Dehlizlerde Yolculuk -2-
Dört yanıma baka baka yata doğru ilerledim az sonra yatın güvertesindeydim. Güverte sakin ve sessizdi, aşağı kata inmemle kan içinde boylu boyunca bir gencin cansız bedeni beni sersemleştirmişti. Elimle nabızlarını kontrol ederken buz teni ve balon yumuşaklığından bedeni ürküttü beni. Kısa bir araştırmadan sonra suç aletini bulamadığım gibi katilini de bulamamıştım. Dönmeye karar verdim bir an önce bu esrarlı yatan çıkmalıydım. Cino’mla beraber çıkarken yatın içki büfesinden pahalı, ithalat içkilerden birkaç şişe ve yarım kiloya yakın çikolata almayı da ihmal etmemiştim. Yat bulunursa alıp götürüler fakat bulunmazsa artık burada çürümeye kalacaktı. Çıkarken cesedi gömmek istedimse de yapamadım ya gören olursa? Diye vazgeçmiştim.
Cino’mla eve vardığımızda gözlerimin önünde flash gibi parlayan bir ışık büzmesi gözlerimi kamaştırırken beynim sersemleşmişti; bir iki saniyelik devinim oldu; utandım! İçkileri izinsiz aldığım için, içimde dayanılmaz bir pişmanlık duydum ve ani bir kararla içkileri geri götürmeye karar verdim. On dakikalık yere bu kez daha kısa bir sürede varmıştım çünkü içgüdülerim beni buna zorlamıştı.
“İmkânsız… Olamaz” nidasıyla yatın yerinde olmadığını görmüştüm! Kısa bir sürede kocaman yat nasıl olur da yok olur? Soruyla beynim gündem dışına çıkmıştı. Olay mahalline gidip yerinde inceleme yaptım ne bir iz ne de bir alamet vardı.
Elimde somut içki şişeleri olmazsa hayal gördüm diyecektim fakat nasıl oluyor da yat yerinde yoktu? On yıla yakın bu tenhalıklarda sadece balıkçılarla görüşmüştüm; onlar da beni orman korucusu biliyorlardı. Hata ormanın saklı bir körfezinde evimin olduğunu dahi söylemiştim. Ben onlara deri karşılığında kuru gıdalar yanında çay, şeker, kahve getiriyorlardı bana. Derileri, ölmüş, yaralı yaban keçilerden, tilki, kurt derilerini güneşten kurutup tuzlayıp hazırlardım.
Bu müphemlik aklımı baştan almıştı; yoksa deliriyor muydum?
Esrarlı nottan sonra yatın yok olması benim bunadığımın bir belirtisi olarak algılasam da garip olaylarla karşı karşıya olduğumu biliyordum; “öyle ise bu gece bunadığımın şerefine kadeh kaldırayım” deyip viski şişesini kafama diktim beraberinde yattan aldığım bir kalın puroyu yakıp taştan yapılma divanıma uzandım.
Gizemli notu tekrar alıp okumaya başlarken “bu notu okuyan her kim isen ışığa doğru koş yoksa felaketin olur!” yırtık, pörsümüş kâğıdın arkasında birkaç harf daha belirginleşmişti! Sır küpü olan bu kağıt parçası gittikçe beni ürkütmeye devam ediyordu. Belirginleşen harflerden g-s-ö-l-k ve birkaç tanesini de okuyamadım onlar hala muammaydı. Çok garipti bu kâğıt turnusol kağıdı gibi yeni yeni harfler çıkarıp duruyordu sanki kağıdın gün gittikçe üreme yoluyla söz dizimlerini daha karmaşık hale getiriyordu.
Hiç bu kadar garip olaylarla karşılaşmamıştım on yıl içinde fakat son bir haftada çıkan bu garip olaylara hiç anlam veremiyordum. Şişeyi yarılamıştım, içki yanında puro ve çikolata karışımından başım dönmeye başlamıştı zaman kaybetmeden kendimi dışarıya attım.
