu. Bir gece vakti, Hz. Ali’yi yatağına yatırmıştı. Hicret hazırlığına gizlice başlayan Resul, emanet aldığı her şeyi Ali’ye verdi. Ali’ye emanetleri dağıttıktan sonra, Medine’ye gelmesini söyledi. Resul gizlice evinden çıktı. Mekkeliler ise resulü öldürmek için hazırlıklarını henüz tamamlamışlardı. Resulün yola çıktığı gün, öldürmek için görevlendirilen Mekkeliler de resulün evinin etrafında nöbet tutmaya başladılar. Eve baskın yaptıklarında resulün yerine HZ. Ali’yi görünce şaşırdılar. Resulün, onlar baskı yapmadan yola çıkması, bir tesadüf değildi. HZ. Resulün Medine devletini yönetirken uyguladıklarına baktığımızda, onda müthiş bir bilgi toplama, bilgileri değerlendirme, olaylara yön verme kabiliyetinin olduğunu görmekteyiz. Allah ondan razı olsun Pakistanlı Muhammed Hamidullah yazmış olduğu İslam peygamberi isimli kitabında, resulün yönetici lider özelliklerini değişik örneklerle çok güzel açıklamaktadır. Eğer Hamidullah’ın İslam peygamberi kitabını okursanız, resulün hayatı öyle fantastik hikâyelerle değil, aksine, bilgiyle, araştırmayla, iyi planlamalarla geçmiştir. Genelde Müslümanlar resulün hayatıyla ilgili tarihi anlatımlara geçtiğinde, işin içine olağanüstü olaylar, mucizeler katarak, fantastik bir hayat anlatırlar. Aslında Kur’an-daki ayetlere de baktığımızda, resul herkes gibi bir insandır, Rabbinin emirlerini elinden geldiğince yapmaya çalışmıştır.
Uzun süren meşakkatli, üstelik Mekkelilerin takibindeki zorlu yolculuk sürerken Medineliler Resulün yola çıktığının haberini çoktan almışlardı. Büyük bir heyecanla resulü beklemeye başladılar. Heyecan sadece Müslümanları değil, Medine’de yaşayan Yahudileri, putperestleri sarmıştı. Müslüman’ıyla, Yahudi’siyle, Putperesti’yle, Medine de yaşayan herkes, Resulün Medine’ye gelmesi, Medine’nin kralı olmasıyla yeni bir hayata başlayacaklarını biliyorlardı. Hemen herkesin ortak noktası, artık Medine, eski Medine olmayacaktı.
Mekke’ye önceden hicret eden Müslümanlar ile Medineli Müslümanlar hep birlikte resulün gelişini gözetlemeye başladılar. Mekke yönündeki uzun ağaçlara çıkarak yolları gözetleyenler vardı. Günlerce resul beklendi. Resul ufukta görüldüğünde, Medineliler bayram havası içinde, şarkılarla karşıladılar. Medinelilerin resulü karşılamak için besteledikleri şarkı, bugüne kadar en etkin ilahi olarak Müslümanlar arasında söylenmektedir. Medineli olmayan birine karşı, Allah’a inançlarından kaynaklanan bu sevgi gerçekten çok büyüktü.
Artık Medine’de iki grup Müslüman vardı. Ensar kelimesiyle isimlendirilen Medineli Müslümanlar. Muhacirun kelimesiyle isimlendirilen Mekkeli Müslümanlar. Tabi Muhacirin olan Müslümanlar sadece Mekke’den gelenler değildi. Medine dışından gelen her Müslüman’a Muhacirun denilecekti. Muhacir, ülkemizde biraz aksan değiştirerek Macur olarak kullanılmaktadır. Göçmenler, anlamındaki bu kelime, bir beldeye sonradan gelenler, orada doğmayanlar olarak algılanmaktadır. Gerçi ülkemizde, çocuklar göç etmemiş olsalar da, atalarının göç edişinden dolayı Macur denilmektedirler. Ensar Arapçada yardım eden, yardımcılar anlamına geliyor. Müslümanlara sahip çıkan, yardım eden, resulün yardımcıları olarak Medineliler bu unvanla anılmışlardır.
