- 881 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÜ.FE.K(TÜRK FEDAİLERİ KURULUŞU)
SIR MAFYASI
09.Kasım.2010 saat 01. 40
Telefonu çalıyordu. Telaşla uyandı. Yataktan kalkmaya gönülsüz, kısa bir süre bakındı. Nüket, yatağın başucunda oturuyordu.
“Kalksana babacığım, telefonun çalıyor, önemlidir belki.”
“Sen ne zaman uyuyorsun, cadı kızım benim.” Yorganı açtı üzerinden. Nüket’te şirinlik yaparak, uzanıp öptü babasını yanağından. Yataktan kalkıp, şifonyerin üzerindeki telefonu aldı. Arayan, Emniyet Müdürüydü.
“Ne oldu acaba?” diye sesli düşünerek, açtı telefonu.
“Buyurun müdürüm.”
“Azap, aramak için iyi bir sebebim var, yoksa aramazdım bu saatte.”
“Rica ederim efendim, hayırdır umarım.”
“Umarak olsa, şu iki geceyi yaşamamış olmayı umacağım. Bir cesedin başındayız, dünkü ile neredeyse aynı. Mahmut Ali Beyin dediği çıktı. Bunda da bir fotoğraf var göğsünde çivili. Midesinden bir madalyon daha çıkardık. Buraya gelebilir misin Azap? Mahmut Ali Beye de bir bak, bulursan ricamı ilet, O’ da gelsin, zahmet olmazsa.”
“Siz adresi verin müdürüm. Çıkarken kafeteryaya uğrar bakarım. Mahmut Ali Ağabey gelene kadar orada olacaktı Necdet Ağabey. Kapalıysa gelmiş demektir, cepten ararım. Evi yakın zaten, gelmek isterse ulaşmam uzun sürmez.”
“Sana zahmet Azap. Finlandiya büyük elçiliğini biliyor musun?”
“Çankaya caddesinden dönülüyordu.”
“Evet. Elçiliğe giden aranın tabelasını görürsün zaten. Araya girip takip et, ilk sağda, şairler sokak var oradayız.”
“Tamam, müdürüm çıkıyorum şimdi. Orada görüşürüz.”
“Ben de geleceğim” dedi Nüket.”
“Sen evde kal, babasının güzel kızı” Sevdi onu, öptü yanaklarından. Üzerini giyindi ve çıktı. Az sonra, kafeteryanın önüne geldi. Işıklar yanıyordu, içeri girdi. Mahmut Ali ve Necdet içerdeydi. Çay içiyor, sohbet ediyorlardı. Selamlaştılar.
“Gel Azabım gel, çayı da yeni yaptık şansına” dedi Necdet.
“Çaya hayır demem, sen yaptıysan, mümkünü yok içerim bir bardak. Biri zehir dese umursamam” diye cevapladı, gülümseyerek.
“Eyvallah, Azap.”
“Bir güzel gezseydin Ankara’yı Mahmut Ali Ağabey.”
“Aslına bakarsanız birkaç yerde oturdum kaldım, zaman nasıl geçmiş haberim olmadı. Pek de gezmedim.”
“Biraz da ben gezdireyim seni. Emniyet Müdürü aradı.”
“Şimdi Necdet söyledi, yemeğe davet etmek istemiş adam, haberimiz olsaydı icabet ederdik. Ayıp olmamıştır umarım, iyi adam Emniyet Müdürü.”
“Aslında, az önce tekrar aradı ve davetini yeniledi ama yemeğe değil. Bir cinayet daha olmuş, dünkü cesetle aynıymış. Ricamı ilet, gelirse çok memnun olurum dedi.”
Azap, bir yandan da Necdet’in koyduğu çayı, hızlı hızlı içmeye çalışıyordu.
“Azap oğlum, yavaş iç, dilini damağını yakacaksın.”
“Doğru söylüyorsun Necdet Ağabey, müdürü bekletmeyelim istedim. Resimde varmış yine, göğsüne çivilemişler.”
“Ne deyim, şaşılacak iş. Ne demişler, alma mazlumun ahını...”
“Neden öyle söyledin Necdet Ağabey, belki de mazlum olan, bu öldürülenler, daha bir şey bilmiyoruz ki…”
“Mazlum böyle ölmez oğlum, kulağına küpe olsun bu sözüm. Mazlum olsalardı, öldükleri yerde bulurdunuz. Kimse zahmet edip, sağa sola taşımazdı. Büyük acılara sebep olmuşlar demek ki, birileri, yese doymuyor bunları.”
“Gidelim o halde, bekletmeyelim adamı” diyerek söze girdi Mahmut Ali.
Azap, çayını hızlıca içti.
“Ben arabayı getireyim” diyerek çıktı kafeteryadan.
Az sonra kapının önündeydi. Necdet’le vedalaştılar. İşleri bitmeden yarım saat önce haber vermelerini, güzel bir et haşlama yapacağını, müdürü de getirmelerini söyledi Necdet.
Yola çıkalı, birkaç dakika olmuştu.
“Nüket’i getirmemişsin” dedi Mahmut Ali.
“Nereden anladın Ağabeyi? Gülümseyerek yanıtladı.
“Arka koltuğa bakmadın hiç.”
“Biraz dinlensin haylaz. Çok ısrar etti ben de geleyim diye. Uyu sen dedim. O kadar çok soru soruyor ki, bunalıyorum bazen.”
Azap’ın bu cevabına ikisi de gülümsedi. Azap devam etti konuşmasına;
“Necdet Ağabey ve sen, çok farklı adamlarsınız, gözünüzden hiçbir şey kaçmaz mı sizin?”
“Senin de gözün keskin Azap, bize hürmeten böyle söylüyorsun.”
“Yok, Ağabey, gayet ciddiyim. Tabi, ben de biraz ilgiliyim ya etrafla, sizin çok hızlı analiz edebildiğinizi, o yüzden fark ediyorum.”
“Biz ilkokula giderken dikkat oyunu oynardık Necdet’le. Etrafı gözlemler, değişiklikleri bilmeye çalışırdık. Bir yere gitsek, birilerini görsek, ne olduğunu, nasıl giyindiklerini sorardık birbirimize. Evlerin, bahçelerin, pusula yönlerini, renklerini sorardık. Sonra kontrol ederdik. Kim daha iyi diye.”
“Kim iyiydi?”
“O zamanlar, ben hep galip gelirdim. Askerde de oynadık ara sıra. Ama Necdet şaşılacak derecede ilerlemişti. İstihbarat dersleri alıyordu. Tıpkı bizim çocukluğumuzda oynadığımız mantık. Başımı ağrıtıyordu bazen, hiç susmazdı. Şurada şu var, burada bu var. Şura şu renk, bunlar bu kadar kişi… Sürekli sesli olarak alıştırma yapardı. Bu şekilde devam edilirse, insan beyni bu alıştırmayı, günlük aktiviteleri arasına alıyormuş. Bir müddet sonra, sanki olağan, normal bir iş gibi, hafıza otomatik olarak, etrafta ne olup bittiğini, tüm ayrıntılarıyla kaydetmeye başlıyormuş. En son, ikiniz beraber oynamaya başlamışsınız,” dedi gülümseyerek. Azap’da gülümsüyordu.
“Aslında, az evvel bizi sollayan arabayı soracaktım. Sıçrattığı yağmuru bahane edip” dedi Azap. Gülümsemeye devam ediyordu.
“Demek beni de yoklayacaktın?”
“Bende görevdeyken, MİT’in polis bölümüne bağlı, Siirt bölge istihbarat şefiydim. Necdet Abinin istihbarat da aldığı dersi biliyorum. Dursun Aslan Modeli diye öğrenmiştik. Tam adı Dursun Aslan Soysal. Kendisi bir psikolog, daha öğrencilik yıllarında geliştirmiş bu modeli. Biz de böyle çalıştık, dikkat yeteneğimizi geliştirmek için.”
Mahmut Ali, arabanın markasını, plakasını ve rengini söyledi. Renginin mavi olduğunu, kendi arabalarının farlarının ışık yoğunluğundan ve yağmurun renk yansımasını kırdığı için, yeşil göründüğünü söyledi.
“Nasıl, bende de bir şeyler var değil mi?”
“Ne deyim Mahmut Ali Ağabey. Ben rengi yeşil gördüm. Tek kelimeyle şaşkınım, sende bir şeyler değil, çok şeyler var. Daha nelere şaşıracağız, neler öğreneceğiz sizden, meraklanıyorum.”
“Eyvallah Azabım.”
Mahmut Ali, kapı camından yolu seyretmeye daldı. Çok düşünceli bakıyordu. Camın bir noktasına dikmiş gözlerini, oradan izliyordu yolu.
“Çok uzaklara bakıyorsun Mahmut Ali Ağabey.”
“Yok, çok yakınlara bakıyordum. Uzaklarda kimsem kalmadı Azap. Bir Necdet vardı, şimdi yakınız. Benim kanımdan, neredeyse kimsem kalmadı yeryüzünde. Şimdi sen varsın, yakınlaşıyoruz. Yeni dostlarımı düşünüyordum.”
“Hayat ne kadar garip ve sürpriz dolu değil mi Ağabey? Ben de yeni alışıyorum buralara. Tüm çevrem değişti, sadece anılarımı koyup valizime, çıktım geldim. Benimde tanıdıklarım, yeni dostlarım işte. Senden daha eski değil hiç biri.”
“Kocaman şehir Azap, bir bakmaya binlerce insan görüyorsun. Onca kalabalık arasında içine çekilip, yalnız kalıyorsun. Bakıyorsun şehre, insanlara, caddelere, araçlara, kedilere, kuşlara, kaldırımlara, dükkânlara, sanki hiç boşluk yok gökyüzünden başka. Hâlbuki bakıyor ama görmüyorsun, her yer boş, her şey çekiliyor bakışlarından, sadece sen yürüyorsun.”
“Çok güzel anlattın Ağabey, benim de hissettiklerim aynen bunlar.”
“Yaşamın rüzgârı, ömrün boyunca savuruyor seni, bir durduğun yerde bırakmıyor. Daha neler göreceğiz kim bilir, ne ömrümüz kaldı ki şurada. Zaten biz de, toprağa iyice yaklaştık artık.”
“Daha gençsin be Ağabey”
“Gençlik beyinde Azap, mutluysan yetmiş yaşında bile, yirmi yaşındasın. Mutlu değilsen, yirmi yaşında ihtiyarsın.”
“Biliyor musun Mahmut Ali Ağabey, seni tanıyalı, daha dün bir bu gün iki. Ama sanki uzun yıllardır tanıyorum seni. İsmin, Ağabeyimin ismi, sana sürekli Mahmut Ali Ağabey demek, o kadar hoşuma gidiyor ki, bu ismi söylemeyeli yıllar oldu. Sen geldiğinde, öz Ağabeyim geldi sanki. Annem, babam, eşim, hatta kızım bile bir yana, Ağabeyim bir yana. Daha ölüp ölmediğini bile bilmiyorum. Bir gün çıkıp gelecek sanki. Sen geldin, onun ismiyle bilge bir adam geldi.”
“O kadar bilge değiliz. Çok teşekkür ederim Azap, onurlandırdın beni.”
“Yok, yok, farklı bir adamsın. Bir şey itiraf edeyim, bunu söylemek için çok erken farkındayım ama söylemezsem içim rahat etmez. Yeni bir dostluğa, içimde söylemediklerimle başlamak istemem.”
“Eyvallah Azap, sen mert bir insansın, duruşundan, bakışından belli ediyorsun. Bir şey söylemene gerek bile yok.”
“Ben bir itiraf edeyim de, iyi hissetmem için. Öyle sözler ediyorsun ki Ağabey, her konuştuğunda, senin yanında ruh halimi kontrol edemiyorum. Tanıştığı herkes mi bunu hissediyor acaba diye düşünmedim değil. Anında, senin konuştuğuna, kesin doğru deyip inanıyor insan, öyle bir hitabın var.”
“Doğru bilmediğimi hiç konuşmadım bu güne kadar.”
“Bildiğim bir şey var artık, hissettiğim şey…”
Azap’ın sözü bitmeden araya girdi Mahmut Ali;
“Hissettiğin şey, bir araya gelmemiz tesadüf değil. Bizi bir yere götürecek sanki. Değil mi?”
“Bunu söyleyeceğimi nereden bildin Mahmut Ali Ağabey”
“Bir hissi yoğun yaşıyorsan, bunu paylaştığın kişinin de aynı duygularda olması muhtemel.”
“Necdet Ağabey de bunu söylemişti” dedi Azap. Mahmut Ali’ye dönüp, gözlerine baktı kısa bir süre. Sonra, yola çevirdi başını. Çok derin ve düşünceli bakıyordu.
“Şimdi de sen uzaklara bakıyorsun Azap.”
“Kafam karıştı Mahmut Ali Ağabey, uzun süredir, bir şey olacağı hissini yoğun yaşıyorum. Bu her neyse, bu aralar olacakmış gibi geliyor. Necdet Ağabeyi tanıyalı bir yıl olmadı, şimdi sen… Ya çok etkilendim sizden, ya da kader üçümüzü seçti, ne dersin? Kafama iyice yattı artık büyük bir şey olacağı düşüncesi.”
“Bu akşam iyice bir sohbet ettik Necdet’le. Seninle de konuşmuş geçmişini. Zaten biliyorsun diye anlatmakta bir sakınca görmüyorum. Neler anlattı eski dostum. Şöyle bir baktım hayatına, tanıdığım en cesur adam, hep kaçmış. Başkalarının anılarını ezberleyip, hayatına monte etmekle geçmiş ömrü. Ailesine de unutturmuş kim olduklarını, vah, yazık yaşayamadıklarımıza. Bazılarımız, hayatlarını kendileri seçemezler. Gerçek kader, tam olarak budur işte. Bir yazgın vardır ve bu yazgında bir görev, yapman için sana yazılmıştır. Günü gelene kadar bilemezsin, hazırlıksız yakalar hayat seni, kendi hazırlar bu göreve. Hayatın sana biçtiği rolü, mümkünü yok oynarsın. Bu hayat var ya Azap, bu hayat, senin için bir şey hazırlarsa, önünde engel saydığı her şeyi alır senden. Aileni, işini, geçmişini geleceğini, param parça olsan da, seni toparlar, yapacağını yaptırır.”
Azap, yine durgunlaşmıştı.
“Fazla takılmayacaksın” dedi Mahmut Ali ve devam etti sözlerine;
“Yorulmayacaksın Azap, baktı ki sende umduğu yok, seni de savurur bir köşeye, acıması olur mu bu hayat denen kanunsuzun.”
“Daha ne yapacak Ağabey? Yüreğimi yangına vermiş zaten. Hayat, benim için nasıl bir rol hazırlamış olabilir diye düşünüyorum, ailemi aldı, işimi aldı, daha alacağı bir şey yok bende. Kesinlikle biliyorum benimle bir hesabı daha olduğunu, bir şey olacak, eminim. Ama ne zaman? Acaba rolümün vaktimi geldi? Yoksa siz de diğer oyuncular mısınız? Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bak, işte bunu bahsediyordum demin. Ne düşüneceğim? Fikirlerim alt üst oldu. Sen konuşunca oluyor bu. Yok, yok, ben sahiden delirme yolundayım, iyice hayalperest oldum. Senin konuşmalarına yöneliyorum, söylediklerinde, benim için her şey var gibi geliyor. Çok garip. Bunları bildiğim halde, yine de senin konuştuklarının peşine takılıyor aklım.”
“Necdet’e bak Azap. Seni bir yıldır tanımış şurada, hayatını anlatmış, sırrını vermiş. Ben yıllardır yoktum, gelir gelmez anlattı. Sırlarını verdi. Seni de konuştuk bu akşam, ‘hayatımdan, istihbarattaki görevimden, Azap’a da bahsettim’ dedi. Baktım gözlerine, yargıladım biraz. Sır vermezdin sen dedim.”
“Bana anlatmasında, hiçbir mahsur görmedi demek ki. Sana anlatması normal, çocukluğunuzdan buyana arkadaşmışsınız. İnsanın, kendisini ve ailesini ölüme götürecek bir sırrı anlatmasının sebebini, senden iyi kim bilecek Mahmut Ali Ağabey.”
“İnsanın kendi bilecek Azap, kendi bilecek. Necdet boş bir adam değil. Kaç kişinin hayatını giydirmiş, kendi hayatına. Kimse görmemiş, ne zaman nerede olduğunu, kimse bilmemiş kim olduğunu. Tutmuş sana anlatmış, bana anlattı. Emin ol, bu sırrı taşımaktan yorulduğundan değil, bir gerçeğe inanıyor.”
“Ailemi kaybedince, yaşama sebebim kalmamıştı. Yapacak hiç bir şey yok gibiydi, sonra bir doğruya inandım, nasıl inandım hatırlamıyorum. İçimde büyüyüverdi. Beni sardı, sonra hayatımı. Yaşamaya yeniden bağlandım. Aslında, tam olarak anlamış değilim aklıma olanları, yaşamaya bir sebebim var gibi geliyor, ben de yaşıyorum,”
“Sana sorduğu soruyu da anlattı. Söylemedi ama gözlerinden aldım ben cevabı dedi.”
