- 1531 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Şehvet
Akşama doğru güneş yavaş yavaş batarken, öğleden sonra kapının önüne laflamak için çıkan komşu kadınlar içilen çay ve yenilen kısırın ardından evlerine çekilmek üzereydiler. O sırada bu kadınların içinde bulunan Ebru’nun gözleri parladı birden! Yüzünde tatlı bir tebessüm oldu. Eşi İrfan sokağın başında gözükmüştü.
Ebru’nun üst kattaki komşusu Nurten, kendilerine doğru gelen İrfan’ı görünce başını manidar şekilde salladı. Ardından hafif sitemkarca ekledi;
“Vallaha Ebru sen çok şanslı bir kadınsın bacım. Şuna bak melek gibi bir kocan var. Saat altı dedimi evde, evinde, çocuğunun, karısının başında. Ne güzel hem de namazında, abdestinde. Bir de bizim adama bak! İşten çıktımı doğru kahveye. Sonra da o leş gibi sigara kokusuyla eve geldi mi iki kelime konuşmadan kıçını devirir yatar.”
Nurten’in sözleri çok hoşuna gitse de, Ebru ona cevap vermedi. Sadece yüzünde böyle bir kocaya sahip olduğunu ifade eden küçük bir gülümseme belirdi.
İrfan ve Ebru apartmanın önünde oturan kadınlara “iyi akşamlar” dedikten sonra evlerine çıktılar. Akşam yemeğinden sonra Ebru, salonda az önce namazını kılmış bir şeyler okuyan İrfan’ın yanına geldi. Ellerini onun omuzlarına koydu. Yüzünde bir şeyler söyleyeceğinin belirtileri vardı.
“İrfan bugün annemle konuştum. Bizim Mete son açtığı dükkanı da iş olmuyor diye kapatmış. Annem diyor ki bu aralar canı çok sıkkın, yanınıza gelsin biraz açılsın. Özellikle İrfan onunla konuşup, biraz akıl fikir versin..”
“Canı mı sıkkınmış?” diye sordu İrfan. Sesinde hafif alaycı bir tavır vardı. “Ya, koca İstanbul da canı sıkılan bir adamın bu küçük ilçe de yüzü güler mi hiç?” Ama yine de gelsin. Elimizden ne gelirse yaparız tabiki .”
“Ben de öyle söyledim. Yarın geliyormuş zaten...”
Ertesi gün akşam yemeğinde bu kez masaya bir tabak daha eklenmişti. Yemek servisini yapan Ebru, sürekli kardeşi Mete’ye birbirinden güzel öğütler veren eşi İrfan’ı iftiharlı dinliyordu. Bu arada İrfan’ı merakla dinleyenlerden birisi de onun, yedi yaşındaki oğlu Fatih’di. Gerçi bu yaşına kadar hep bunları dinleyerek büyümüştü, ama şimdi kulakları yine babasındaydı.
Mete kaldığı birkaç gün içerisinde eniştesinin çanta imalatı yaptığı atölyesine takıldı. İlk başlarda eniştesi ona hayat dersi verirken, şimdilerde kendisi, eniştesine sürekli bu iş yerine, daha karlı bir şeyler yapmasını öneriyordu. Yine öyle bir gündü. Mete elindeki deri parçasını birbirine yapıştırmaya çalışan eniştesine acıyarak baktı;
“Ya enişte! Ne yapacaksın çanta imalatını.. Üç kuruş için bu kadar çalışılır mı? Ben senin yerinde olsam..Aha Ankara şurası iki adımlık yer. Aç Ankara’nın merkezine bir çanta satış dükkanı. Bir ayda bu atölyeden kazanacağın parayı orada bir günde kazanırsın. Param yok diye sorun da etme. Evini ipotek ettinmi istediğin kadar krediyi anında alırsın.
O akşam İrfan yemekten sonra salona geçti. Her akşam yaptığı gibi yine ibadetini yerine getirdi. Aklında Mete’nin son günlerde ısrarla “aç” dediği çantacı dükkanı vardı. Uzun düşüncelere daldı. Yüzünde bir takım mimikler beliriyordu. “Belki de Mete haklı” diye mırıldandı. “Belki de büyük bir satış dükkanı açıp daha da rahat edebilirlerdi. Hem bundan sonra gerçekten daha çok paraya ihtiyaçları olacaktı. Çünkü oğlu büyüdükçe masrafları da artıyordu.” Bunları düşündüğü sırada Ebru girdi salona. İrfan neşeli bir şekilde ona baktı,
“Hanım sana bir şey söyleyeceğim. Gel biraz, şöyle otur yanıma. Bu aralar Mete’yle işle ilgili
konuşuyoruz. Diyorum ki Ankara’ya şöyle büyük, güzel bir dükkan açsak…Hem Mete’yi de yanıma alırım. Onun da istikbalini kurtarmış oluruz.”
