- 579 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABDİ BEY
ABDİ BEY
Kendisi gelmeden, şöhreti şehre ulaşmıştı bile. Anlatanlar onu öyle bir anlatmışlardı ki, hastane personeli işi gücü bırakmış, ondan bahseder olmuştu.
Yine bir öğle paydosu saati. Veznedar Şafak Bey, başhekimliğin önünden geçerken, yemekten çıkıp görevine gitmekte olan gişe görevlisi Belkıs Hanım’a seslendi:
−Duydun mu Belkıs Hanım? Hastanemize yeni bir doktor geliyormuş, deyince Belkıs Hanım’ın sesi koridorlarda yankılandı.
−Duydum, Şafak Bey duydum. Doktor değil, lokman hekim diyorlarmış.
Belkıs Hanım, öyle yüksek perdeden konuşurdu ki, kendisi gelmeden önce sesi gelirdi. Her yerde, herkesle konuşur, herkese laf yetiştirirdi. Hasta kayıt bölümünde hastalarla muhabbetten işini yapamaz, kuyruklar uzadıkça uzardı. Bu yüzden kaç kez uyarılmıştı. Onu tanıyıp bilenler, sözüne cevap vermez, “Hı, ha” ile geçiştirmeye çalışırdı ama o yine de konuşurdu. Her gördüğünü, her duyduğunu en ince detayına kadar anlatır, dinleyenleri çileden çıkartırdı. Konuşacak kimseyi bulamazsa da kendiyle konuşurdu. Bırakın onu uzaktan yakından görenleri, sesini duyanlar bile onunla karşılaşmamak için yolunu değiştirir, odasının kapısını kapatırdı. Bu özelliğinden dolayı adını “ Dağıtıcı” koymuşlardı. “ Aha dağıtıcı geliyor!” sözünü duyanlar, derhal tedbirini alır, arazi olurlardı.
Yeni doktor lafını duyar da Belkıs Hanım durur mu? Hemen rotasını değiştirerek Şafak Bey’in yanına ulaştı. Nübüvvet Hanım da hemen arkasından onu takip etti.
−Aynen öyleymiş Belkıs Hanım, Amerika’da bile böylesi yokmuş diyorlar, dedi, Şafak Bey ağzını doldurarak.
Laboratuar şefi Selami Bey yanlarından geçerken, Belkıs Hanım ona da seslendi.
−Selami Bey, sen de duydun mu?
Selami Bey, Belkıs Hanım’ın ipe sapa gelmez işlerle meşgul olduğunu, gevezelik yapmak için adam aradığını bildiği için, yolunu değiştirmeye gerek görmeden:
−Neyi? dedi ağzını eğdirerek.
−Hastanemize bir doktor geliyormuş, doktor değil, lokman hekim diyorlar, dedi, alaycı ifadeye aldırmadan.
Selami Bey, tahmininde yanılmamıştı. “Densizin zoruna bak.” dedi içinden.
−Yok, daha neler. O kadar şöhret sahibi bir zatmış da, ne işi varmış bu taşra kentinde? Fe Suphanallah, çekerek yoluna devam etti.
Nübüvvet Hanım, Selami Beyin arkasından omuz silkeleyerek:
−Ayol, bu da kimseleri beğenmez, kasıntı! diyerek burun kıvırdı.
Temizlik görevlisi Topal Rıza’nın gözü, kulağı konuşanların üzerindeydi
“Yeni gelecek doktoru konuşuyorlar. Ben de anlatsam mı duyduklarımı, dinleyen olur mu ki acaba? ” diye geçirdi içinden.
Elindeki paspası sürerek, yavaştan kalabalığa doğru sokuldu. Bir süre konuşulanları dinledi. Anlatılanları dinledikçe, önüne geçilmez bir anlatma arzusu kabardı içinde. Fakat Belkıs Hanım’ın sözü bitecek gibi değildi ki. Bitti, tam sırası dediği anda Belkıs Hanım başka bir cümleye geçmiş oluyordu. Her seferinde ağzı açık, parmağı havada kalıyordu. Sabrı iyice tükendi. Daha fazla dayanamadı; elindeki paspasın sapına yaslanarak kambur belini doğrulttu; gözlerini kırpıştırarak, cümlenin sonunu beklemeden pat diye sözün ortasına dalıverdi.
−Askerdeyken ameliyat ettiği yeğenim anlatmıştı. O dediğiniz Doktor, Gülhane’de bir numaraymış.
