- 665 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sudan Cümle, Çamur Deneme
İnsan anlayabilirse, affedebilirmiş!
Üzgünüm, çok üzgünüm şimdi Zarife Hanım
Getirdiğin tabağın içindeki fırından yeni çıkmış ıspanaklı böreği
Nasıl da iştahla yedim, sonrada parmaklarımı yaladım tek tek
Tüm tepsiyi verirdin herhalde beni o halimle görsen
İçtiğim çayların haddi hesabı da olmaz hani
Biraz hava almak için dışarı çıkmak istediğimde
Sen çöpünü koyarsın kapı önüne
Sokaktaki demir çöplüğe atıversem o çöpünü
Helalinden bir sigara yakabilirim sonra değil mi?
..
Sözleri, sözcükleri, sözlükleri öldürdüm, Heidi gel, sıra sen de!
Masalların çatladığı su izdüşümleri şu sarışınlık! Beyoğlu’ndan izin alınmış idadi, karşı kıyıda ne tenekeler var. Camilerin bile kiliseye çevrileceği zamandan çok ötede olmamıza rağmen, Peter sana yasak bu merasim. Çünkü artık Nurşen de okumuyor beni!
Kalbi ikmale verilmiş yaşlıların işidir ağlamak ve yalnız kayıp olunduğunda anlaşılır bulmak, bulunmak! İnsan, temayülât meraklısı, sana bir tavsiye ey zamana evlat! İnsan dediğin, temayül sonrası mezar taşı. Sana o kadar güzel görünürler ki, dimdik ayak da durup, ölüme bile ayak direttiklerini sana hissettirirler. Ama yakınına geldikleri zaman ve onlara dokunduğun an, yüreklerindeki taş gibi soğuk ve anlamsızlığı fark edersin.
Ne demiştim, nereye uzadı mevzu? Ortada mevzu edilecek bahis mi var? Uykuya yatırıldığım ev sahibelerim o kadar çirkin ki, yüzlerini görmemek için her gece karanlık. Bir cinnet de en fazla kaç can alabiliriz oyunu oynuyoruz cennete giderken. Giderken diyorum, biliyorsun gitmeye yakın kaç yoldan çevrilip, bir süre tanımadığımız hayatsularında alıkoyulduğumuz oluyor. Sonrası da cehennem! Biliyor musun, bir hazine sandığından hiçbir şey çıkmadığını fark edince, nasıl elinle sandığın her bir milimetresine dokunup, çıldırasıya bir hüznün eteklerine sarılırsın ya, öyle de dünya sana nice armağanlar ve hazineler ile kandırma peşinde. Ama ismi hazine olan her şey, hazine nispetinde mi? Şeytan da hunus ile ihata edilmiş, rücu etmekle meşgul, ama ne için sünüyor, geri çekilir gibi yapıyor? Hannas sıfatıyla da mücerred, ancak tecerrüd değil!
İnsan isteme, arzu peşinde daima! An, zamanı tanımlayamayacak kadar aciz iken, dünya zamanla iştigal halinde ve uğraşların hiçbiri reel manada iştiyakla istişarelerden alınmış değil! Sen kavramak da güçlük çektiğin için, daima var olan arzularına karşılık, tavsiyeler var, nasihatler… Biliyor musun, Nurşen okumasa da, çıkar birileri bir gün okur diye düşünüyorum. Ah Nurşen tam zamanıydı değil mi yakın gözlüklerini kırıp atmanın!
Çetelemi tutan melekler haricinde, ben de kendimce bir şeyler tutuveriyorum zaman dehlizinden. Ele geçmeyecek bir şey için insan yine de uğraşmak istemiyor ve levvâmesiyle mücahede için bile say edecek gücü kendinde bulamıyor. Ben de bu kadar yorgun olduğum için değil, bu hissi var etmek için yaşıyor gibi hissediyorum. Eksik olan ne?
Mesela evde terlik giymeyi hiç sevmem. Çorabımı odanın herhangi bir köşesine fırlatmayı, bırakmayı da sevmem. Ama kitabımla istediğim gibi oturup, kalkabilirim. Kimi zaman ıstırap bulutları zihnime doluştuğunda, kitaplar içinde garip saygı teşekkülleri icat ediyorum. Mesela yatağa sokmuyorum kitaplarımı, biraz ötede onları özleyeceğim saate kadar yalnızlığı seçiyorum. Aslında karşıtlar dünyasında, yalnızlığın dahi eksikliğinin ne olduğuna dair yorumlamalara muhtaç kalıyorum ve hatıratlar merakımı celbediyor. Promosyonlara maruz kaldığını anlayamayacak kadar bedbaht ecnebi oluveriyorum o an kendime ve diğer hayatların içinde zamanın kurutabileceği bir şeyler çıkaracağıma dair umutla, devam ediyorum. Sonra çayın suyu kireç kokuyor, okumaktan da zevk almıyorum. Yine aynı soruyla müşahede altına alınmış bir dimağ buluyorum sobelenmiş dört bir yanımda. Ortada ebe kalınmış tutsaklık, bir Fransız’ın asla yapmayacağı şey kadar zehir ediyor hayatı. ‘Eksik olan ne’ bir edat oluveriyor cümle içinde, yanlış sorulmuşluğunun üstüne basılacağını söylemek gerekliliğini şapka çıkartırcasına betimleyen gök mavisiyle.