“Kaybolan çocuklar olayından bahsediyorsun. Öldürülenleri sormuştu bana, benim yapıp yapmadığımı.”
“Belki de, yaşama sebebin budur. Bir şey yaparsın, o kadar doğrudur ki senin için, kimsenin fikrini alma gereği bile duymazsın. ‘Evet, ben yapıyorum bunları diye de haykırmak istersin herkese. Bu güne kadar, hanginiz böyle bir şey yaptı’ diye yargılamak istersin. Sonra, bakarsın etrafına, tarihe bakarsın. Senin gibi onlarca vardır, yüzlerce. Öyle şeyler yapmışlardır ki, tıpkı kendin. Ne yaptılarsa, kötülere yapmışlardır, hepsi hak etmiştir yapılanları. Tıpkı kendini görürsün. Yine de, milyarları bulan insan nüfusu içinde, devede tüydür sayınız. Biraz daha bakarsın etrafına ve tarihe. Yürekleri evet dese de birçok insanın, kimse onaylamaz yaptığını ve senin gibi olanların yaptıklarını. Ödülü de yoktur yaptığın işin, ceza alman da an meselesidir. Sonra, suskun bir adam olursun, her şeyin gizli kalır, her yaptığını saklarsın. Bir gün, birileri bilir seni, kendin gibiler, saklanmazsın onlardan.”
“Kime söyler insan Mahmut Ali Ağabey, tıpkı kendi gibi görmezse.”
“Necdet sana söyler, sen gözlerinle Necdet’e. Necdet bana söyler, ben bir vakit sana.”
“Söylediklerini o kadar iyi anlıyorum ki, birçoğunu yaşadım, insanların meraklı bakışlarını, haksız sorgulamalarını, ne yapıp yapmadığımı düşündüklerini anlayabiliyordum konuşmalarından. Özenenleri, yargılayanları. Sanki benim için söyledin Mahmut Ali Ağabey.”
“Böyle düşünceler, bir yerleri ateş saracağı zaman gelir insanın aklına. Bu insan, haklı yere yangın çıkartmaktan korkmuyorsa, fitili boşa tutmaz elinde.”
“Nerede duracağız Mahmut Ali Ağabey, fitili ateşleyen mi, fitili tutan mı?”
“Bir eliyle fitili tutan, öbür eliyle ateşlesin Azap, madem bir şeyler olacak, hepimizin elinde alev olsun. Yeter ki, ateşe verilecek yer şaşılmasın.”
“İyi dedin be Ağabey, yansın kötüler.”
“Yaklaştık mı olay yerine?”
“Geldik sayılır.”
“Bir iki gazeteye göz attım bu gün, ilk cesede de bir sürü senaryo yazmışlar. Muhabirler bu iki olayın benzerliğini bilseler, Türkiye’nin dikkatini çekerler bu işe.”
“Bu cinayetleri işleyenlerin derdi ne acaba, bu iş, harbiden büyük gibi. Adamın hakkında her şeyi öğrenmişler hemen; yok gizli serveti için öldürüldü, yok haraç için öldürüldü… Çok deli serveti varmış adamın. Bir sürü plan, komplo teorisi. Cesedin fotoğrafını da çekemediler ya, ona da yazmışlar, emniyet büyük bir sır gizliyor, basını yaklaştırmadı falan…”
“Her şey meydana çıkar Azap, onlar da işin doğrusunu öğrenir yazarlar, kimi süsler, kimi biraz hayaller, her haber gibi, bir görünür kaybolur. Etkileri önemli, kime ne olduğu, ne olacağı…”
“Bu cesette bir şey çıkar mı dersin Mahmut Ali Ağabey, oldukça meraklandım doğrusu.”
“Görmeden ne diyelim, umalım da bir şeyler olsun, umalım da yardımımız dokunsun.”
“Adamın büyük serveti varmış ya, muhtemelen para içindir diye düşünüyorum. Şimdiki cesette, madem benzeşiyor, bitmemiş bir hesabın devamı, olur mu dersin?”
“Her cinayette paranın parmağı vardır. Doğrudan ya da dolaylı, bu yüzden, servetiyle ilgisi olması kaçınılmaz. Para, birçok insanı azdırır Azap. Olan, ne yapacağını şaşırır azar, olmayan, elde etmek için şeytana uyar. İstisnalar vardır mutlaka, çok az insan parayla, ya da parası yokken ne yapacağını bilir. Bu adamın, servetini nasıl yaptığını da yazmışlar mı?”
“Şimdilik yazmamışlar, muhabirler bir takılırsa bu işin peşine, biri bulmazsa biri bulur.”
“Her şeyi gazeteler çözecekse, emniyet niye var? Acaba Ercan Beyin elinde ne var?”
“Ercan Bey çözene kadar bırakmaz bu işin peşini. Başladığı hiçbir işi yarım bırakmamış, iyi tanırım kendisini, neredeyse, bütün Ankara tanır. Siyasiler, önünü kesmezse, Emniyet Genel Müdürü olacak adam. Bir de sinirli olmasa, zaten kariyerinde ilerleyemezse sinirliliği yüzünden olur. Televizyona bile çıktı. Alkollü bir milletvekili, şehir içinde trafik çevirmeye yakalanıyor, alkol kontrolü yapmak isteyen memurlara ver yansın edip, olmadık hakaretler ediyor. Yok, ben milletvekiliyim, yok ben adamı şöyle böyle sürdürürüm… Polisler, Ercan Beyi anons ediyorlar telsizden. Durumun ne olduğunu telsizden bildirmişler. Ercan Bey bir hışımla geliyor. Bakıyor ki vekil sarhoş. Kafası güzel ya, ileri geri konuşunca; bizim ki küplere biniyor. ‘Kardeşim sen nasıl vekilsin, pis sarhoş, görevini yapan memura nasıl hakaret edersin. Kimsin sen, vekil böyle yaparsa millet ne yapar. Böyle mi örnek olacaksınız vatandaşa. Bu millet sana, içsin de, milletin huzurunu sağlayan memurlara hakaret etsin diye mi oy verdi. Alçak adam, terbiyesiz adam… Ben sana daha başka ne söyleyeyim. Bir daha ki sarhoş şoföre ne söyleyeyim. Az önce vekil de sarhoştu demez mi? Eşek gibi üfleyeceksin alkolmetreye, kesin bunun cezasını, bağlayın bunun arabasını…’ Daha neler söylemiş. Kalabalık birikmiş başlarına, vatandaş kameraya çekiyor. Haber kanallarında gün boyu gezdi görüntüleri. Haberciler ve gazeteciler de destek verdi Ercan Beye. İstifa etti vekil. Partisi hemen açıklama yaptı, istifasını aynı gün kabul ettiler.”
“Aferin Ercan Beye…”
Saat:02.15
Olayın olduğu sokağın girişine yaklaşmışlardı. Daha fazla ilerleyemediler. Polis, sokağın hemen girişini kapatmış, meraklı kalabalık otuz kırk metre geriye kadar birikmişti. Herkes bir biriyle konuşuyor, basın mensupları ve daha meraklılar, yakına gidebilmek için kalabalığı çalkalıyorlardı. Azap, bir-iki sefer kornaya bastı. Kimse aldırmıyordu. Hatta kalabalıktan birisi, el kol hareketleriyle Azap’a bir şeyler söyledi. Kalabalığın uğultusundan bir şey anlaşılmadı ama adamın hakaret ettiği, sert el kol hareketlerinden ve yüz mimiklerinden anlaşılıyordu.
“Sakin ol” dedi Mahmut Ali.
Azap’ta, umursamamıştı zaten, kornaya bir kez daha bastı. Kendisine bakanlara, çekilmeleri için işaret etti. Az önceki adam, arabanın ön kaputuna vurdu elini, yine bir şeyler söyledi.
“Mahmut Ali Ağabey, bu adam bana sövüyor galiba.”
“Sen sakin ol, boş ver.”
Adam, Azap’a doğru yürümeye başladı.
“Ben sakinim de, bela geliyor sanki. Geliyor, geldi.”
Adam, az sonra, kapının yanına geldi, sinirli bakıyordu. Cama vurdu. Azap, camı indirdi.
“Ne kornaya basıp duruyorsun birader?”
“İlerlemeye çalışıyorum beyefendi.”
“Kör müsün, nereye ilerleyeceksin, görmüyor musun kalabalığı?”
“Olay yerine ilerleyeceğim, ne olduğuna bakmaya geldim. Kör falan da değilim.”
“Buradaki herkes ne olduğuna bakmaya geldi.”
“Sen de mi ne olduğuna bakmaya geldin, burada görevli misin, gelen geçen, izni senden mi alıyor?”
Azap’ın bu konuşması üzerine adam, son derece saldırgan bir tavır aldı.
“Ne uzatıyorsun, çek arabanı, sıkıntı mı arıyorsun?”
“Sana sorduklarımı cevapla, sen ne diye geldin buraya, ne olduğuna hangi yetkiyle bakıyorsun?”
“Bana bak” diyerek elini kaldırmıştı ki adam, camdan kolunu uzatıp, yakasını topladı ve adamın başını camdan içeri çekip, silahının namlusunu ağzına soktu. Adam bir şeyler söyleme çalışıyor, ne dediği anlaşılmıyordu. Silahın namlusunu, ağzının içinde sağa sola çeviriyor, diğer eliyle de ensesine bastırıyordu. Adamın canının çok yandığı belliydi.
“Sakin ol Azap” dedi tekrar Mahmut Ali.
“Sen bana bak şerefsiz, ağzında bir tane diş bırakmam, dilini kopartırım senin. Ne halta yarıyorsun da buradasın, bir de işini yapmasına engel olacaksın insanların, terbiyesiz it, defol buradan” diyerek itekledi.
Adam neye uğradığını şaşırmıştı, kanayan ağzını tutuyordu, bir memura çattığını anlamış olmalıydı.
“Özür dilerim amirim” diyerek, çok çabuk kayboldu gözden.
“Sen Adem Baş Komiseri ara Azap, böyle olmayacak, buradaki herkesi dövmen gerekebilir.”
Azap, Adem Baş Komiseri aradı ve durumu bildirdi. Az sonra, birkaç polis kalabalığı yardı. Sokağın girişine kadar eşlik ettiler arabaya, oradaki barikatı da açıp, içeri aldılar. Biraz daha ilerleyip, arabayı park etti. Her yerde insanlar vardı, camlar, balkonlar, sokağın diğer girişi, büyük bir branda açmışlar, cesedin görünmesini ve yağmurun gelmesini engellemişlerdi. Arabadan indiler. Az ilerden, elini kaldırarak, gelmeleri için işaret etti Baş Komiser Adem.
“Branda işi tutmuş Mahmut Ali Ağabey” dedi gülümseyerek.
“Onlar işini bilir Azap, biz endişelenmeyelim.”
“Yok yok, bu işi öğrenecekler senden.”
“Bilir herkes ne yapacağını, bilir de, bu gece kalabalık gelmişler galiba, takım elbiseliler de var.”
“Fark ettim Mahmut Ali Ağabey, bu iş büyümeye başlamış bile.”
Kalabalığın arasından bir kadın görünüyordu, ama önüne gelenler sebebiyle, yüzü seçilemiyordu. Azap, tanıyacak gibi oluyordu ama tam göremediği için, dikkatle bakıyordu. Az sonra Adem Baş Komiser yanlarındaydı. Selamlaştılar.
“Bu gece kalabalık var Adem Bey” dedi Mahmut Ali ve devam etti sözlerine;
“Kimin dikkatini çekti bu iş, içişleri mi, istihbarat mı?”
“İçişlerinden geldiler Mahmut Ali Bey, ilk öldürülen, epey nüfuzluymuş galiba. Müdür Bey, bu cesedin durumunun dünküyle kısmen aynı olduğunu bildirmiş Emniyet Genel Müdürüne. İçişleri de bizim müdürü hemen aramış, bıraksalar da işimizi yapsak diye söylenip duruyordu.”
Cesede yaklaşmışlardı. Azap’ın yüzünden düşen bin parça oldu. Oldukça gergin görünüyordu, cesedin yanında duran kadına birkaç kez baktığını görmüştü Mahmut Ali, Azap’a sordu;
“Ne oldu Azap, suratın düştü?”
“Yok, bir şey Ağabey”
“Kim, o kadın?”
“Öyle ya, ha Necdet Ağabey, ha sen, fark etmemeniz mümkün mü? Evet, içişlerinden gelmişler. Özlem Hanım kendisi, Özlem Tanrıkulu.”
“Çok hoş bir hanım, sen hortlak görmüş gibisin.”
“Hortlak değil ama çok saldırgan sağ olsun.”
Cesedin yanına varmışlardı, Emniyet Müdürünün arkası dönüktü, oradakiler Azap’lara doğru bakınca, O’da döndü.
“Gel Mahmut Ali Bey, gel dostum, bizi bu işin içinden çıkart, nasıl bir bela bu, geldi bizi buldu.”
Azap’ı görünce, oradaki bayanın da yüz ifadesi değişmiş, şaşkın bir ifadeyle suratı asılmıştı. Adli tıp uzmanı Bekir Bey, cesedin yanına eğilmiş inceliyordu. Mahmut Ali’yi görünce hürmetle ayağa kalktı.
“Nasılsın üstad?”
“Teşekkür ederim, siz nasılsınız Bekir Bey?”
“Sağ olun üstad, cesedin durumu çok belirgin ama söyleyeceklerinizi duymak için sabırsızlanıyorum.”
“Bir dur yahu, adamı sıkboğaz etme, birazdan verir notunu” dedi Emniyet Müdürü gülümseyerek.
“Çok rica ederim, hiç olur mu öyle şey?”
“Olmaz mı Mahmut Ali Bey? Geldiğinden bu yana, sizi soruyor Bekir, üstat gelecek mi, üstada haber verdiniz mi?”
“Uzman olan Bekir Bey, biz, yardımcı olabilirsek ne mutlu”
“Haber verdik dedim, iyi çalış gir gözüne kırmasın notunu dedim. Adam, okulunda bu kadar heyecanlanmış mı acaba?”
Adli tıp uzmanı Bekir Bey, Emniyet Müdürünün bu sözlerini onayladı.
“Çok doğru söyledi Ercan Bey.”
“Yahu arkadaşlar, utandırdınız beni, lütfen böyle şeyler söylemeyin.”
“Sizi tanıştırayım” diyerek söze girdi Emniyet Müdürü;
“Ferit Keltepe, Özlem Tanrıkulu. Kendileri, içişleri müfettişleri, incelemelerde bulunmak için buradalar.”
Bunu söylerken, onların burada bulunmalarından pek memnun olmadığını belli ediyordu, konuşma ve yüz ifadesiyle.
“Bizi tanıştırmanız, büyük bir incelik” dedi Ferit Müfettiş.
“Anlamadım, neden böyle söylediniz?”
“Bizi umursamıyorsunuz sanmıştım. Sanki burada yokmuşuz gibi davranıyordunuz da, demek ki görüyormuşsunuz bizi.”
“Ne yapalım efendim, kollarımı boynunuza mı dolayayım? Hepimiz göreve geldik buraya, sizi de göndermişler, bizi de gönderdiler. Kimse, sizin hizmetinize vermedi beni.”
“Lütfen, gerginliğe gerek yok beyler” diyerek söze girdi Özlem Müfettiş.
“Ne gerginliği Özlem Hanım, ne yapalım yani, striptiz mi yapalım Ferit beye? Nasıl belli edeyim burada olmasından duyduğum memnuniyeti.”
“Kaba olmayalım yeterli, değil mi Savcı Bey, siz ne dersiniz? Savcıya baktı Özlem Müfettiş. Savcı da cevapladı;
“Aslına bakarsanız, yersiz tatsızlık size katılıyorum. Fakat Ferit beyin, daha gelir gelmez, ‘nasıl olur da bir ilerleme kaydedemezsiniz’ demesine, açıkçası ben de çok bozuldum. Demek ki, cesedi görür görmez olayı çözen bir adam, diye düşünmedim değil. Müdürüme hak veriyorum da, cesedi bırakıp tartışmamız kesinlikle yersiz, işimize bakalım biz.”
“Sağ olun” dedi Özlem Müfettiş, hoşnutsuz bir ifadeyle, savcının söylediklerinden memnun kalmamıştı ve devam etti sözlerine;
“Çok yapıcı konuştunuz doğrusu.”
Emniyet Müdürü söze girdi;
“Yahu, arkadaşlarımız gelmiş, tanıştırdık ne var bunda.”
“Memnun oldum beyefendi, Mahmut Ali’ydi değil mi? diyerek, tokalaşmak için elini uzattı Özlem Müfettiş. Ortamın havasını dağıtmak istiyordu.
“Evet hanımefendi, ismim Mahmut Ali, ben de memnun oldum tanıştığımıza.”
“Azap bey’le tanışıyoruz zaten. Kimin öldürdüğünü bilmediğimiz bir ceset ve Azap Baş Komiser, eski Baş Komiser demek istedim. Hiç yabancı olmadığımız bir manzara.”
“Siz, o günlere hitaben Azap Baş Komiser dediniz, zaten anlardık ne kastettiğinizi, kendinizi yormasaydınız Özlem Hanım. Desenize, bu işin ihalesi de bana kalabilir.”
