- 1962 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (20)
.... devam
AKABE BİATLARI
Günümüz Müslümanlarını bugün en çok ilgilendirmesi gereken konuların başında Akabe biatleri gelmelidir. Birinci dünya savaşından sonra yıkılan Osmanlı hilafetiyle, doğru veya yanlış Müslümanların bir devleti bulunmaktaydı. Ancak, birinci dünya savaşında yenilen Osmanlı devletinin yıkılmasıyla, Müslümanların devleti yıkılmış sayıldı. Yıkılan Osmanlı’nın hakim olduğu topraklar üzerinde batıya bağımlı küçük devletler kuruldu. Müslümanların yaşadıkları bölgelerde kurulan devletlerin hiçbiri Müslümanlara biz Allah’ın kurallarına dayalı bir devlet kurduk iddiasında olmamıştır. Her ne kadar bazı ülkelerde, şeriat devleti kurduk iddiaları olsa da kurdukları şeriat devletlerinin İslam’la bir ilgisi olmamıştır. Araplar şeriat diye, Arap örfünü, İranlılar şeriat diye Acem Arap örfünden oluşan Caferi mezhebini, Kaddafi’nin Libya’sı, Sol nasyonalist İslam karışımı yeşil devrimini iktidar etmişlerdir. Gerçekte Allah’ın Müslümanlar için emrettiği, bireysel, toplumsal hukuki yapılanmaların hiç biri gerçekleşmemiştir. Osmanlı hilafetinde var mıydı diye bir soru sorsak, elbette Osmanlı’da da yoktu. Aslında Müslümanların Allah’ın kurallarına göre kuracakları, kurdukları devlet uzun yıllardan beri hayattan silinmişti. Müslümanlar, etnik, mezhebi kökenlerinin, aşiret hırsına dayalı iktidarlarının baskın iktidarlarını, amaçlarına kullandıkları İslam adına cihat söylemleriyle sürdürmüşlerdi. Ancak Osmanlı hilafetinin yıkılması, olmayan Müslümanların devletinin gerçeğini ortaya çıkardı. “Takke düştü, kel göründü” hesabı, Osmanlı yıkıldı, hilafet kaldırıldı, gerçekte Müslümanların, İslam adına bir hiç oldukları ortaya çıktı. Anadolu’da toplanan Müslüman gençler, güya İslam adına Osmanlı tarafından uzun yıllar, balkanlarda, Arabistan çöllerinde savaştırıldılar. Osmanlı’nın İslam’dan saptığına inanan Arap halkları uzun süreli savaşlara giriştiler. Müslüman topluluklar, bir taraftan dışarıyla savaşırken, diğer taraftan birbirleriyle savaşarak, kendilerini öldürdüler. Birinci dünya savaşından sonra, Müslümanların yaşadığı her ülkede İslam’a uyanış adı altında, geleneksel Müslümanlığa sahip çıkılırken, bir müddet sonra Kur’an-a dönüş hareketleri başladı. Ancak yaşayan toplulukların yakın ataları üç kıtaya hâkim imparatorluktan kalmanın sıkıntılarını yaşıyordu. Dedelerinin üç kıtaya hâkim Osmanlı adına savaşmış olmaları nedeniyle, bir an önce yeniden üç kıtaya hâkim bir devlet kurma hayaliyle yanıp tutuştular. Müslümanların devlete doğru yürüme faaliyetleri sürekli akamete uğradı. Kimi Müslüman topluluklar, geleneksel din anlayışlarını, mezheplerini devlet yapma hayalini, kimi Müslüman topluluklar ise batıdan etkilenerek, batı tipi devlet kurma hayalini sürdürdüler. İşte bu nedenle Akabe biatleri Müslümanlar için önemlidir. Zira Akabe biatleriyle Müslümanlar İslam’ın tebliğinin başladığı Mekke’den, Medine’ye hicret edip, devletlerine kavuşmuşlardır. Kısaca Akabe biatleri, Müslümanları devlete götüren bir sonuçtur. Bu nedenle Müslümanlar hayallerinde, ideallerinde sürekli tekrarladıkları devletlerine ulaşabilmeleri için, Akabe biatlerinin özlerini kavramaları gerekir. Akabe biatleri süreci Mekke’deki mücadelede sonuçsuz kalan Müslümanlara, Medine’de özgürlük kapısı açılarak büyük bir imparatorluğun yolunu açmıştır.