Kalabalıkta bulunanlar, komutanın dikkat çekmesi gibi aynı anda sesin geldiği yöne yöneldiler. Etrafta Rıza Efendi’den başka kimse yoktu. Herkes gibi Belkıs Hanım da, bir süre Rıza Efendi‘nin yüzüne baktıktan sonra:
−Senden mi çıktı o söz? diye sordu, merak dolu bir sesle.
Bir anda o kadar gözün üzerine döndüğünü gören Rıza Efendi, kızardı, bozardı, azarlanma korkusuyla, suç işlemiş çocuk gibi kekeleyerek:
−Ev,,, evet, diyebildi.
Belkıs Hanım, önemli bir haber kaynağı bulmanın sevinciyle yüzüne gülücükler kondurarak iki adımda Rıza Efendinin burnunun dibine sokuldu:
−Eh be Rıza Efendi, dedi biraz sitemkâr biraz da yılışık bir ifadeyle. Madem dağarcıkta böyle bir hikâye var, ne demeye susarsın be kardeşim? Bak şu millete, havadis diye ölüyo, senin ise kılın bile kıpırdamıyo. Biraz daha dibine sokularak: “Çabuk anlat şu bildiğin hikâyeyi de, ahali bilgi sahibi olsun.” dedi. Diğerlerinin de yanına sokulmaları için işaret etti.
Rıza Efendi azar beklerken, Belkıs Hanımın aşırı ilgisi karşısında şaşırıp kaldı. Endişeli bakışlarla sağa sola bakınırken Belkıs Hanımın;
−Hadi Rıza Efendi, bak halk seni bekliyo. Anlat şu askerlik hikâyesini, diye eliyle böğrünü dürtükledi.
Rıza Efendi, Belkıs Hanım’ın uyarısı üzerine cesaretini topladı. Önemli bir kişinin, önemli bir olayı anlatmaya başlarken yaptığı gibi öksürüp, yutkunarak boğazını temizledi. Çekinerek, kısık bir sesle anlatmaya başladı. Dinleyicilerin ilgi ve alakası Rıza Efendi’ye acayip bir hava verdi. Yeğeninden duyduklarını bir anlatmaya başladı ki, değme senaryolara taş çıkarır cinstendi. Anlattıkça açıldı, açıldıkça daha bir başka bir anlatır oldu. Gözleri hep kalabalığın üzerindeydi. Bu kadar ilgi, alakaya şaşmış kalmıştı. Bu yaşına kadar başta karısı, çocukları olmak üzere, hiç kimsenin kendisini bu kadar ilgiyle dinlediğini görmemişti. Herkes işi gücü bırakmış, pür dikkat onu dinliyordu. Yemekhaneden çıkıp görev başına gidenler, topluluğa uğramadan geçmiyordu. Rıza Efendi’nin etrafı pazar yerindeki işportacının çevresi gibi sarılmıştı. Rıza Efendi, yeni katılanların isteği üzerine hikâyeyi tekrar baştan almak zorunda kalıyordu. Dinleyicilerin ilgisini gördükçe Rıza Efendi, coştukça coşuyordu. Kalabalıkta bulunanların bazıları da önceden duyduklarını yeni gelen arkadaşına ayrıca anlatma gayreti içindeydi. Her kafadan yükselen ses, koridorları aşarak odalara kadar ulaştı. Başhekim, seslerden iyice rahatsız olmuştu. Gürültüye daha fazla tahammül edemedi. Bir hışımla yerinden kalktı, kapıyı açıp dışarı fırladı. Kalabalığın başına gelip durdu. Sesinin en yüksek perdesini zorlayarak:
−Ne oluyor burada!? Nedir bu şamata!? Hastaneyi Çarşamba pazarına çevirdiniz. Dağılın hadi, herkes işine baksın, diye gümbürdedi.
Bu azarla birlikte Rıza Efendi’nin ağzından çıkan sözlerin birçoğu havada asılı kaldı. Kalabalık, istemeyerek de olsa dağıldı. Başhekimin bu çıkışına en çok öfkelenen şüphesiz ki Belkıs Hanım olmuştu. Başhekimden çekindiği için olay yerini ilk terk eden de o oldu. Tabii Nübüvvet Hanım da hemen arkasından onu takip etti.
Nübüvvet Hanım, Belkıs Hanım’ın adeta gölgesi gibiydi. Özel hayatında bile onu görmeden yapamıyordu. Mümkün olsa ondan hiç ayrılmayacaktı, ama gel gör ki aile düzeni ve şartlar buna müsaade etmiyordu.
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.