Orada bulunan herkes, Azap’ın hikâyesini az çok biliyordu. Kayıp çocukların davasını, soruşturma geçirdiğini, istifasını… Azap’ı sorgulayan müfettişlerden birinin de, Özlem Müfettiş olduğunu anlamışlardı.
“Demek, Azap’ı soruşturdunuz Özlem Hanım” diyerek söze girdi Emniyet Müdürü.
“Evet, maalesef biz sorguladık. Herkes de bizi yargıladı kalben. Ne kötü müfettişleriz” diyerek, ellerini yukarı kaldırdı, teslim oldum işareti yaptı.
“Demek, meşhur Azap’la tanışmak varmış” diyerek söze girdi Ferit Müfettiş. O konuşurken, ağzını buruşturarak bakıyordu Emniyet Müdürü. Ferit Müfettiş devam ediyordu sözlerine;
“İçişleri birim sorgulamada, efsane adamsınız. Onlarca davadan birinde bile hakkınızda en ufak bir suç delili bulamamışlar. Size de tekrar merhaba Mahmut Ali Bey, sizi de tanıyabilir miyiz hangi birimdensiniz?”
“Ben misafirim beyefendi.”
“Görevli değilsiniz yani?”
“Evet.”
“Anlamadım, yani görevli değilsiniz, burada resmi sıfatla bulunmuyorsunuz. Peki, hangi incelemelerde bulunacağınızdan bahsedildi az önce, görevli değilseniz neyi inceleyeceksiniz, bu çok saçma değil mi Bekir Bey?” diyerek, adli tıp doktoruna döndü yüzünü. Savcıya da bakarak devam etti sözlerine;
“İşlere uzmanlar değil de, misafirler mi bakıyor? Tabiî ki bir ilerleme kaydedilemez. Cinayet mahalli burası…”
Sonra, tekrar Mahmut Ali’ye dönerek;
“Kimsiniz, kendinizi tanıtır mısınız?”
Emniyet Müdürünün yüzü, sinirden kıpkırmızı olmuştu. Aslında, oradaki herkes kızgın bir ifadeyle bakıyordu Ferit Müfettişin yüzüne, Emniyet Müdürü, sinirli bir ifadeyle söze girdi;
“Sağlık raporu da beyan etsin mi?”
“Ne demek sağlık raporu da beyan etsin mi?” diye, azarlar gibi cevapladı müdürü.
“Kardeşim, kaçak et kesimi kontrolümü yapıyorsun, kim oluyorsun sen, benim misafirimin kimliğini sorgulayacaksın.”
“Ercan Bey, bu tavırlarınız size zarardan başka bir şey getirmez, bu söylediklerime kulak verin.”
“İsterse iflas getirsin.”
“Ben sadece, beyefendinin sıfatını sordum, siz gereksiz yere münakaşa ortamı hazırlıyorsunuz.”
“Ulan ben senin sıfatına tüküreyim” diyerek, Ferit Müfettişin üzerine doğru atılmıştı ki, Baş Komiser Adem, sıkıca kucakladı Emniyet Müdürünü.
“Adem, bırak beni, bırak diyorum.”
Müfettişe doğru gitmeye çalışıyordu, çok sinirlenmişti ve müfettişe hakaret ediyordu;
“Senin sıfatın varda, ne halta yarıyorsun? Nereden geldin ulan sen bu gece, sıkıntı mısın sen?”
“Ercan Bey ne yapıyorsunuz, kendinize gelin lütfen, herkes burayı izliyor” dedi Özlem Müfettiş
“İzlesinler Özlem Hanım, belgelesinler efendim, katili bulamayan yetkililer, cesedin başında birbirine girdiler desinler.”
Savcı ve adli tıp uzmanı da araya girdiler, sakin olmalarını istediler. Savcı, Emniyet Müdürüne sakinleşmesini söyledikten sonra, Ferit müfettişe döndü;
“Çok amatörce davranıyorsunuz, artık saçmalamasanız.”
Ferit Müfettiş, telefonu kulağında, elini öne uzatarak, bir dakika müsaade demek istedi işaretle. Az sonra, ‘İyi geceler efendim’ diyerek başladığı telefon görüşmesine, konuşmaya devam ederek uzaklaştı yanlarından.
“Sayın müdürüm, burada olma sebebimize dönmemiz mümkün mü? diyerek artık sakinleşmesini istedi savcı.”
“Tabi mümkün, şu akademik ağızlı müfettişi görmek sinirlerimi bozuyor. Nasıl bir terbiyesiz bu, nereye geldik arkadaş?”
“İşimize bakalım biz, vekil yeğeni müfettişe de, fazla yüklenmeyelim Ercan Bey,”
“Ne, ne dediniz savcım?”
“Vekil yeğeni dedim, bir haksızlığa mazur kalmayın isterim.”
“Dandik vekildir o. Böyle dandik müfettiş yeğeni olan vekilden ne olur. Ben vekilin kendini yemiş adamım savcım, kalmış ki yeğeni…”
Emniyet Müdürünün telefonu çaldı, telefonu açtı. Bu arada Ferit müfettiş, ukala bir yüz ifadesi takınmış, yanlarına geldi.
Emniyet Müdürü;
“Buyurun Sayın Genel Müdürüm” diyerek başladı telefon konuşmasına.
Hepsi anlamıştı arayanın Emniyet Genel Müdürü olduğunu ve rahatsız oldular. Özlem Müfettiş bile kızgın bir ifadeyle baktı beraber göreve geldiği arkadaşı Ferit Müfettişin yüzüne, sen ne yaptın der gibi…
Emniyet Müdürünün konuşmasını dinliyorlardı.
“Evet sayın müdürüm. Tabi haklısınız efendim. Tabi mümkün efendim. Doğrudur sayın genel müdürüm…” gibi cevaplar veriyordu arada bir, dinlediği kişiye.
Kimse bir şey konuşmuyordu. Ercan Beyin sıktığı dişleri, yanaklarından belirginleşip, kayboluyordu. Düştüğü bu mat olmuş durumdan, hepsi rahatsız olmuştu. Ferit Müfettiş gülümsüyor, kasılıyordu keyiften. Ercan Bey hem telefonla konuşuyor, hem de Ferit Müfettişi süzüyordu. Telefondaki, görüştüğü Emniyet Genel Müdürünün sözünü kesti;
“Bir dakika Sayın Genel Müdürüm, ben söyleyeceklerimi söyleyeyim, sonra siz söylersiniz. Ben Ercan Pektaş, Çankaya Emniyet Müdürüyüm. Bu mesleğe tam yirmi beş yılımı verdim. Kırk altı yaşındayım. Yirmi yaşında genç bir delikanlıyken, bu meslekte gözümü açtım. Bu meslek, benim hem anam, hem babam oldu. Şu karşımda sırıtan gibi, dünkü çocuklara eğilmek için yapmadım bu mesleği. Bu görevi yapmıyorum, yapmıyorum deyince kim ne diyecek bana? Bu terbiyesiz, bu işin içinde olacaksa, ben yapmıyorum. Beni bu görevden alın, isterseniz beni bu meslekten atın. Benim hakkımda kim ne karar verecekse versin, umurumda değil. Ya bu soytarı gider, ya da, gerekirse beni meslekten bile alabilirsiniz. Emir falan da umurumda değil, benim söyleyeceklerim bu kadar. Telefonu kapatıyorum efendim. Bu görüşmeden ve bir emniyet mensubunu haklı olduğu halde savunmamanızdan, rahatsız oldum. İyi geceler, Sayın Genel Müdürüm.”
“Ne yaptınız Müdür Bey, ne gerek vardı bu kadar büyütmeye? Böyle olsun istemezdim. Bu kadar yıl sonra, meslekten atılmanızı istemem” diyerek, galip gelmişliğini belli eden bir ses tonuyla konuştu Ferit Müfettiş.
Müfettişe vurmak için ileri atıldı Emniyet Müdürü. Azap ve Adem, sıkıca tuttular kendisini. Oradaki herkes müdahale etti. Müdür bağırıyordu, Baş Komiser Adem, yakındaki bir memura talimat verdi;
“Brandanın etrafına polis arkadaşları yaklaştırın, biz görünmeyelim.”
Emniyet Müdürü bağırmaya devam ediyordu.
“Azap, Adem, bırakın beni, bırakın diyorum size.”
Baş Komiser Adem, aynı memura talimatına devam etti;
“Çemberi sık yapın, biz tamamen kapanalım, barikatı biraz daha ileri alın.”
Emniyet Müdürü, Ferit Müfettişe doğru ilerlemeye çalışıyordu. Ağzına geleni söylüyordu müfettişe;
“Bana mı acıdın ulan? Senin bana gücün yeter mi dünkü velet? Sen kimsin, kimsin ulan sen? Bırakın beni, bırakın vuruyum şu şerefsizi…”
Bu arada Mahmut Ali bir köşeye çekilmiş, telefonla konuşuyordu. Savcı, Ferit Müfettişe biraz uzaklaşmasını, Ercan Beyin kendisini görmezse sakinleşeceğini, ortamın yumuşayacağını falan söylüyordu. Özlem Müfettiş de kızdı arkadaşına;
“Ne yaptığını sanıyorsun, nasıl becerdin ortalığı bu hale getirmeyi? Buradakileri sorguya mı geldik, ne yapmak istiyorsun? Ceset hakkında bilgi edinip, rapor hazırlayacaktık, unuttun mu?”
“Sen ne söylüyorsun Özlem, hangi taraftasın?” dedi, aynı ukala tavırla.
“Ne söyledim duymadın mı?”
Mahmut Ali, telefonla görüşmeye devam ederken yanlarına doğru yaklaştı.
“Ben, söylediklerimin derhal halledilmesini istiyorum, hem de hemen. Bu, en hızlı şekilde olmasını istediğim ilk ricamdır” diyerek kapattı telefonu.
Hepsi duymuştu kendisini. Mahmut Ali, müdürün bileğini tuttu. Elini yumruk yapmıştı müdür. Elini, aşağı yukarı sallayarak;
“Sus” dedi müdüre ve devam etti sözlerine;
“Aç şu elini Ercan Bey, sus ve sakin ol.”
“Bu gece bir katil de ben olayım Mahmut Ali Bey.”
“Bırakın Ercan Beyi” diyerek Adem ve Azap’a seslendi.
Bırakmaya endişeli görünüyorlardı.
“Bırakın Ercan Beyi, siz de sakin olun. Ayı kendinde değil, başı dönmüş bal yemekten. Siz de üstüne başına sürüp daha mı keyiflendireceksiniz?” diyerek devam etti sözlerine, Ferit müfettişe bakıyordu.
“Sizi böyle konuşmaktan men ederim” dedi Ferit Müfettiş.
Herkesin büyük şaşkınlığı içinde Ferit Müfettişin ağzının üzerine öyle bir yumruk attı ki Mahmut Ali, adam sırtının üzerine yere düştü. Afallayarak kalktı yerden ve biraz geri çekildi, ağzı kanıyordu.
“Ne yaptınız beyefendi?” dedi savcı
“Nasıl olur da böyle bir şeye cüret edersiniz?” diyerek, Mahmut Ali’nin karşısına durdu Özlem Müfettiş.
Emniyet Müdürü de şaşkın, sakinleşmişti.
“Bunu yapmasaydınız keşke, Mahmut Ali Bey.”
Ferit Müfettişin telefonu çaldı, telefonuna bakar bakmaz panikle açtı.
“Efendim, burada neler olduğunu biliyor musunuz?” dedi. Bir şeyler anlatacaktı ki;
“Emredersiniz efendim, buyurun dinliyorum” diyerek, telefonun öbür ucundakini dinlemeye ve kalabalığı süzmeye başladı. Yüzünün ifadesi değişmişti;
“Ama efendim nasıl olur? Burada hakarete ve fiili saldırıya uğradım. Hem de görevli arkadaşların önünde, bir sivilden.”
Telefondakini, biraz daha dinledi ve cevap verdi;
“Siz nasıl emrederseniz, peki efendim.”
Telefonu kapattı, çok durgundu. Herkese baktı sırayla;
“Bu gece için, herkesten özür dilerim. Bu soruşturmadan alındım.”Size iyi geceler dilerim. Müdürüm, özellikle sizden özür diliyorum, umarım bu işi burada kapatırız.”
O konuşurken, Özlem Müfettişin telefonu çaldı. Telefonu açtı;
“Dinliyorum efendim.”
Kısa bir süre dinledikten sonra;
“Başüstüne efendim” dedi ve telefonu kapattı. Mahmut Ali’ye baktı, sonra Emniyet Müdürüne dönerek;
“Bürokrasiyi siz kazandınız, bu kadar kısa bir sürede nasıl oldu anlamadım” dedi.
Tekrar Mahmut Ali’ye baktı imalı bir ifadeyle, aslında hepsi, Mahmut Ali’den ummuşlardı bu işi. Özlem Müfettiş devam etti sözlerine;
“Ferit Beyi görevden aldılar, ben yalnız çalışacağım sizinle.”
Saat:02. 55
“Kargaşa sona erdiğine göre artık buradaki işimize dönsek diyorum, cesetle ilgilensek, mümkün mü?” dedi Savcı, konuşurken herkese baktı sırayla.
Savcının bu sözlerinin ardından adli tıp uzmanı Bekir Bey, Mahmut Ali’ye bakarak;
“Üstad, bunun durumu dünkü cesetle aynı, öldürülme şekli farklı ama kalbi, birinci cesette olduğu gibi alınmış. Aynı kişilerin yaptığı tartışılmaz diyorum. Buna kan vermemişler ama adrenalin iğnesi yapmışlar, siz ne dersiniz?”
Mahmut Ali, Emniyet Müdürüne baktı, onayını ister gibi;
“Siz ne dersiniz Ercan Bey, cesede bakmam konusunda?”
Emniyet Müdürü biraz şaşırmıştı. Sivil ve çok bilgili bir adamın, emrindeki bir memur gibi onayını beklemesi gururunu okşamıştı. Biraz tebessüm ederek;
“Rica ederim Mahmut Ali Bey, sizin değerli yardımlarınıza çok ihtiyacımız var. Çok alçak gönüllüsünüz, mahcup ettiniz beni, lütfen, sizi dinliyoruz.”
Oradaki diğerleri onları dinliyordu. Özlem Müfettiş, bu herkesi çok etkileyen adamı oldukça merak ediyordu ama az önceki kargaşa yüzünden bir şey sormak istemiyordu. Mahmut Ali hakkında soru sorarsa, Ercan Beyin kendisine de kızacağından çekinmişti. Arada bir, kaçamak bakışlarla Azap’ı süzüyordu. O’na, sorgular gibi değil de, ilgiyle bakıyordu. Azap, Özlem Müfettişin bakışlarını her defasında yakalıyordu ama kafası başka bir şeyle meşgul olduğu için, anlamsız bakıyordu Özlem Müfettişin yüzüne. Azap, Mahmut Ali’yi düşünüyordu. Adem Baş Komiser kendisini arayıp Emniyet Müdürünün yemek davetini ilettiğinde, Mahmut Ali’yi sormak için Necdet’i aramıştı. O da, Mahmut Ali’nin yanında olmadığını, telefonu da olmadığı için haber veremeyeceğini, yemek davetini döndüğü zaman ileteceğini söylemişti. Hâlbuki Mahmut Ali az önce telefonla konuşuyordu. Hani telefonu yoktu. Daha ilginci, az önce nereyi aramıştı? Bu, en hızlı şekilde olmasını istediğim ilk ricamdır diye kime söylüyordu? Ercan Bey’i zor durumdan hemen kurtaran bir görüşmemi yapmıştı? Ya Necdet? O gece, kumarhaneyi bastıklarında polise bir kimlik göstermişti. Polis, özür dilemişti kendisinden. Oradakilerde sorun yok deyince, polis tekrar özür dileyip kumarhaneyi terk etmişti. Kendisi de polisti bir zamanlar. Nasıl bir kimlik görse, efendim diye hitap ederdi. Azap’ın kafası karışmıştı. Necdet ve Mahmut Ali’de, çok büyük bir sır vardı. Dur bakalım, göreceğiz der gibi kaşlarını kaldırdı. Bu düşüncelerini bir kenara bırakıp, olayla ilgilenmeye verdi kendini.
Mahmut Ali ve Bekir Bey, cesedin yanına eğildi. Bekir Bey söze başladı;
“Cesette16 kırık tespit ettim, şurada, şurası ve şurada.”
Parmağıyla işaret ederek gösteriyordu, bir yandan anlatıyordu;
“Öleli on saat kadar olmuş. İşkence etmişler. Sizin tespit ettiğiniz gibi, bu adam da direnmemiş.”
Cesedin kollarını gösterdi;
“Bakın kan vermemişler, buna dair bir iz yok. Ama kalbi üzerindeki delik, adrenalin iğnesi izi…”
“Nasıl, Bekir dersine iyi çalışmış mı?” diyen Emniyet Müdürü, cesedin yanına eğildi gülümseyerek.
Mahmut Ali cesedi inceliyordu. Kıyafetlerine, saçlarına, cildine bakıyordu. Cesedin neredeyse her yerine dokunuyordu. El parmaklarını kontrol etti. Ayakkabılarını çıkardı, ayaklarını, parmaklarını inceledi.