Medine’ye göç eden Müslümanlar, bütün mallarını, çocuklarını, ailelerini memleketlerinde bıraktılar demiştik. Çoğunun üzerinde elbisesinden başka bir şey yoktu. Özellikle Mekke’den göç edenler, resulde dâhil, apar topar üzerlerinde ne varsa, yol azığından başka bir şey alamadan yola çıkmışlardı. Resul Medine’ye geldiğinde onu karşılayanlar iki grup Müslüman’dı.
Birinci grup Medineliler, evleri, bağları, bahçeleri, paraları, aileleri, çocukları var.
İkinci grup hicret edenler, evleri, bağları, bahçeleri, paraları, aileleri, çocukları yok.
Bir dava uğrana bir araya gelmiş olanların bu şekilde olması akla, mantığa, inandıkları davaya uygun değildi. Herkes bunun farkındaydı. Medineliler, bu konuda resul gelinceye kadar ciddi adımlar atmamışlardı. Ama bildikleri bir şey vardı. Madem Müslümanları Medine’ye davet ettiler. Öyleyse onların yaşam sorumluluklarını üstlenmeliydiler. Bunu göze alarak Resulü ve Müslümanları Medine’ye davet etmişlerdi.
Müslüman olanlar; ırkı, soyu, kabilesi, mevkii, makamı, parası, ailevi durumu ne olursa olsun, İslam olarak, birbirinin kardeşi olmuşlardı. İlke olarak, Müslümanlıkta birleşen, kardeş olan Müslümanlar, bilgide, idealde kardeş olmaları yetmezdi. Önemli olan hayatta bu kardeşliğin teşekkül etmesiydi. Peki, kardeşlik hayata nasıl geçecekti? Bu kardeşliğin toplumsal yansıması nasıl olacaktı? Müslümanların zenginleri Mekke’de bunu göstermişlerdi. Müslüman olanlar, kölelere, zencilere, fakirlere sahip çıkmışlar. Onlara zulüm ediliyorsa karşı çıkmışlar. Köleleri satın alıp azat ederek özgürleştirmişlerdi. Medine’de bu nasıl olacaktı? Medine’de Müslümanlara baskı yoktu. Onlara zulüm edilmiyordu. Hicret eden Müslümanların çoğu fakir, köle olmasına rağmen, içlerinde zengin olan, soylu asil kişilerde vardı. Konumu ne olursa olsun, hepsi İslam kardeşliğinde eşitlenmişlerdi. Ancak toplumsal görüntü bu değildi. Toplumsal yapı hala farklılıkları yaşıyordu.
Resul Medine’ye gelişinden beş ay sonra, Müslümanlar arasında kardeşlik akdi yaptı. Yapılan kardeşlik akdine göre,
1. Medineliler arasındaki bütün kan davaları kaldırıldı. Artık hiç kimse kan davası gütmeyecekti. Herkes geçmişteki bütün tartışmaları, kanları, kinleri, nefretleri bitirecekti. Tabi muhacirler arasındaki kan davaları da kaldırıldı. Tarihin ürettiği düşmanlık adına ne varsa bitirilmesi önemliydi.