Bu konuşma üzerine Ebru’nun yüzünde düşünceli bir hal belirdi. Şu anki durumlarını düşündü. Kocası çok kazanmasa da, güzel bir hayatları vardı. Kimseye muhtaç değillerdi. Her şeyden öte huzurluydular. Mutlulukları bile komşularının dillerindeydi. O an aklına yapmayı düşündükleri ikinci çocuk geldi. İşte o zaman daha fazla paraya ihtiyaçları olacaktı. Ve bir de Mete vardı ortada! Bu haylaz çocuk ancak kocasının yanında adam olurdu. Her şeye rağmen yine de çok sıcak gelmiyordu bu dükkan fikri ona. Gönülsüzce;
“Olabilir” dedi. ”Sen bilirsin İrfan. Eğer daha iyi olacaksa açın o zaman.”
Bir ay sonra…
İrfan evini ipotek göstererek Kızılay da güzel bir çanta satış dükkanı açmıştı. İşleri de beklediğinden daha iyi gidiyordu. Mete’de kıvrak diliyle iyi bir tezgahtar olarak bolca satış yapıyordu. Gerçi Mete’nin bayan müşterilerle fazla samimi olması hoşuna gitmiyordu ama yine de görmezden geliyordu. Bütün bunların yanında tek sıkıntısıysa artık eve geç saatlerde gidiyor olmasıydı. Eskisi gibi karısıyla sohbet edemiyor, çocuğuna doğru dürüst vakit ayıramıyordu.
Hafta sonu, işlerin yine yoğun olduğu bir cumartesi günüydü. İçeride oldukça kalabalık bir müşteri yığını vardı. Mete yaşlı bir müşterisiyle ilgileniyordu ki bir anda gözleri büyüdü!
Heyecanlandı. Kapıdan oldukça gösterişli iki Rus müşteri girmişti. Mete baktığı yaşlı müşterisini eniştesine devrederek hemen onların yanına gitti.
İrfan bir yandan müşterisiyle ilgilenirken, bir yandan da Rus kızlarla sıkı fıkı olan Mete’ye bakıp, “Haylaz adam sen zor adam olacaksın” diye söyleniyordu. Fakat bunu düşündüğü sırada bir şey dikkatini çekti! Mete’nin yanındaki iki Rus kızdan, daha uzun boylu olanı gülümseyerek kendisine bakıyordu. İrfan da ona baktı dikkatlice. İçinde uzundur hissetmediği tatlı bir heyecan oldu. Tıpkı karısını ilk gördüğünde hissettiği gibi.. Bu bakışmadan dolayı pişman oldu. Kendine yakıştıramadı farklı duygulara bezenmiş bu bakışmayı. Hemen kafasını farklı yöne çevirdi.
Ama birkaç dakika sonra kendine hakim olmayarak yine o kıza baktı. Kız o kadar güzeldi ki..
Orantılı uzun boyu, açık kumral saçları, koyu yeşil gözleri ve inci gibi dişleriyle adeta oyuncak bebekleri andırıyordu.
Ebru’nun canı sıkkındı. Bu dükkan açıldığından beri artık evdeki o neşeli hava yok olup gitmeye başlamıştı. Kocası yorgun argın eve geliyor, daha doğru dürüst sohbet edemeden hemen yatağa koşuyordu. Ayrıca bu aralar kocası bir garip de davranmaya başlamıştı! Akşamları salonda derin düşüncelere dalıyor, artık kendisine eskisi gibi istekli davranmıyordu.
Mete’nin mal almak için toptancıya gittiği bir gündü. İrfan raflardaki çantalara çeki düzen
veriyordu. O sırada içeri giren müşterisi kalbinin deli gibi atmasına neden oldu! İçeri giren bu müşteri, geçen gün dükkana gelen iki Rus kızdan kendisine dikkatlice bakanıydı. Rus kız yine tatlı bir gülümsemeyle İrfan’a doğru gelmeye başladı. Gözlerinde şehvetimsi bakışlar vardı.
İrfan’ın heyecandan elleri titriyor, şu an ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Bu Rus kızı daha ilk gördüğünde etkilenmişti. Aklından hiç çıkmıyordu. Onu düşünmek istemese de
hayali her daim gözlerinin önündeydi.