Müslümanları ülkelerine davet eden Medine şehri nasıldı? O dönemlerde Arabistan’daki her şehrin kendi siyasi konumu, yapısı olduğundan daha önce söz etmiştik. Bu nedenle Medine’nin sosyal siyasi yapısı hakkında ön bilginin yararlı olacağına inanıyorum.
İSLAM’IN TEBLİĞİ BAŞLADIĞINDA MEDİNE’NİN SOSYAL DURUMU
İslam’ın tebliğinden önceki yıllarda, Medine uzun süreli kabile savaşlarıyla sarsılmıştı. Medine’de iki kardeş olan Evs ve Hazreç’in soyundan gelen kabileler birbirine girmiş. Kabile savaşlarına Yahudiler de kendi aralarında savaş vererek katılmışlardı. İki Arap kabilesinin müttefikleri Yahudi kabileler (Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kurayza) arasındaki bitmek bilmez savaşlar siyasi birliği altüst ediyordu. Aslında Medine Arabistan’ın diğer şehirlerine göre, toprakları verimli, hurma bahçeleriyle ünlü, ticari kervanlarıyla önemli, her ticaret kervanının mutlaka uğradığı, ekonomik açıdan değerli bir şehirdi. Belki de siyasi çekişmelerin, çıkar çatışması olarak gün yüzüne çıkması bu yüzdendi. Hâlbuki barışın sağlandığı zamanlarda Medine, bütün Arabistan şehirlerinin gözdesiydi.
Medine şehri Arapların kurduğu bir şehirdi. Evs ve Hazreç iki kardeş kabile, ataları tarafından kurulan Medine şehrinin doğal yöneticileri olarak görülüyorlardı. İki kabile arasında süren iktidar kavgaları, Yahudilerin de katılmasıyla korkunç sonuçlar doğuruyordu. Yahudiler Medine’nin yönetimi konusunda, yani Medine’nin krallığı konusunda iddialı değillerdi. Medine’ye misafir olarak gelmişler… Arapların yönetiminde yaşıyorlar. Kendilerine tanınan haklarla dinlerini yaşıyorlar. Ticari hayatlarını istedikleri gibi sürdürüyorlardı. İki kabilenin iktidar savaşlarına bir de onlar katılsaydı herhalde Medine çekilmez bir şehir olurdu.
Tarihçilerin, “Buas” adını verdikleri Evs ve Hazreç arasındaki savaşların bazılarının 120 yıl sürdüğü söylenir. İslam tebliğinin sürdüğü günlerde, Medineliler, Medine’deki bütün yaşayan grupların katılacağı merkezi bir otoritenin savaşlara son vereceğini düşündüler. Roma ve İran monarşisine benzeyen bir yönetim tarzı kurmak istiyorlardı. İranlılar, Romalılar gibi büyük bir imparatorluk olmasalar da, ülke içindeki farklı etnik ve din kökenli insanların birlikte yaşayacakları, her toplumun haklarının belirlendiği bir yönetimin kurulmasına karar verdiler. Hazreç kabilesinden Abdullah ibn Ubeyy bin Selül’ü başlarına kral yapmak seçtiler. Bu karara vardıklarında her kabileden bir temsilci Abdullah İbni Ubeyy bin Selül’ün yardımcıları olarak seçileceklerdi. Böylece y3önetimde her kabile kendini temsil etmiş olacaktı. Bazı rivayetlere göre Medineliler verdikleri bu kararı, Medine’de on yılda bir kutlanan bayram günü bütün dünyaya ilan edeceklerdi. İbn-i Selül’ün krallığı ilan edilmeden, Medinelilerin Akabe biatleri hayatlarına girdi.
