- 1560 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADIYAMAN VE ŞANLIURFA YÖRESİ
ADIYAMAN VE ŞANLIURFA YÖRESİ
Halit Özdüzen (Araştırmacı –Yazar)
Ankara’da bazen sohbet toplantısına katıldığım geniş üyeli bir dernek mensupları, Eylül ayında Adıyaman ve Şanlıurfa yöresiyle Nemrut Dağını da içerisine alacak şekilde otobüsle iki günlük bir gezi düzenleyeceklerini söy-lediler. Benim yöreyi “iyi bildiğimi” dile getirerek, bu iki şehir hakkında kendilerini bilgilendirmemi istediler.Bu konularda gerek Ş.Urfa, gerekse Adıyaman Valilik ve İl Kültür Müdürlüklerinin Web sitelerinde yeterli bilgilerin bulunduğunu söyledimse de, o yöreyle ilgili tarih çalışması yaptığımı bil-diklerinden “birkaç paragraf ” da olsa bir şeyler karalamamda ısrarlı oldular.
Mezopotamya kökenli medeniyetlerinin Anadolu’ya giriş kapısı olan şehirlerimizi gezmenin bir-iki güne sığmayacağı belittimse de, kısa zamanda ne kadar çok yer görülebilirse o kadar yararlı olacağını söylediler. O geziye yönelik birkaç paragrafla başlayan yazı sayfalara taşınca, o yöreyi görmek isteyen başkalarına da yararı olabileceğini düşünerek genel paylaşımın daha uygun olacağını düşündüm. Okuyucuya çalışmanın çok fazla kaynak derlenmeden kısa bir süreçte amatör bir çerçeve içerisinde “özet olarak” yapıldığını belirtirsem, ufak-tefek bazı noksanlıkların hoş görebileceğini ümit etmekteyim.
Adıyaman Nemrut Dağı
Ülkemizde bu isimle anılan iki dağ bulunmaktadır; birsi Tatvan diğeri Adı-yaman/Kahta’dadır. Adıyaman’daki Nemrut Dağı, Basra körfezinden gelerek Mısır’a kadar uzanan bereketli hilalin Kuzey bölgesinde yer almakta; hilalin sonu Toroslar’da bitmektedir. Doğu Toros silsilesi içerisinde yer alan Nemrut Dağı, yüksekliği deniz seviyesinden yaklaşık 2200 metre civarındadır. Dağın çev-resinde genellikle meşe ağaçlarının ve makilerin yoğun olduğu çalılık, koru ve ormanlar bulunmaktadır.
Nemrut Dağında Komagene Kralı I. Antiochos için yapılan anıt mezar üzerinde kırma ve çakıl taşları yığılarak bir tümülüs oluşturulmuş ve tümülüsün etrafındaki teraslar üzerine ateş sunağı ve Greko-Pers üslubunda devasa heykeller yapılmıştır. Dünyanın 8. harikası olarak nitelenen Tümülüs ve çevresi Fırat Nehri geçitlerine ve ovaya hakim bir tepe üzerindedir. Dağın ve heykellerin Hz. İbrahim’i ateşe atan Asur kralı Nemrut(yaklaşık M.Ö.1750) ve kavmiyle ilgisi olmadığı halde, Urfa’ya yakınlığı nedeniyle halk tarafından heykellere “Nemrut heykelleri” adı verilmiş, zamanla da dağın adı Nemrut Dağı olarak anıla gelmiş-tir.Daha sonra çevresiyle beraber mili park ilan edilen dağ ,UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır.