O gün adının Elena olduğunu öğrendiği bu Rus kızla uzun uzun sohbet ettiler. Daha sonraki günlerde de Elena sık sık dükkana gelmeye başladı. İrfan bu yaptıklarından büyük dolayı büyük bir suçluluk duysa da, gönlünü artık Elena’ya açmaya başlamıştı.
Bütün bunlar yaşanırken İrfan ve Ebru arasında her geçen gün daha da büyüyen bir huzursuzluk baş göstermeye başlamıştı. Ebru’nun gözündeki İrfan artık eski İrfan değildi!
Çok dalgındı artık. Kendisini ve oğlunu her açıdan iyice ihmal etmeye başlamıştı.
Mete’yse değil kocasının yanında adam olmak, daha beter birisi olup çıkmıştı. Gece yarıları eve geliyor, o geldikten sonra ardından ne olduğu belli olmayan kadınlar telefonla onu arıyor, yada telefonu çaldırıp kapatıyorlardı.
Akşama doğru İrfan, Mete’ye bakıp, “dükkanı ben kapatırım, sen erken” çık dedi. Mete eniştesinin gözlerine imalı imalı baktı! Son günlerde şu Rus kızı Elena’yla sıkı fıkı olmuş, birkaç kere de öğle yemeğine çıkmışlardı. Ama buna göz yumuyordu. Çünkü eniştesi dükkanda olmadığı zaman kasadan daha rahat para yürütüyordu.
İrfan, dükkanı kapatıp Elena’nın “ben burada çalışıyorum” dediği yere geldiğinde oldukça karışık duygular içindeydi. Vicdan azabı çekiyordu. Bir yanda çok sevdiği karısı ve oğlu Fatih, bir yanda duygularına hakim olamayarak aşık olduğu Elena. İrfan başını kaldırıp tabeladaki yazıyı okudu. –Z Night Clup- Elena’nın çalıştığı yer burasıydı. Hayatında ilk kez böyle bir yere geliyordu. Titremeye başlayan ayaklarıyla kulübün kapısına geldi. Kapıdaki insandan bozma bodyguarda çekinerek baktıktan sonra içeri girdi. İçeride loş bir ışık vardı. İçilen sigaralar ince bir sis tabakası oluşturmuştu. Üzerinde bir sürü meze ve içki bulunan masalar, bu masaları çevreleyen yarı çıplak kadınlar, yanlarında onları elleriyle taciz eden adamlar. Ortada bir sahne, sahnede tangalarıyla kendilerini seyreden erkeklere en şehvetli duyguları yaşatan revü kızları.
Aradan iki saat geçmişti. İrfan ve neredeyse çıplak vaziyetteki Elena aynı masada içiyorlardı. Kısa bir süre önce namaz kılmayı da bırakan İrfan şimdi Elena’nın ısrarına dayanamamış kendisine ikram ettiği votkayı içiyordu. Elenan’ın Kendisi de içiyordu ama onun votka diye içtikleri suydu. Bu arada Elena boş durmuyor, İrfan’ın vücuduna elleriyle dokunup onu tahrik ediyor, arada dudaklarına küçük öpücükler konduruyordu. Ve böylece onun daha çok içmesini sağlıyordu. Çünkü Elena’ın buradaki görevi hesabı mümkün olduğu kadar kabarmaktı. İrfan ‘sa kendinden geçmiş durumdaydı. İçtiği votkalar ve Elena’nın “kocaciğim, canim” sözleriyle keyifli bir hale girmişti. Her ne kadar şimdi burada çakır keyif olsa da aklına sürekli eşi ve oğlu geliyordu. Şuan yaptığının affedilmez bir hata olduğunu da biliyordu. Ama kendini sorgulamak istemiyordu. Sorgulasa zaten yanlış yaptığı apaçıktı. Fakat şimdi Elena’yı kaybedemeyecek kadar çok tutulmuştu.
O gece İrfan hiç tahmin etmediği kadar hatırı sayılır bir hesap ödemişti. Daha sonraki gecelerde bu abartılı hesap ödemeler devam etmeye başladı. Artık eve gece yarıları dönüyordu. Bu yüzden Ebru’yla sürekli kavga ediyorlardı. Ebru tüm bu yaşananlardan dolayı artık perişan haldeydi. Çok yıpranmıştı. Daha düne kadar deliler gibi sevdiği kocası şimdi kendisine bağırıyor, yalanlar söylüyordu. En kahrediciyse artık onun hayatında birisinin olduğundan emin olmasıydı. Kaç kere kıyafetlerinin üzerinde başka kadına ama hep aynı kadına ait saç telleri bulmuştu. Gömleğinin yakasındaki ruj lekelerine iğrenerek bakıyordu. En kötüsüyse kendisinden saklamaya çalıştığı boynundaki, yani içine düştüğü bu rezilliğe tanıklık eden morluklardı.