AKABE BİATLARI
Akabe sarp, dik yokuş veya sarp, dik geçit anlamlarında kullanılmıştır. Etrafı dağlarla çevrili Mekke’nin çevresinde birden fazla tarife uyan geçitlerin olduğu rivayet edilir. Ancak daha sonra Akabe denilince biatlerin yapıldığı yer akla gelirm.
Biat edilen Akabe kayalıkları Mekke’ye 2 veya 3 km. uzaklıktadır. Mina ile Mekke arasındadır. 2 veya 3 km. uzaklık konusu herhalde kayalıklara farklı yerlerden yapılan ulaşımda kullanılan yollardan kaynaklanmaktadır.
Medinelilerin Akabe’de buluşmaları üç kez olmuştur. Ancak Müslümanların tarihinde iki Akabe biatinden söz edilir. Biatler konusunu araştırırken, çalışmalarıma üçüncüyü de kattım. Medinelilerin ilk akabe buluşması diğerlerinden farklı, önemli bir buluşmadır. Çünkü diğer iki Akabe biati ilk buluşmanın sonuçlarıdır.
1. AKABE BİATI (TEVHİDE BİATI)
620 yılında Mekke’ye hac için gelen Medenililerden bir grup Peygamberin Kur’an okumasını dinlediler. Merakla birbirlerine baktılar. Dinledikleri üzerinde konuşmak için Medine’den gelenlerden ayrılarak Akabe kayalıklarında buluştular. Rivayetlere göre Hazreç kabilesinden Esad Bin Zürare akabede bulaşanların arasındaydı.
Müfessirlerden bazıları, Cin Suresinin 1- 5 ayetlerindeki “De ki: Cinlerden bir topluluğun okunanları dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, harikulade güzel bir Kur’an dinledik. Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. Kimseyi Rabbimize ortak koşmayacağız. Hakikat şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız, Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş. Hâlbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık” ayetlerinin, bu olay üzerine indirildiğini söylemektedirler. Müslümanların Mekke’de baskılardan bunaldığı bir dönemde, Resulün Taif’e gidip taşlanarak dönmesinden sonra gönderildiği ifade edilen bu ayetlerin, resule mutlu bir haber verilerek onun umutsuzluğa düşmesi engellenmiştir yorumu yapılmıştır.
Akabe’de buluşan Medineliler dinledikleri ayetler üzerinde görüşmeler yaparak, konuyu Medine’ye dönünce akıl sahipleriyle konuşmaya karar verdiler. Tarihi rivayetlerden anlaşılıyor ki, akabede buluşan Medineliler ayetlerden etkilenmiş, aklen, kalben hidayete ulaşmışlardı. Fakat bunu ne diğer Medinelilere, ne Resule, ne de Mekke’deki Müslümanlara söylemediler. Aralarında konuşarak gizli kalmasını istediler. Onların aklen, kalben Allah’a yaklaşmalarını, ayetlere inançlarını Müslümanların tevhide biati çerçevesinde ele alabiliriz. Onlar Allah’tan başka ilah olmadığını beyan eden ayetlerin özündeki, putları ret, Allah’ı tek ilah (otoriter) kabul etme anlayışına inanmış, kalpleriyle tasdik etmişlerdi.
Tevhide biatle, kelime-i şahadete biati aynı tutmamak gerek. Zira kelime-i şahadete biatte, Allah’tan başka ilah (otorite) olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şahadet ederek, tasdik etmek var. Akabede bulunan Medineliler, Allah’ın tek ilah olduğuna inanmışlar ama henüz resule gidip onu tasdik etmemişlerdir. Onların Müslümanlığı bir bakıma bundan önceki bölümlerde söz ettiğimiz, Müslümanlıklarını, resulden, Müslümanlardan gizli tutanlara benzemektedir.
2. AKABE BİATI (1. AKABE BİATI)
Bir yıl sonra, yani 621 yılında Medineliler tekrar hacca geldiler. Bir yıl önce Kur’an-ı dinleyip aralarında istişare eden Medineliler Müslüman olmuşlardı. Ancak onların Müslümanlığından ne resulün, ne Mekke’deki Müslümanların, ne de putperestlerin haberi vardı. Medineli Müslümanlar bu durumdan kurtulup, en azından resulün kendilerinden haberdar olmasını istiyorlardı. Bunun nedenle Akabe kayalıklarında buluşmak için Resule haber ulaştırdılar.