1970’li yıllarda yapılan festival sırasında Kahta Kaymakamlığındaki görevim yanında aynı zamanda Turizm dernek başkanlığını da yürütmekteydim. İçe-risinde bulunduğum Festival komitesi Adıyaman ve Kahta’daki kamu görevlileri, mahalli yöneticiler ve basın mensuplarından oluşmaktaydı; festivalin Kahta ayağı organizasyonda daha ağırlıklı ve etkindi.Komitede festivalin isminin “Nemrut”u çağrıştırmasının tarihi gerçeklerle bağdaşmadığını ısrarla dile getirdimse de, Festival komitesindeki Kahtalı bazı “art niyetli” arkadaşları ikna edemedim. Aykırı düşünenler sanırım ”atalarının nemruta” dayandığını zannettiklerinden(!) Festivalin isminin “Adıyaman Nemrut Festivali” olmasında ısrar edince, sonunda o isimle birkaç yıl festival yapıldı. Fakat halk bu ismi benimsemeyince uygulamadan kaldırıldı. Yörenin dışında olduğum yıllarda” Kahta Nemrut festivali” ismiyle yeni bir festival düzenlendiğini öğrendim; onu da adını halk benimsemeyince zorunlu olarak uygulamadan kaldırmıştır. Bazen düşünürümde“ kirli siyaset” yanlış bilgi yüzünden bu ülke neler, neler kaybetti…
Kommagene Krallığı,
Antik Çağda, Orta Anadolu’nun güneyinde krallık. Batıda Kilikya(Adana yöresi) kuzeyde Kapadokya, krallığın Doğu sınırını Fırat Nehri ile çevrili olarak. bugünkü Adıyaman, Malatya Gaziantep ve Kahramanmaraş illerinin coğrafi hinterlandını kapsamaktaydı. Asur kaynaklarında: Geç Hitit döneminde Kummuh adıyla anılan Kommagene Büyük İskender’in Anadolu ve Ortadoğu’yu ele geçirmesi sonrası onun egemenliğinde, daha sonra da generallerinin kurduğu Selevkoslar devletinin egemenlik alanında kaldı.Milattan Önce yaklaşık 162’de, çökmekte olan Selevkos İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsız bir devlet oldu. Bulunduğu bölgenin Toros Dağlarındaki çeşitli yolların kavşak noktası olması,doğu sınırında Fırat Nehri Kommagene Krallığı’na, Roma ve Part(Pers) imparatorluklarının arasında stratejik bir konum kazandırmaktaydı. Samosata (Eski Samsat) bu küçük krallığın başkentiydi. Bu gün Atatürk Barajının göl havzasında kalan Samsat’ın tarihi tunç devrine kadar uzanmaktadır. Samosate ismini kurucu kral Samos’tan almıştır. Partlara karşı Romalıların desteğinden maharetle yararlanan Kommagene kralı I. Antiochos döneminde (MÖ. 69- MÖ. 34 ) krallığın gücünü zirveye ulaşmıştır. Antiochos adını yaşat-mak için Nemrut Dağı’nın tepesine anıtsal heykellerle süslü görkemli bir mezar tepesi yaptırmışsa da, halkını ihmal ettiğinden Romalı komutan Lucuiyanus’a boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Krallığın en önemli özelliği Doğu ve Batı inançlarıyla kültürlerini bünyesinde sentezlemiş olmasıdır.Bu olgu dağdaki heykellerin kıyafetlerine de yansımıştır. Romalıların “tanrı olarak” kabul ettikleri Zeus ve Hereklesin başlarındada doğu-nun Part külahı bulunmaktadır.Kommagene Krallığı MS 17’ de Roma’nın ege-menliğine girene kadar bağımsızlığını, sürdürmüş. III. Antiochos’un ölümünden sonra, bölge Roma Kralı Tiberius zamanında Romalıların eline geçmiştir. 38-72 arasında Roma’ya yarı bağımlı yeniden bir canlanma dönemi yaşasa da, daha sonra, Roma Kralı Vespasianus döneminde Roma’nın Suriye Eyaleti’ne katılarak tamamen hakimiyetini kaybetmiştir.
Doğu Terası
Güneşin doğuşunun izlendiği 10 metre yüksekliğindeki tahtlar üzerinde sıralar halinde oturmuş heykeller: O dönemin ilkel teknoloji ve insan emeğinin ürünü olarak değerlendirildiğinde gerçekten olağanüstüdür. Yüzleri güneşe doğru, daha doğrusu doğuya bakmaktadır. Terasta sırayla Komagenenin sembolü olan Kartal,Kralın güğcünü temsil eden aslan, Kral I.Antiochos, Kommageneyi temsilen kraliçe (Tyche),Romanın mitolojik pağan “tanrıları” Zeus, Apollon ve Herakles(Herkül);onların yanında da Aslan ve Kartal heykelleri yer almaktadır. Tahtların arkasında 237 satırdan oluşan Kral Antiochos’un dini ve sosyal içerikli vasiyeti (Nomos) bulunmaktadır.Terasın kuzey ve güneyinde Kommagene Kra-liyet ailesinden bazılarının kabartma stelleri yapılmıştır.Yine aynı terasta hey-kellerin önünde ateş sunağı (Altar) ve onun yanında oturur biçimde bir aslan heykeli bulunmaktadır.
Doğma saati geldiğinde Güneş Mezopotomya ovasından yerden kaynar gibi doğmaya başlar ve uzun süre çıplak gözle rahatça izlenebilir.Güneşin doğuş istikametinde Fırat nehri üzerine kurulan Atatürk barajı gölü dağdan masmavi deniz gibi görülmektedir.Güneşin doğuşunu izleyicilere olağan üstü duygular yaşatmaktadır.