2. Medineli Müslüman mallarına muhacir Müslümanları varis kılacakları söylediler. Bu yönde Allah’ın Nisa suresinin 33. Ayeti gelerek, miras konusuna açıklık getirdi. “her biri için, ana, baba ve akrabanın bıraktığından varisler kıldık. Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin. Çünkü Allah her şeyi görmektedir” Ayette görüldüğü gibi, ana, baba ve akrabanın bıraktıkları miras olarak düşüyor. Ancak Müslümanlar akraba olmayanlarına miras bırakacaklarına dair akit (yemin) verdilerse, verdikleri bu söz geçerli olacaktır. Ayetin yönlendirmesi, miras dağıtılırken adaletli olmaktır. Ailelerin çocuklarını mirassız bırakması kabul edilmemiştir. Bu ayetin gelmesine neden bazı Müslümanlar Allah’ın rızasını kazanma amacıyla, kendi çocuklarını unutarak, bütün mallarını muhacirlere miras bırakma yoluna gittiler. Ayet miras haklarının bölüşülmesinde bilmeden yapılan haksızlığı düzeltti. Medineliler hicret eden Müslümanları evlerine kabul ediyor. Bağlarında, bahçelerinde birlikte çalışarak, Allah’ın nimetlerini bölüşüyorlardı. Hiç kimse ortada kalmamıştı. Medine’ye gelen her Müslüman, mutlaka bir Medineli Müslüman’ın sorumluluğu altındaydı. Resul, kim kimin yanında, kim kimin evinde, kim kiminle ne iş yapıyor biliyordu.
3. Bazı tarihi rivayetler ilgin hadiseler anlatıyor. Medineli Müslümanlar hicret eden Müslümanların durumlarını biliyorlardı. Onların aileleri, çocukları yanlarında yoktu. Kendilerinin ise aileleri, çocukları yanlarındaydı. Bu durumu adaletli görmeyen bazı Müslümanlar kadınlarından bazılarını boşadılar. Hicret eden Müslümanlarla evlenmelerini istediler. Çocuklarından bazılarını hicret eden Müslümanlara evlatlık verdiler. Amaçları hicret eden kardeşlerine yardım etmekti. Çocukların evlatlık verilerek, hicret eden Müslümanların bakımına verilmesi fazla dikkat çekmiyor. Ancak bazı Medineli Müslümanların kadınlarını boşayarak, hicret eden Müslümanlarla evlenmelerini istemeleri insana garip geliyor. Bu yönde gelen rivayetlerin doğruluğunun tartışılması bir yana, olabilirliği de düşünülürse, kardeşlik akdinin boyutları insanı düşündürüyor. Ancak olay bizce garip gelse de, Araplar arasında aynı anda sayısız birden fazla eşle evlenme özgürlüğünün olması, imkânı olan Arapların evinde çok sayıda eşinin olması, olayı gariplikten çıkarıyor. O nedenle bu tür konuları duyduğumuzda oluşan, “olur mu hiç” gibi tepkiler yersiz olabilir. Özellikle uzun zamandır tek kadınla evlilik hayatını yaşayan günümüz Müslümanlarının, Medine’deki bu durumu anlamaları mümkün olmayabilir.
Medine’de yapılan kardeşlik akdi, Müslümanların kurmayı planladığı devlet, kardeşlik temeli üzerine kurulurken, kardeşliğin de boyutları belirleniyordu. Kardeşliğin boyutlarında, Müslümanlar paylaşmayı, kurallar çerçevesinde başarmışlardı. Neleri paylaştılar? Sorgusunda, ellerinde bulunan mallarını, kadınlarını, çocuklarını diye cevap geliyor. Bu paylaşım, günümüz anlayışlarından çok uzaktır. Denilir ki, Fransız Komünist yazarlarından Roger Garaudy, dinler hakkında inceleme yaparken, İslam’ın yayılışı, Medine devletinin kuruluşu, kardeşlik akdi konularıyla karşılaştığında, çok etkilenerek, “işte komünizmin temelleri bu” demiştir. Ancak hiçbir ateistin böyle bir paylaşımı yapamayacağını idrak eden Roger Garaudy, İslam üzerine araştırmalar yaparak Müslüman olmuştur. Tabi bu rivayetlerin doğruluğu tartışılabilir. Ama işin gerçeği, Kur’an ayetlerinden de çıkan anlam, Müslümanların, sevgiyi, saygıyı, paylaşımı esas alan bir dine inandıklarıdır. Allah’ın; insanlara nimet olarak verdiği aileler, kadınlar, çocuklar, bağlar, bahçeler, paralar, zenginlikler, mevkiler, makamlar insana imtihan için verilmiştir. İmtihanda başarılı olabilmenin tek şartı da, verilen nimetlerin ihtiyaç sahipleriyle paylaşılmasıdır.