Allah’ın resulü Akabe kayalıklarında altı Medineli ile buluştu. Altı Medineli, Es’ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi’ b. Mâlik, Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab idi. Bunların arasında bir yıl önce Akabe kayalıklarında buluşup dinledikleri Kur’an-ı istişare edenlerde vardı.
Tarihe 1.Akabe biati olarak geçen buluşmada Medineliler Allah’ın tek ilah olduğuna, Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğunu tasdik ettiler. Yani bundan önceki hafta üzerinde durduğumuz kelime-i şahadete biati gerçekleştirdiler.
Altı kişinin arasında bulunan Ubade bin Amir, rivayetinde yaptıkları biatin ayrıntılarını şöyle anlatıyor.
“Refahta olduğu kadar sıkıntıda, sevinçte olduğu kadar üzüntüde de Resulü destekleyecek. Her konuda emirlerine itaat edeceğimize… Resulüllah’ı kendi nefsimizden aziz tutup durum ne olursa olsun O’na muhalefet etmeyeceğimize… Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza… Allah’a asla şirk koşmayacağımıza… Hırsızlık ve zina yapmayacağımıza… Çocuklarımızı öldürmeyeceğimize… Kendiliğimizden uyduracağımız yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacağımıza… Hiçbir hayırlı işte Resulüllah’a muhalefet etmeyeceğimize dair” biat ettik…
Dikkat ederseniz biate dair bu sözler Müslümanlar için önemlidir. Biat konusunu incelerken, hükümlere biatlerden söz etmiştik. Günümüzdeki Müslümanların yabancısı olduğu bu biat türü, bizimle sahabeler arasındaki farkı belirtiyor.
Medineliler geri dönüşlerinde İslam’ın tebliği için çalışacaklarını söylediler. Ancak resulden bir istekleri vardı. Gelen ayetlerle ilgili fazla bilgileri yoktu. Ayrıca yaklaşık 11 yıl Mekke’deki mücadelenin ruhundan da haberdar değillerdi. Kendilerini İslam üzerine yetiştirecek, Medine’deki İslam’ın tebliğinde kendilerine yardım edecek birini vermelerini istediler. Bunun üzerine resul Musab Bin Umeyr’i görevlendirdi.
Mus’ab bin Umeyr 585 yılında doğmuş, 625 yılında kırk yaşında iken, uhud savaşında şehit edilmiştir. Bedir ve Uhud savaşlarında Müslümanların sancaktarlığını yapmıştır. Peygamberin yakın arkadaşlarındandır. Mekke’nin zengin ailelerindendir. Resul ondan şu sözlerle bahseder: Mekke’de Mus’ab bin Umeyr’den daha güzel giyinen, daha yakışıklı ve nimetler içinde yüzen başka bir genç görmedim.
Resulün Medine’ye İslam’ı tebliğ için Musab Bin Umeyri seçmesi, onun insanları görevlendirmede nasıl bir zekâya, üstün yeteneğe sahip olduğunu gösteriyor. Medine zenginliği yaşayan bir şehirdi. Akabe biatinde bulunan Medineliler içinde Esad Bin Zurare hazret kabilesinin ileri gelenlerindendi. Nitekim resul onu sonraki yıllarda Hazreç kabilesinin lideri olarak görevlendirmişti. Hazret kabilesinin karşısında yine zenginliğiyle ünlü Evs kabilesi vardı. Bu iki kabile Medine’nin asil soylarındandı. Yahudilerin durumu ise zenginlik açısından asla tartışılmazdı. Resul Medine toplumuna İslam’ın tebliğcisini, öğreticisini gönderirken, zenginler arasında nasıl davranacağını bilen, onların içinde yetişmiş, zenginliği, zenginliğin yaşamını bilen birini seçmişti. Musab Bin Umeyr, giyimiyle, kuşamıyla, oturuşuyla, kalkışıyla, konuşmasıyla saygınlık uyandıran bir gençti. Peygamberden on dört yaş küçük olmasına rağmen, resulün meclisinde olgunluğuyla dikkati çekiyordu. 621 yılında Medine’ye İslam’ın tebliği için görevlendirildiğinde 36 yaşında, gençlik ile olgunluk arasında dönüm noktası yaşayan biriydi. O nedenle, saygın duruşuyla büyüklerin, yaşı gereği gençlerin sempatisini kazanıyordu.