“Tertemiz bir ceset, bunu da titizlikle temizlemişler üstad” dedi, adli tıp uzmanı.
“Nasıl bir kimyasalla temizlemişler, tespit ettiniz mi Bekir bey? Birinci cesette, yağmur ve rüzgâr iyice silmişti ama tiner kokusu almıştım, emin olamadığımdan yanıltmış olmamak için bir şey söylemedim.”
Bekir Bey yine çok şaşırmıştı. Aynı şaşkın ifadeyle Mahmut Ali ve Emniyet Müdürüne baktı sırayla, tekrar Mahmut Ali’ye baktı;
“Bu cesedi adli tıpta sizinle beraber incelemeyi çok arzu ediyorum üstad. Evet, tinerle temizlemişler, haklısınız aynı koku. Ben testle anladığım için aldım kokuyu, siz nasıl biliyorsunuz? Birkaç arkadaşa bahsettim sizden, bunu da söyleyeceğim onlara, çok merak ettiler sizi. Kaç yıl oldu meslekte, ben adli tıp uzmanı mıyım?”
“Yahu sıkmayın adamı Bekir Bey, cesede bakın siz, parti işlerini sonra organize edin” diyerek uyardı Savcı. Emniyet Müdürü, Bekir Bey’e bakarak gülüyordu. Bekir Bey, aceleci çocuklar gibi halinden, mahcup oldu.
“Ne düşünüyorsunuz Mahmut Ali Bey?” diye sordu Savcı.
“El ve ayak parmaklarını, bileklerini, eklem yerlerinden kırmışlar, bir tanesini bile atlamamışlar, kaval kemikleri, iki ayağında da üç yerinden kırık, diz kapakları kırık.”
İki bacağının da dizden yukarısına elliyordu devam etti sözlerine;
“Baldır içindeki kemikleri bile kırmışlar” dedi ve cesedin bacağını oradan katlamaya çalıştı. Tıpkı, insanın ayağı diz kapağından geriye büküldüğü gibi, geriye esnedi baldırı. Oradakilerin hepsi ilgiyle eğildi. Mahmut Ali devam etti sözlerine;
“Pantolonunun bu kısmını kesmek istiyorum. Bıçak ya da çakı gibi bir şey var mı?”
Adem Baş Komiser bir cep çakısı uzattı. Cesedin pantolonunun kumaşını, dizinden karnıyla birleştiği yere kadar kesti, açıp bacağına baktı. Hepsi oraya dikkat kesilmişti. Dizin az üstü ve bacağın karnıyla birleştiği yerin az altı, kelepçeyle sıkılmış gibi iz kalmıştı.
“Görüyor musunuz Bekir Bey? Buradan, baldırı iki taraflı sıktırmışlar. İki tarafı da aynı yöne çekip, hani, bir çalı tutar iki elimizle, aşağı doğru basınç uygular ortadan kırarız ya, işte öyle kırmışlar. Bir çeşit makineyle yapmışlar bunu. Bakın, buradaki iz daha derin, bacağı arkaya doğru çekip kırmışlar”.
“Ben sizden korktum Mahmut Ali Bey, bu çok iyiydi” dedi Savcı, gülümseyerek.
Özlem Müfettiş, çok dikkatli baktı Mahmut Ali’nin yüzüne. Bu alanda son derece iyi bir uzman olduğunu anlamıştı. Sonra, başını kaldırıp Azap’a baktı. Sonra tekrar doğruldu ve izlemeye devam etti. Azap, Özlem Müfettişe yakındı, biraz eğilip, fısıltıyla sordu;
“Ne zaman soracaksınız, Mahmut Ali Ağabeyi?”
“En kısa zamanda Azap, ilk fırsatta. Sende çok biliyor gibi durmuyorsun ama neyse, bekli de kendisine sorarım.”
Özlem Müfettiş, Azap’ın düşünceli halini yakalamıştı. Mahmut Ali devam ediyordu konuşmasına;
“Bileklerinden, bilek gerisinden, dirseklerinden…”
Cesedin yakasını açıp bir omzunu sıyırdı, pazısına kadar açtı. Baldırındaki izden, orada da vardı. Göğsüne, kaburgalarına bastırdı, devam etti sözlerine;
“Pazıların içinden, omuz kemiklerinden kırmışlar, bütün kaburgaları kırık.”
Cesedi çevirdi ve sırtını yokladı;
“Omuriliklerin tamamını parçalamışlar.”
“Nasıl bir vahşet?” diye söylendi Emniyet Müdürü.
Mahmut Ali cesedi tekrar sırtüstü çevirdi;
“Boynu, çenesi, kafatası kırık, ölmeden önce, kaburgalarını kırmışlar, sırt omurgaları parçalanırken ölmüş, öldükten sonra, boynunu ve kafatasını kırmışlar. Yüzden fazla kırık var bu adamın kemiklerinde.”
“Anlamıyorum” dedi Özlem Müfettiş ve devam etti sözlerine;
“Yani bu çok anlamsız”
“Daha önce böyle bir şeyle karşılaştınız mı Özlem Hanım?” diye sordu Mahmut Ali.
O’da Azap’a baktı. Onunla beraber, hepsi Azap’a bakmıştı. Sonra, tekrar Mahmut Ali’ye baktı ve cevapladı;
“Evet, vahşice öldürülmüş yirmi kadar ceset gördüm diyebilirim, ama bu çok farklı.”
“Ben yüzlerce gördüm. Böyle şeyleri yapanlarla günler, haftalar geçirdim. Anlamak mümkün değil, bir tek, yapan için anlamlı. Farklı mı? Hepsi farklı. Çünkü onların psikolojileri farklı, bu insanlar parmak izi gibi. Hepsi, kendi iç dünyalarında yaşıyorlar. Tehlikeli olan kısım, elimizdeki bu iki cinayeti işleyenler birkaç kişiden fazla ve bu işte oldukça iyiler. Başka cinayetlerde işleyecekler. Uzman olmaları, sizi çok uğraştıracak, bir araya gelmeleri, anlaşabilmeleri, nadir görülen bir durum ve maalesef bu insanlar çok zeki olurlar.
Emniyet Müdürü, Mahmut Ali’nin ’daha önce böyle bir şeyle karşılaştınız mı Özlem Hanım?’ diye sorduğunda, O’nun, cevaplarken Azap’a bakmasından huylanmıştı. Bu yüzden birkaç kez Azap’a baktı. Elini kaldırdı Azap;
“Bana öyle bakmayın müdürüm, karınca bile incitmedim.”
“Karıncayı incitmezsin bilirim Azap, tipinde öyle zaten” diyerek, cesede döndü. Adem Baş Komiser, Azap’a bakarak gülümsedi.
“Ne söyleyebiliriz, tüm bunların ışığında Mahmut Ali Bey?” dedi Emniyet Müdürü.
“Söylenecek bir şey yok, ölüm şekli hariç, birinci cesetle aynı, yapanlarda aynı kişiler, bu kesin. Cesede bakacak olursak, 35 yaşlarında, Akdenizli olmalı, öyle bir yüz yapısı var. Bu kişide oldukça bakımlıymış, genç ve zengin, düzenli spor yapıyormuş anlayacağınız üzere, kaslarının ve teninin durumuna bakılırsa, ağır bir askeri eğitim almış.”
“Kaslarının durumundan, spor yaptığı anlaşılıyor da, ağır bir askeri eğitim aldığı nasıl anlaşılıyor, gerçekten bravo Mahmut Ali Bey” dedi Özlem Müfettiş, nasıl anladığını duymak istiyordu, diğerlerinin meraklı bakışları, bunu hepsinin merak ettiğini gösteriyordu.
“Spor salonunda yapılan kas, ne kadar damarlı olursa olsun, şişkin ve gösterişli, parlak durur. Sahada, yani arazide eğitimle yapılan kas, çok şişkin durmaz. Sert ve saldırgan durur, bu adamın vücudunun, toprakla, çalıyla, çakılla temas etmiş, yırtılmış, kesilmiş ve iyileşmiş yerleri var. Kafasını defalarca yarmış, iyileşen yara izleri, ellerindeki ve ayaklarındaki nasırlar, bu zengin giyimli ve bakımlı adamın, çok zorlu bir askeri eğitim aldığını ele veriyor.”
Hepsi çok etkilenmişti…
“Bu inanılmazdı” dedi Bekir Bey.
Emniyet Müdürü söze girdi;
“Akdenizli değil ama yakın tahmin. Ege’den, İzmirli. Mete Evliyahancı. Kimliğini tespit ettik.”
“Akdenizli derken, Türk olduğunu kastetmemiştim. Hırvat ya da Slovenya vatandaşı gibi ama tam emin değilim” dedi Mahmut Ali.
Savcı söze girdi;
“Bunu neye dayanarak söylediniz Mahmut Ali Bey?”
“Tipik Akdeniz insanı, bizim Akdeniz insanımız gibi değil, diğer Akdeniz insanı gibi de değil yüz hatları. Mesela, bir İtalyan tipi yok, böyle işte, soğuk bir yüz, Rus olmadığı da kesin. Her söylediğimi açıklamam, test çözmem gerekirse, ben dikkatimi veremem. Kabalık olarak algılamayın lütfen, ama bazı şeyleri bilmek, yılların birikimini ister, her sorulanda da, bir iki cümleyle açıklanamaz.”
“Kusurumuza bakmayın Mahmut Ali Bey, biz sadece söylediklerinize çok şaşırıyoruz, şahsim adına, sizin gibi biriyle hiç tanışmadım. Eminim arkadaşlarımda öyle, değerli bilgileriniz, bize çok yardımcı oluyor. Şaşkınlığımızın kusuruna bakmayın lütfen.”
Emniyet Müdürünün sözlerini, onu onaylayarak devam ettirdi Savcı;
“Müdür Bey çok haklı, lütfen kusurumuza bakmayın. Bulmaca çözmek gibi, göremediğiniz bir ayrıntıyı öğrenince, nasıl olduğunu da merak ediyor insan. Aynı resme bakıyoruz ama siz başka görüyorsunuz. Lütfen devam edin. Gereksiz sorular sormamaya gayret göstereceğim, ama şaşırırda sorarsam, merakımı hoş görün.”
“Teşekkür ederim” dedi Mahmut Ali ve devam etti sözlerine;
“Birinci ceset, Mikail Berberoğlu, Türk değildi, öyle mi Ercan Bey?”
“Evet, Türk değildi.1945 Sicilya doğumluymuş. Eşi de öyle. Siz ne derseniz o Mahmut Ali Bey, adama bakıp, Türk değil sanki demiştiniz, Sicilyalı çıktı. Bunun kimliğinden, adresini tespit ettik. Ailesine ulaştık, yola çıktılar, akşama burada olurlar, Ağabeyiyle Almanya’ya gitmiş zamanında. Anlatsana Adem Baş Komiserim.”
“Efendim, ağabeyi Almanya’da yaşıyormuş, maktul ilkokulu bitirince, ağabeyi onu da bu ülkeye götürmüş. Büyük kavga etmişler ağabeyiyle, on yıl kadar önce dönmüş, Ankara’ya yerleşmiş, ailesinden kimseyle görüşmemiş o günden sonra, ama düzenli para yolluyormuş ailesine, yaşlı bir anne babası var.”
“Arkadaşlar, Hırvatistan, Slovenya, Almanya, Türkiye, konu iyice dağıldı, ne alaka şimdi bunlar?” diyerek söze girip, Adem Baş Komiserin konuşmasını böldü Özlem Müfettiş ve devam etti;
“Aşureye döndü iş, her şey karıştı, bu şekilde nasıl bir yere varabiliriz Ercan Bey?”
“Bir yere varacak olan biziz Özlem Hanım, varabilirsek tabi. Siz, rapor edeceksiniz. İçişleri neden merak ediyorsa bu cinayetleri?”
“Onu ben bilmem.”
Savcı, saatine baktı.
Saat:04. 00
“Yahu bırakalım şimdi gelmeyi gitmeyi, ne olacak, işimiz bitse de gitsek” dedi.
Emniyet Müdürü Savcıya bakarak;
“Savcım, sen de amma evciymişsin. Sanki bizi kafes bekliyor da, gitmek istemiyoruz.”
“İyi de, sadece boş laf. Kaldıralım cesedi adli tıpa, zaten bir şey çıkacağı yok, bu tespitlerin hepsi orada da olur. Boşuna bunca kalabalık, şu millete bakın, polisler zor tutuyor, çemberi yarıp gelecekler.”
“Siz benim arkamda durun Savcı Bey, size bir şey olmasına izin vermem” dedi adli tıp uzmanı Bekir Bey, oradaki herkes keyifle gülümsedi.
“Ya bırak kardeşim sen de, işin gücün makara, rakı doktoru” diyerek tepki gösterdi savcı, çok bozulmuştu. Emniyet Müdürü, Baş Komiser Adem’e seslenecekti, başını kaldırdı. Adem, az ilerde bir memurla konuşuyordu.
“Baş Komiserim, Adem Baş Komiserim…”
Koşarak geldi.
“Buyurun müdürüm.”
“Olay yeri incelemenin tutanağını da ekle, dur tahmin edeyim, bir şey yok?”
“Hazır efendim, evet bir şey yok.”
“Cesedi ihbar eden?”
“İfadesi kayda geçti, çöp dökmeye çıktığında görmüş ve bildirmiş. Başka bir şey yok.”
“İyi ne güzel, bir meçhul dosya daha”
Bekir Bey ve Mahmut Ali’ye döndü;
“Cesetle işimiz var mı arkadaşlar?” Savcı Beyi daha fazla bekletmeyelim.”
“Yok Sayın Müdürüm, adli tıp morguna götürelim, buradan bir şey çıkmaz. Ailesi teşhis edince, ne yapabiliriz bakarım” dedi adli tıp uzmanı.
Emniyet Müdürü, Mahmut Ali’ye bakarak;
“Buradan bir sonuç çıkaramayacaksak, cesedi gönderelim Mahmut Ali Bey. Uygun mudur sizce?”
“Rica ederim, karar sizin. Siz Nasıl uygun görürseniz, buradan bir şey çıkmaz, orası kesin.”
Oldukça düşünceli, konuşurken de, sözleri biraz uzatarak ve kelimeleri bekleyerek söylemişti. Emniyet Müdürü merakla sordu;
“Neden düşünceli söylediniz, bir şey mi atladık?”
“Yok, cesede bakıyordum, ailesi teşhis edince, bu kişinin kendi oğulları olmadığını söyleyeceklerini düşünüyorum.”
“Eğer haklı çıkarsanız, en iyi arkadaşınız ben olacağım Mahmut Ali Bey, belki sizinle kayda değer bir ilerleme gösteririz” diyerek söze girdi Özlem Müfettiş.
Emniyet Müdürü, biraz sitemkâr baktı Özlem Müfettişin gözlerine;
“Yok, biz Mahmut Ali Beyi size kaptırmayız, söylediklerinizde haklı olmasaydınız, iyi bir lafım vardı size ama bu olayda kahramanımız Mahmut Ali Bey, onun yardımları sayesinde ilerlemeyi umuyorum. Yani, biz de en iyi arkadaşları olmayı umuyoruz.”
“Rica ederim böyle söylemeyin” dedi Mahmut Ali.
Özlem Müfettiş, tebessüm ederek sordu Emniyet Müdürüne;
“Biz de derken?”
“Ben, Adem Baş Komiser, Savcı Bey, özellikle Bekir Bey, Azap…”
“Ben hariç herkes”
“Eh, artık siz de en iyi arkadaş olma isteğinde olduğunuza göre, biz de böyle düşündüğümüze göre, demek ki hep bir arada olacağız olay çözüme kavuşana kadar.”
“Kocaman bir aile işte, şikâyet mi etmeliyiz?”
“Sanırım iyi geçinmeliyiz” diyerek sohbeti böldü savcı ve gülümseyerek devam etti;
“Müdürüm ben kaçar, ailede bana düşen neyse belirlersiniz. Üzerime düşeni layıkıyla yapmaya çalışırım.”
“Nereye Savcım? Daha denetçimiz buradayken. O’ndan önce nasıl gideriz? Baksanıza, İşi gevşetmeyelim diye başımızda sağ olsun.”
Emniyet Müdürünün sözleri, Özlem Müfettişeydi. Bu olayda, üst düzey makamların ayrıcalıklı ilgilenmelerini anlamaya çalışıyordu ve bunu, Özlem Müfettişin bildiğini ama söylemediğini düşünüyordu.
Özlem Müfettiş söze girdi;
“Bana boşuna yüklenmeyin Ercan Bey, denetim için değil, görevle alakalı geldim. Sizden daha fazla şey bilmiyorum, inanın neden bu görev, neden bu üst düzey ilgi, hiçbir fikrim yok, sadece atandığım için buradayım. Bir şey bildiğimi düşünerek, beni ve kendinizi yormayın, saygısızlık ya da komutanlık gibi bir niyetim ve de, zaten böyle bir yetkim yok, ekipten bir parça gibi görürseniz, iyi geçinebiliriz. Bu söylediklerimde gayet samimiyim, tek farkımız, raporu size değil, bana soracaklar, ben de, beraber bulduklarımızdan başka bir şey söyleyecek değilim.”