Dışarıda romantik bir havayla karşılandım; zümrüt yeşili deniz ve denizin üstünde ay parıltısında ahenkle dans eden yakamozları izlemeye koyuldum. Sırtımı sıvazlayan ılık bir rüzgârın usul usul esintisinden mest olmuştum ve bağırmak geldi içimden… Bağıramadım tabii fakat bir türkü tutturdum
Beni ayakta alkışlayan dağlara, devasa ağaçlara ve beni sırtüstü vuran kaderime…
Bir çöl yanar/ medetsiz duran ummana
Çayır-çemen ağlar/ bülbül olmazsa
Bir yas ile bir düğün tarlasıdır dünya
Kimine ceza /kimine eyvallahtır…
Ressamların asla tonunu yakalayamadığı yalnızlığın koyu resmini, bulutlar özenle hüzün içinde girift resimler çiziyordu ve ahenkle duran yıldızlar üzerine yapıştırıyordu. Göz açıp kapanıncaya dek binlercesini yaparken, aksi yağmur bu büyülü bulutun resim sanatını bozdu; yağmur yağmaya başladı ardında gök gürültüsü göğü yırtarcasına gürlemeye başlamıştı bir yandan yerden göğe uzanan şimşekleriyle gökselin uzun ateşten kılıçları parıldadı!
Zavallı Cinom, korkuyla kuyruğunu kıçına yapıştırıp içeriye kaçmaya başlamıştı ki ben bin halimle yağmurdan sırılsıklam olmak için bekledim! Sırılsıklamlığımla bir şiir söylüyordum
Beni bu yağmurlar yıkasın
Düşten, turuncu kefenimle…
Dağ üstüme yıkılsa yarılmazdım
Fakat bir ihanet kurşunuyla bin öldüm!
Sırılsıklam yağmurlardan olmak için
Bu yağmurlar;
Üstüme yağsın istiyorum…
Yalnızlık içinde mutsuzluk sarhoşu olmuştum; herkes mutlu olabilir fakat ben mutsuz olmak için heybetli kayaların gölgesine sığınmıştım. Mutlu olamamak da bir hastalıktır bir bakıma, mutsuzluğa gönüllü insanlar çoktur. Mutluluk arayıcılarına bir sorum var
‘ömrünüz kaç yıl eder sahi bir gülümsemeye?’
Devam edecek..
DEMAN RONAHİ
YORUMLAR
DemAN
ikinci seride direkt bir esrarlı olay ile başlıyor hikâye...
hakeza merak duygusuyla beraber okuma hızım da artıyor esrar perdelerini aralamak adına..
ormanda yaşıyan yalnız bir adam ve onun sadık köpeciği; cino'su...
koskoca yatın ve cesedin kaybolmasındaki sır hikâyenin kahramanını da okuyanı da merakta bırakıyor...
üçüncü kişi bakış açısıyla soluksuz akan bir hikâye...
kronolojik (düz çizgi şeklindeki) olay örgüsünde devam ediyor seri...
hikâyede hakim bakış açısı;
anlatıcı olaylara hakim...
üçüncü teknik şahıs anlatımı sözkonusu hikâyede...
hikâyede şahıs kadrosu kalabalık da değil; okuyanın kafasını karıştıracak kişiler sahne almadılar henüz... ki bu hikâyede önemlidir fikrimce; zira hikâyenin akışını sekteye uğratmamak kahramanları hikâyeye ustaca dahil etmek gerektir. bakalım; devam ederse hikâyeye kimler dahil edilecek.. bakalım yazar okuyanlarına neler hazırlayacak:)
hikâyenin ikinci serisine baktığımız vakit yine dikkat çeken düz karakter sözkonusu.. mekân da hikayeye efsun katıyor...
hülasa üçüncüsünü beklemeye koyuldum bile:)
teşekkürler...
=============================== e d i b / a h m e t
DemAN
Değerli gözlemleriniz/görüşleriniz için çok sağolun efendim
Teşekkür ederken en içten selamlarımı gönderiyorum
Fırsat bulursam bu yorumunuza bir cevap daha yazacağım inşallah.