Tarihi rivayetlerde onun Evs kabilesinin lideri Sa’d bin Muaz ile ilk karşılaşması ilginçtir. Musab bin Umeyr ile Medine’ye dönen Medineliler Hazreç kabilesindendi. Onlar Medine’de açıkça İslam’ın tebliğini başlattıklarında Yahudilerden önce Evs kabilesi karşı çıktı. Özellikle Yahudiler, İslam’ın tebliğine karşılık, iki büyük Arap kabilesinden biri olan Evs’i Hazreçlilere karşı fitliyorlardı. Esad Bin Zurare ve arkadaşları Musab Bin Umeyr ile kabilesini karşı karşıya getiriyor. Baskı yapmadan ikna yoluyla İslam’ın tebliğini gerçekleştiriyorlardı. Hazreçlilerin lideri olan İbn-i Selül gidişattan hiç memnun değildi. Zira böyle giderse krallığından olabilirdi. Onun için İbn-i Selül’de ortalığı karıştırmakla meşguldü. Musab Bin Umeyr evlerde, hurmalıkların gölgesinde Medinelilere İslam’ı anlatıyordu. Yine bir gün Hazreç kabilesinden bir gruba İslam’ı hurmalıkların gölgesinde anlatırken Evsliler görmüş, durumu liderlerine bildirmişlerdi. Evsin lideri Sa’d Bin Muaz büyük bir hiddetle hurmalıklara doğru gelmeye başladı. Bunu gören Hazreçliler “eyvah yine bunlarla aramızda büyük kavga çıkacak” diye endişelenirlerken, Musab Bin Umeyr hemen ayağa kalktı. Sa’d Bin Muaz’ı ayakta karşıladı. Oturmakta olduğu yeri göstererek başköşeye oturması için buyur etti. Sa’d bin Muaz kavga çıkarma umuduyla gelirken, kendisine gösterilen saygı karşısında ne yapacağını bilemedi. Musab Bin Umeyr’in gösterdiği yere oturdu. Musab dizinin dibine oturdu ve Medinelilerin ne kadar misafirperver olduklarından, ne kadar insanlara karşı saygılı olduklarından söz etti. Sa’d Bin Muaz ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Güçlü bir iradeye, akla, zekâya sahipti. Ama Musab’ın tavrı karşısında bütün planları altüst olmuş, nasıl davranacağını bilemez hale gelmişti. Bir şeyler söylemeye çalışırken, Musab bin Umeyr ona “tevhidi, İslam’ı tane tane anlatmaya başladı. Musab’ı dikkatle dinleyen Sa’d Bin Muaz etkilendi, Müslüman oldu ve bütün kabilesine Müslüman olmalarını söyledi. Böylece iki kabilenin İslam’a girişi iki farklı şekilde gerçekleşti. Evs kabilesi çok sevdikleri liderlerinin emriyle, hazreç kabilesi ise ikna yoluyla Müslüman oldular. Musab Bin Umeyr’in Sa’d Bin Muaz’a davranışı, onun yetişme tarzının sonucuydu. Siyasi inceliği, aşiret liderlerine nasıl davranacağını, onlarla nasıl konuşacağını çok iyi biliyordu. İnancından, ilkelerinden taviz vermeden, konuşmasıyla, davranışlarıyla, gösterdiği saygıyla insanları etkiliyordu. Eğer öyle olmasaydı, kavga etmek için hiddetle gelen Sa’d bin Muaz’la kavgaya tutuşmak, ardından iki kabilenin tekrar savaşa başlaması içten bile değildi.