İrfan’ın evliliği gibi işleri de bozulmaya başlamıştı. Elena’ya gece kulübünde ve birlikte olmak için gittiği otellerde su gibi para akıtıyordu. Mete’ ye de bütün bu olanlara göz yumması için fazla fazla maaş ödüyordu. Fakat şu son zamanlarda kestiği çekleri ödeyemez olmuştu. Bayrama yaklaştığı şu günlerde raflar neredeyse bomboştu.
Ebru salonda oturmuş kara kara geleceğini düşünüyordu. Artık tanıyamadığı kocası çoğu geceler eve bile gelmez olmuştu. En çok da Fatih’e üzülüyordu. Çocukcağız geceleri “babam niye yok” diye ağlıyor, içine kapanıp hiç konuşmuyordu. Uykularından “baba” diye sıçrayarak kalkıyordu. Mete’den öğrenmişti karısının bir Rus’la yaşadığını Artık bu şekilde komşularına gözükmemek için babasının evine gelmişti. Ve böyle giderse ondan ayrılmaktan başka çaresi kalmıyordu geriye.
Haciz memurları dükkanı boşlatırlarken İrfan bir köşede sessizce gözyaşı döküyordu.
Mete’yse dükkanın acı sonunu önceden görüp çoktan gizlice İstanbul’a kaçmıştı. Akşama doğru dükkan bomboştu artık. Bir tek telefon duruyordu. İrfan kahırlı bir şekilde telefona yöneldi. Istırabını paylaşmak için Elena’yı aradı. Artık mahf olduğunu bütün parasının bittiğini ve şuan berbat durumda olduğunu anlattı. Fakat Elena’dan şefkat ve teselli beklerken onun “paran yoksa ben de yokim canim” sözleriyle deliye döndü. Öfke içinde boş dükkanda volta atarak akşam olmasını bekledi. Olduğunda da onun çalıştığı gece kulübüne gitti. Ama Elena kapıdaki bodyguardlara onu almamalarını tembihlediği için kapıda büyük bir arbede yaşandı. Sağlı sollu yumruklar İrfan’ın bedenine iniyordu. Tam bu sırada İrfan budyguardlardan birisine sertçe bir yumruk attı. Adam sendeleyerek cama düştü. Kırılan camlar bedeninin birçok yerini kesti. Bir süre sonra gelen polis İrfan’ı karakola götürdü. Nöbetçi mahkemeye çıkarıldı. Adam yaralamak ve mala zarar vermekten hapse atıldı. Her şey bir anda olup bitmişti sanki.
Bir ay sonra, Ulucanlar Ceza Evi…
Sabah ilk ışıkları koğuşun paslı demir penceresinden süzülüp İrfanın yüzüne değmeye başladı. Hafifçe gözlerini araladı. Elem içinde yine bu berbat yerde olduğunu anladı. Yaşadıklarına bir türlü inanamıyordu. İğreniyordu kendinden, nefret ediyordu. İmrenilecek bir hayatı varken şimdi ne rezil hallerdeydi. Şimdi ne çok isterdi, bu bitlerin daladığı yatak yerine, eşinin de olduğu o huzurlu yatağında uyanabilmeyi. Buraya geldiğinden beri sürekli yaşadıklarının muhasebesini yapıyordu. Bir ara gözü ranzanın altında gezinen karıncaya takıldı. Karınca akşamdan yere düşen büyükçe bir ekmek parçasını almaya gayret ediyordu. Ama uğraşmasına rağmen onu kaldıramıyordu. Karınca bunu anladığında o büyük ekmekten vazgeçip bu kez oradaki daha küçük bir ekmek parçasına yöneldi. Bu ekmek ona göreydi. Sıkıntı çekmeden onu alıp yuvasına taşımaya başladı. İşte karıncanın bu davranışını kendine ibret olarak düşündü. Ellerini başının altına koyup koğuşun tavanına baktı. Düşünmeye başladı. “Kudret güç herkesin hakkı değilmiş” diye geçirdi içinden. ” Galiba bazen fakirlik en büyük zenginlikmiş. Boşa değil demek ki Yaratıcı bazı insanları belli bir nimet içinde tutuyor. Çünkü onların bolluk içindeyken nefislerinin azacağını çok iyi biliyor. Tıpkı benim yaptığım gibi…….”
Arife Günü….