Müslümanlar kardeşlik akdiyle, Medine toplumunun temelini attılar. Artık Medine toplumu, her şeylerini Allah için verebilen bir toplum olduğunu ispatlamıştı. Toplumun kenetlenmesi, birbirine bağlılığı o güne kadar görülmemiş bir şeydi. Birbirine bağlı, organize olmuş toplumun, devletleşmesinden başka çaresi yoktu. Zira devlet demek, toplumsal otoritenin birlikte güçlenmesidir.
MEDİNE VESİKASI
Olaylar hızla gelişiyordu. Mekke’de gelen hükümlerle, putperestlikten, Yahudilikten, Hıristiyanlıktan farklı, ideal bir insanlık tipi oluşturulmuştu. Allah için, Allah’ın verdiği nimetleri paylaşıma sunan… Uzun süredir insanlığın özlediği birbirine sahip çıkmayı esas alan. Yalanı, riyayı asla kabul etmeyen… İçi dışı bir insan kimliğiyle meydana gelen toplum, yaptığı kardeşlik akdiyle büyük bir adım atmıştı.
Yalansız, riyasız insanların oluşturduğu toplumu hazırlayan, toplumun temelini teşkil eden yasalar Allah tarafından gönderilerek, insanlığın temeli atılmıştı. Kardeşlik akdiyle temel üzerine duvarlar yükseltildi. Sıra Müslümanların oluşturduğu toplumsal yapılanma binasının çatısının kurulmasına gelmişti. Çatı toplumun tepesiydi. Yani devletti. Her ne kadar ikinci Akabe biatinde Müslümanları yönetecek kadrolar seçilse de, Medine’de sadece Müslümanlar yaşamıyordu. Nüfus sayımında 4000 Yahudi, 4500 putperest Arap, 1500 Müslüman olduğu tespit edilmişti. Medine’nin yönetici kabileleri Evs Ve Hazreç’in kardeşlik ilanı, bu kardeşliği Medine dışından gelenlerle bütünleştirmesi, toplumun her kesimini etkiliyordu. Zaten Medine’deki putperestlerin herhangi bir talepleri yoktu. Yahudiler de Arapların yönetimini başından beri kabul etmişlerdi. Yeni söylemde herhangi bir iddiaları yoktu. Çatı kurulduğu zaman, Medinelilerin tümünü kapsayacaktı. O nedenle çatının, yani devletin kurulması, ilanı, Müslüman toplumu oluşturan kurallarla, Müslümanların kendi aralarında kardeşlik akdi yapmalarıyla bitmiyordu. Nüfusun %85’ini oluşturan Yahudiler, Putperest Araplar ne diyordu? Ne diyeceklerdi? Asıl önemli olan buydu.
