- 433 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AVCI
Bir kaç yıldan beri yapageldikleri gibi o yıl da Uludağ/Sarıalan’daki çadırlı kamp alanında ailecek çadırlarını kurmuşlardı.
Çadırlar teleferik istasyonunun sağ tarafına düşen; Şekerpınar ve Yeşilpınar adıyla bilinen çeşmelere çok yakındı; Domuzyayla’ ya inen ’’ Diktekir ’’ isimli patikanın başlangıç noktasındaydı.
Bazı geceler aç domuz sürüleri çadırların yanına kadar sokularak komşuları tedirgin ediyordu.
Bir kaç kez havaya ateş edilmesine rağmen bu ziyaretler engellenememişti.
Avcılığa meraklı olanlar bir gece yanan çoban ateşinin başında oturdular, ne yapabilirizi konuştular.
Onlar gelmeden biz onların mekânını basalım(!) Kararı alınca; 2 gece Domuzyayla yolu kesildi, ne var ki temas sağlanamadı.
Bir gece Kirazlıyayla yolunu kestiler; nafile, üşüdükleriyle kaldılar.
Netice alamayınca grupta yılgınlık belirtileri görüldü.
Kimi; ben yaşlıyım; zor geliyor dedi. Kimi işini mazeret gösterdi.
Çadır komşularından çoğu sabah erkenden, ilk seferle Bursa’ ya, işinin başına gitmesi gerekiyordu.
Ümit için ise sorun yoktu. Hem gençti, güçlüydü, kuvvetliydi; hem de yıllık izindeydi.
Ava tek başına gitmeye karar verdi.
Dağda tek başına dolaşmanın cazip tarafı da vardı.
Dağda demokrasiyi sevmiyordu Ümit…
Biri o tarafa çekiyor, biri, bu tarafa çekiyor, muhalefet oluşuyor, hizipler kuruluyor; bazen de dargınlık çıkıyordu.
Var mı dağda tek başıma dolaşmak gibisi? Dedi, hazırlığa koyuldu.
O dağda özgür olmak istiyordu.
Canı ne tarafa isterse o tarafa gidiyordu.
Tek kırma av tüfeğini temizledi, uygun fişek, bıçak, erzak, kalın ceketten oluşan hazırlığını tamamladı, vakti beklemeye başladı.
Onlar dağda, avlakta ustalardan öğrendiklerini tatbik etmeye çalışırdı.
Gün batımında veya doğumunda pusu mahallinde olunması gerektiğini tecrübeli avcılardan öğrenmişti.
Domuz avlamak amacıyla kurulan pusuda en önemli özelliğin: ya ağaç tepesinde ya da zeminden yüksekteki bir kaya üstünde beklemenin şart olduğunu biliyordu.
Domuz kurşunu böğrüne yiyince can havliyle saldırırdı. Dişleri çok büyük olduğundan, saldırdığı kişi için çok büyük tehlike arz ederdi
Bundan kurtulmanın yegâne çaresi yüksekte konuşlanmaktı.
Dersini sular seller gibi ezberlemişti.
Yola çıkmak üzere iken Sarıalan üzerine çok yoğun bir sis çöktü.
Babası Ümit’e: oğlum; ’’ kurt puslu havayı sever ’’ gitme; dese de babasını dinlemedi, tüfeğini çapraz astı, kim korkar hain kurttan? Dedi, yola koyuldu.
Dağda kurt olduğunu çok iyi biliyordu, ama kurttan falan hiç korkmuyordu.
Olsa ne olurdu?
Hangi ayı, hangi Kurt insan denen sözde medeni varlık kadar vahşileşebilirdi ki?
Hangi vahşi hayvan insanın insana verdiği zararı verebilirdi ki?
Ümit dağda olduğundan, yaban arazide dolaştığından, en azından insandan gelebilecek bir yığın tehlikeden uzaktı, o da Ümit için yeterliydi.
