- 542 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Cennet
İnsan mazinin yığınlarıyla var eder hayatını. Melankolinin soysuz müstakbel gölgesidir gelecek ve beklemek gereksizdir onu. Kimi yazarların bir kitabı eline aldıklarında, parlak bir fikir akıllarına geldiğinde hemen kitabı bırakıp, yazıya koşmaları gibi, ben de gözlerimi kapattığım geceye sığınıp, koşuyorum düpedüz savrulan ve aynılaşan yaşamlara. İstemek veya istememek söz konusu değil hiçbir zaman. Varoluşun köreren yanıdır hayatı yaşamak!
90’lı yılların ortalarıydı. Neredeyse çocukluğumun tamamını geçirdiğim İzmir’den ayrılmak zorunda kalmıştık. Babam erken yaşta emekli olunca, bütün gün namazlar dışında evde oturuyordu. Her ne kadar dışarıda arkadaşlarla dolaşmayı sevsem de, akşam olunca iki abimle beraber evde oturuyor, üzerimizde biriken negatif elektriği birbirimizle didişerek boşaltıyorduk.
On dört yaşındaydım. Kendi güzelliğim ve yakışıklılığım ile övünecek aklım yoktu, ancak birileri fark etmiş olacak ki, manken ajansı tarafından çağrılmıştım. Ajansa bir hafta gitmiştim ki, annem bir daha oraya gitmeme izin vermedi. ‘Bozulursun’ diyordu, bozulur ve Allahın istemediği bir şeyi yaptığın için cehenneme giderdin diyordu. Anlamıyordum tabi o zamanlar; mankenlik nedir, televizyonda görünmek nedir… Liseye başladığımda kızlara karşı olan duygularımın pekiştiğini hissediyordum. Bornova’da bulunmanın ayrı bir tadı olmasına rağmen, yine de herkesle içli dışlı olmaktan çekiniyordum. Hap alıyorlardı, içki içiyorlardı… Bunların hiçbirini yapamazdım, öyle bir inancım vardı.
On iki yaşındaydım. Benden dört yaş büyük ablam evleniyordu. Hayata anlam verilmeyeceğini, o düğün telaşında çok iyi anlamıştım. Eniştem on üç yaş büyüktü ablamdan. Çocukluğun verdiği saflık ile beraber yürekten kabul etmeme isteği olsa da, dışarıya dönük herhangi bir menfi harekette bulunmaktan çekiniyordum. Korkuyordum. Büyük abimin düğününde şort katıydım. Ah küçüklük!
Cennet annesi ile beraber dini bir dinleti için tiyatroya gidince, bana da haber vermişti. Diğer abim bir aralar YKM’de güvenlik görevlisi iken, önemli oranlarda mağazalardan indirimlerden faydalanabiliyorduk. Hal öyle iken kundura, spor ayakkabı, fiyakalı bir ceket de payıma düşen olmuştu. Beş yüz liralık ceketi taktığım gibi, tiyatronun önüne gitmiştim. Ciddi düşünüyordum. Cennet gözlerinin füsunkâr helecanını bana akıtırken, mest oluyordum. Yüzümün kızardığını biliyordum. Bahar gözleriyle ruhumu okşuyordu. Ama hep bir şeyleri eksik buluyordum onun yanında olduğumda. Ne bileyim, sanırım annemin kadınlığı yanında tüm kadınlar eksik gibiydi.