Modern siyaset sosyolojisi, bir toplumun yönetim kademesi %20 ile %25 arasındadır diyor. İktidar için yapılan siyasi kavgalar, çatışmalar bu oran arasında olmaktadır. Medine’de Müslümanlar toplumun %15’ini oluştururken, %85’i oluşturan diğer insanlar yönetim için herhangi bir iddiada bulunmuyorlardı. Böylece modern siyaset sosyolojisinin %20’lik toplumu yöneten kadrolar teorisi, zaten Medine’de Müslümanların lehine teşekkül etmişti. Resul, bütün Medine’yi dini ne olursa olsun adalet içinde yönetmek için girişimlerde bulunarak, tarihe “Medine vesikası” olarak geçen antlaşmayı yaptı. Medine vesikasının, toplumsal yapılanmadaki etkileri, ne yazık ki, Müslümanlar tarafından yeterince değerlendirilememiştir. Bunun nedeni, peygamberin kurduğu devlet, eksiğiyle gediğiyle, yanlışlarıyla doğrularıyla, 03.Mart. 1924 yılına kadar sürdü. 29. Ekim. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti 03.Mart.1924 tarihinde üç kanun çıkardı. Bunlardan birincisi teşkilatı esasiye kanunu, yani 1924 anayasası. İkincisi Diyaneti Teşkilatı yasası… Üçüncüsü ise hilafetin kaldırılması kanunu… Hilafet kaldırılırken büyük tartışmalar yapıldı. Kanun 3 Mart 1924 tarih 431 sayılı kanunla “Madde 1: Halife halledilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır” şeklinde çıkarılmıştır. İfadeye dikkat ederseniz, aslında hilafet kaldırılmamış, hilafetin bütün yetkileri Hükümet ve Cumhuriyetin mana ve mefhumunda mevcuttur denilmiştir. Yani bu kanuna dayanarak, hukuken birileri Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin halife olduğunu iddia edebilir. Böyle olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, hilafetin yetkilerini kullanmamıştır. Günümüzde de artık bu konuya devlet yetkililerinden hiç kimse dönmemektedir. Yasayla pasifleştirilen, fiiliyatla yok sayılan hilafetin yok edilmesiyle, peygamberin kurduğu devlet yıkılmıştır. Medine’de kurulan devletin 03.Mart.1924 yılına kadar sürdüğü zamanlarda, Müslümanların devletin kuruluş temellerine yönelik ciddi çalışmalar yapması gerekmiyordu. Bu süre zarfında Müslümanlar, saltanatları, imametleri, halifeleri konuştular. Ancak devlet yıkıldı. Tekrar Müslümanların devleti olması gerektiğine inanan Müslümanlar ise, Müslümanların nasıl, hangi esaslara dayalı devlet kurdular, kurarlar sorularına karşılık, Müslümanların oluşturduğu hukuki esasları dikkate aldılar. Hâlbuki o hukuki esaslar, devlet nasıl kurulur sorusundan çok, devleti yöneten imamların, grupların konumlarıyla ilgilidir. Bu yanlış yönlenme sonucunda Müslümanlar, uzun süre peygamberin Medine’de kurduğu devletin esaslarını ela almayı düşünmediler.
Ancak batılılar olaya Müslümanlar gibi bakmadılar. Batılılar Suudi Arabistan’dan çıkıp, dünya imparatorluklarını yıkan, Asya, Avrupa, Afrika kıtalarına hâkim olan Müslümanların hangi esaslar üzerinde kurulduğunu araştırmaya başladılar. Medine’de Müslümanlar devlet kurarken, o güne hükmeden İran’ın Sasani (Pers) İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Arabistan’da kurulan devlet tarafından yerle bir edildiler. Doğuda Hindistan’a dayanıp, Hintlileri bölen... Batı’da İspanya giren… Avusturya’ya dayanan… Afrika’nın büyük bir bölümüne hâkim olan. Kafkaslara egemen olan... Müslümanların kurduğu devlet dikkatlerini çekiyordu. Zira Müslümanların hâkim olduğu topraklar, büyük Roma imparatorluğundan daha büyüktü. Müslüman olmayanların gördüğü görüntü gerçekten müthişti. Bu nedenle, batılıların tarihçileri, sosyologları Müslümanların Medine’de hangi esaslarla devlet kurduğu konusuna ciddi olarak eğildiler. Müslümanlar arasında fazla dikkate çekmeyen Medine vesikası batılıların dikkatini çekti. Batılıların Medine vesikası üzerine araştırmaları serüveni uzundur. Müslüman bilim adamlarından Hamidullah da, konuya eğilerek ciddi analizler yapmıştır. İslam peygamberi ismiyle Türkiye’de basılan 2.ciltlik siyer kitabı, oldukça kapsamlı, peygamberin devletçi yapısını anlatan bölümlerle doludur.