Çadırdan ayrılmadan önce kararını vermişti, bu defa oteller istikametine (güney-doğu) Kurfal yaylaya gidip bekleyecekti.
Kurfal yaylası; Sarıalan, Oteller bölgesi, Bakacak üçgeninin tam ortasında; pırıl pırıl suları olan bir derenin kıyısındaki küçük bir yaylaydı.
Bu derenin soğuk, tatlı suyu bir sürü yaban hayvanını kendisine çekerdi.
Biraz uzaktı, uzak olmasına ya, Ümit için sıkıntı yaratmıyordu.
Anılan bölgeyi avucunun içi gibi biliyordu. Nerede patika var, hangi patika nereye çıkar, neresi sık orman neresi, çayırlık hepsi hafızasındaydı.
Yaylayı sis basması da hiç umurunda değildi. Gece, gündüz, açık hava, kapalı hava, sis, yağmur, kar Ümit’i yolundan döndüremezdi.
Yola çıktı, yapay gölü geçince yol ayrımından sağa, oteller bölgesi tarafına yöneldi.
Ardıç bitkisi kaplı geniş çayırlığı geçti, oldukça sık yetişmiş, çok uzun boylu, siyaha kaçan koyu yeşil renkli semaver ağaçlarının arasına yönelen patikada yoluna devam etti.
Güney-kuzey yönlü akan küçük balıklı dereye gelince; suyun üstünde kalan taşlara basarak karşıya geçti. Karşıya geçmesiylele şaşırması bir oldu.
Orada ayı, kurt görseydi bu kadar şaşırmazdı. Beyaz giysisiyle sislerin içinden genç ve oldukça güzel bir hanım çıkageldi. Çok şaşırmasına rağmen önce ilgilenmedi.
Öyle ya… Elalemin karısından- kızından, horozundan- tavuğundan ona neydi?
Ümit’in görevi vardı, o yoluna gidiyordu.
Ta ki ’’bakar mısınız?’’ diyene kadar…
Buyurun dedi Ümit …
Size nasıl yardımcı olabilirim?
Ben, ben galiba kayboldum diyerek kekeledi beyazlı kız… Ürkmüştü. Korktuğu her halinden belli oluyordu...
Ümit gayriihtiyarî kızın yüzüne baktı. Kızın korkudan solmuş yüzü acınası hali bir tarafa bırakılırsa kız beyaz giysisiyle masallarda anlatılan orman perilerine benziyordu.
Yoksa huri miydi karşısındaki şahane yaratık?
Ormanda karşışına çıkan varlık muhteşem bir güzellikteydi. Açık beyaz tenli, dalgalı sarı saçlı, iri yeşil gözlüydü. Uzunumsu simasında burnu yüzüyle doğru orantılıydı, duyduğu korku ve heyecandan burun delikleri bir açılıyor, bir kapanıyordu.
Uzun sarı saçları güzelliğine ayrı bir güzellik katıyordu.
Yeşil gözleri endişeyle bakıyordu. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü
Tatarları anımsatan hafif çekik gözleri üzerindeki hilal kaşları ressam elinden çıkmış gibi muntazamdı. Kirpikleri, oyuncak bebeklerde olduğu gibi gayet gürdü, uçları hafiften yukarı kalkıktı. Titreyen sesinden ipeksi nağmeler dökülecek kadar tatlı hitabeti olduğu anlaşılıyordu.
Ümit’in dağına gelmiş konuklar Ümit’in şahsi konuğu sayılırdı, bu sebeple ne e olursa olsun; misafirinin saçının bir tek teline halel gelmeyecek biçimde güvenliği sağlanmalıydı
Tamam, korkmayın. Geçti artık. Güvendesiniz. Ben sizi istasyona kadar götürürüm dedi. Elini tuttu, dereden geçmesine yardım etti.
Aslında beyazlı kız derenin akarına doğru yürüseydi, Sarıalan- Bakacak arasında çalışan telesiyej hattının tam altına varır, batı yönlü yürümesiyle de Sarıalan’a ulaşmış olurdu.