Batı Terası: Doğu Teras’da olduğu gibi tahtlarında oturan dev tanrı heykelleri ile birlikte Kommagene Kralı I. Antiochos’un heykeli ve “ tanrılarla tokalaşma” kabartmaları yer alır. Ayrıca burada astroloji ile ilgili bir aslan horoskop kabart-ması da bulunmaktadır. Aslan kabartması üzerinde yer alan ay ve yıldızlardan simgesel olarak Milattan önce 7 Temmuz 62 tarihi okunmaktadır. Bu tarih Kral I. Antiochos’un tahta çıkış tarihidir. Nemrut’ta güneşin batımı bu terastan izlen-mektedir. Güneşin doğuşu nasıl doğu terasından izlenmekteyse batışı da batı terastan izlenmekte olup ,doğuşu gibi oldukça muhteşemdir.Önceki yıllarda mili park olmadan önce turistler akşama doğru dağa çıkar güneşin batışını iz-ler, orada ateş yakan bekçinin demlediği çayları içerek, yaktığı ateşin çevresinde sabahlayarak güneşin doğuşunu seyrettikten sonra dağdan ayrılırlardı. Şimdi Batışı izlemek ancak o yörede konaklamakla mümkün olmaktadır.
Ankara’dan- Adıyaman Nemrut Dağına
Ankara’dan - Adıyaman’a , Aksaray, Adana üzerinden yaklaşık 807 km’ lik hava ve yol durumuna bağlı olarak 10,5 sat süren yolun önemli bir bölümünün otobanın oluşu araca bağlı olarak zamanı kısaltabilmektedir. Adıyaman’dan Kahta güzergahı ile Nemrut dağı arası 86 km olup bunun Kahta’ya kadar 30 km’si normal, sonraki 30 km’si orta, 26 km’si biraz yokuş ve virajlıdır. Bu nedenle yaklaşık bir buçuk-iki saatte gidilebilmektedir.Mili Park girişinden itibaren 750 m., dağda yaya tırmanma 20- 25 dakika sürdüğünden Ankara- Nemrut yol güzergahı 13 saat civarındadır. Eylül ayında Nemruta güneş saat 5.30-6.00 civarında doğmaktadır.( yörede ilk önce orada doğar). Dağın zirvesinde en geç saat 5,00- 5.30 sularında yer almakta yarar var. Yol durumu göz önüne alınarak Ankara’dan hareket saati 16.00’yı geçmemelidir. Diğer illerden gideceklerde hareket saatini buna göre düzenlemeleri gerekir.
Dağa gecenin karanlığında çıkıldığı için rehberin yanında el feneri bulunması yürüyüşü kolaylaştırmaktadır. Burada şunu da belirtelim, dağın gece manzarası hele hele seheri oldukça harikadır.Eylül ayında yörede genelikle hava yağışsız geçer, gündüzler en düşük 30, geceler 16-18 derece civarında, nem oranı %25-40 arasındadır. Dağında gece ısısı 10-12 dereceye kadar düştüğü için sabaha karşı dağda çiğ oluşabilmektedir; bu nedenle yolcuların yanlarına kalın ve koruyucu giysi almaları yararlıdır.
Dağdan Adıyaman’a dönüş yolu
Dağdan dönüş zaman kısıtlıysa gidiş istikametinden Kahta üzerinden yapılır. Eğer zaman varsa Antik Arsemia, Cendere Köprüsü ve Karakuş tepesi yoluyla Adıyaman’a dönülür. Yine de biraz zaman uzamasına rağmen bu yolun tercih edilerek hiç olmazsa Unesco’nun “Dünya Kültür varlıklarını koruma listesinde” bulunan Cendere köprüsünü görmekte yarar var. Komagenenin Roma hakimi-yetine girmesinden sonra bölgeye gelen Lejyon askerleri tarafından yapılmıştır.
Köprü Cendere çayının üzerinde Kahta ve Sincik’i birbirine bağlamakta,120 m. uzunluğunda ve 7 m. genişliğindedir. Her biri 10 ton civarındaki 92 kayadan yapılmış olup, o dönemin önemli bir mühendislik harikasıdır.Köprünün üstün-deki Latince yazıtta Roma İmparatoru Septimius Severus ( MS.193-211), karısı ve oğulları adına yaptırılmıştır, Orijinalinde 4 korint sütun bulunmaktaymış, sütunlardan Kahta tarafındakiler Roma Kralı Septimius Severus ve eşine, Sincik tarafındaki ise iki oğullarına adandığı belirtilmektedir. Babalarının ölümünden sonra MS.211 de iki kardeş beraber tahta çıkarlar; fakat Caracalla MS 215 ‘te kardeşi Geta ve taraftarlarını hunharca öldürterek tek başına kral olur. Onu öldürttükten sonra kardeşine ait her şeyi yok ederek ortadan kaldıran Cara-calla, Cendere köprüsündeki adına dikili sütunu da yıktırır.
Cendere köprüsü Adıyaman’a yaklaşık 50 km dir. Yol üzerinde Karakuş Tümülüsü bulunmaktadır. Sütunların birinin üzerindeki kartal heykelinden dolayı bu ismi almıştır. Tümülüs Komagene Kralı I. Antihokos’un Annesi Lod-liğeye yada daha önceki Kral Mitradesin Annesi kraliçeye İsas’a ait anıt mezar olduğu sanılmaktadır. Mezar Roma Lejyonu tarafından açılıp,içerisi soyularak taşları Cendere köprüsünde kullanılmıştır.