Annem benim, kurban olduğum, cennetmekân kadın! Ne güzel yüreği var onun, ah! On dört yaşında amcası oğluna gelin olarak geldiğinde, çocukmuş daha. Ayağında giyebileceği sağlam bir ayakkabı dahi yokmuş. Oysa sağa sola para harcanabilirken, anneme bir ayakkabı fazla görülmüş. Apandisti patlamak üzere bir hafta evde kıvrandığında, kimse ona inanmamış. Babam neden bu kadar karısına gaddar olmuş, anlamış değilim. Bir dakika oturup dinlenmeyi kendilerine haram bilen kadına niye kötü söz söylemeyi adet edinmiş, hatta dövmüş… Yedi sene çocuğu olmadığı zamanlar, acaba ne düşünüyorlarmış hakkında? Kısır deyip, daha fazla kötü söze mi maruz kalıyormuş? Şimdiki kadınları görüyorum da dilleri olmuş tencere kapağı gibi. Her sözü çeviriyorlar, kinle, kavgayla yaşıyorlar. Hayatlarının her anı depresyon! Lanet olası annem niye depresyona hiç girmemiş acaba? Bir kez olsun babama beddua ettiğini görmedim. O kadar şey çekti, dertle karşılaştı ama bir gün olsun itikadından vazgeçmedi. Dosdoğru yaşadı ve hâlâ yaşıyor da! Peki, şimdinin kadınlarını takılıp, yolda bırakan ne? Belki de annemin Allah’a ve ahret gününe inancı her şeyi tek başına kaldırmasına izin veren etmen oluyor. Ah annecim!
Cennet meselesinde de pek memnun değildi aslında. Garip bir şekilde kıza karşı tepkiliydi. Belki de maddi durumları bizden iyi olduğu için, uygun görmüyordu beraber olmamızı. Cennet ile Avrupa Birliğinin desteklediği bir kursta tanışmıştık. Ökkeş, Fevziye, Ayşe… Pek çok yeni arkadaşım olmuştu. Altı ay boyunca tasarım ve moda üzerine eğitim almıştık. Her ay da yüz avro parada bankadaki hesabımıza yatıyordu. Güzeldi kurs günlerim. Ayrıca açık öğretime de başlamıştım. Kamu yönetimi okuyordum. Bir işe yarar mı, yaramız mı bilmiyordum ama okuyordum. Gayret ediyordum. Açık öğretimde okumaya başlamadan önce, Ösym’nin yaptığı üniversite sınavlarında iyi puanlar almıştım. Ama bölümüm sözel olunca, aksilikler üzerime geliyordu. Bir önceki seneden daha iyi puan aldığım sene, Hukuk bölümüne gideceğim diye sevinmiştim. Ama o yıl alımı sözelden olan Hukuk için, artık alımlar eşit ağırlık bölümünden olacak diye duyuru yayınlamışlardı. Yıkılmıştım sanki, kötüye gidiyordu hayatım. Yolun sonunu görememek bir yana, kendime ait bir yol dahi bulamıyordum. Neyse ki bu kurs beni rahatlatmıştı. Cennetle de tanışınca, kendi adıma espriler bile yapmaya başlamıştım. ‘İki dünyada da Allahtan cenneti istiyordum’ diyordum. Birkaç kez sahile inip, gezindiğimiz günler olmuştu. Metroyla eve dönerken, bir kızın üzerine giyindiği elbise için yaptığım espri sonrası, Cennet’in gülüşü hayatın pek de anlamsız olmadığını anımsatıyordu bana. Aşk, çaresizlikler için birebir ilaç gibiydi. Ama çaresizlik aşk olunca, o zamanda bir süre sonra aşk tatlı bir zehre dönüşüyordu.
Ticaretle ilgilenen büyüklerimiz vardı, ama uzaklardı bize. Kendi babam, amcam kesinlikle ticari bir iş konusunda birleşmemişlerdi. Memlekette altlı üstlü aynı evde kalırken dahi, ortak bir iş yapma, bir arsa alıp, oraya ev dikme gibi planları hiç olmamıştı. Hayat acımasız tabi ki! Şimdi iki kardeşinde çocukları ev alma derdinde. Zamanında ceplerindeki para, para iken arsa alıp, ev alıp bize bıraksalardı, şimdi konuşmak zorunda da kalmazlardı. Hani insan oturup da düşünüyor bazen, başkalarının büyükleri neden böyle de, bizimkiler tam onlara zıt, hiçbir şey bırakmamışlar, biriktirmemişler. Hatırlarım da annem derdi, babam elli kilo şeker, un, çuvalla kuru bakliyat, pirinç, bal alıp gelirmiş eve. Biz mi yermişiz onları, yok; amcamlara gidermiş o malzemelerin çoğu. E be adam, senin abininde işi varmış, gücü varmış. Fakirlermiş ki sanki sen onlarında da erzaklarını alıyormuşsun? Anlam vermemek bir yana, daha fazlasını duymak da insanı rahatsız ediyor elbet. Senin çoluk çocuğun evde hanımınla tek başlarınayken, kalkıp iki gün süren yolculukla İstanbul’a gidip, kız kardeşine, çocuklarına bakıyorsun. Zalim dünya! Şimdi o baktığın kız kardeşinin çocuklarının hangisi bizi seviyor? Hepsi delinin çocukları diyor bize. Dayımız deli diyorlar. Evet, iyilik yapana deli, ahlaksız deyip duruyorlar arkadan. Allah insanı saf etmesin!