“Teşekkür ederim, duymak istediklerim bunlardı, ama yine de bu cinayetlere olan ilgiyi son derece merak ediyorum.”
“Bu aile meselemizi de çözdüğümüze göre ben gidiyim artık. Dediğim gibi, üstümüze ne düşerse yaparız, nasıl olsa, tek bir olayın savcısı olduk, keyfini sürelim.”
“Ailenin en tembeline ne düşer imzadan başka? Gelmeden gitmek istiyor” diyerek, yine herkesi gülümsetti Bekir Bey.
Savcının yüzündeki gülümseme dağıldı birden. Kızmıştı Bekir Beye;
“Sen benimle ne uğraşıyorsun efendi, işine baksana” dedi ve vedalaştı. Adem Baş Komiseri aradı gözleri, az ilerde memurla konuşuyordu, elinde evraklar vardı. Savcı, seslenerek yanına gitti. Elindeki evraklardan seçerek, bir iki imza atıp ayrıldı olay yerinden. Emniyet Müdürü Adem Baş Komisere seslendi ve çağırdı. Koşarak geldi.
Saat:04.15
“Adem, toparlayın olay yerini, şu madalyonla fotoğrafı ver.”
Adem, fotoğrafı ve madalyonu koydukları delil torbasını uzattı. Emniyet Müdürü, eldiven taktığı elini poşete daldırıp, fotoğrafı çıkartarak Azap’a uzattı. Azap, eldiven takmaya çalışırken, biraz bekletince homurdandı. Sinirli bir adamdı Emniyet Müdürü, homurdanması Azap’ı gülümsetti. Madalyonu da, Mahmut Ali’ye verdi. Azap çalışırken, Özlem Müfettiş merakla izliyordu.
“Neden o fotoğrafı avucunuza koyup, bu cihazı üzerinde gezdirdiniz?”
“Fotoğrafı taradım.”
“Kayıp arama büronuzu duymuştum. Demek teknolojiyle iç içesiniz, arabanızı da gördüm, oldukça pahalı bir jip.”
“Yine sorgu mu yatıyor bu sözlerin altında?”
“Hayır, merak yatıyor. Ama yine arkanızda cesetler bırakıyor musunuz diye düşünmüyor değilim.”
“Biz neden hiç anlaşamıyoruz Özlem Hanım?”
Aslında aralarında duygusal bir titreşim vardı. Özlem Müfettiş konuşurken, vücut dilinden Azap’tan hoşlandığını belli ediyordu. Özlem Müfettiş, Azap’ın sorgusunda da, hoşlandığı için yüklenmişti O’na, daha fazla meşgul etmek, daha fazla zaman geçirmek istemişti. Yine aynıydı niyeti, Azap bunu biliyor fakat ilgisiz kalıyordu. Bu gece, olay yerinde de, her fırsatta Azap’la alakadar oldu. Özlem Müfettiş zeki, çok alımlı ve güzel bir kadındı. Azap’ın kendisini anladığını biliyor, sessiz kalmasına ve beklediği ilgiyi göstermemesine biraz sinirleniyordu.
“Çünkü siz, sorunları silahla çözüyorsunuz.”
“Bundan aklandığımı sanıyordum.”
“Aklandınız, sadece delil olmadığından, inanın bana bu işin içinde olan herkes sizin yaptığınızı biliyor. Ben şu yeni çıkan adamın akıbetini merak ediyorum.”
“Hangi adamın?”
“Bilmiyor musunuz, davayla alakalı bir kişi çıktı?” dedi. Biraz alaycı konuştu, haberin nasıl olmaz der gibi ve devam etti;
“Ferda Durusöz, bildiğinizi sanıyordum.”
“Çok merak ediyorsanız, evet, biliyorum. Onlarla değil de, onları içeri tıkanla uğraşınca, adamlar bir şekilde savunma bulup çıkıyor. Bana gelince, sorunları silahla falan çözdüğüm yok.”
Azap’ın sesi sinirliydi. Özlem Müfettişin maksadı bu değildi. Sohbet etmek istemişti ama hassas yerinden yakalamıştı Azap’ı.
“Halen peşimdeyseniz açıkça söyleyin, ceza almam rahatlatacak mı sizi?”
“Neden beni kimse anlamak istemiyor? Bu olayla alakalı olarak buradayım. Sizi de suçladığım falan yok. Suçlandınız, aklandınız, masum bir adamsınız kanunen.”
“O zaman bu konuyla alakalı rahatsızlık vermeyin bir daha.”
Özlem Müfettiş kızarmıştı, sohbet edeyim derken kavgaya sebep olmuştu. Açığa çıkmaya çalışan duygularına sahip olmalıydı. Bunu düşünerek, çakıldı kaldı Azap’ın gözlerine. Azap da bir süre ona bakıp, yandan gelen bir sese çevirdi başını, sonra Mahmut Ali’ye bakıp;
“İzninizle” diyerek, Mahmut Ali’nin yanına doğru ilerledi. Özlem Müfettiş çok bozulmuştu. Sessizce etrafı seyretmeye başladı. Biri duydu, halini anladı düşüncesiyle mahcup bakıyordu.
Bu arada Mahmut Ali madalyonu inceliyor, Emniyet Müdürü de ne diyecek merakıyla Mahmut Ali’ye bakıyordu. Adli tıp uzmanı Bekir Bey, işlerini bitirmiş, toparlanmıştı. İzin istedi. Yine Mahmut Ali’ye hürmet sözleri sarf edip, Emniyet Müdürünü güldürdü. Mahmut Ali’yi adli tıpa davet edip olay yerinden ayrıldı. Adem Baş Komiser olay yerini neredeyse toparlamıştı. Cesedi ambülânsa koyup götürdüler. Polis ekipleri de azalıyordu bir yandan. Kontrolün gevşemesiyle, bir muhabir koşarak yanlarına sokuldu ve Emniyet Müdürüne hitaben;
“Sayın Müdürüm, olay hakkında bir şey söyleyecek misiniz?”
“Ne o,mecbur muyum, söylemesek ceza mı var?”
“Özür dilerim Müdür Bey, emri vaki sormak değildi amacım.”
“Yok, sorsaydın, yok kardeşim, henüz olay üzerindeyiz soruşturmanın seyri açısından şimdilik bir şey yok.”
“Bu olayı, kimin ve neden yaptığını kamuoyu merak ediyor. Bir şeyler bilmek halkın…”
Muhabirin sözünü kesti Emniyet Müdürü, sinirlenmişti yine;
“Yürü git kardeşim! Ne kamuoyu? Dün bir bu gün iki, yalandan yere laf, kim merak ediyormuş, kaç kişinin haberi var?”
Adem durumu fark edip hemen geldi. O arada, muhabir biraz geri çekilip fotoğraf çekmek istedi, Mahmut Ali derhal arkasını dönüp, ters yöne birkaç adım atıp durdu. Azap bu durumu fark etmişti. Kafasında yeni bir soru işareti daha, öyle kısa bir süre baktı Mahmut Ali’ye. Fotoğrafın cevabının geldiği sinyal sesiyle, dikkatini cihaza verdi. Adem Baş Komiser muhabiri yolladı. Ona, soruşturmanın güvenliği açısından bilgi veremeyeceklerini, ilerleyen günlerde bilgi aktaracaklarını söyledi. Bir ekibi, kendileri olay yerinden ayrılana kadar hiç kimseyi çember içine almamaları için görevlendirdi. Emniyet Müdürü Mahmut Ali’ye yaklaştı. Mahmut Ali, yine onlara doğru dönmüştü. Madalyonu elinde çeviriyor, dikkatle ve oldukça düşünceli bakıyordu. Müdür yaklaşınca göz ucuyla ona baktı. Madalyonu müdüre uzattı. Madalyonun bir yüzünde, yine diğerinde olduğu gibi bir yüzü güneş ve ay, sakallı, tahtta oturan, on altı kol ve bacaklı adam resmi vardı. Yukardan aşağıya beşinci kollar yine selamlar gibi sakalları hizasında birleştirilmişti. Arka yüzü, diğer madalyondan farklıydı. On bacaklı büyük bir kurt ve yanında küçük normal bir kurt resmedilmişti ve kabartmalı çizgileri yoktu. Müdür bir kez daha baktı madalyona, Adem’e seslenip madalyonu verdi. Mahmut Ali’ye dönerek;
“Ne dersiniz Mahmut Ali Bey?”
“Birinci cesetle bağlantısı tartışılmaz. Yine bir işaret, bir ipucu yok ama cesedin durumu ve bu madalyon biraz açıklayıcı oldu benim için. Neden bu şekilde cinayet işlensin sorusunu biraz daha olaya yakın sorabiliriz, henüz kesin cevabı olmasa da…”
“Aslına bakarsanız, iyice acıktım. Dilerseniz bir şeyler yiyelim, öyle konuşuruz, zamanınız varsa. Ama ben ısmarlayacağım bu sefer.”
“Bizim orası açık Necdet bekleyecekti. ’İşiniz bitince Müdür bey’i de al gel güzel bir haşlama yapayım’ demişti.”
“Necdet Bey de orada rahatsız oluyor bizim için. Tamam, haşlama dedin mi itiraz etme şansım yok zaten” dedi gülümseyerek ve devam etti;
“Ama mümkünü yok ben ısmarlayacağım.”
“Onu Necdet’le tartışırsınız.”
“Peki, gidelim o halde. Ekip arabasıyla gelmiştim, size katılayım bu gece.”
Azap, cesedin göğsündeki fotoğrafın kime ait olduğunu tespit ettiğini söyledi. Emniyet Müdürü de, zahmet olmazsa Adem’e bir dosya yollamasını, yemeğe çıkmak istediklerini, ayrıntıları yolda konuşabileceklerini söyledi. Emniyet Müdürü, Adem’e talimatlarını yenilerken, Azap arabayı getirmeye gidiyordu. Mahmut Ali, elindeki küçük deftere notlar alırken etrafı istenmeyen çocuk ifadesiyle seyreden Özlem Müfettişi de davet etti;
“Bizimle gelmez miydiniz Özlem Hanım?”
“Sağ olun, ben eve geçerim artık, iyice yorulmuşum.”
“Leziz bir yemek, sıcak bir yorgunluk çayı iyi gelir.”
Emniyet Müdürü söze girdi;
“Buyurun Özlem Hanım, sizde acıkmışsınızdır.”
“Teşekkür ederim Müdür Bey, rahatsızlık vermeyeyim.”
“Rahatsızlık meselesini hallettik. Ben sizin, burada neler olduğundan haberdar olup, söylemediğinizi düşünüyordum. Meslek hayatım boyunca, İçişleri, hiçbir olayımla ilgilenmedi. Sizin burada olmanızdan, bu yüzden rahatsız olmuştum açıkçası. Siz de bilmediğinizi söyleyince, o iş halloldu.”
“Siz öyle diyorsanız”
“Evet, bize katılmanıza şahsım adına memnun olurum. Hem, cinayetlerle ilgili güzel bir sohbet yaparız. Sizin yorumlarınızı da duymak isterim.”
“O halde kabul ediyorum.”
Saat:04. 35
Azap gelmişti. Mahmut Ali öne, Özlem Müfettiş ve Emniyet Müdürü arkaya oturdular. Azap, kendilerine doğru bakan Adem Baş Komisere selam verip, yola koyuldu. Emniyet Müdürü, Azap’ın arabasını inceliyordu.
“Azap araban çok güzelmiş, kaç para bu?”
“Biraz pahalı efendim.”
Azap ve Özlem Müfettiş birbirlerine baktılar iç dikiz aynasından ve gülümsediler.
Durumu fark eden Emniyet Müdürü;
“Bir şey mi kaçırdım?”
“Ben de sordum aynı şeyi, sorgu mu yatıyor altında dedi Azap Bey” diye cevapladı Özlem Müfettiş.”
“Yok oğlum ne sorgusu, helal paradır iyi adamsın sen, karınca incitmeyen adam.”
“Siz de oraya takıldınız Müdürüm.”
“Şaka be oğlum”
Özlem Müfettiş, Mahmut Ali’nin arkasında oturuyordu. Ön koltukların arasına biraz yaklaşarak, başını biraz öne doğru uzattı. Mahmut Ali’ye dönerek;
“Mahmut Ali Bey, ne yalan söyleyeyim, Ercan bey’in olaya bir sivili karıştırmasına bir anlam verememiştim. Çok etkilendim tespitlerinizden. Büyük bir uzmanla tanışmak çok gurur verici benim için.”
“Çok teşekkür ederim, sizinle tanışmak da memnun edici.”
Azap, Mahmut Ali’ye kısa bir bakış attı, sen onu tanımıyorsun der gibi. Özlem Müfettiş devam etti sözlerine;
“İyi o halde, biraz samimi olduğumuza dayanarak, bir şey sormak istiyorum. Çok merak etim de, izniniz olursa…”
Azap, tekrar baktı Mahmut Ali’ye, sonra aynadan, Özlem Müfettiş ve Ercan Bey’e. Az önce Mahmut Ali’ye, sen Özlem Müfettişi daha tanımıyorsun der gibi bakışındaki haklılığını ispatlamıştı. Hepsi gülüştüler. Azap, söze girdi;
“Bu daha başlangıç Mahmut Ali Ağabey, Özlem Müfettiş bir sormaya başlarsa…”
“Aslında bunu hepimizin merak ettiğini düşünüyorum. Bir anlamda, hepimizin adına sormak istiyorum.”
Özlem Müfettişin bu sözü, Mahmut Ali’yi biraz rahatlatmıştı. Hayatıyla alakalı sorar diye hayıflanmıştı. Belli ki, olay yerinden soracaktı.
“Lütfen buyurun, sizi dinliyorum.”
“Telefon görüşmenizden soracaktım. Her hangi bir görev yürütüp yürütmediğinizi bilmiyorum. Ancak, sizin gibi değerli bir adam boş olmamalı. Ferit Beyi o kadar hızlı aldırdınız ki bu görevden, hem de gecenin bu saatinde, Cumhurbaşkanını aramış olmalısınız. Üstelik Ferit Bey, siyaseten şımarıktı ve çok kişiyle uğraştı. Araya bir hatır sokmaya bile zaman vermediniz.”
Mahmut Ali, Özlem Müfettişe doğru döndü. Ceketinin iç cebinden bir telefon çıkardı ve onlara göstererek;
“Daha bu gün aldım” dedi.
Bu sözü, Azap’ın düşüncesini de cevaplamıştı. Telefonu vardı da, Necdet Ağabey neden ‘telefonu olmadığı için ulaşamayacağını’ söyledi diye sorup duruyordu kafasında. Fakat muhabir fotoğraf çekerken, Mahmut Ali’nin neden hızlıca arkasını döndüğünün sorusu, halen kafasındaydı. Mahmut Ali’ye, anlayıp dinlemeden yargıladığının mahcubiyetiyle baktı. Anlamış gibi gülümsedi Mahmut Ali ve devam etti konuşmasına;
“Ben kimseyi aramadım. Titreşimdeydi telefon, o yüzden duyulmadı çağrı sesi, bana telefon geldiği için cevapladım. Aslen Erzurumluyum, aile kabristanlığımız orada. Bütün ailem yan yana yatıyor, bir yerde benim için var. Mezar düzenlemeleri yapan bir firma buldum bu gün ve arayıp sahibiyle görüştüm. Uçuk fiyatlar verdi. Galiba yabancıyım diye. Biraz pazarlık tartıştık. O’na, hayatımda kimseye bir şey sahibi olmak adına ricada bulunmadım dedim. Biraz aç gözlü bir adama benziyor. Konuşma biterken, benim verdiğim fiyatı düşünmesini, uyuyan bir adam olmadığımı, saat kaç olursa olsun arayıp cevap verebileceğini söyledim. Saat olarak, benimde tuhafıma gitti ama alkollüydü sanırım, aklına gelmiş aramış işte. Yine lafı geveleyince, kızdırdı beni, ilk defa rica ettim bende. Benim görüşmem buydu.”
Kaşlarını yukarı kaldırdı Özlem Müfettiş;
“Anlıyorum” dedi şaşkın bir ifadeyle. Ne kadar alakasız düşünmüşüm diye mırıldanarak koltuğuna geri yaslandı.
“Necdet’i arayıp haber vereyim” diyerek önüne döndü Mahmut Ali, tuşları çevirdi.
“Yinede tam öğrenemedim, alışamam ben bu cihazlara.”
“Biz, eski usul adamlarız Mahmut Ali Bey.”
Gülümseyerek, söze girdi Emniyet Müdürü.
“Hah, oldu işte.”
Necdet’le konuştu Mahmut Ali. Ne kadar kaldı sorusuna, yaklaşık bir süre verdi Azap. Mahmut Ali, telefonda bekleyen Necdet’e birazdan orada olacaklarını, dört kişi olduklarını söyledi. Azap, cesedin göğsüne çivilenmiş fotoğraftaki şahsın işinin çok garip olduğunu söyleyince;
“Aç karnına şaşırtma bizi, önce bir güzel doyalım, çaylarımızı içerken konuşuruz” diye cevap verdi Emniyet Müdürü.
Zaten, az sonra sokağın başında belirdiler. Azap, kafeteryanın önüne kaldırıma çıkarak park etti arabayı. Arabasını bir kez daha övdü Emniyet Müdürü;
“Bizim arabalar, yol çukurundan atlayamıyor, iyiyiymiş senin makine” dedi.