Antik Arsemia şehri kalıntıları
Zaman kısıtlı olmasaydı Cendere köprüsüne varmadan Arsemia Antik şehrinin kalıntıları mutlaka görülmeliydi. Ancak bilgi bakımından burada birkaç satırla değinmekte yarar var: Kommagene Kral 1. Antiochos kitabelerinde söz edildiği kadarıyla Arsameia, M.Ö.II. Yüzyılın başlarında Kommagene’lerin atası Arsemia tarafından Kahta çayının doğusunda Eski Kahta kalesinin karşısında kurulmuş Krallığın yazlık başşehri ve idare merkeziydi.Güneydeki tören yolunda Mitras’ın kabartma steli, ayin yapılan platformun üzerinde Antiochos’la-Herakles’in tokalaşma steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtlı kaya bulunmaktadır. Yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 m. derine inen bir tünel ile yazıtın batısında benzer bir kaya dehlizi de dikkati çekmektedir. Tepe üzerindeki sahnede Mithridathes Callinichos’un mezar tapınağı ve sarayı yer almaktadır. Yapılan saray kazılarında çok sayıda heykel parçası, bir kraliçe ve Antiochos başı bulunmuştur.
Sol üstte Arsemianın mezarına giden gizemli tünel ,sağda I .Antiokhosla Heraklesin tokalaşma steli altta Yazılı kaya ve anıt mezarın girişi(antik tarih arşivi)
Adıyaman-Nemrut yolunda doğa manzarası
Adıyaman Merkeze doğru:
Adıyaman Merkezi bu gün için 220 binin üzerindeki nüfusuyla en çok göç almış şehirlerimizden biridir. Adıyaman da Şanlı Urfa gibi Peygamber, sahabe ve büyük velilerin ayak izlerini taşımaktadır. Yol güzergahında Adıyaman’a 3 km mesafede Mahmut Ensar’ın dağdaki türbesi ve ziyaret çayı yanındaki büyük sehabe Abuzer Gaffari’nin makamı bulunmaktadır. Adıyaman merkezde ise Kapcami yakınındaki Hz. İshak makamı Tekko’nun ziyareti olarak bilinir( maalesef bu gün ilgisizlikten ticari bir mekanın deposu olarak kullanılmaktadır). Şehir bünyesinde Dulkadir Beyliği döneminden kalan Ulucami, büyük mutassavvıfın makamının bulunduğu Muhiddin Arabi Camii vb. eseri barındırır. Kuzeyde Zey köyünde Şeyh Abdurahman-i Erzincani ve güneyde Samsat’ta Sahabi Saffan bin Muattal Türbesi ve daha pek çok velinin mezarı bulunmaktadır.
Yine şehir merkezinde Tunç Devri döneminden itibaren eski Samosete de çıkan buluntularla diğer antik yörelerden çıkarılanların sergilendiği müze, yine Kuzeyde Dünyanın en eski mağara resminin bulunduğu “Palanlı mağarası”, Pirin deki Roma Mezarları görülmeye değer yerlerdendir. Şehir Sümer, Babil, Hitit, Geç Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedon-, Roma, Bizans, Selçuklu, Dulkadir Beyliği ve Osmanlı uygarlıkların egemenlikleri altında yaşamıştır. 1954’te Malatya’dan ayrılarak il merkezi olmuştur.
Konaklama yeri olarak Adıyaman Merkez, Kahta ve Nemrut dağı civarında çok sayıda otel,pansiyon ve kamp alanı bulunmaktadır. Şehirde turizme yönelik faaliyetler geçte olsa başlamış olmakla beraber yeterli değildir. Menzil köyüne yaz- kış Türkiye’nin pek çok ilinden özel turlar düzenlenmiş olmasına rağmen din turizmi açısından henüz ziyaretçilere hitap edebilecek alt yapı oluşmamıştır.
Menzil camii Samasat Saffan bin Muattal Türbesi
Adıyaman’ın tanıtım bekleyen pek çok mahalli yemeği bulunmaktadır; bu mevsimde en meşhuru “Hitap”( kapalı kavurmalı pide) “çiğ köfte” ve “Adıya-man Tavası” dır. Pestil, kuru üzüm,pekmez ve fıstık yörede bol miktarda üretilip ziyaretçilere pazarlanmaktadır. Fakat Adıyaman merkezde henüz yol güzer-gahlarında yeterli satış yerleri oluşturulmamıştır. Ayrıca Adıyaman’ın narı oldukça kaliteli olup, özel bir aroması bulunmaktadır.