O kadar çok soru sorduğumuzu zannediyoruz ki, soruları asla yanlış sorabilme ihtimalini bile aklımızın mazgalları ucuna getiremiyoruz. Ağustos böcekleri kadar toy kalıyoruz yaşamaya ve hiç yaşamadan bir sonraki nesil için ölüveren toprak kuvveti oluveriyoruz. Buna itirazım oluyor elbette. Ama ot olarak yaşamak, toprak üzerinde öylece görünmek bile kimileri için muhteşem final. Kameralar karşısında yeter ki görünebildiği bir sahnesi olsun, isterse kaşıkçı (elmasının sahibinin değerini bilseydi eğer, kaşığı bir daha tahtadan olmayacak hayatı kadar değerli bir) elması elinde bulunduran soylu, asilzadenin hizmetkârının hiç tanınmayan kardeşi, ablası, eşi, böceği…
E, Heidi sonlandırma vakti uzayan soba borularını! Zamanın birinde genç kız okulun birinde eğitim görürken, babası sınıfına kadar gelmiş ve sınıftaki kara tahtaya tebeşirle şunları yazmış:’ Dersimizin konusu, sobanın borusu!’ Bizimkide yanmadan, kül olmadan önce tüm mektupların son kez parmak uçlarındaki çiviyle kâğıtlarının çizilmesi gibi! Sade bir ölümü hak eder hâlbuki her can. Ama bilinir ki, her can kendi kabında kapalı gişe. Zoraki bilet aldırmalar, heyecan verici bacak arası dokunuşları, dudak tertip ve tertibat seanslar arasında nüanslar. Siyah beyaz filmler için, artık son moda gözlüklerde kâr etmiyor ya!
Heidi, Nurşen’i de boş ver de şimdi, lime lime kılıçlarla ayrılmış film karesi gibi gelen cümleler yığıldıkça, kendimi Ay gibi hissediyorum. Sokak lambalarının, araba farlarının ışıkları bana vuruyor ve aydınlatıyorum karanlıktan yeni çıkmış sıcacık nüshalarımı.
İnsan hiçbir şeyi, kimseyi, gözünde büyütmemeli; asla! Bu filme kendimi o kadar çok alıştırmışım ki, şimdi hangi yeni yetme subay çağırsam, o bile bilebilir hangi sözcükleri, bu son için koyması gerektiğini!
Bu şiir de ne güzelmiş, cesedine yeniden hayat verilmem istenen morg müptelasıyım. Kim tıkıyorsa şu hayatın morgunda pamukları akla bilmiyorum, ama iyice var olma hissini yokluktan çıkartıyor ruh. Hiçbir tanrıtanımamazlık kâr etmiyor sonda. Her maktul, o kadar iyi tanıyor ki failini; artık meçhul cinayetler virgülden sonra, nokta faslına kadar devam edip, bitiyor.
Peter’in de Heidi canı cehennem’e!
Sigaramızı yeni bitirmiştik. Yukarıdan bağıran adam hâlbuki o kadar tatlı ve merhametli ki, yazıklar olsun diyor ağız dolusu. Kibritim olsaydı yeni bir tane daha yakabilirdik ya, neyse; zencefile kurban olsun nikotin!
Hüzne baş aşağı koşuveren tanrısal hohlamalarız. Kimisiyse bu siste bir tanrı olarak yaşamış. Athena, Limos, Hades, Apollon, Artemis, Zeus, Metis, Herakles, Afrodit… Ama hiçbir tanrı Zarife Hanım kadar ziyafet sunamıyor.
Altmış beş sene bir Allah’ın kulu Zarife Hanım’a teşekkürlerimle…
Heidi, kapatma saati geldi sinemayı. Sanmayın ki çocuklar yirmi dört saat film oynatıyoruz. Bizimde elbet kamera arkamız var!
YORUMLAR
alma kitaplarını yatağına zaten rüyalarını çalarlar sonra...biri bir şey söylediğinde ya da okuduğumda empati yapıyorum sürekli...ve sen o kadar çok soru soruyorsun ki yoruluyorum bunun için....horultuyu bir kere okudum anlamadim sabah sabah...var olmak yoklugun esiginde bir onu bildim
selametle ...