- 558 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hayat bir sahne ise baş rol bende
HAYAT BİR SAHNE
İSE
VE
BAŞROL BENDE
Çocuk gözüyle çocukluğum.
Bölüm-1
Bu sayfalarda sadece çocukluğumda başımdan geçen yaşanmış olayları yazacağım. İstanbul’da başlayan Balıkesir, Susurluk hattında devam eden yıllar sonra yaşanmış olan o harika günleri yeniden hatırlamak çok güzel bir şey. Her çocuğun benim kadar şanslı olduğuna inanmıyorum.
Göç;
Son günlerde bizim evde bir cümle sıklıkla kullanılıyordu. Önümüzdeki hafta İstanbul’a göçüyoruz. Kocaman kocaman evler varmış orada hem de yan yana değil üst üsteymiş kocaman kocaman sokakları varmış ama bizim gibi sokaklarda koyunlar kuzular dolaşmıyormuş. Bir akşam annem, yarın gidiyoruz artık buralardan dedi bende merakla sordum ‘’Eşyalarımızıda alacak mıyız? Anne. Annem gülümseyerek’’ Evet oğlum eşyalarımızla gideceğiz’’ ‘’Sen okula orada başlayacaksın’’
Ben hemen sordum’’ Babaannem, dedem, halam burada mı kalacak? ‘’hepsi burada kalacak oğlum yazları okul tatile girdiği zaman buraya geleceğiz, olurda gelemezsek seni göndereceğiz’’ arkadaşlarınla buluşup yine oyunlar oynayacaksınız. Annem böyle söyleyince çok sevindim en azından beni gönderecekler. Sevdiğim insanlara yeniden kavuşacağım. Tekrar görme şansım olacak.
Daha iyi tanımanız için çocukluğumun geçeceği kasabayı anlatayım. Tren istasyonu şehrin iki üç kilometre dışında idi. İstasyonun hemen yanı başında tren yolu ile kara yolunun arasında bağımız bulunuyordu. Hayatımda ki yeri çok önemli olan bu bağ daha sonraları üç kuruş para için satıldı ve geliri kardeşler arasında paylaşıldı. Bağımızı dikdörtgen bir arsa olarak düşünün. Dörtkenarında da Elma, şeftali ve çoğunlukta da muşmula ağaçları ekili idi. Bağın kara yoluna yakın olan kısmında tek odalı bağ evi ve hemen yanı başında ekmek pişirme fırını bulunuyordu. Evin arka tarafında bizim karakaçan için minicik bir ahır yapılmış idi. Bağ evinin ön tarafında kavun ve karpuz yetiştiriyorduk. Arka tarafta ise çocuk gözüyle gözümün görebildiği yere kadar üzüm ağaçları ile doluydu. Üzüm ağaçlarına çotuk veya asma da dersek yanlış olmaz ama üzüm ağacı demeyi tercih ettim. Bağ evimizin hemen yanı başında yaşlı bir şeftali ağacı vardı. Şeftaliler olgunlaşıp yenecek duruma geldiği zaman dalında meyveleri taşıyamaz oluyordu. Hele etrafa yaydığı şeftali kokusu var ya dört bir yana yayılırdı. Hala o şeftali kokusu bazen gelir burnumun ucuna yerleşir ben nefes alıp ve dikçe sanki bana’ bak dostum ben seni hala unutmadım ve unuttuğun o kokuyu sana hatırlatmaya geldim diye bana sitem eder.
DEDEM VE DİĞERLERİ
Burada hikâyeme bir nokta koyup dedemden bahsedeyim. Uzun boylu iri yarı güçlü kuvvetli esmer başından kasketini hiç çıkartmayan kocaman elleri olan bir adamdı, kasabada Ömer efendi diye sordukları zaman hemen dedeme gönderirlermiş. Kasabanın sözü geçen esnaflarından biriymiş esnaf diye bahsediyorum çünkü yetiştirmiş olduğu üzümleri pazarda kendi satardı. Tabi Pazar günlerinin dışında bağın önünde tezgâhta yaptığı satışlardan bahsetmeden geçemeyeceğim. Adam gibi adamdı benim Ömer dedem.
Ve babaannem ufacık tefecik dedeme dört çocuk vermiş sevimli bir kadın Fikrîye Hanım.Torunları arasında en şanslı olan bendim. En çok bana açtı kucağını en çok bana verdi sevgisini. Benimle geçirdiği zamanı hiçbir torunu ile geçirmedi. Bendeki yeri hiç dolmayacak, Ne zaman babaannem aklıma gelse hemen gözümün önüne evin önündeki sundurmada her sabah yaptığımız sabah kahvaltısı belirir tepside koca bir tas dumanı tüten tarhana çorbası vardır dün pişirdiği ekmeklerden doğramıştır. Üzerinde ise ufalanmış peynir. ‘’Ah babaanne çiğim senin pişirdiğim tarhana çorbasını hiçbir yerde yemedim. Senin çorban damağımda bir parmak bal tadında kaldı
Ali amcam oda babam gibi rızkını aramak için İstanbul’u seçti ilk yerleşim yeri bizim de yaptığımız gibi Şehremini olmasına rağmen daha sonra gelen akrabalarımız Beykoz tarafına yerleşince amcamda bir kere daha yatağı yorganı topladı ve Beykoz tarafına göçtü. Fikri amcam kasabanın en iyi terzilerinden biri idi önce bu dünyadan o göçtü gitti sonra rahmetli babam öldüğünde takvimler bin dokuz yüz sek sen beşi gösteriyordu. Ve nihayet kısa bir zaman önce Ali amcamı kaybettik. Pekel ailesinin üç böceği de belli aralıklarla öteki dünyaya göç edince geriye sadece bir çiçek kaldı Nezihe halam.
Genç kızlığında Nezihe halam beni çok severdi, ben de halamı çok severdim kız kardeşimi saymazsak tek torun olmanın yararlarından da faydalandım. Halamın yolunun istikameti hiçbir zaman İstanbul olmadı. İzmir’e göçerken yanlış hatırlamıyorsam eniştemle halamın yanlarında mini, mini başlarında beyaz kurdelaları olan üç tane kız çocuğu vardı. İkisinin adını hatırlamama rağmen üçüncüsünün adını hatırlamıyorum. Mediha ve Semiha. Eğer bir hatam varsa beni bu konuda affedin çocuklar.
Çocukluk yıllarımın dışında halamı görmek hiç kısmet olmadı bu vurdumduymazlık
halamın değil benim ayıbımdı seni çok seviyorum halacığım sen hala benim gözümde, ben minicik bir çocuk ve sen on sekizlik genç kızsın. Senin bu günkü halini hayal bile edemem
Devamı var/ Tuğrul Ahmet Pekel
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.