Adıyaman’dan, Şanlıurfa’ya :Adıyaman’dan Şanlıurfa’ya, Gölbaşı yolu istikametinde Adıyaman Üniversitesi geçildikten sonra sol tarafa ayrıl-maktadır.Yaklaşık 110 Km olan yol ulaşıma oldukça elverişlidir. Yol boyunca Atatürk Baraj gölünü izlemek mümkündür. Yol üzerinde Kuyulu Beldesi (Antik Turuş,_Roma kaya mezarları), onun ilerisinde Türkiye elektriğinin büyük bir bölümünü sağlayan Termik santral ve Fırat Köprüsü , daha ilerde Ş.Urfa’ya bağlı Bozova ilçesinden geçilmektedir. Yol boyunca üzüm bağları , fıstık ağaçları ve değişik doğa manzaraları yolu göreceli olarak kısaltmaktadır.
Peygamberler Şehri Urfa
Urfa ve civarında Cilalı Taş Devri’nden beri yerleşilmektedir. Şanlıurfa’ya 15 Km. mesafedeki Örencik köyü alanında bulunan Göbeklitepe Höyüğü, M.Ö. 11. yüzyılda kullanılan Dünya’nın bilinen en eski mabetinin bulunduğu yer olarak literatüre geçmiştir . Şehir Hz. İbrahim peygamberin doğum yeri olarak bilinir. Anısına camii, dergah ve göl bulunmaktadır. Ayrıca Ş.Urfa çevresi Peygamber Hz. Eyüp’ün de yaşadığı yeri olarak da kabul edilmektedir. Bu peygamberler Kur’an, İncil(Müjde) ve Tonah (Eski Ahit/Tevrat)’ta geçmektedir.
Kent merkezinde Balıklıgöl’ün kuzeyinde yapılan bir keşif kazısında, Urfa şehir tarihinin MÖ. 9500’e kadar uzandığı ve bulunan Çanak-Çömleklerin Neolitik Döneme kadar tarihlendiği tesbit edilmiştir.Tarihi süreçte Urfa/Ruha: Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hitit, Hurri-Mitanni, Arami, Asur, Pers, Makedonya, Roma, Bizans İslam uygarlıkların egemenlikleri altında yaşamıştır. Urfa`ya A-raplar Urhai ve El-Ruha adı vermişlerdir. Zamanla değişerek Urfa olmuştur.
Urfa Balıklı göl (Şanlıurfa gov) İbrahim Halilullah dergahı
Urfa , 1094 yılında Selçuklu hakimiyetine girmiştir. 1098’de Haçlı Edessa Kontluğu, daha sonra Eyyubi, Memluk, Türkmen aşiretleri, Timur devleti, Akkoyunlular, Dulkadir beyliği, Safeviler ve en son da 1516’da Osmanlı sınırları içine katılmıştır. Önceleri Rakka Eyaleti sınırları içerisinde yer alan Urfa, 1876’da Halep Vilayetine bağlanmış, 1916’da ise bağımsız bir sancak olmuştur. Birinci Dünya savaşından sonra 7 Mart 1918 İngilizler Urfa`yı işgal etti.Bir süre sonra yerlerini Fransız kuvvetlerine bıraktılar.10 Ağustos 1920 ìmzalanan Sevr Anlaş-ması`na göre Urfa Fransa`nın yönetimi altına giren Suriye`ye verildi. Fakat bu karar uygulanmadan Urfa`lılar 9 Şubat 1920`de Fransızlara karşı ayaklandılar. Yapılan kanlı çarpışmalar sonucu Fransızlar 10 Nisan 1920 de Urfa`dan kaçmaya başladılar.11 Nisan 1920`de Urfa düşmandan tamamen temizlendi. Halkın savaşta gösterdiği kahramanlıktan dolayı 1984 yılında T.B.M.M tarafından ismi Şanlıurfa olarak değiştirilerek şehir halkı taltif edildi.
Mahalli yönetimde büyük şehir statüsünde olan il merkezini nufusu 530 bin civarındadır. Büyük şehir belediyesinin bulunduğu il merkezi son yıllarda fazlaca göç almıştır.İnanç Turizminin önemli merkezlerinden olan Urfa’da Ulu Cami , Hasan Padişah Cami, Halil- Ür Rahman Cami, İbrahim Peygamber’in doğduğu Mağara ve Mevlid -İ Halil Cami, Eyyüp Peygamber Makamı ve Kuyusu görüle-bilecek yerler arasındadır. Ulu Cami Urfa merkezindeki camilerin en eski-lerindendir. Daha önce bir Yahudi sinagogu iken M.S. 435-436’da ölen Piskopos Rabula tarafından St . Stephon Kilisesi’ne dönüştürülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunların çok olması nedeni ile "Kızıl Kilise" olarak da adlandırılan yapının yerine, 1170-1175 yıllarında Nurettin Zengi tarafından cami yapılmıştır
Mevlid -İ Halil Cami: Halk tarafından Halilü Rahman Camisi ve dergahı olarak anılan Hz . İbrahim’in, Mevlid -i Halil Cami avlusunun güneyinde bulunan mağa-rada doğduğuna inanılmaktadır. Rivayete göre devrin hükümdarı Nemrut, bir rüya görür. Sabah rüyasında gördüklerini müneccimlerine anlatır. Müneccimle-rin "Bu yıl doğacak bir çocuk senin saltanatına son verecektir" demesi üzerine Nemrut, halkına emir salarak o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürül-mesini ister. Sarayın putçusu Azer’in hanımı bu mağarada gizlice Hz. İbrahim’i dünyaya getirir. Hz . İbrahim 7 yaşına kadar bu mağarada yaşamıştır.