Gülümsediler. Necdet, kapıda karşıladı onları. İçeri geçtiler. Masa hazırdı, bir iki eksiği getirirken Azap’da yardım etti. Özlem Müfettiş, Azap kendisine servis yaparken, hoş bir ifadeyle kaçamak bakışlar yapıyordu. Mahmut Ali ve Emniyet Müdürünün fark ettiğini görünce yanakları pembeleşti. Sanki başka bir manada bakıyormuş gibi, çok anlamsız bir tavır sergiledi. Yemeğe geçtiler, yemek boyunca pek bir şey konuşmasalar da ufak sohbetler olmuştu. Özlem Müfettişin varlığı bir önceki gecenin havasını değiştirmişti. Oradaki herkes hakkında bilgi edinmek, tanımak istiyordu. Bir önceki gece ve bu gece, Emniyet Müdürü bunu çok önemsememişti. Daha çok, olay ve Mahmut Ali’nin olay hakkındaki görüşlerine vermişti kendini. Özlem Müfettiş, Mahmut Ali ve Necdet’in hayatlarıyla ilgili, ne zaman meraklı bir soru sorsa, Necdet yemekle ve lezzetiyle ilgili bir konu açıyordu. Daha başka yemekleri nasıl yaptığını bahsediyordu. Azap, iki değerli dostunun olay haricinde bir soruyu yanıtlamak istemediklerini bildiği için, cinayetlerin konusu açılsın diye birkaç cümle sarf etti. Emniyet Müdürü yemekle ilgileniyor, konuşulanlarla pek alakadar olmuyordu. Hayatlarından bahsetmek istemediklerini anlayan Özlem Müfettiş pes etti ve artık bir şey sormadı. Yemeği bitirmişlerdi. Necdet ve Azap masayı toparlarken, Özlem Müfettişte yardım etti. Necdet, demlediği çayı masaya getirip, herkesi oturmaya davet etti.
Saat:05.10
Çaydan birkaç yudum alan Emniyet Müdürü, haşlamanın ne kadar lezzetli olduğunu, üzerine çayında dinlendirici geldiğini söyleyip teşekkür etti. Hepsi, yemeğe iltifat edip çay içinde teşekkür ettiler. Necdet çok memnun olmuştu.
“Ha şöyle yahu, gözlerime fer geldi kardeşim. Şimdi hepinizi daha iyi görüyorum, kim ne söyleyecek dikkatle bakarım.”
Emniyet Müdürünün bu sözleri, hepsini gülümsetti.
“Şimdi çözeriz bu olayı” diyerek bitirdi sözlerini, keyifle bir yudum daha aldı çayından.
“Bendeki bilgi çok ilginç, isterseniz önce bundan başlayalım” diyerek söze girdi Azap.
Azap’ın bu sözlerini onaylayan Emniyet Müdürüne, diğerleri de katıldı.
Azap, sisteminden gelen fotoğrafları daha büyük görebilmeleri için, Necdet’den diz üstü bilgisayarını kullanmak için izin istedi. Bilgisayarı masaya getiren Azap, hepsinin görebileceği bir konumda açtı ve kendi cihazındakileri bu bilgisayara yükledi. Açılan görüntüleri slâyt gösterisiyle beraber, izah ederek anlatmaya başladı;
“Cesedin göğsündeki fotoğraftaki kişi, kayıp olarak bildirilmemiş. 3 yıl önce, ölü olarak bulunduğu bildirilmiş. Ayrıca, adli makamlara yabancı biri değil. İsmi, Muhit Bedel, 42 yaşında. Kayıtlı bir işi ya da mesleği yok.”
Bilgisayarda açılan resimlerin hepsi, kalabalık insan guruplarının bir şeyleri protesto ettikleri resimlerdi. Azap, protesto resimleri çıktıkça, diğer insanların içinden bu adamı işaretliyor ve konuşmasına devam ediyordu;
“Buradaki O. Buradaki de, burada, şurada duran kişi. Gördüğünüz gibi her gösteride ön planda, on altı kez tutuklanmış. Hepsinde de, savcılık ifadesinden sonra serbest bırakılmış. Kayıtlı olduğu, hiç bir dernek ya da kulüp yok, ne bu gösterilerin amacıyla, ne de gösteri yapanlarla, yakından uzaktan alakası yok.”
“İyide, o zaman ne diye her yerde eşek semeri gibi ön sıralarda sırıtmış, kimse sormamış mı, kardeşim sen kimsin, niye buradasın dememiş mi?” diyerek, söze girdi Ercan Bey.
Azap devam etti konuşmasına;
“Savcı sormuş, burada bir ifadesi var gazeteye yansıyan. Bir de, başka bir gazetenin muhabirinin sorusuna cevap vermiş, o gazetenin yazısı da var. Muhabire, bağımsız çevre gönüllüsü olarak tanıtmış kendini. Savcıya verdiği cevapta bundan farklı değil. Muhtemelen tüm tutuklanmalarında sormuşlardır, hepsinde verdiği cevap muhtemelen bundan ibarettir.”
“Gösterilerin hiç birinde, şiddet, taşkınlık ve suç unsuru bulunmadığı için, doğal olarak serbest bırakmışlardır. Bir şeyleri protesto etmek, usulüyle yapılırsa suç sayılmadığını biliyoruz.”
“Haklısınız” diyerek, Özlem Müfettişi onaylayan Emniyet Müdürü, başını sallıyordu aşağı yukarı ve devam etti sözlerine
“Nerede, nasıl öldürülmüş bu adam Azap?”
“İstanbul’da, büyük çöplükte bulmuşlar. Geçimini çöp toplayarak sağlayan vatandaşlar tesadüfen bulmuşlar. Ağzı kaynaklı, metal bir varilin içinde çıplak olarak bulmuşlar cesedini. Yapılan incelemede, ensesine bir kurşun sıkılarak öldürüldüğü tespit edilmiş. Parmak izinden tespit edilmiş kimliği.”
“Birinci ceset ve göğsündeki, sanırım iki fotoğraftı. Henüz bilgi sahibi değilim. Bu ceset araştırılırken, birincinin de dersine çalışmam lazım. Cinayete kurban gitmiş birinin göğsünde, daha evvel cinayete kurban gitmiş birinin fotoğrafı… İntikam gibi sanki ya da, burada anlatılmak istenen ne?”
Özlem Müfettişin bu sözleri üzerine;
“Üzerinde durulması gereken nokta bence son söylediğiniz” diyerek katıldı Mahmut Ali. Emniyet Müdürü söze girdi. Ekranda ki adamın fotoğrafını işaret ederek;
“Bu adam ya gösteri, ya da eylem sapığı, ilk resmi biliyoruz, köylülerin arazilerinde siyanürle altın çıkartılmasını protesto ettikleri görüntü. Diğeri, bazı vatandaşların toplanıp, hükümeti, ülkenin kendi doğal kaynaklarını kullanmayıp, bu kaynakların yüksek ücretlerle dışarıdan alınmasını protesto ettikleri görüntü, her ikisinde de bu adam ön planda. Protestocudan çok, organizatöre benziyor. Kışkırtıcı bu, zaten resimlerdeki yeri de onu gösteriyor. Siz ne dersiniz? Tam zıt iki olay, ikisinde de bu adam ön planda.”
Özlem Müfettiş, bilgisayarın ekranında görünen diğer resmi işaret ederek;
“Bu resimdeki gösteri de, üniversite öğrencileri okul harçlarını protesto ediyorlar. Bu adam burada ne arıyor?”
Bir sonraki resmi işaret etti;
“Bu resimdeki gösteri ise, yüzlerce soru sordurabilir. Affedilen terör örgütü mensupları, büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılanıyor. Bir grup, hükümet aleyhinde sloganlar atıyor, adamımız yine burada, hem de bu gurubun içerisinde.”
Özlem Müfettiş, sözleri bitince Azap’a döndü;
“Azap bey, sizin ofis,”K.A.B”,kayıp arama bürosu değil mi?”
“Evet.”
“Bu adam kayıp olarak bildirilmemiş, bu kadar bilgiyi nasıl edindik, bu saatte?”
“Bunları ben hazırladım, sizi yanıltmak için.”
“Sadece ilgimi çektiği için sordum, ne var bunda?”
“Sistemim sadece kayıp kişilerle sınırlı değil, internette paylaşılan tüm bilgilere çok hızlı ulaşabilirim. Sistem, isim ya da fotoğraf, hangisi yüklenirse, kendisi tarar ve en yakın kaynaktan bilgiye ulaşır. Netteki tüm bilgileri kopyalayıp, dosyalayıp hazırlar.”
“Kırıcı olmadan cevap vermez siniz değil mi? Önce kırarız, sonra anlatırız. Oldukça iyi bir teknoloji edinmişsiniz, böyle bilgilerin çoğu, ilgili kurumlarda bile halen insan eliyle taranıyor.”
“Arkadaşlar konuyu dağıtmayalım, tatmin oldunuz mu Özlem Hanım? Bir duygusallığımız eksikti zaten” diyerek, biraz tepki gösterdi Emniyet Müdürü. Özlem Müfettiş onu, küskün bir ses tonuyla cevapladı;
“Müdür Bey, sertlikte sizin elinize su dökülemez diye düşünüyorum, hem, birkaç ayrıntıdan başka hiçbir şey merak etmez mi insan?”
“Şimdi bunları bir kenara bırakalım” diye söze girdi Mahmut Ali ve devam etti;
“Çok önemli bir noktaya temas ettik, bunun ışığında şu soruları sorabiliriz;
Birinci ceset;
Yabancı uyruklu bir Türk vatandaşı, altmışlı yaşlarda, işkenceyle öldürülmüş. Kalbi sırtından alınmış. Midesinden, daha önce benzeri görülmemiş figürler resmedilmiş bir madalyon çıkartıldı.
İkinci ceset;
Ben, bununda yabancı uyruklu olduğunu düşünüyorum, otuz beş yaşlarında, işkenceyle öldürülmüş. Bunun kalbi de sırtından çıkartılmış. Midesinde, birinci madalyonun aynısı çıktı. Tek fark, birinci madalyonun arkasında dört ayrı hayvan figürü vardı. İkinci madalyon da, birincinin arkasında ki dört hayvandan biri olan kurt figürü, tek başına resmedilmiş.”
Emniyet Müdürü söze girerek;
“Her iki cesette de kimlik çıktı.İsimler,doğum ve memleket gayet net, bu adam da İzmirli işte.Kim olduğu belli.”
“Belli olmasına belli, siz hangi kimliği taşıyorsanız o kişisiniz Ercan Bey. Biri sizi gerçekten tanıyana kadar, birinci ceset, neydi ismi?”
“Mikail Berberoğlu” diye yanıtladı Emniyet Müdürü.
Bunun üzerine;
“Bu, gerçek ismi mi? diye sordu Mahmut Ali.
“Hayır, vatandaşlığa geçince almış bu ismi.”
“Adli tıptan bilgi almak için ulaşabilir misiniz Ercan Bey?”
“Evet, Bekir Beyi uyandırırım, neden sordunuz?”
“İkinci cesedin sünnetli olup olmadığını kontrol ettirir misiniz?”
Emniyet Müdürü, adli tıp uzmanı Bekir Bey’i aradı. Az sonra ulaştı kendisine, özür dileyip durumu bildirdi. Cevabı öğrenmesini, sonucu bildirmesini rica ettikten sonra Mahmut Ali’ye dönerek;
“Sizin de sözünüzü böldüm, nerede kalmıştık, lütfen buyurun” deyince;
Özlem Müfettiş söze girerek, Konuşmasında kaldığı yeri hatırlattı Mahmut Ali’ye. Necdet ve Azap çay servisi yapıyor bir şey söylemeden dinliyorlardı.
“İkinci cesedin midesinden çıkan madalyonun, birincisiyle farkını söylüyordunuz.”
“Evet” dedi Mahmut Ali ve devam etti;
“Şimdi, her iki cinayeti işleyenlerde aynı kişiler, bu kesin. İki cesedinde göğsünde çiviyle saplanmış fotoğraflar var, cinayetleri aynı kişilerin işlediği kanaatine buradan da varabiliriz. Neyse, birinci cesetteki fotoğraflar, baba oğul kimyager, muhtemelen hiçbir suça karışmamış iki masum insan.”
“Evet, hiçbir suç kayıtları yok” dedi Emniyet Müdürü.
Mahmut Ali devam etti konuşmasına;
“Başlarına gelenler, bulduk dedikleri yakıt formülleri yüzünden. Ya birileri tarafından alıkoyuluyorlar, ya da öldürüldüler, bunu bilmiyoruz şimdilik. Ama ben inanıyorum ki, buluşları gerçekti. İkinci fotoğraf, kendini bağımsız çevreci olarak tanımlamış, ölü bir adama ait. En basit soru şu; çevre faktörlerinden dolayı siyanürle altın çıkartılmasına karşı olmayı anlarız, bu işlemin, her yıl yabancı ülkelere milyar dolarlar ödeyip, altın almaktan daha büyük zararı olmayacağını bildiğimiz halde. Diyelim ki bu gösterileri anladık, siyanürle altın aramanın doğaya zararlarını biliyoruz. Zaten bu da bir oyun. Doğaya çok fazla zarar vermeden de altın çıkartılabilir. Şimdi, benim şahsen kızdığım nokta. Türkiye, altın rezervin de dünya listelerinde baş sıralarda, ama bizim ülkemizde, bu madenin işletmesine hep yabancı şirketler talip olur. Bakın, Kaz Dağları’nda altın madeni buldular, on taneden fazla yabancı şirket, altın aramak için ruhsat başvurusunda bulundular. Kardeşim, bu şirketlerin hiç birisi kendi ülkelerinde siyanürle altın aramıyor. Yahu, kendi altınımızı kendimiz çıkartsak ya, doğaya zarar vermeden çıkartsak ya, neden elin şirketine vergi alacağız, yok şu kadar getirisi var, yok bu kadar diye buraları peşkeş çekiyoruz. Siyanürle altın aratıp, doğamızı ve halkımızı üzüyoruz. Ne diye ülkemizi sevmiyor, bu kararların altına imza atan yöneticiler. Kendimiz çıkartalım kardeşim, vergi alacağımıza hepsini biz alalım, elin yabancısına bırakırsan işi, en az yatırımla, en çok karı nasıl ederim diye olmadık yöntemleri dener. Siyanürle altına hayır diyenler bir yerde haklı. Burada, bu insanları zor durumda bırakarak kasten kışkırtıyorlar, insanlar haklı. Bu oyun, Türkiye’de sadece orada altın varmış gibi gösterilip, burada doğaya zararlı yöntemlerle işletme kurulup, burada kargaşa çıkartıp, kamuoyunun dikkatini buraya çekip, halkı oyalamaktan başka bir şey değil. Neyse, biz cesedin göğsündeki fotoğrafa dönelim.
Peki, gösteri fotoğraflarındaki bu aynı adamın, hükümete yüklenmek için toplanmış bir avuç insanın, protestocunun içinde, neden altın çıkartmıyorsunuz? Neden petrol çıkartmıyorsunuz? Ya da, neden değerli madenleri işletmeyip, yüksek paralara neden dışarıdan alıyorsunuz? falan filan… Fotoğraftaki adamın, bu eylem için toplanmış insanların içinde ne işi var? Hadi bunlarda tamam, iyide, okul harçlarını protesto eden öğrencilerin içinde ne işi var? Öğrenci bile değil. Asıl ilginci, terör örgütü yandaşlarıyla, devlet aleyhine gösteri neyin nesi? Bunun çevreyle ne alakası var?
Bu adam bir provokatör. Peki, neyi provoke ediyor? Bu birbiriyle alakasız olaylarda ne arıyor, kim bu adam, neye ve kimlere hizmet ediyor?
Bu işe, yani benim, bu adamın hizmet ettiğini düşündüğüm güce bir isim koyalım. Böylece, bunların bahsi geçtiğinde hafızamız da ayrı bir yerde tutalım. Çünkü olay bunların üzerinde dönüyor. Kavgayı başlatanda bunlar, neden kavga yapıyorsunuz diyenler de bunlar. Bunlara, Sır Mafya diyelim. Bu elimizdeki cinayetleri işleyenler de, bizi bu sır mafyanın varlığından haberdar etmek istiyor. Yani, Sır Mafyayı bize deşifre ettirmek istiyorlar.
Yöntemlerini onaylamasak da, bizim sorularımızın cevabı bu cinayetleri işleyen kişilerde. Ya da bu cinayetleri işleyenlerin daha açık mesajlar vermesini bekleyip, neler olduğunu daha net anlayacağız. Devam eden cinayetler olacak ve daha net mesajlar verecekler. Kim bunlar, bu Sır Mafyası kim?”
“Bence, perde arkasında duran ve birilerine iyiyi, birilerine kötüyü oynatan güçlü eller var. Aslında tek amaçları, gerçekte ne olduğunun üzerine gidilmemesi için, milleti oyalamak ve uyutmak. Ülkenin bir adım dahi ileri gitmesini engellemek, hatta daha büyük güçlere, belki de ülkelere hizmet eden, ekonomiyi, politikayı elde tutmak isteyen güçlü ve karanlık eller. Yani, daha büyük güçlere taşeronluk yaparak, Ülkede oynanan birçok oyunun altın da imzası olan, çok güçlü bir gizli oluşum” diye cevap verdi söze giren Özlem Müfettiş.