Medine Vesikası’nı Batılı bilim çevrelerine tanıtan Alman oryantalist Wellhausen olmuştur. Muhtemelen Wellhausen’ın Skizzen und Vorarbeiten (Skeçler ve ön çalışma) adlı kitabının 1899’da yayımlanmasından sonra, yine Alman Grimme, italyan Caetani, Buhl, Wensick, Korehl, Ranke, Müller ve Guillaume adlı yazar ve araştırıcıların dikkati çekilmiş, Vesika ile ilgili yayınlarda hissedilir bir artış olmuştur. Ancak Vesika’nın İslam dünyasında aktüel hale gelmesini Prof. Muhammed Hamidullah’a borçluyuz. Arapların “kütüphane köstebeği” adını verdikleri Hamidullah’ın, Türkiye, Ortadoğu, Asya ve Avrupa kütüphanelerini kapsayan çok yönlü araştırmaları, Vesika ve bu Vesika’nın imzalandığı tarihsel, sosyal çevre ile ilgili geniş bilgilere sahip olmamızı sağlamıştır. Onların bu çalışmalarından sonra başka bilim adamları da vesikayla ciddi olarak ilgilenmişlerdir.
Wellhausen ve Hamidullah’ın bilim çevrelerine tanıttıkları Medine Vesikası’nı ilk defa kitabına alan Muhammed İbn İshak’tır (öl. h.151). Hadis usulünde geçerli “isnad” yöntemini kullanmayan İbn İshak’tan, İbn Seyyid en-Nas ve İbn Kesir’de kitabına almıştır. Wellhausen ve diğerlerinin Vesika’yı İbn Hişam’dan aldıklarında kuşku yok. Gerçekten İbn İshak’ın daha geniş bir açılımı olan İbn Hişam (öl.213) “Siret” adlı ünlü kitabında Vesika’yı tam metin olarak verir. Dikkat çekici bir diğer nokta şu ki, Vesika, Ebu Ubeyd’in “Kitabu’l-Emval” adlı kitabında İbn Ebi Heyseme’den aktarılan isnad’tan farklı bir isnad’la ve tam metin olarak geçer. Umeri’nin verdiği bilgiye göre, Züheyr kanalıyla İbn Zenceveyh’in (öl.247) “Kitabu’l-Emval”inde de Medine vesikası yer alır.
Kısaca, Eski ve yeni müelliflerin büyük çoğunluğu, Vesika’nın Hicretin ilk yılında, yani m. 622’de imzalandığını kabul eder. İbn Hişam ve Ebu Ubeyd’in eserlerinde düz ve yekpare bir metin iken, Wellhausen onu 47 maddeye ayırmış, daha sonraları Hamidullah, kimi maddeleri kendi içlerinde bölerek bu sayıyı 52’ye çıkarmıştır.
Medine vesikasının sonradan maddeleştirilmiş yapısı şöyledir.
1) Bu kitap, Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli mü’minler ve Müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için
2) İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet teşkil ederler.
3) Kureyş’den olan Muhacirler, kendi aralarında âdet olduğu veçhile kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler ve onlar harp esirlerinin kurtuluş fidyesini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara, adalet kurallarına göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
4) Benû ‘Avf’lar kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir. Her zümre (grup-kabile), harp esirlerinin kurtuluş fidyesini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kurallarına göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
5) Benû Hârisler, kendi aralarında âdet olduğu gibi evvelki, şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her bir zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasında iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kurallarına göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
6) Benû Sâide’ler, kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kurallarına göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
7) Benû Cuşem’ler, kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kaidelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
8) Benû’n-Neccâr’lar kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kaidelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
9) Benû ‘Amr İbn ‘Avf’lar, kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kaidelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
10) Benû’n-Nebît’ler, kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kaidelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
11) Benû’l-Evs’ler, kendi aralarında âdet olduğu gibi, evvelki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye ve her zümre, harp esirlerinin kurtuluş fidyesini, müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet kaidelerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir.
12) Müminler kendi aralarında ağır malî sorumluluklar altında bulunan hiç kimseyi yalnız bırakmayacaklar, kurtuluş veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir.