İslam Kaynaklarında Hz. İbrahim
Kur’an’da pek çok ayette ismi açıkça geçmekte olan azim bir peygamberdir. İslam’a göre günümüzde bulunan İbrahimî dinler var olmadan önce kendisine Yüce Allah tarafından peygamberlik verilmişti. Yine kendisini Rabbine olan yakınlık ve samimiyetinden dolayı "Halil" yani dost sıfatıyla taltif etmiştir. Kur’an’da Hz. İbrahim Peygamber’in "Hanif" yani Allah’ın birliğine inanan, O’na ortak koşmayan mümin biri olduğu özellikle belirtilmiş ve O’nu sevdiğini söyle-yenlerin ( Yahudi ve Hıristiyanlar) de Allah’ı bir olarak bilmelerini ve O’na ortak koşmamaları istenmiştir.” İbrahim ne Yahudi idi ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi. Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve mü’minlerdir. Allah da mü’minlerin dostudur”. (3/ 67,68)Yine yüce Kur’an’da Hz. İbrahim’in, putperestlerle ve kendini ilah sayan( Nemrut) yöneticilerle yaptığı çetin mücadele anlatılmaktadır. Bu mücadelesi sonucu söylediklerini kabullenmeyenler onu ateşe atarak cezalandırmak istemişler fakat başarılı olamamışlardır. İslami kaynaklardaki rivayetlere göre ateş İbrahim için bir gül bahçesine dönüşmüştür.
Hz. İbrahim oğlu İsmail’le beraber Kabe’yi inşa etmiş ve bu gün Hac’da uygulanan pek çok ritüel onun zamanında uygulanmış olup, Kur’an’da Hz. Muhammed’in ümmetine o ritüeller yeniden farz kılınmıştır. Hz. Muhammed (S.A.S) bunlara Allah’ın (C.C.) izniyle ve Hz. Cebrail’le istişaresi sonucu bazı yeni ritüeller eklemiştir( Haccın sünnetleri). Kaynaklarda İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmesinin istenmesi konusundaki imtihanı önemli bir yer tutar ve her yıl Kurban Bayramı’nda bu olay Kurban ritüeli olarak yaşatılmaktadır.
Mevlid-i Halil Camii Ve Küliyesi: Mekan Urfa’yı ziyaret edenlerin uğrak yeridir. Caminin avlusundaki Hz. İbrahim mağarasının hemen sağında zikirhane, solunda Peygamber Efendimizin sakal-ı şerif odası, onun yanındaki avluda meşhur Kadiri Mutasavvıfı Dede Osman Avni Hz. kabri şerifi bulunmaktadır. Yine avlunun kuzey tarafındaki ikiz mekanın birine 1960 yılındaki vefatında Said-i Nursi defnedilmiş, daha sonra 27 Mayıs ihtilali sonrası naaşı mezardan alınarak meçhul bir yere nakledildiği belirtilmektedir. Hz . İbrahim’in doğduğuna inanılan mağaranın içerisinde bulunan suyun, şifalı olduğuna ve bir çok hastalığı iyileştirdiğine inanılmaktadır.
Balıklı Göl: (Halil- ür Rahman ve Ayn -ı Zeliha Gölü-Merkez): Şehir merkezinde , etrafındaki asırlık çınar ve söğüt ağaçları balıkları ile tabii bir akvaryum görünümündedir. Göller, Ayn -ı Zeliha ve Halil- ür Rahman olmak üzere iki tanedir. Rivayete göre, Hz . İbrahim Peygamber’in, devrin hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye ve onları kırıp parçalayarak tek tanrı fikrini savunmaya başlaması üzerine Nemrut tarafından bugünkü güneyde buluna kaleden önceki antik kaleden ateşe atılır. Rivayete göre Nemrut’un evlatlığı Zeliha’da, Hz . İbrahim Peygamber’e aşık olmuştu. Hz . İbrahim Peygamber için babalığı Nemrut’a yalvarır. Hz . İbrahim’in ateşe düştüğünü görünce Zeliha’da kendini ateşe atar. Bu esnada Allah tarafından "Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selamet ol" emri üzerine ateş suya, odunlar da balığa dönüşür. Hz . İbrahim’in düştüğü yere "Halil- ür Rahman Gölü" denilir. Ze-liha’nın düştüğü yere de Ayn -ı Zeliha Gölü denilmektedir. Bu gün gölün çev-resinde otantik bir ortam ve mesire alanları oluşturulmuştur.
