BİR "BEN" KALDI BENDE
“Kurşun gibi ağır hava”nın ne demek olduğunu çisil çisil öğrendiğim günlerdeyim. Bulutlar gözlerimi perdeliyor adeta güzellikleri görmeyeyim diye. Yağmur olduğu pek belli olmayan ahmakları bile ıslatamayan zerrecikler ordusu, dolaşıp duruyor etrafta. Bereketsizce, görünmeden ve her yerde…
Gözümü açmaya yeltendiğimde; loş ışıkla bana ulaşan isli, puslu, karanlığa ramak kalmış gölge gibi görüntü karşılıyor. Nefes almanın, hayatta ve sağlıklı olmanın günlük sevincini alıp götüren cinsten. Sanki, gündüzlere gece ayarı yapılmışta, özensizlikten bırakılan minicik boşluklardan ışık huzmesi yol bulmuş gizlice. Titrek bir huzme, ayarlayanın her an gelip bulduğu yolu tıkayacağı korkusu taşıyor gibi. Yüreğime değmeye gücü yetmiyor, güç alamıyorum ondan, doğrulamıyorum hayata…
Cankurtaranım “doğa” bıraktı beni okşamayı. Oysa ruhumun besin kaynağı bir tek o kalmıştı. Sabaha uyandığımda karanlığı görmek, bereketi bulmak istediğim yağmurda; kirlenmek, toprağın gelinliğinin çamura belenmesi, kuşların beni terk etmesi. Ve yalnızlığımın kör karanlığı…
Biliyorum güzelliklerin varlığını, aşkın verdiği mutluluğu, iyiliğin koruyuculuğunu ve sanki teorik bilgiden ibaretler. Hayatta rastlanılası değil gibiler artık. Öyle uzak, soyut, mazi, hayal ve yaşarken olmayan, boş hayatları doldurmayan; ulaşılmaz görünen dağların ardındaki kaynak suları gibi uzak. Ulaşsan da buza kesmiş içilmez. Bilmenin yararsızlığı incitiyor ruhumu, bedenimi, fikrimin ince gülünü, duygularımı, bendeki “Ben”i.
Ne çok “ben” vardı bende, hiç tükenmeyeceğini düşündüğüm kadar çok. Biri kırılsa korkmazdım çıkarıverirdim yüzü/gözü açılmamış diğerini. “İşçi Ben” bir şekilde kırıldı ise, “Bilge Ben” dikilirdi karşısına ve bilgece onarırdı yaraları. Bazen “Çocuk Ben” uçarılıkla, “Kadın Ben” kadınca hazlarla orta yol bulurdu sıkıntılara. Sadece bunlar mı? “Toplumsal Ben”lerimde vardı bir zamanlar, gerekçe fabrikası gibi çalışan ve yaşamımın her zerresini bir nedene bağlayacak kadar “akil”. Birer birer yok oldular/edildiler. Gerekçe fakiri olarak yola devam etmekteyim şimdi.
Derler ki; “Tüm benlerin bir gün buluşmasıdır büyümek/olgunlaşmak.” Bu cümlenin sonuna nokta koymanın gerçek anlamını öğrenenler susmuşlar, kurmamışlar başka cümleleri. Bilinse “tek” olmayı kabul etmezdik muhtemelen. Bitirmeye koşmazdık çocukluğu, gençliği, güzelliğe/aydınlığa ulaşma ihtimalini belki de.
Umutların yok oluşu ile anlaşılıyor tek bir “Ben”e kaldığınız. Tıpkı çocuklarınızın yuvayı terk edişi, tıpkı yalnız bir ihtiyar olmak bu. Pencerenin önünde gözünüz yollarda bekleyişe girilen. Bir umut kırıntısı, pırıltısı, zerresi var mı ola bakışları ile öylece dura kalınan.
Kar, boran ve zorlu bir kış vardır artık. Tek çare kapanmaktır, mağaraya çekilmektir. O küçücük, loş, gözyaşlarının neminin sindiği biricik dünya. İki kişilik bir gezegen; sağır bir yalnızlık, birde “Ben” den oluşan.
Ve “Ben” den sıkça sorulan bir soru.
“Hayatıma ihtiyacı olanlar olmasa kalır mıydım?”
Kalır mıydım acaba?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.