3. AKABE BİATI (2. AKABE BİATI)
Birinci akabe biatinden bir yıl sonra 622 yılında, Medineliler hacca geldiklerinde içlerinde ikisi kadın 75 Müslüman vardı. Medine’nin merkezinde yerleşik Evs ve Hazreç kabileleri Müslüman olmuştu. Ancak site şehir devleti şeklinde yapılanan Medine’nin kenarlarındaki vahalarında, küçük yerleşim alanlarında, bugünün tabiriyle köy ve mezralarında yaşayan, Medineli olarak kabul edilenler arasında hala putperestler vardı.
Medine’nin yönetiminde söz sahibi iki kabile olan Evs ve Hazreç’in Müslüman olması, Hazreç’in lideri olan İbn-i selül’ün gelişmeler karşısında bir şey söyleyememesi, bir müddet sonra onunda inanmadığı halde Müslüman görünmeye başlaması sonucunda, Medine’nin yönetimi tamamen Müslümanların eline geçmişti. Zaten eskiden beri Medine’de yaşayan Yahudilerin, Medine’nin yönetiminde herhangi bir iddiaları olmamış. Medine’deki iktidar savaşları sürekli Evs ve Hazreç kabileleri arasında olmuştu. Medineli Müslümanlar sürekli Mekke’deki olaylar hakkında bilgi topluyor. Müslümanların Mekke’deki durumlarına üzülüyorlardı. Özellikle İbn-i Selül’ün Mekke’ye gelip, Mekke’nin önderlerinden duyduğu tehditleri Medine’ye ulaştırması, Medine’deki Müslümanların moralini bozuyordu. Bu nedenle Medineliler Mekke’ye haç için gelirken başka düşüncelere sahiptiler. Resul ile konuşacakları önemli şeyler vardı. Resulle görüşmek istediler. Allah resulü bu görüşmeye amcası Hz. Abbas ile gitmişti. Hz. Abbas’ın ikinci akabe buluşmasına giderken Müslüman olmadığı rivayet edilir. İkinci Akabe buluşmasına Medineliler on iki kişi olarak katıldılar. Bunlardan altı kişi bir yıl önce gelen, Es’ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi’ b. Mâlik, Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab, idi. Yeni katılan altı kişi ise, Muaz b. Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit, Yezid b. Sa’lebe, Abbâs b. Ubâde ve Ebu’l-Heysem Mâlik b. Teyyihan’dı.
Konuşmayı Hz. Abbas başlattı,
- Ey hazreçliler! Muhammed’in (sa) aramızdaki mevkii bildiğiniz gibidir. Biz O’nu düşmanlarından koruduk. Korumaya da devam edeceğiz. Kendisi burada, ailesinin yanında, yanımızda izzet ve ikram içindedir. O’na gereği gibi bakıyoruz. Fakat sizinle bir antlaşma yapmak, size katılmak istiyor. O’na verdiğiniz sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karşı gelmek hususunda azminiz kuvvetli ve sağlam ise buna bir diyecek yoktur. Fakat O’nu ele verecek, yanınıza geldikten sonra yalnız başına bırakacaksanız, bunu şimdiden söyleyiniz ve O’nu kendi haline bırakınız.
Bunun üzerine Medineli Müslümanlar şöyle dedi.
- Dediklerinizi dinledik. Ey Allah’ın resulü, siz söyleyin. Kendiniz adına, Allah adına istediğiniz andı bizden alınız. Biz hazırız.
Resul bazı ayetler okuduktan sonra,
- Kadınlarınızı ve çocuklarınızı nasıl koruyorsanız, beni de öyle korumak üzere size elimi eriyorum.
Bera b. Ma’rur elini uzatarak,
- Beyat ettik ya Resulüllah, seni hak dinle gönderen Allah’a yemin ederiz ki, kedimizi, çocuklarımızı, hanımlarımızı koruduğumuz gibi seni de koruyacak ve savunacağız. Biz zaten harp içinde yoğrulmuş kimseleriz. Zırha alışkınız. Bu bize atalarımızın mirasıdır.
Sonra sözü Ebul Heysem aldı.