Halil- Ür Rahman Cami: Halil- ür Rahman Gölünün güneybatı köşesinde yer alan cami, medrese, mezarlık ve Hz . İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü ma-kamdan meydana gelen geniş bir külliye halindedir. Cami, M.S. 504 tarihinde (Bizans dönemi) Urbisyus’un maddi yardımlarıyla monofistler adına yaptırılan Meryem Ana Kilisesi üzerine XIII. yy.da Eyyübiler devrinde inşa edilmiştir. Ca-minin güneydoğu köşesine bitişik kare gövdeli kesme taş minarenin batı cep-hesindeki kitabede, Eyyübilerden Melik Eşref Muzafferiddin Musa’nın emriyle 1211 yılında yaptırıldığı yazılmıştır.
Eski Urfa şehrinin bazı restorasyonlarla tıpkı Mardin merkezi gibi orijinal yapısı korunmuş,yeni Urfa bu şehrin çevrede oluşturulmuştur. Bu nedenle gezip görülebilecek çok yer vardır. Kapalıçarşı, bedesten ve gümrük han sadece bunlardan birkaçıdır. Arıca Tabakhane camiinde Muhammed Nakşibendi Hz.’nin Halifelerinden Hafız Selim Efendinin de kabri şerifi bulunmaktadır. Şehrin ortasındaki kale antik yapısının bir bölümüyle günümüze kadar ayakta kalmıştır.
Şanlıurfa turizm açısından oldukça gelişmiş olduğundan bol miktarda otel ve konaklama mekânı bulunmakta, tarihi konaklarda sıra gecesi düzenlenmekte-dir. Çiğ köftenin doğum yeri Urfa olmasına rağmen Adıyaman/Gergerli hem-şerilerimiz tarafından markalaştırılmıştır.Şanlıurfa’da dini ve antik turizme yö-nelik hediyelik eşya ve isot,salça, nar ekşisi gibi oldukça bol mahalli üretimler pazarlanmaktadır. Bu konuda şehrin yönetici ve müteşebbisleri kutlamak gere-kir; pek çok insana istihdam alanı sağlanmıştır. Urfa mutfağı ,Mezopotamya’nın önemli çeşnilerini günümüze taşımıştır. Ayakkabıcı pazarının arkasındaki çok sayıda eski lokantada o yörenin değişik yemeklerinden yemek mümkündür. Patlıcan Kebap ya da ciğer şişin yanında süzme yoğurttan yapılan ayran ve masayı süsleyen yeşilikler midenin yanında göze de hitap etmektedir.
Eyyüp Peygamberin Makamı
Hz. Eyyüb’ün Şanlıurfa’nın güneyindeki Peygamber Mahallesi’nde makamı bulunmaktadır. M.Ö. 2100 yılında Suriye’de Şam ile Ramla arasında üst diyar denilen ülkenin Desniye köyünde dünyaya geldiği rivayet edilir. Yine rivayete göre cüzzam ya da başka bir hastalığa yakalanan Eyyüp Peygamber, Rahime adlı karısı ile mağarada çile çekmeye devam ederek Allah’a ibadetine devam etmiştir. Büyük ıstıraplara rağmen yine de Rabbine asi olmadı ve sonunda sınavı kazanmıştır. Yüce Allah(C.C.) tarafından belirtilen şifalı suyla yıkanarak iyileşir, kendisine Rabbimizce mal ve evlat ihsan edilerek uzun müddet yaşar.
Hz . Eyyüp Peygamberin çile çektiğine inanılan tarihi mağara, Eyyüp Peygamber Makamı olarak ziyaret edilmektedir.Daha önce belirtildiği gibi pek çok kaynağa göre, Şam civarlarında yaşamıştır. Kur’an-ı Kerîm’de 4 surede (Nisa, 4/163; En’âm,6/ 84; Enbiyâ,21/ 83-84; Sâd,38/ 41-44)ismi geçmektedir. Fakat O’nun soyu ve yaşamı hakkında önemli ihtilaflar bulunmaktadır.” İbn Kesîr nesebini şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Eyüp Romlardandı. Babası Razih oğlu Mus’tur. Mus ise İshak’ın oğlu İs’in oğludur. İshak’ta bilindiği üzere Hz.İbrahim’in oğludur. ( İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Çağrı yayınları, İstanbul, Çev. Mehmet KESKİN, I, 329; M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, I, 305.) Halbuki Kur’an-ı kerimde “Ve O’na (İbrahim’e); İshâk’ı ve (Ishâk’ın oğlu) Ya’kûb’u da armağan ettik, hepsini de hidayete eriştirdik. Bundan önce de Nuh’u onun soyundan,Davud’u, Süleyman’ı, ’Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u hidayete eriştirmiştik. Biz, iyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız. (En’âm,6/84) Ayette Hz. Eyyüp’ün Hz. İbrahim’in soyundan değil, Hz. Nuh’un soyundan olduğu görülmektedir. Böyle olunca da Hz. İbrahim’den önce yaşadığı anlaşılmaktadır. Bize göre bu konunun Peygamberler tarihi uzmanlarınca yeniden değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Sabrının sonunda Rabbi “ayağı yere vurmasını” ister ve içip yıkanması için ona şifalı soğuk su ikram eder. Urfa’da Hz. Eyyüb’ün makamındaki kuyunun bu su olduğu rivayet edilmektedir. Yine de doğrusunu Allah (C.C) bilir. Bu kısmı Hz. Eyyüb’ün Kur’an’da geçen bir duasıyla bitirelim “… Şüphesiz(başıma) bu dert( hastalık) geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin (Enbiya, 21/83).