Ebru elinden tuttuğu Fatih’le sabahtan beri ona bayramlık almak için dolaşıyordu. Ama Fatih annesinin kendisine gösterdiği hiç bir kıyafete aldırmaz davranıyordu. En sonunda Ebru kızgınlıkla Fatih’in kolundan tuttu;
“Oğlum bak artık sinirleniyorum. Onu istemiyorsun, bunu İstemiyorsun sen ne istiyorsun Allah aşkına?” Fatih annesinin eline iki eliyle sarıldı. Mahzunca annesinin yüzüne baktı:
“Babamı”
Cezaevinde bulunan mahkumlarda bu sabah tatlı bir telaş vardı. Kederler, dertler şimdilik yerini birazdan yer değiştireceği mutluluğa bırakmıştı. Bugün bayram günüydü. Açık görüş vardı. Mahkumlar heyecan içinde tıraş oluyor, en temiz elbiselerini giyiyorlardı.
Ranzasında uzanan İrfan, keder içinde oğlunu, karısını düşündü. Onların gülümseyen hayalleri gözlerinin önüne geldikçe gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bu bayram sabahında oğlu ne kadar da buruktu şimdi. Şu an onun yanında olmalıydı. Elinden tutup namaza gitmeliydi. Oğlu bayramlık elbiseleriyle elini öpmeliydi, boynuna sarılmalıydı. Karısının alnından öpüp bayramını kutlamalıydı. Hatta öyle cefakar bir kadının ellerinden öpmeliydi. Ama karısı şimdi evi terk etmişti. Ve belki de haklı olarak kendisine boşanma davası bile açmıştı. Haklıydı. Böyle aşağılık bir adamla artık evli kalamazdı. Kahrından için için ağlamaya başladı. Titreyen elleriyle cebinden oğlunun küçük vesikalık resmini çıkardı. Yastığın üzerine koyup, yastığa o diye sarıldı.
Bütün mahkumlar görüşe çıkarken İrfan yatağında kalıp üzerine battaniyesini çekti. Şu an kimseyi görmek, duymak istemiyordu. O şimdi oğlu ve karısının hayallerinde tebessümler ediyordu.
Akşama doğru ziyaret saati artık dolmak üzereydi. Babalar, oğullar, kardeşler, eşler birbirlerine deli gibi hasretle sarılıyor, kucaklaşıyorlardı.
Ziyaret saatinin dolması için artık son yirmi dakikaydı. O sırada koğuşun kapısından içeri gardiyan girdi.
“İrfan ziyaretçin var. Hemen hazırlan”
İrfan sabahtan beri sanki ölmek istermişçesine gömüldüğü yatağından merakla gardiyana baktı! Onu kim ziyarete gelirdi ki?
Hemen üzerindeki elbiselerine çeki düzen verdi. Gardiyanın arkasından açık görüş yapılan salona girdi. Girdiğinde de göz yaşlarına hakim olamadı. Ebru ve Fatih onu bekliyorlardı.
Delicesine onlara koştu Fatih’e sıkıca sarıldı, öptü, kokladı. Ayağa kalktı, karısının yüzüne bakmak istedi, ama utancından bakamadı.
Ebru gözlerinden süzülen yaşları mendiliyle sildi. Ardından titreyen sesiyle ekledi;
“Hadi üzme kendini. Çıkınca evimizde seni bekliyoruz tamam mı?”
YORUMLAR
Memlekette bir arkadaşımın ağabeyini görünce selamlaşıp ayak üstü sohbet ettik bir kaç dakika. bana " benim işim var gel sana bir döner söyliyim ,sen onu yerken muhabbete devam ederiz" dediyse de daha görecek sokaklar eski top sahamız var diyerek teklifini usulünce geri çevirdim. Bir kaç dakika sonra kardeşine rastladım ."Ağabeyinin dükkanı çok iyi işliyor maşallah.gerçi eski işyerleri daha iyiydi ya" deyince kardeşi "Orası ağabeyimin değil,orada işçi" demez mi. Nasıl olur ? diye hayretle ssordum .Zira durumu çok iyiydi abisinin. Bir kaç dükkanı,kirada yerleri ve büyük ağzına kadar dolu bir deposu vardı.
Batum-Sarp sınır kapısı açılınca çok güzel bir Rus kız ona aşık olmuş.
Bu aşkın ateşi ağabeyinin evini,beş çocuğunu,dükkanlarını,itibarını yakıp kül etmiş.
Para bitince Rus kız ülkesine dönmüş.
Bizimki de başı önde evine.
Bizde erkekler en alasını yapar "çapkın-zampara" olur. Kadınlar biraz süslense "o.." olur.
Yaşanmış,yaşananve yaşamnacak olan hikaye ibretlik.
Selam ve muhabbetle.