Mahmut Ali çok memnun oldu bu cevabından, ona çok içten tebessüm ederek;
“İşte, bizim sır mafyamızın bu amaçta olduğunu düşünüyorum” dedi ve devam etti;
“Cesedin göğsüne çivili resimdeki, kendini bağımsız çevreci olarak tanıtmış, şu baktığımız protesto olaylarının hepsinde görünen bizim adam, bunlara hizmet eden basit bir piyon, beyni yıkanmış, yaptığı her insanlık dışı onursuz hareketi zafer sayan, görev bilen, mantıksız, maymundan daha az akıllı bir adam, işte bu fotoğraftaki kişi.”
Hepsi dikkatle ve onaylayan bir ifadeyle Mahmut Ali’yi dinliyordu. Azap ise, yine biraz şaşkındı Mahmut Ali konusunda. Ülkeden yıllarca ayrı kalmış bir adamın, bu milliyetçi duygularına, şaşkınlığının yanı sıra, biraz da gururlanmıştı.
Emniyet Müdürünün telefonu çaldı. Kısa süren görüşmenin ardından, Mahmut Ali’ye dönerek;
“Haklısınız, sünnetli değilmiş.”
“Olay yerinde de söylediğim gibi, ailesi cesedi teşhis edince, bu kişinin kendi oğulları olmadığını söyleyecekler.”
Mahmut Ali’nin bu yanıtı üzerine;
“Kendi oğulları gerçekten öldü o zaman” dedi Özlem Müfettiş.
“Evet öldürmüşlerdir. Bu, büyük bir suç örgütü, aynı kimlikle iki adam gezdirmezler. Bizdeki ceset, kimlikteki asıl kişinin hayatına girmiş.”
“Çok dikkatlisiniz Mahmut Ali Bey” diyerek, tekrar söze girdi Özlem Müfettiş, bu iltifatın ardından Emniyet Müdürü, madalyonu sordu Mahmut Ali’ye;
“Bu iki madalyon arasındaki ufak fark, neden dersiniz?”
“Özür dilerim Müdür Bey, yine sinirlenmezseniz bir şey daha var merak ettiğim” diyerek sözünü kesti Özlem Müfettiş;
“Buyurun lütfen, buna sinirlenmem. Hiç bir şeyi atlamamalıyız, önemlidir mutlaka” dedi Emniyet Müdürü. Özlem Müfettiş devam etti sözlerine;
“Yani bu öldürülenler kötü adam, öldürenler iyi adam mı? Biraz karışmadı mı sizce de. Burada cinayetler üzerine tartışıyoruz. Bizdeki cesetler, yaşıyorlarken kime ne yapmışlar, bunu mu araştıracağız? Bu cesetlere ne olduğunu araştırıp, yapanları mı bulacağız? Bizim aradığımız katiller, bu cinayetlerin failleri değil mi? Magazin gazetecileri gibi, bu cesetlerin hayatını araştırmaya yöneliyoruz, katiller böyle istiyor diye. Cesetlere bir bakın, nasıl parçalandıklarına… Tamam, bu adamlarda iyidir demiyorum ama bunların yaşıyorlarken ne yaptığını bilmiyoruz. Bunlara yapılansa gözler önünde. Yani çok karmaşık, bunu söylemek istiyorum ve bir çalışma odası hazırlamayı öneriyorum, böyle günübirlik tartışarak, olayı ne kadar çözebiliriz, unuturuz bu konuştuklarımızı. Madem katiller mesajcı, aldığımızı, biriktirdiğimizi kaydedelim. Bir daha cinayet olursa, olacak gibi görünüyor, her şeyi bir sırasına koyalım. Tamam, burada gelip yemeğimizi yiyelim, zaten bundan sonra her acıktığımda Necdet Ağabey gelecek aklıma, yemek çok güzeldi. Çay da öyle, ama işimizi ofisimizde görelim, ne dersiniz?”
“Ne deyim? Zeki kız” dedi Emniyet Müdürü, ellerini iki yana açıp, omuzlarını biraz kaldırdı. Hepsi gülüştüler. Emniyet Müdürü devam etti konuşmasına;
“Aslında tam benim ağzımdan konuştu Özlem Hanım. Bende aynısını söylemek istiyordum. Emniyette bir odayı, sadece bizim kullanmamız için hazırlatmaktı teklifim. Hay sağ olasın Özlem Hanım. Bunu geri çevirmezseniz çok memnun olurum Mahmut Ali Bey.”
“Bu olaylar beni de çok çekiyor, uzun zamandır böylesi karışık bir bulmaca çözmeye kalkışmamıştım. Ne dersin Azap?” dedi Mahmut Ali.
“Siz nasıl uygun görürseniz, yardımcı olmak isterim Mahmut Ali Ağabey.”
“O zaman ben de, siz nasıl uygun görürseniz Ercan Bey derim” dedi Mahmut Ali, Ercan Bey, çok memnun olmuştu. Teşekkür eden bakışlarla, Özlem Müfettişe baktı;
“Yarın ilk iş, bu konuyu halletmek olacak. Daha ne yapılabilir onu da gözden geçireceğim. Bunu hallettiğimize göre, madalyon konusuna dönebilir miyiz? Saat iyice ilerledi. Necdet Beyi de kendimize uydurduk, sizlere rahatsızlık verirsem üzülürüm.”
“Beni merak etmeyin, iki üç saat uyur, günü yarılarım, iki üç saat uyur, günü bitiririm, öyle belirli bir vakti de yok, işiniz olsunda.”
Teşekkür etti Emniyet Müdürü, zaten çok keyiflenmişti, sağlam bir ekip kurulduğu için. Tekrar madalyona getirdi konuyu;
“Sizce bu madalyon ne diyor Mahmut Ali Bey?”
“Birinci cesetteki madalyonun, ne olabileceği, neyi temsil ettiği üzerine varsayımlar yürütmüştük. O madalyonun, cesede ait olduğunu düşünüyorum. Bizim bu sır mafyamızın, sekiz yöneticisi var, arkasındaki hayvan figürlerinin anlamlarını tahmin etmiştik. Yöneticilerde bulunan madalyonlarda, adamların hepsi işaret edilmiş. Bence, liderlere hizmet edenlerde de bu madalyonlardan var, bir yüzünde liderleri, diğer yüzünde hizmet edenin kimliği, hangi hayvan neyi temsil ediyorsa, madalyonu taşıyan kişinin görevi bu. Bu cesette çıkan madalyonun bir yüzünde yöneticiler var yine. Ancak, madalyonun öbür yüzü diğerinden farklı, sadece, on ayaklı bir kurt ve yanında normal, küçük bir kurt resmedilmiş. Bu bir askere ait, mafyanın militanı bu, komutanının yanında duran, yani küçük kurt, büyük kurdun askeri. Yine ilk madalyondaki gibi, yukardan aşağıya beşinci kralın, yüzü önünde eller açık vaziyette, şükranlarını sunuyor, ibadet ediyor gibi birleştirilmiş. Bu asker kurt, beşinci kralın özel emrinde, hizmetkârı, koruması, eminim bu sıra, diğer yöneticilerden birinin madalyonunu bulsak, şükranlarını sunan kolun sıralaması değişecektir. Ellerini bu şekilde tutmayan tek yönetici, en tepedekidir diye düşünüyorum. Bu iki ceset kesinlikle bağlantılı, birbirlerini tanıyorlardı. İkinci ceset, birinci cesedin emrinde, göğüslerindeki çivili fotoğraflardaki kişilerde, bunlarla bir şekilde bağlantılı diye düşünüyorum.”
“Çok mantıklı geldi söyledikleriniz. Bu ikincinin resmini, ilk cesedin aile avukatlarına bir gösterelim, belki tanır bu adamı” dedikten sonra, saatine baktı Emniyet Müdürü.
Saat:06. 05
“Arkadaşlar, uyku da lazım, her şey için çok teşekkür ederim. Umarım, emeklerimiz bir sonuç verecek, çözdükçe çıkmaza gireceğiz gibi görünse de, olacak bu iş, Azap, bizi bırakırsın değil mi?”
“O ne demek efendim, tabi bırakırım, buyurun.”
Hepsi kalktı, bu sohbetten herkes memnun kalmıştı. Birbirlerine teşekkür edip iyi dileklerde bulundular. Aralarında, iyi bir dostluğun temelleri atılıyordu. Azap, Emniyet Müdürü ve Özlem Müfettiş birlikte çıktılar. Mahmut Ali ve Necdet, onlara kapıya kadar eşlik edip, uğurladı.
Emniyet Müdürü, ön koltuğa Azap’ın yanına oturdu. Yine, arabayı inceliyordu. Azap, Özlem Müfettişe adresini sordu. Adresi alınca, aracın önündeki, ekranlı, navigasyon cihazına benzeyen cihazın, bir tuşuna bastı. Merhaba Azap, diye ses geldi ekranı açılan cihazdan. Azap, adresi sesli olarak verdi, tekrar, işlem için on saniye diye bir ses geldi. Az sonra, adres haritası, ekrana geldi. Emniyet Müdürünün çok hoşuna gitmişti. Kendi arabasına da navigasyon cihazı taktırmak istediğini, ama bunun gibi, sesle yönetilen bir alet duymadığını söyledi. Azap, bunun bir çeşit telefon olduğunu, içinde sim kart bulunduğunu, tek tuşla, ofisteki ana bilgisayarı arayıp bağlandığını, istediği her türlü bilgiyi, ana bilgisayarın araştırıp ekrana yönlendirdiğini söyledi. Özlem Müfettiş de çok beğendiğini ifade etti. Emniyet Müdürü,’ben kendi çocuklarımla anlaşamazken, adama bak, bilgisayarı kafaya almış’ diyerek, ikisini de güldürdü. Yine, fiyatını sordu arabanın, yüz elli milyar cevabını alınca, şaşırdı.’iyi paran varmış Azap’ dedi. Azap, ağabeyinden bahsetti, hesabına çok yüklü bir para yatırdığını söyledi. Emniyet Müdürü ağabeyini sorunca, ‘o günden sonra bir daha görmediğini, yıllardır aradığını, nerede, yaşıyor mu, öldü mü bilmediğini’ söyledi. İkisi de, kendileri adına, üzgün olduklarını ifade edip, birkaç teselli cümlesi sarf ettiler. Özlem Müfettişin evine gelmişlerdi.
“Saat çok geç ama sizi nezaketen kahve içmeye davet ediyorum” dedi muzipçe gülümseyerek.
Bu sözü, Emniyet Müdürünü güldürdü. Özlem Müfettişin, gelmeyeceklerini bildiği için bu saatte ve bu yorgunlukta, eve davet ettiğini ifade edip, Azap’ı da gülümsetti. Özlem Müfettişle vedalaştılar. Emniyet Müdürünü de evine bıraktı ve kendi evine geçti. Elbiseleriyle beraber yatağa uzandı. Oldukça yorulmuştu.
Saat:06. 55
Hemen uykuya daldı.
09 Kasım 2010 Saat:10. 00
Adem Baş Komiser, adli tıp morgunda, ikinci cesedi teşhis için gelecek olan ailesini bekliyordu. Yaşlı bir karı koca geldi. Cesede baktıklarında, bunun kendi oğulları olmadığını söylediler. Adem’in sorduğu hiçbir soru hakkında da bilgileri yoktu. Yaşlı kadın, ‘oğlum her ay düzenli olarak para gönderirdi’ demişti. Adem Baş Komiser, hesap belgesi bilgilerini de istediği için, yanlarında getirmişlerdi, dekontları alan Adem, yaşlı karı kocaya yardımları için teşekkür etti ve gidebileceklerini söyledi.
Saat:10.30
Azap uyanmıştı. Yine, yatağın başucunda duran kızıyla sohbet etti biraz. Uykusunu alamamıştı, sesi boğuk çıkıyor, Nüket, bu haliyle dalga geçiyordu. O’nu öptü ve her zamanki gibi sabah sporunu yaptı. Cinayetlerden yakınarak sesli düşünüyordu, düzeninin iki günde bozulduğunu, bu işe nereden sardığını söylenip duruyordu. Duştan çıkıp hazırlanırken, Nüket, dudaklarını büzmüş, üzgün üzgün bakıyordu. Ne olduğunu sorunca, ceza evinden çıkan adamı, Ferda Durusöz’ü hatırlattı. Artık üzülmemesini, bir şeyler yapmaya karar verdiğini söyledi ve sevindirdi onu. Bir yolculuğa çıkacaklarını, hazırlanıp beklemesini söyleyince, Nüket çok sevinmişti, hemen hazırlanmak için ayrıldı babasının yanından. Giyindi, kafeteryaya geçti. Necdet’le selamlaştılar. Hacer Hanım yine azarladı Azap’ı, dağınık hali yüzünden. Kendi suçu olmadığını, aslında bu aralar pek huzurunun olmadığını söyledi. Necdet, gülümsedi, ben senin derdini biliyorum der gibi. Azap, ne manada gülümsediğini anladığını söyledi. Necdet’de henüz bir şeyler yememişti, bir köşeye geçip, kahvaltı yapmayı önerdi ve bir masaya geçtiler. Azap, Dağhan ve Mahmut Ali’yi sordu. Çarşıya çıktıklarını söyledi. Mahmut Ali, kıyafet almak istemişti. Dağhan’ın ismi geçince, Gizem hemen onlara doğru bakmış, Azap fark etmişti. Şefkatle gülümsedi ona, Gizem mahcup olmuş, annesi durumu anlamış, Gizem’e, kendine gel der gibi bakmıştı. Ne kadar zamanda döneceğini sordu Necdet, yolculuk yapmak istediği hakkında bir şey söylememişti Azap, gülümseyerek cevapladı.
“Sıkıntımı anlamışsın işte, birkaç güne dönerim ağabey.”
“İki güne burada olacaksan git, iyice kafaya taktın.”
“Yok, kafaya taktığım bir şey, uzaklaşmak istiyorum birkaç gün.”
“İyi ya, iki gün yeter.”
“Halen söylemedin Necdet Ağabey, bu aralar bir yere kaybolma derken, ne var burada olmamı gerektiren?”
“Bilmiyorum Azap, bir sıkıntıda benim içimde var, ama senin gibi, nasıl çözeceğimi bilmiyorum. Sadece, buralarda olmanı istiyorum.”
“Sen diyorsan vardır bir sebebi, ne dersen yaparız, iki güne burada olurum.”
“Ne zaman çıkacaksın?”
Kahvaltıyı yapmışlar, çaylarını içiyorlardı.
“İznin olursa, birazdan ayrılacağım.”
“Dikkat et oğlum kendine, bir adam cezaevine girmiş Azap, soysuzun birini vurdum düştüm buraya demiş soranlara. Gel zaman git zaman, dolmuş cezası. On beş yirmi yıl geçmiş aradan. Benim yatak yorgan kalsın, bir soysuzla daha hesabım vardı, ona dokunamadan yakalandım, işini bitirip gelirim çok sürmez demiş. Çok zaman geçmiş, dönmemiş cezaevine, yılar sonra biri daha çıkmış içerden. Bunun cezaevi arkadaşı, bulmuş bizimkini, ne oldu yahu demiş, hani döneceğim diye çıktın, yıllar geçti daha dışarıdasın. Hani bir soysuz vardı, öldürüp gelirim dediydin ya. Ne bir soysuzu demiş, ne bir soysuzu, ben ceza evine girerken, birkaç soysuz vardı, çıktım ki, soylu kalmamış neredeyse. Hangi birini öldüreceksin birader, vazgeçtim demiş. Git oğlum, sen durmazsın soysuz bitmese de, sen yapacağını yaparsın. Akıllı ol Azap, bizim ciğerimizi yakma, geri gel. Hadi yolun açık olsun.”
“Sağ ol Necdet Ağabey, Dağhan’la, Mahmut Ali Ağabeyime selam söyle, ben Adem’i arayacağım, cinayet olursa, ya o,ya Özlem Müfettiş gelir götürmeye.
“Sen bırak bunları düşünmeyi, kolay iş o,sen geri gel Azap.”
“Gelirim Ağabey, gelirim.”
“Hacer Hanım ve Gizem’le de vedalaştı. Gizem, Azap birkaç kez ayrılmıştı kısa süreliğine, hepsinde ağlamıştı. Yine ağladı, Azap’ı gülümsetti, böyle yapmamasını söyleyip, saçlarını okşadı, Gizem öz ağabeyiymiş gibi seviyordu Azap’ı, sımsıkı sarıldı ona, Azap, eve geçti.
Saat:11. 40
Kızını da alıp, yola çıktılar. Adem Baş Komiseri arayıp durumu bildirdi. Bir kaç günlüğüne şehir dışına çıkması gerektiğini söyleyip, Mahmut Ali’nin telefonunu bilmediği için, Necdet’in numarasını verdi. Bir durum olursa, Mahmut Ali’ye, Necdet’den ulaşabileceklerini, kendi yapabileceği bir şey olursa, aramasını rica etti. Kimseye söylemedi nereye gittiğini, ne yapacağını. Kimsede sormamıştı zaten. Nüket, arabanın arka koltuğunda zıplayıp duruyordu sevinçten.