Harran
Şanlıurfa’nın 44 kilometre güneydoğusundadır. Her yıl binlerce yerli ve ya-bancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi Harran Kenti, kendi adıyla anılan Harran Ovası merkezinde kurulmuştur. Tevrat’ta(Torah)ve İbrani kaynakların-da şehir hakkında bilgiler bulunmaktadır. İslam tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamberin torunlarından Kaynana veya İbrahim Peygamberin kardeşi Aran’a (Haran) bağlarlar. 13.yüzyıl tarihçilerinden İbn Şeddad, Hz. İbrahim’in Filistin’e gitmeden önce bu şehirde oturduğunu yazmaktadır. Bu nedenle Har-ran’a Hz. İbrahim(A.S.) ve eşi Sara’nın kenti de denilmektedir. Harran’da İbrahim Peygamberin evinin adını taşıyan bir mescidin, onun otururken yas-landığı bir taşın var olduğunu söylemektedir. Ayrıca Şeyh Hayat El Harrani Hz. Türbesi bulunmaktadır.
Harran tarihiyle ilgili en doğru bilgiler arkeolojik kazılardan elde edilen bu-luntulara dayanmaktadır. Harran adına ilk defa, Kültepe ve Mari’de bulunan M.Ö. II. bin başlarına ait çivi yazılı tabletlerde "Har-ra-na" veya "Ha-ra-na" şek-linde rastlanmıştır. Kuzey Suriye’de bulunan Ebla tabletlerinde ise Harran-dan "Ha-ra-na" olarak bahsedilmektedir. M.Ö. II. binin ortalarına ait Hitit Tabletle-rinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir anlaşmaya Harran’daki “Ay Tanrısının” (Sin) ve “Güneş Tanrısı”nın şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Harran, Kuzey Mezopotamya’dan gelerek batı ve kuzeybatıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Asurlu tüccarların da önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur. Anadolu’dan Mezopotamya’ya oradan da Anadolu’ya uzanan ticaret yolu binlerce yıl Harran üzerinden yapılmıştır. Bu konumda burada zengin ve köklü bir kültür oluşmasına neden olmuştur. Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putpe-restliğinin (Sabiizm) önemli merkezi olması yönüyle ün kazanmıştı. Bu neden-ledir ki Harran’da Astronomi ilmi oldukça gelişmiştir.
(
Resimler Ş.Urfa İl Kültür müdürlüğü Web sitesi arşivinden alınmıştır.
Son Söz Yerine
Mezopotamya’nın tarihi mirasını yansıtan Adıyaman ve Şanlıurfa’nın antik ve turistik yerler anlatılanlarla sınırlı değil, tamamı yazmaya kalkılsa ciltler dolusu kitaplar oluşur; bu kısa çalışmaya ancak bu kadar sığdırabildik.Üzülerek söylemem gerekirse çalışmada bu iki şehrimizin oldukça önemli olan folklor ve kültürüne de değinemedik .O konularda uğraşı veren çok sayıda değerli sa-natçı,edip ve düşünce adamları beni bağışlasınlar. Geniş çalışmamız, henüz yayımlanmayan “ Adıyaman Tarihi”nde yer almaktadır.
Son noktayı koymadan önce özellikle bir konuya değinmeden geçmeyeceğim, o kadar kaliteli olan Adıyaman narının neden şehrin simgesi haline getiril-mediği,festivaller düzenlenerek markalaştırılmadığını anlamak oldukça zordur(!) Bu konuda il Milletvekillerine, Kent Konseyine, Belediye Başkanına Valilik - Turizm Müdürlüğüne önemli görevler düşmektedir. Konunun Akademik düzey-de araştırılarak gerekli raporların düzenlenip, ilgililere yol haritası sunma misyo-nu da Adıyaman Üniversitesi’ne düşmektedir. Kaynak konusuna gelince, Avrupa Birliği ve UNESCO Kültür fonları para vermek için proje beklemektedir.
Oralarda yaşamak , görüp gezmek ne kadar keyifliyse, yazarak yaşamakta o kadar keyifliydi . Umarım okuyanlar da benimle aynı duyguları paylaşırlar….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.