- Ya Resulüllah! Bizim Yahudilerle bir takım bağlantılarımız vardır. Bu bağlantıları keseceğiz. Biz bunu yaptıktan sonra sizde Allah’ın inayetiyle muvaffak olunca bizi bırakıp kendi kavminizin yanına döner misiniz?
Resul gülümseyerek,
- Kanım sizin kanınızdır. Siz bendensiniz, ben de sizdenim. Kiminle dövüşürseniz, ben sizin yanınızdayım. Kiminle barış yaparsanız, ben de onunla barış yaparım.
Bunu duyan hazreçliler biat için resule ellerini uzatırken, Abbas b Ubade hemen ortaya atıldı.
- Ey hazreçliler! Bu zata niçin biat ettiğinizi biliyor musunuz? Ona biatle insanların kırmızısına ve siyahına karşı savaşa hazır olmayı kabul etmiş oluyorsunuz. Bir felakete uğradığınız ve büyüklerinizin öldüğünü gördüğünüz zaman, O’nu yalnız bırakacaksanız şimdiden bırakınız. Bu daha doğru olur. Yoksa dünyada ve ahrette rezil rüsva olursunuz. Fakat O’na verdiğiniz sözü tutacak, malca felakete uğramayı, büyüklerinizin ölümüyle karşılaşmayı göze alacaksanız, bunu yapınız. Çünkü dünya ve ahiret hayrı bundadır.
Hepsi kabul ettiler ve resule dönerek,
- Ey Allah’ın resulü, biz senin yanında olur, bütün bunları yaparsak bize neyi vaat ediyorsun?
Resulün vaadi ne olabilirdi ki ayetlerin söylediğinden başka, hiç çekinmeden
- Cennet! Dedi. Medineliler,
- Bu çok karlı bir alış veriş, dediler.
Bunun üzerine resulüllah kendisi hicret edinceye kadar, Medine’yi yönetmeleri için 12 temsilci seçti. Bu temsilciler, Arap kabilelerinin içindeki aşiretleri temsil ediyorlardı. Bunlardan dokuzu Hazreçli, üç tanesi Evsliydi. Medine’nin önde gelen, okuryazar, tecrübeli, yönetimde ehil kişileriydi. Tarihi bilgilerde bunların adları şöyle sıralanıyor.
Hazreçlilerden; Ebû Umâme Es’ad bin Zürâre, Sa’d bin Rebi’, Rafi’ bin Mâlik, Abdullah bin Revâha, Abdullah bin Amr, Berâ’ bin Mâ’rur, Sa’d bin Ubâde, Ubâde bin Sâmit, Münzir bin Amr,
Evslilerden; Useyd bin Hudayr, Sa’d bin Hayseme, Ebü’l-Haysem Mâlik bin Tayyihan
Böylece Medine’de Müslümanların otoritesi belirlenerek devletin çatısı kurulmuştu. Akabe biatlerinin seyri, akabe biatlerindeki özler. Akabe’de biat verenlerin tavırları günümüzün Müslümanları tarafından iyice kavranmalıdır. Müslümanlardaki devlet düşüncesinin inançta, akılda, kalpte, hayatta yerini bulabilmesi, Müslümanların akabe gelişmelerini kavramalarıyla oluşacaktır. Değilse hiçbir şey, boş hayallerden, içi boş sözlerden doğmamaktadır. Günümüzde çok basit bir sözü bile yerine getirmekten aciz olanların, ağızlarını doldurarak devletten söz etmesi üzerine düşünmeliyiz. Hele günümüzde ki gibi, yabancı güçlerin, yani Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in destekleriyle Müslümanların devlet kurma hayali, resulün sünnetiyle asla örtüşmemektedir. Bugün Müslümanların devlet olma hayallerini süsleyen, geçmişte Osmanlı’nın üç kıtaya hâkim olması, kültürden gelen devletle ilgili fıkhı kaidelerdir. Hâlbuki Mekke’deki mücadele, Medine’deki gelişmeler, Akabe biatleri, zorlanan sonuçlar değil, aksine doğal seyrinde devam eden, insanların emekleriyle, terleriyle, cesaretleriyle, fedakârlıklarıyla, azimleriyle oluşan, ama en önemlisi Allah’ın bir nimeti, bir takdiridir. Çünkü, iktidar da, zafer de, fetih de, başarı da Allah’tandır. Bu yönde gelen ayetler çoktur.