Fakat beyaz giysili, uzun dalgalı saçlı orman perisi güzelliğindeki misafir o kadar korkmuştu ki, bir an önce ormandan kurtulabilmenin çarelerini ararken sağlıklı düşünemiyor, bulunduğu mevkiden ayrılmak istemiyor, yardım geleceğini ümit ederek olduğu yerde durmayı tercih ediyordu.
Bu taraftan gidelim diyen Ümit öne geçti, istikametini geldiği yöne çevirdi. Kız once Ümit’in ardı sıra yürüdü. Sonra bir hizaya geldiler… Yürürken de konuşuyorlardı. Kız İzmirliymiş. İstanbul’a okumaya gitmiş. Üniversite’de 1. Sınıf talebesiymiş, öğrenci yurdunda kalıyormuş.
Okulunda Uludağ’a tur düzenlenmiş; methini çok duyduğu Uludağ’ı çok merak ettiğinden, imkân bulunca tura katılmış, dağa gelmiş.
Geldiklerinde hava günlük güneşlikmiş. Gruplar halinde dağılmışlar. Onlar üç arkadaş yürürken aniden sis bastırmış…
Sağa sola gidip gelirken vahşi bir köpek saldırmış, sarı saçlı, enfes yaratık; arkadaşlarından ayrı
düşmüş, can havliyle dereden karşıya geçmiş.
Köpek suyun kenarına gelip durmuş, takip edememiş.
Diğer iki arkadaşı can derdine düşüp ayrı yöne uzaklaşınca, beyaz giysili kız tek başına çaresiz kalmış, köpeğin korkusundan dereyi tersine aşamamış, mecburen kendisini bulmalarını beklemişti.
Uludağ’a ilk defa gelen güzeller güzeli kız da fırsattan istifade mümkün olabildiğince uzağa kaçmaya çalışmıştı.
Anlatılan öykü her zamanki hikayelerden biriydi.
Köpeğin suyun kenarında duralamasının bir tek nedeni olabilirdi, büyük ihtimalle köpek kuduzdu. Misafirini daha fazla endişeye sevk etmeme adına bu ihtimalden hiç bahsetmedi Ümit. Sadece çapraz astığı tüfeğini gerektiğinde kolaylıkla kullanabilmek için sağ omuzuna astı. Uludağ’da kaybolma vakıası sık sık görülüyordu. Sisin ne zaman gelip, ne zaman gideceğini önceden kimse kestiremezdi.
Yabancılar bazen onlara soruyorlardı: Bu sis ne zaman kalkar? Onlar; belli olmaz deyince de dudak büküp onları kınamaya başlıyorlardı.
Buralı olup da sisin ne zaman kalkacağını nasıl bilmediklerini soruyorlardı.
Bu soruyu sıkça duyduğundan sorana hiç kızmazdı, soranın cahilliğine verirdi.
Buranın adı ne diye sorardı karşı cevap olarak.
Uludağ yanıtını alınca da şok edici cevabı patlatırdı.
Hanımefendi/ beyefendi.
Bu dağın, huyu, suyu, karakteri önceden kestirilebilseydi, adı Uludağ olur muydu?
Sis ansızın gelir, 5 dakika sonra çekip gider. Sis gelir, 3 gün göz gözü görmez.
Veya bir açar, bir kapanır. Kapandığında, masallar âlemine düştüğünü zanneder yabancılar kendilerini. Açılır, tüm güzelliklerini misafirlerinin gözleri önüne serer cömertçe.
Bazıları anlamak nedense istemezdi Uludağ’ın kendini neden sakladığını.
O zaman da Ümit gerçeği söylerdi şamar gibi.
Şu anda dağda fesat yüklü biri var. Benim dağım kendini kem gözlerden sakınmak için sis salar, kendini hasetçi kişilerden korumaya çalışır.
Son noktayı koymaktır bu söze.
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.