Güneydoğu gezisi - Mardin / Midyat - Medeniyetler ve dinlerin beşiği
Güneydoğu gezimizin üçüncü gününü Mardin ve Midyat’a ayırmıştık. Mardin Urfa’ya 190 km. uzaklıkta. 70 km. de kaldığımız köye olan uzaklık eklenince bir hayli mesafe göründü gözümüze ama vazgeçmek ne mümkün, bir kere karar verilmiş artık. Kiraladığımız araba ile Viranşehir, Kızıltepe derken Suriye sınırını takip eder gibi Urfa’nın doğusuna doğru biz üç kadın düştük Anadolu yollarına.
Uçsuz bucaksız tarlaların ortasından ilerleyerek, arada dağlık arazilerden, keskin virajlardan geçerek ara sıra da köy korucularıyla ve tam teçhizatlı askerlerimizle karşılaşarak üç saat gibi bir zaman sonra uzakta karşıdaki bir tepenin üstünde Mardin şehri göründü.
Mardin, Dicle ve Fırat nehirlerinin suladığı Mezopotamya bölgesinde yer alan kayalık bir tepenin yamacına kurulmuş, tarih boyunca farklı dinlerin, farklı kültürlerin, inançların merkezi olmuş gizemli bir şehir. Tarihi ipek yolu üzerinde en önemli duraklardan biri. Karşıdan bakınca birbiri üzerine yığılmış taş evleri, birbirine geçmiş yapıları, kemerli mimarisiyle ve aynı renkli binalarıyla bir bütün parça gibi görünüyor. Bütünleşmiş, bir olmuş. Ancak yaklaşıp içine girdikçe dar yollarıyla birbirinden ayrıldığını anlıyorsunuz. Binalar birbirlerinden dar geçitlerle ayrılıyor bazen. Eski yıllarda evlerin altından geçen Abbara denen geçitler kullanılıyormuş. Günümüzde hala kullanılan birkaçını görmek mümkünmüş.
Evler, bütün binalar hep aynı renk, sarı. Mardin’de görülmesi gereken yerlerin başında Deyrülzafaran Manastırı geliyor. Bir Süryani manastırı. ‘Deyrul’ Arapça ve Süryanice’de manastır anlamına geliyor. ‘Zafaran’ ise safran bitkisinin eski Türkçesiymiş. Böylece safran manastırı anlamında Deyrulzafaran kullanılmaya başlanmış. Binaların harcında safran kullanıldığı için Mardin’deki bütün evler sarı renkte olmuş.
Şehir, yüksek duvarlı, zamana direnen taş mimarisi ile ve kemerli balkonlarıyla nakış nakış işlenmiş, evleri, camileri, kiliseleri, medreseleri ve manastırları ve işlemeli çeşmeleri ile tamamen farklı bir resim gibi. O resmin içine girip detay atlamadan her bir noktaya bakmak arzusu duyuyor insan. Merdivenli dar sokakları sizi bir gizeme davet ediyor. Çıkmak ve basamaklar nereye götürüyorsa o keşfin içinde kaybolmak istiyorsunuz.
Ovadan Mardin’e bakmak ayrı bir meraksa Mardin’den uçsuz bucaksız ovaya bakmak da ayrı bir keyif. Halkın “gece gerdanlık, gündüz mezarlık” dediklerini okumuştum Mardin hakkında. Hakikaten dümdüz ovanın ortasında gece karanlığında Mardin’in birbirine geçmiş yapısıyla kesif bir ışık seli gibi görünebileceğini anladım.
Şehirde Hıristiyan varlığı kesinlikle hissediliyor ve Müslümanlarla iç içe yaşıyorlar. Hıristiyanlığı ilk kabul eden halklardan olan Süryaniler, Ermeniler, Araplar ve Kürtler birlikte yaşıyorlar. Mardin’in sokaklarında Türkçe, Arapça, Süryanice ve Kürtçe birbirine karışıyor. Birbirine bitişik ibadet yerlerinde herkes kendi dinini yaşıyor. Halkı samimi ve içten. Rahatlıkla konuşulabiliyor. Birlik ve kardeşliğin bir örneği bu şehir.
Mardin’de gümüş telkari işçiliği çok ünlü. Ve cadde boyunca telkari işlenmiş gümüşçüler birbiri ardına sıralanıyor. Birkaçına girdik, inceledik. Bütün ürünler hepsi birbirinden güzel ve hepsi birer sanat eseri. Gördüğüm kadarı ile daha çok Süryaniler bu işi yapıyor gibi geldi bana. Girdiğimiz dükkanların duvarlarındaki dini resimlerle kendini belli ediyordu. Gümüşçülerin yanında el işi oymalı bakırcılar ve doğal ürünler satan dükkanlarda da birbirinden değişik ev yapımı sabunlar gibi ürünler bulduk.
Buradaki gezimizi daha çok uzatmadan ayrılmak zorunda kaldık. Çünkü daha sırada Midyat vardı. Aklımız arkada kalarak yine yollara düştük. 70 km. sonra Midyat’a vardık. Midyat Mardin’den ayrı olarak daha düz ve modern bir şehir gibi göründü ilk başta. Aradığım özellikli bölgeler yerine modern bir şehirle karşılaştık. Daha sonra eski Midyat bölgesine girince farkı fark ettik. Tamamen farkli bir dünya içine giriverdik birdenbire. Burası hiç abartısız gerçek ve doğal bir film platosu gibiydi. Dizi dünyasının niçin burayı tercih ettiğini görünce anlayabiliyorsunuz.
Yüksek duvarlı taş konaklar karşıladı ilk başta bizi. Dar yollara açılan kapılarıyla dünyaya merhaba diyen devasa konaklar yüksek duvarlarla çevrili geniş bir avlu içinde merdivenle çıkılan odalar ve balkonlardan oluşuyor. Her bir konak ayrı bir dünya. Kocaman bir konağın kapısında oradaki bir çocuğa “burası ne” diye sorunca “normal bir ev” dedi Bu evde “Aşk bir hayal, Bir bulut olsam” gibi diziler çekilmiş. Ayrıca Sıla dizisinin çekildiği konak da şimdi Devlet konuk evi olmuş, konukları ağırlıyor. Gezdik biz de, bütün odalarına girdik çıktık. Fotoğraf çekmeye doyamadık.
Yine telkari dünyası karşıladı bizi burada her adımda. Telkari denen gümüş işlemeciliği sadece takı olarak değil aklınıza gelen her objede kullanılıyor ve bu bölgede çok yaygın.
Dinler şehri demiştik, bölgede yaşayan en önemli cemaatin başında Süryaniler geliyor. Müslümanlarla birlikte barış içinde yaşayan değişik din gruplarının arasında Şemsiler (Süryaniliğin farklı bir kolu), Yezidiler(şeytana tapanlar olarak biliniyor), Becirmaniler (bu din grubu da nüfusu en fazla topluluklardan, geçmişi Harun Reşit’e dayanıyor) var. Barış ve kardeşlik duygusu ön planda olan bölgelerden biri burası.
Görülmesi gereken yerlerin başında Mor Gabriel manastırı var. Bu manastır bur Süryani manastırı ama Midyat dışında olduğu için gidilemedi.
Derken gün de bitti. Karanlık basmadan yola düşmemiz gerekiyor. En azından kırsal bölgeden aydınlıkta geçmekte yarar var deyip tekrar kaldığımız köye doğru yola düştük. Yollar düzgün ve sakindi.
(Devam edecek)
Şükran Demirtaş