Cennetle beraberken, gezip dolaştığımız zamanlar için paraya ihtiyacım oluyordu. Kurs bitince daha iyi anlamıştım her şeyi. Sıcacık ellerinden tutup, geziyordum Bursa sokaklarında. Kimi zaman çok süslendiğinde kızıyordum. Çok güzel oluyordu, kıskanıyordum. Kıskandığımı bildiği için o da bana naz yapıyordu. Ah sevda!
Kimi zaman buzun üstünde tezgâh açtığım günler oluyordu. Eğer ben tezgâhın başında olmasaydım, küçük abim bu işi tek başına yürütemezdi. Sınav vakitleri yaklaştığı zaman, şehir kütüphanesinde çokça vakit geçiriyordum. Tabi o günler siftahı bile zor açtığımız günlerimiz oluyordu. Her şey bir yana, mafya, zabıta; hepsi sıkıştırıyordu bizim tezgâh kurmamız için. Ama Allah’a güvendiğim için, korkmuyordum kimseden. Ne Alâeddin Beyefendinden, ne Zabıta Ali’den, Mustafa’dan, ne de Cebrail’den, topal Cengodan… Daha çok saygı duyuyorlardı bana. Çünkü herkes işini yapıyordu eve ekmek parası götürmek için uğraş veriyordu. Tabi öyle bir ortamda korsan sidi alıp, güncel müzikleri dinleme şansımız da çok oluyordu. Her işin kıyağı var tabi. Rabbim bereketimizi artıyordu. Özellikle bayram vakitleri yaklaştığı zaman, satışlar yüzde bine vuruyordu. Beş yüz, altı yüz lira karımız oluyordu. Tabi bizi şevklendiriyordu böyle zamanlar. Ama ben bu işi her zaman yapamazdım. Elimden geldiğinin en iyisini yapsam da, hayır daha farklı bir şey olmalıydı!
Üniversiteyi bitirdikten iki sene sonra, beş aylık askerliği de bitirdikten sonra artık evlenmem gerektiğini içten içe hissediyordum. Ama işim yoktu, nasıl evlenecektim ve kiminle?
Evet, Cennet vardı değil mi? Cennet, kızıl ateş, bahar gözlü melek, tatlı dilber! Yok, olmadı. Büyük ablama, anneme kızın benim duymak istemeyeceğim şeyler söylediğini söyledim. Aslında bu işin sadece bir tarafıydı. Onunla beraber olduğum her an, içten içe bir eziklik hissediyordum. O bilmese de bu hissi, anlayamasa da beni, bu his beni yiyip bitiriyordu. ‘İşi ciddileştirelim’ diyordu. Evlenmesek dahi şimdi, en azından durumumuz belli olsun diyordu. Peki dedim, durumumuzu ciddileştirelim. Ama ona bir şey sormak istiyordum öncelikle. Kırmızı dudaklarım, dişlerimle ısırıp, morartıyordum sanki. Sesim kısıldı, yüreğim daha hızlı çarpıyordu. Bakışlarımdaki efsunluk, korkudan ötürüydü. ‘Ya baban seni bana vermezse, işin yok evladım, bu durumda nasıl benim kızımı istiyorsun. İşin gücün olsun, bir maaş al da sonra düşünürüz dese, babana benim için konuşur, baba ben onu seviyorum, ne olur kabul et der misin? Yoksa hayır demesi karşısında ses çıkartmaz mısın?’