12/B) Hiçbir mümin diğer bir müminin kardeşlik yaptığı kişi aleyhine bir anlaşma yapamaz.
13) Takva sahibi müminler, kendi aralarında, insanların haklarına tecavüz eden ve haksız bir iş yapmayı tasarlayan yahut bir kötülük yahut bir hakka tecavüz veyahut da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kastını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evlâdı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
14) Hiçbir mümin bir kâfir için, bir mümini öldüremez ve bir mümin aleyhine hiçbir kâfire yardım edemez.
15) Allah’ın himayesi teminatı tekdir; onların hepsi için hüküm ifade eder. Zira müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin kardeşidirler.
16) Yahudilerden bize tâbi olanlara her türlü yardım yapılacak olup, asla onların aleyhine bir başka toplumla yardımlaşma yapılmayacaktır.
17) Sulh, müminler arasında tekdir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harpte, diğer müminleri hariç tutarak, bir sulh anlaşması akdedemez; bu sulh, ancak genel olarak, adalet esasları üzere yapılacaktır.
18) Bizimle beraber harbe iştirak eden bütün birlikler, birbirleriyle nöbetleşeceklerdir.
19) Müminler, birbirlerinin Allah yolunda akan kanlarının intikamını alacaklardır.
20) Takva sahibi müminler, en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.
20/B) Hiçbir Medineli müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz. Hiçbir mümine bu hususta engel olamaz.
21) Herhangi bir kimsenin, bir müminin ölümüne sebep olduğu katî delillerle sabit olur da maktulün velisi rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur; bu halde bütün müminler ona karşı olurlar. Ancak bunlara, sadece tatbiki için hareket etmek helâl olur.
22) Bu sahifenin muhteviyatını kabul eden, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan bir müminin bir katile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helâl değildir. Ona yardım eden veya sığınacak bir yer gösteren Kıyamet Günü Allah’ın lânet ve gazabına uğrayacaktır. O zaman artık kendisinden ne bir para tediyesi ve ne de bir taviz alınacaktır.
23) Üzerinde ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir.
24) Yahudiler de, müminler gibi, muharebeye devam ettiği müddetçe savaş masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.
25) Benû ‘Avf Yahudileri, müminlerle birlikte bir ümmet teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna gerek koruyanları, korudukları ve gerekse bizzat kendileri dâhildirler.
25/B) Yalnız kim ki haksız bir fiil işler veya bir kötülük yaparsa, o sadece kendine ve ailesine zarar verir.
26) Benû’n-Neccâr Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
27) Benû’l-Hâris Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
28) Benû Sâ’ide Yahudileri de Benû ‘avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
29) Benû Cuşem Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
30) Benû’l-Evs Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
31) Benû Sa’lebe Yahudileri de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. Yalnız kim ki haksız bir fiil işler veya bir kötülük yaparsa, o sadece kendini ve ailesine zarar verir.
32) Cefne (âilesi) Sa’lebenin bir kolu (batn) dur; bu bakımdan Sa’lebe’ler gibi kabul edileceklerdir.
33) Benû’ş-Şuteybe de Benû ‘Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahip olacaklardır. Kurallara muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır.
34) Sa’lebe’nin korudukları, bizzat Sa’lebeler gibi kabul edileceklerdir.
35) Yahudilere sığınmış olan kimseler (Bitâne), bizzat Yahudiler gibi kabul edileceklerdir.
36) Yahudilerden hiçbir kimse Muhammed’in müsaadesi olmadan savaşa çıkamayacaktır.
36/B) Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilemeyecektir. Muhakkak ki bir kimse bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mesuliyet altına sokar. Aksi halde haksızlık olacaktır. Allah bu yazıya en iyi uyanlarla beraberdir.
37) Birlikte savaştıklarında, Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Muhakkak ki bu sahifede gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar kendi aralarında yardımlaşacaklardır. Onlar arasında yardımlaşma ve iyi davranış bulunacaktır. Kurallara muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareketler olmayacaktır.
