- 741 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PAZAR SEFASI
Hüdaverdi, iş çıkışı hemen büfeye uğradı. Haftanın iş stresini üzerinden atmak istiyordu. Yıllardır böyleydi zaten. Her hafta sonunu iple çekiyordu; balkonda tek başına Yeni rakı şişesinin dibine vurmak; tek eğlencesiydi. Sinema, tiyatro, maça gidip zaman öldürmeyi aklından bile geçirmiyordu. Hanımı,
“ Herif, şu koskoca şehre geldik geleli, peşine takıp da bir eğlenceye götürmedin ya, ne diyem sana! Heç mi emeğim geçmedi sana?”
Çocukları,
“ Baba, ne olursun, bizi sinemaya ya da maça götürsene! ”
Hanımı ve çocukları, kendilerini yerden yere vursa da hiç tınlamazdı.
“ Neyinize yetmiyor evdeki televizyon? Her bir şey var onun içinde. Ne ararsan… Müsaade edin de bir gün de kendi dünyama çekileyim.”
Hanımı, içinden küplere biniyordu ama kocasına belli etmiyordu. O ise karısının yüz mimiklerinden; midesindekileri bırak, bağırsaklarındaki kurtçukların bile nasıl vızıldadığını hissediyordu.
“ Bu avratın, köydeyken bana gaçmadan önce cilvesine gurban olurdum. Şimdi ise yüzünü bile göresim galmadı valla. Üç sıpadan sonra seksiliği ney galmadı. Benimki de can, baldırcan deel ya! Hala ayaktayım, ölmedim ya.” diye eşine kalayı basardı.
Karısından beklediği cinsel fantezilerine karşılık bulamayınca genelevinin yolunu su yolu yapmıştı. Her ay, ücretini alır almaz doğruca oraya koşardı. Genelevinin bütün sokaklarındaki fahişelerin isimlerini tek tek biliyordu:
Yosma, Zerrin, Yıldız, Papatya ve daha bir çoğu.
Her gitmesinde değişik olaylarla karşılaşıyordu. Hatta bir defasında erkekli kadınlı bir turist grubunun genelevini gezişlerini takip etmişti de; unutamadığı ilginç bir olayla karşılaşmıştı:
“ Turist grubunun içerisindeki erkeklerden bazıları, salonda müşteri bekleyen fahişelerin resimlerini çekiyorlar, videoya kayıt yapıyorlardı. Erkeklerden bir iki tanesi, fahişelerle “ iş yapma ” teklifinde bulununca kıyametler kopmuştu. Fahişenin biri alabildiğine bağırıyordu:
“ Ulan, bizler, kabuklunun(!) değil, kabuksuzun orospularıyız! Bizi ne bellediniz. Defolun gidin! ”
Kadın, öfkesini yenememiş, ayağındaki takunya ile turisti kovalamaya kalkmıştı.
Olayı seyreden bütün Türk erkekleri, kendisi de dahil olmak üzere, bir taraftan alkış yağmuru, diğer taraftan sözlü tezahüratta bulunmuşlardı:
“ Yaşa var ol! Bizim şerefimizi ayaklar altına aldırmadın. Sana paramız değil canımız bile feda olsun!”
Bu olayın ardından bütün erkekler, o fahişenin on sekiz nolu kapısında sıraya geçmişlerdi. Tabi Hüdaverdi de kuyruktaydı, gurulu bir erkek olarak!
Büfede ki genç çocuğa:
- Tayfun’cuğum bana bir aslan sütü sarar mısın?
- Emrin olur ağabey. Yarın Pazar değil mi, senin günün!
- Ne yapalım be koçum, yarın kurtlarımı dökecem!
Büfeci, rakıyı kağıda sarıp poşete koyarken; sadece hafta sonlarında rakı almak için geldiğini biliyordu. Diğer günler uğramazdı. Ekmek almaya çocuklarını gönderirdi. O, kendine ait olanla ilgilenirdi.
Pazar günü, saat onda büyük market Gimsa açılır açılmaz, iki paket tavuk göğsü alıp geldi. Mangalı, balkonda yaktı. Eşi, “ Yapma etme, balkonda da mangal yakılır mı, elaleme rezil olduk dese de tınlamazdı. Bir defasında ağzını açmıştı ama bin pişman olmuştu:
“ Ulan avrat, beni günaha sokma! Arabam mı var da ben sizi götüreyim pikniğe, ha! .Bir taksi tutmaya kalksam kaça patlar biliyon mu? ”
Mangalın dumanı, komşuların pencerelerine doğru yükselmeye başladı. Bir taraftan anason kokusu, inceden inceye diğer balkonlara doğru sinsice yayılıyordu. Çok geçmeden bütün balkonlardan kadınların ve erkeklerin kafaları aşağıya doğru uzandı..Uzanmaları ile birlikte; homurtular, çığlığa dönüşmeden arı vızıltısı gibi yankı yapıyordu bloklar arasında:
“Adam, yontulmamış ayı canım!”
“Ayıya gurban olurum. Bir çerçeve bal verirsin ya da iki tane armut, çeker gider!”
“Bu adamdan bir türlü kurtulamayacağız!”
“Adam, laftan sözden de anlamıyor ki!
“Aynı tas, aynı hamam!”
Hüdaverdi, şişeyi yarılamış, televizyondan gelen sanatçının sesine eşlik ediyordu:
“ Al yanak allanıyor
Aman yazması pullanıyor
O yar çıkmış karşımda
Aman dal gibi sallanıyor”
O sırada olanlar oldu. Yan komşusunun balkonundan hiddetli, öfkeli sesler gelmeye başladı:
“ Ulan şerefsiz! Seni her pazar çekmeye mecbur muyuz. Bir pazarımız var, onun da içine ettin!
Hüdaverdi, vurdumduymaz tavrıyla elindeki kadehi öfkeli komşusuna doğru kaldırıp,yanık sesiyle:
“ Al yanak allanıyor
Aman yazması pullanıyor
O yar çıkmış karşımda
Aman dal gibi sallanıyor ”
Türküsünü gönderdi.
Biraz sonra kapının zili uzun uzun çaldı. Kapıyı, eşi açtı:
Hanımefendi bu daire hakkında şikayet var. Çevreyi rahatsız etmekten. Ceza kesmek zorundayız.
Bu kaçıncı ceza kesmeleriydi, kendileri de unutmuşlardı. Hüdaverdi, elindeki kadehle zabıtalara gülücükler gönderiyordu:
“ Bana ceza kesip Pazar günümü zehir edenin anasını avradını…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.