Günümüzde kapalı kapılar ardında cesaret gösterisinin yapıldığı, hayata yansımadığı gerçeği… En ufak bir zorlukta Müslümanların Müslümanlarla selamı sabahı kestiği gerçeği karşısında… En küçük basit bir sözü bile yerine getirme azminin, dikkatinin, ısrarının olmadığı gerçeğinde… Müslümanların bütün dünyayı karşılarına alarak, ancak devlet olurlarsa Müslümanlığın olabileceğine dair inançları düşündürücüdür.
Bundan önceki bölümlerde, Mekke’de gelen hükümlerden söz ederken, bütün hükümlerin özünden çıkan sonucu şöyle açıklamıştık. Müslümanları devlet yapacak bütün toplumsal kurallar, Mekke’de gelmiştir. Mekke; Müslüman’ın, Müslüman toplumunun kimliğini, karakterini, yapısını belirleyen temel kuralların yaşandığı, Müslümanları devlete hazırlayan bir süreç olmuştur. Akabe biatleri bunun doğal bir sonucu, Medine ise Allah’ın takdir ettiği bir zaferdir.
Müslümanların Mekke tarihinin özetinden çıkarmaları gereken önemli bir öz vardır. Müslümanların kafalarında, söylemlerinde, düşüncelerinde hiçbir zaman, ikinci akabe biatine kadar devlet fikri olmamıştır. Mekke’de gönderilen ayetler devletten, devlet kurmaktan söz etmemiştir. Ama devleti oluşturacak toplumun kurallarını oluşturmuş. Toplumun oluşturan Müslümanların yetişmesini sağlamıştır. Mekke sürecinde Müslümanların hayalinde, idealinde, fikrinde devlet olmamıştır. Bu konuda herhangi bir tarihi bir rivayet yoktur.
İkinci akabe biatinde Müslümanların Medine’ye hakim oldukları “dolaylı ifadelerle” belirtilmiş, resul ve arkadaşları Medine’ye davet edilmiştir. Bu davetin sonucunu Medineliler çok iyi biliyorlardı. Bu davetin sonucu önce Mekke’ye, ardından bütün Araplara karşı çıkmaktı. Resul ve arkadaşlarına Mekke’yi dar edenlerin, Medine’ye evet demeyecekleri muhakkaktı. Bu gerçeği bilen Medineliler kendilerini nasıl bir ateşin içine soktuklarının bilinciyle, sıradan, öylesine sözler değil, gerçekçi sözler vermişlerdi. İkinci akabe biatinin bir ucunda hayatı ortaya koyan sözler, diğer ucunda kılıç vardı. İkinci akabe biati sırasında Medinelilerin, “canımızı, malımızı, çocuklarımızı, kadınlarımızı koruduğumuz gibi” sözleri, Medine’ye hakimiyetlerinin açık beyanıydı.
Bugün en ufak görüş ayrılıklarıyla birbirine giren Müslümanların böyle bir sonucu yaşamaları mümkün mü?
Bugün en basit sözlerini, ileri sürdükleri bahanelerle yerine getirmeyen Müslümanların böyle bir sonucu yaşamaları mümkün mü?
Henüz tevhide biati bilmeyen, anlamayan, ayetlere biati bilmeyen, anlamayan Müslümanların böyle bir sonucu yaşamaları mümkün mü?
“Onlar Rablerinden gelen ayetlere işittik itaat ettik” prensibi yerine, “onlar kendilerine bir ayet okunsa hemen tartışmaya başlarlar” prensibini yerine getirenlerin, böyle bir sonucu yaşamaları mümkün mü?
Herhalde bu sorulara ihlâsla, yani samimiyetle cevap verdiğimizde, halimizi tespit etmiş olacağız.
Başka söze gerek kalmayacak ve ancak “insanlar layık olduğu şekilde yönetilirler” ayetinin hükmü hayatımızı özetleyecektir.
devam edecek....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.