37/B) Hiçbir kimse müttefikine karşı bir kötülük işleyemez. Muhakkak ki zulmedilene yardım edilecektir.
38) Yahudiler Müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri müddetçe masraf da bulunacaklardır.
39) Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Yesrib bölgesi korunmuşluk yeridir.
40) Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir; ne zulmedilir ve ne de kötülük edilir.
41) Himaye verme hakkına sahip kimselerin izni müstesna, bir himaye hakkı verilemez.
42) Bu sahifede gösterilen kimseler arasında doğmasından korkulan bütün öldürme yahut tartışma, karışıklık olaylarının Allah’a ve Resûlullah Muhammed’e götürülmeleri gerekir. Allah bu sahifeye en kuvvetli ve en iyi riayet edenlerle beraberdir.
43) Ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edecek olanlar, himaye altına alınmayacaklardır.
44) Onlar arasında, Yesrib’e hücum edecek kimselere karşı yardımlaşma yapılacaktır.
45) Şayet onlar bir barış yapmaya veya bir barışa iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya akdedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet onlar aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır; din mevzuunda girişilen harp vakaları müstesnadır.
45/B) Her bir zümre, kendilerine ait mıntıkadan sorumludur.
46) Bu sahifede gösterilen kimseler için konulan şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların koruduklarına ve bizzat kendi şahıslarına, bu sahifede gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir muhafazakârlık ile tatbik olunur. Kurallara muhakkak riayet edilecek, bunlara aykırı hareket olmayacaktır. Ve haksız şekilde kazanç temin edenler, sadece kendi nefsine zarar vermiş olurlar. Allah bu sahifede gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riayet edenlerle beraberdir.
47) Bu kitap, bir haksız fiil işlerse veya kötülük yaparsa bu antlaşma metni onların cezalandırılmasına engel değildir. Kim ki bir harbe çıkar, emniyette olur veya kim ki Medine’de kalırsa yine emniyet içindedir. Haksız bir fiil ve kötülük halleri müstesnadır. Allah ve Resûlullah Muhammed himayelerini, tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza eden kimseler üzerinde tutacaklardır.
Antlaşma metninde görüldüğü gibi, Yahudiler, putperest Araplar ve Müslümanlar, bir toplum oluşturmuş. Toplumun liderinin resul olduğu belirlenmiştir. Anlaşma metnini özetlersek,
1. Toplumu oluşturan herkes kendi dinine göre yaşayacaktır.
2. Toplum içindeki bütün kesimler birbirinin yardımcısıdır.
3. Toplumu oluşturan kişiler eğer birilerini koruma altına almışlarsa, korudukları da koruyanların haklarına sahip olacaktır. Ancak hiç kimse, Mekkeli bir putperesti koruyamayacaktır.
4. Toplumdaki bütün anlaşmazlıkların nihai çözücüsü resuldür.
5. Toplumu oluşturan kesimler, Müslümanlarla birlikte savaştıklarında, savaş masraflarını kendileri karşılayacaklardır.
6. Toplumu oluşturan hiçbir kesim, toplumu oluşturan kesimler aleyhine başka toplumlarla anlaşma yapamayacak. Başkalarını destekleyerek, toplumu oluşturan kesimler aleyhine davranamayacaktır.
Çatı, yani devlet altında toplanan bütün kesimler, toplumsal bütünleşmeye, toplumsal yardımlaşmaya gitmişlerdir. Müslümanların böyle bir birliği sağlamalarının yanında, toplumu oluşturan putperest Arapların ve Yahudilerin bu anlaşma altına imza atmaları ilginçtir. Onların her biri, kurulan devlete teslim olmuşlardır. Teslim olmak, aynı zamanda İslam olmak anlamında kullanıldığından, bazen anlam çatışmaları doğmuştur. Nitekim Allah bu konuda, Hucurat suresinin 14, 15.ayetlerinde “Bedeviler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır”
devam edecek..........
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.