‘Hayır’ demişti, ‘hayır, babama karşı çıkmam’ demişti. Çok sevdiğim cennetim beni istemiyordu. Evet, Cennet benim onun haremime girmemi talep etmiyordu. Beni sevmemiş miydi yoksa? Yoksa bu nasıl bir başkalaşımdı? Hep böyle miydi, ben yeni mi tanımaya başlamıştım Cennet’i? Bu küçücük zıtlaşmayı göze alamaz mıydı, bu kadar da olsa sevgi yok muydu aramızda?
Otuz yaşına girmeden önce son bir şansım kalmıştı polis olmak için. Üniversite mezunu olarak alınacak polis adaylarından biri olmam için, yaş şartını otuza çıkarmaları gerekiyordu. Bu şans ortaya çıkınca, şansımı denedim ve yedi sene önce iki kez denediğim polisliği bu sefer daha iyi koşullar altında kazanmıştım. Altı ay boyunca eğitim gördükten sonra, iki buçuk bin lira üstü maaşımı alıp, düzenimi kurabilecektim artık! İlk birkaç hafta içerisinde birkaç kadın polis adayını gözümü kestirsem de, hiçbirini gözüm tutmadı. Benden altı yaş küçük polis adaylarının neredeyse çocukları olacaktı, ben ise bekârdım ve bir yol çizmek için geç kaldığımı hissediyordum. Bu gerginlik içerisinde anneme ve büyük ablama bana kız aramalarını tembihledim. Bulduklarını birkaç kızın resmini internetten bana gösterip, bu olur mu, şu olur mu diye bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Hepsi bir yana içten içe bu evlenme duygusunu, Cennet’e karşı ruhen giriştiğim bir kavga olarak görüyordum. Evlenmek arzusuyla yanıp tutuşmuyordum. Ciddi bir işti; aşkla, mutlulukla bu yola baş koymak gerekiyordu. Sonunda bir kızı daha gösterdiler. Açıkça söylemek gerekirse, hoş ve saf bir kızdı ama benim için ‘işte budur’ diyebileceğim birisi değildi. Sanırım Cennet’e olan duygularım canlılığını yitirmemişti. Ona karşı giriştiğim bir harpti bu, ama başaramamıştım, sonunu getirememiştim savaşımın. İki günlük izin alıp, son gösterdikleri kızı hem görmek, hem de beğenirsem söz kesmek için Bursa’ya geldim. İyiydi ve daha fazla uzatmanın benim açımdan bir manası yoktu. Evlenecektim bu kızla. Diğer gün sözü kesip, yüzüklerimizi taktıktan sonra eğitim okuluna geri döndüm.
Şükürler olsun, hır gür çıkartan, anlayışsız biri değil eşim. Şimdi mesleğimi de en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum ve ev düzenimi de kurdum. Yakında çocuğumda olacak. Ama her iki dünyada da cennete sahip olamamanın acısını içten içe de olsa hep yaşayacağım. Geçen samimi bir arkadaşım e-mail adresimin şifresini sorduğunda, ‘cennetcennet’ dedim acı bir anımsama süresi geçtikten sonra. Duygusal ilgisizlikler sonucu fikirler doğuyor, bunu iyi anlıyorum şimdi. Ne zaman Cennet artık yok diye düşündüm, o zaman evlenmem gerektiğini anladım. Ama fikirler duyguları tamamen ortadan kaldıramıyor.
Ah minel aşkı ve halatihi
Ahraka kalbi ve hararatihi
Ah o aşktan ve onun hallerinden benim kalbimi yaktı, yandırdı. Eğer nasip ederse Rabbim, artık tek cennete rıza göstereceğiz. Her şeyin hayırlısı…
.
YORUMLAR
Güzel bir öyküydü. 'Cennet'e Veda' dan başlamak üzere çeşitli göndermelere ve sözcük oyunlarına açık bir karakter ismi var. Öykünün beni duraklatan yeri ise babaların zamanında arsa almaması idi. İster istemez okumaya ara verip, gelecektekilerin dönüp bugünümüzü nasıl eleştiriceklerini hayal etmeyi denedim. Nasıl yatırım ya da geleceği sağlama alma olanaklarını kaçırıyorduk acaba? Saygılarımla.
HakkınSesi
Teşekkürler, saygılarımla daim..