(Azap’ın, Necdet’le sohbet ettiği sıralarda, Adem Baş Komiser, adli tıp uzmanı, Bekir Beyle görüşüyordu. Henüz, cesedi incelememişti, ancak, bir şey bulamayacaklarını düşündüğünü söyleyip, Adem Baş Komiserin, bozuk moralini, daha da pekiştirdi. Öğleden sonra bir şey söyleyebileceğini belirtip, yine, kırıklardan başka bir şey çıkmasının mümkün görünmediğini söyleyince, Adem Baş Komiser, söylenerek ayrıldı yanından. Adli tıbbın, bilişim suçları birimine giderek, cesedin üzerinden çıkan telefonun durumunu sordu, daha incelememişlerdi. İlgili memur, telefonu eline aldı, şifreyi kırmak için, bilgisayar bağlantısı yaptı, daha bir tuşa dokunmuştu ki, telefon, fısıltılı bir sesle, siyah, yoğun bir duman çıkardı. Metal kasayı açtıklarında, içinin tamamen erimiş olduğunu gördüler, Adem Baş Komiser, adli tıptan ayrıldı.)
Ellerinde yeni bir ceset ve sıfır kanıt vardı. Mahmut Ali’nin söylediği olasılıklardan başka hiçbir şey yoktu.
İkinci cesedin resmini, ilk öldürülen Mikail Berberoğlu’nun aile avukatlarına göstermek için yola koyuldu. Avukatı arayıp durumu bildirdi. Buluştular, tanımadığını söyledi. Cesedin üzerinde buldukları telefonun içi, yanarak tamamen eridiği için, sim bilgilerine ulaşamamış ve değerlendirebilecekleri hiçbir telefon numarası öğrenememişlerdi. Numarasını öğrenememişlerdi, avukata, Mikail Berberoğlu’nun yakın dostlarından birkaç kişi tanıyıp tanımadığını yine sordu. Cevap olumsuzdu.
Saat:13. 20
İki olay gecesinin de, olay mahalli yakınlarındaki, mobesa kameraları ve görüntü alması muhtemel, güzergâh üzerindeki işyeri kamera kayıtlarını topladı. Savcıyı arayarak, birinci ceset, Mikail Berberoğlu’nun numarasını verdi. Görüşme kayıtlarının incelenmesi gerektiğini bildirdi. Savcı, ilgileneceğini ve görüşme kayıtlarının emniyete fakslanmasını sağlayacağını söyledi. İkinci cesedi teşhis için gelen yaşlı karı kocanın getirdiği banka dekontlarının, üzerinde tarih ve saate denk gelen görüntülerinin kopyalarını, banka güvenliğinden temin etti. Zaten son üç ayın kayıtları tutulmuştu, daha evvelki kayıtların, banka genel müdürlüğünün gereksinim duymadığı için, silindiği bilgisini verdiler. Adem Baş Komiser, tüm bu kayıtları alınca, emniyet müdürlüğüne geldi. Cesetler, kuvvetli ihtimalle, arabayla getirilmişler ve bulundukları yerlere bırakılmışlardı. Görüntüleri dikkatle izledi. Her iki olay gecesinde de, görüntülerde, aynı araçtan görmeyi umuyordu. Banka görüntülerinden de bir şey anlayamadı. Görüntü alabildiği son iki banka kaydında da yaşlı karı kocanın hesabına, başka biri para yatırmıştı. Bir kaç vezne görünüyordu kayıtta ve hepsi işlem yapıyordu, bir müşteriyi, bayan olduğu için eledi. Aradıkları adam, iki veznedekinden biriydi, yüzü seçiliyordu, kimlik bilgileri de ellerindeydi, bu bilgileri, ilgili memura verip, araştırılmasını istedi. Tüm dikkatine rağmen, mobesa ve banka kayıtlarından bir şey çıkartamadı. Emniyet Müdürünün ve toplantı odasının bulunduğu katta, rastgele yürüyerek volta atıyordu. Toplantı odasına her döndüğünde, masanın üzerine, üst üste bıraktığı iki dosyanın, üste geleninde yazan, ikinci cinayet, yazısını okuyor, odadaki açık olan projeksiyonun, görüntü verdiği perdedeki, mobesa kamera kayıtlarına, kafasının içindeki sorulara sıkışmış gibi bakıyor, sonra yine, düşünceli ve söylenerek voltasına dönüyordu.
Saat:13. 50
Emniyet Müdürü Ercan Bey, katın merdivenlerini söylenerek çıkıyordu. Kata vardığında, Adem’İ volta atarken gördü, bir süre izledi, Adem Baş Komiser dalgın, kendisini fark etmiyordu.
“Ne o Adem, dolap beygiri gibi dolanıyorsun?”
“Geldiğinizi fark etmedim müdürüm.”
“Ben de şaşırdım gelmeyi gitmeyi, nasıl bir işe bulaştık be, gecemiz gündüzümüz karıştı.”
“Her detayı, defalarca gözden geçirdim, hiçbir şey yok. Ama olmalı, mutlaka olmalı, doğru yere mi bakmıyoruz?”
“Ne geziniyorsun, doğru yeri mi arıyorsun?” diyerek, toplantı odasına doğru ilerledi.
Adem’le konuşurken, bir yandan da, ekrandaki görüntülere bakıyordu. Faks geldiğinin sesini duydular, Adem Baş Komiser faksı aldı. Demli bir çay söylemesini isteyen Emniyet Müdürü, masada, dosyaların olduğu yerdeki sandalyeye oturdu. İyi günler dileyerek, Özlem Müfettiş geldi yanlarına, Emniyet Müdürü, bir çayda ona söylemesini istedi. Bir gelişme olup olmadığını sordu Özlem Müfettiş. Karşılıklı oturmuşlardı, Adem Baş Komiserin, her iki cinayet için hazırladığı dosyaları işaret etti. Az önce gelen faksı, Özlem Müfettişe doğru çevirdi. Yine, Adem’in getirdiği görüntü kayıtlarını kastederek;
“Bir de bu görüntüler var, elimizdekiler bunlar. Cesedi teşhis için gelen kadının getirdiği banka dekontlarını inceledik, sözde oğlu adına, başka biri yatırmış. Dekontlardaki ismi de araştırıyoruz.”
“Canlı birisi var yani elimizde?”
Emniyet Müdürü, ekrandaki görüntüyü sardırdı. Bankada, biri kadın, ikisi erkek, üç kişi veznede işlem yaptırdığı kısma gelince, durdurdu görüntüyü. Özlem Müfettişe dönerek;
“Kadını eledik, bu iki adamdan birisi. Bu görüntüler, dekontta belirtilen, paranın yattığı tarih ve saate denk gelen görüntüler. Bu ikisinden biri işte, paranın yattığı en son ayın görüntüleri bunlar.”
Özlem Müfettiş, Emniyet Müdürünü dinliyor, bir yandan da etrafı süzüyordu. Emniyet Müdürü yine sinirlendi hemen, umursanmadığına kızmış;
“Kime diyorum Özlem Hanım, kendi kendime konuşuyorum.”
“Yahu ne kadar kaba, ne kadar sinirli bir adamsınız Müdür Bey, çok yaşamazsınız bu sinirle” dedi gülümseyerek.
Bulundukları yerin karşı duvarının oraya, yarısı camlı, kabinle çevrilmiş küçük bir oda vardı. Orayı işaret etti Emniyet Müdürüne ve devam etti sözlerine,
“Buraya ne dersiniz Sayın Müdürüm, davadaki karargâhımız için uygun görünüyor.”
“Evet, bu savaşı buradan idare edebiliriz.”
Özlem Müfettiş, yine gülümsedi. Emniyet Müdürü, Adem Baş Komisere talimat vermek için seslenecekti ki, onu yine ağır adımlarla ve düşünceli, voltasına devam ederken gördü.
“Adem, çık dışarıda yürü. Başımı döndürdün be adam.”
“Affedersiniz müdürüm dalmışım.”
“Gel gel, gitme iş çıktı sana.”
Odayı işaret ederek, gerektiği gibi hazırlatmasını söyledi. Özlem Müfettiş, Azap ve Mahmut Ali’yi sorunca, Azap’ın, telefonla kendisini arayarak, birkaç günlüğüne şehir dışında olacağını bildirdiğini söyledi Adem Baş Komiser. Ayrıca, Mahmut Ali’ye ulaşmak için, Necdet’in numarasını verdiğini, kendi yapabileceği bir şey olursa aramalarını rica ettiğini ekledi sözlerine.
“Olmaz mı arkadaş, Mahmut Ali Beye işimiz olmaz mı, hani biz ekip kurduk, ekip nerede, hemen dağıldı, kendide lazım, nereye gitmiş bu adam Adem, sormadın mı?”
“Sormadım efendim.”
“Öyle ya, esir mi adam. Mahmut Ali Beye ulaş da, getirelim adamı, bilge adam oldu mu, bilgi kolay gelir, değil mi?”
“Haklısınız müdür bey, çok felsefi konuştunuz. Çok ilginç bir adam Mahmut Ali Bey”
Özlem Müfettiş kendisini onaylayınca, memnuniyetinden dudak çevresi kırıştı Emniyet Müdürünün, havalı bir söz söylemenin verdiği gülümseyişten ve tavrından da, memnuniyetini belli etti. Adem Baş Komisere, Necdet’i aramasını söyledi. Necdet, Mahmut Ali’nin yanında olmadığını söyleyip, numarasını verdi. Adem Baş Komiser, Mahmut Ali’yi aradı, görüştüler, müsait olduğunu öğrenince, almak için yerini sordu, ‘on beş dakikaya oradayım’ diye kapattı telefonu.
“Yakında mıymış? diye sordu Emniyet Müdürü.
“Evet, ben alıp geleyim.”
“Sen dur, buranın işini halledin hemen, ben giderim” dedi Ercan Bey.
“Ben alıyım Mahmut Ali Beyi” diye araya giren Özlem Müfettişe;
“Benim de bir görüşme yapmam lazım, ben de onu çıkartayım aradan, madem siz gideceksiniz” dedi Emniyet Müdürü.
Özlem Müfettiş ayrıldı. Adem Baş Komiser, iki memur çağırıp yardım istedi ve işe koyuldular. Bir masa, yeterli sandalye, iki büyük duvar panosu, bir evrak dolabı, bir bilgisayar getirdiler. Projeksiyonu da buraya kurup, ayaklı perdesini, masada oturanların görebileceği bir yere koydular. Müdürün odasındaki elektrikli su sebilini, çayları ve kahveleri de buraya taşıdılar. Güzel bir çalışma ofisi yaptılar.
Saat:16.00
Özlem Müfettiş ve Mahmut Ali’de geldiler. Selamlaştılar, Emniyet Müdürü, çok memnun karşıladı Mahmut Ali’yi, O da memnun oldu, hal hatır sordular. Hep beraber odaya geçtiler. Mahmut Ali, Azap’ın gitmesine üzülmüştü, onlara da söyledi, kendiside bilmiyordu gideceğini. Nereye gitmiş olabileceğini biliyordu aslında, başına bir iş gelir diye, düşünceli söylemesi bu yüzdendi. Emniyet Müdürü, düşünceli halini sorunca,“biraz rahatsızım galiba” diye geçiştirdi. Odayı çok beğendiler, Özlem Müfettiş, olayı nasıl şekillendireceklerini, bilgileri nasıl düzenleyecekleri hakkında görüş paylaştı.
“Kadın eli işte, değdiği yer düzenli olur.” diye gülümseyerek, bu düzenleme işleriyle ilgilenmesinin, iyi bir fikir olduğunu söyledi Emniyet Müdürü.
Özlem Müfettiş memnun olmuştu. Emniyet Müdürü, zor bir adamdı ama aralarındaki buzlar eriyor, daha samimi oluyorlardı. Tok olduklarını söylemelerine rağmen, dört tane dürüm siparişi verdi Emniyet Müdürü. Yine faks gelmişti. Adem Baş Komiser, yazıcıdan çıkanı alıp geldi. Gelen faks, banka genel müdürlüğünden istedikleri, iki cesedinde üzerinden çıkan, kredi kartı harcamalarının listesiydi. Birinci cesetten bir kredi kartı çıkmıştı ve hiç kullanılmamıştı, ikinci cesedin üzerinden de bir kredi kartı çıkmıştı ve toplamda dokuz kez kullanılmıştı. Kartların bilgisini isterken, bir yanlışlık oldu düşüncesiyle, birinci cesette çıkan kredi kartı bilgilerini, yine istemişlerdi. Bankalardan gelen harcama listesi, son altı ayı içeriyordu. Çok az bilgi içerdiği için, bu faksa da hızlıca göz gezdirdiler. Özlem Müfettiş, listeyi, masanın üzerinde görebileceği bir yere koymuştu. Mahmut Ali’de, mobesa görüntülerini inceliyordu, ileri geri sarıp, dikkatle bakıyordu. Dürümler geldi ve işlerini bıraktılar, bir yandan yemeklerini yiyor, bir yandan, olayla ilgili sohbet ediyorlardı. Özlem Müfettiş, ilk gelen faksı aldı eline, faksı, adli tıp uzmanı Bekir Bey yollamıştı. Hızlıca bir göz gezdirdi, değerlendirebilecekleri hiçbir bilgi yoktu.
“Burada yazılanların hepsini, Mahmut Ali Ağabey söylemişti zaten, yeni bir şey yok.”
Emniyet Müdürü, başını aşağı yukarı sallayarak onayladı.
“Cesetlerden bir şey çıkmayacak, ne dersiniz Mahmut Ali Bey?”
“Haklısınız, mobesa ve yol güzergâhı üzerindeki kamera kayıtlarında da normal olmayan bir şey yok. Cesetlerin hangi saatlerde bırakıldığını tam olarak bilmiyoruz ama çok geniş bir zaman dilimi de yok. Karanlık ve tenha olmalı, cesetleri bırakan kişi, görünse bile tanınmamalı, ne zaman bırakır, gece bırakır. İki olay gecesinde, iki aynı araba yok. Zaten acaba diye baktım hızlıca, profesyonel adamlardan, böyle bir hata beklenemez.”
“Aynı araçtan görürüm diye bende çok dikkatli baktım, trafik normal seyrinde akmış, olağan dışı hiçbir şey yok” diyerek katıldı Mahmut Ali’ye, Adem Baş Komiser.
Mahmut Ali, biraz uğraştı ama beceremeyince, Adem Baş Komiserden yardım isteyerek, bankadan aldığı görüntüyü açmasını istedi. Paranın yatırıldığı son üç ayında görüntülerini inceliyordu, vezneler hep kalabalıktı, sıra vardı, etrafta insanlar vardı, işlem yaptıranlar tam seçilemiyordu. En iyi görüntü, son ayın görüntüsüydü. Üç kişi vardı, üç ayrı veznede, biri kadındı, iki adama dikkatle bakıyordu Mahmut Ali…
Faks sinyalinin sesini duydular. Adem Baş Komiser, yazıcıdan çıkan evrakı getirdi, birinci ceset, Mikail Berberoğlu’nun telefon kayıtlarıydı. Son bir yıllık görüşme kaydını, çok çabuk gözden geçirdiler, çünkü bazı aylar, hiç görüşme yapmamış, görüşme yaptığı aylarda, karısının ve avukatlarının cep numaraları ve ev telefonlarını aramıştı. Onlarla da, beş ya da altı görüşme yapmıştı. Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
“Amma cimri adammış, diye bir espri yapmak geldi” dedi Emniyet Müdürü ve devam etti sözlerine;
“Telefonun, tüm bilgilerle beraber neden yandığı anlaşıldı. Üzerinden çıkan telefon, bu görüşmeleri yaptığı kartın takılı olduğu telefon değil. Başka numara, demek ki, bu görüşmeleri yaptığı numarayı, düzenli olarak, yanıltmak için kullanıyordu.”
“Yandığı mı, nasıl yandığı?” diyerek, şaşkınlıkla sordu Özlem Müfettiş.
“Bu birinci cesetteki telefon, şifreliydi. İnceleyelim derken, birden yanmış içi, öyle böyle yanma değil, tamamen erimiş, inceleyen memurunda eli yanmış, anlatsana Adem, ben de daha tam öğrenmedim. Burada masaya yatıracağız işte her şeyi.”
Baş Komiser Adem, konuyla ilgili bilgi vermeye başladı. Birinci telefonun yandığını, ikinci cesedin üzerinde çıkan telefonunda yandığını, ikisinin de, markalarının belli olmadığını, çelik bir kasa içinde olduklarını, aynı telefon olduklarını bahsediyordu. Mahmut Ali, Adem Baş Komiseri dinlerken, banka görüntüsünün bir kısmına takışılmıştı, orayı izliyor, geri sarıyor, yine izliyor, geri sarıyordu. Sonra durdurdu. Oradakilere dönerek;
“Adamımız bu! dedi.
Telefon konusunu kapatıp, görüntüdeki adama baktı hepsi. Mahmut Ali, bir kare daha oynatıp, yüzünün tam göründüğü noktada, yüzünü yakınlaştırıp, büyüttü. Özlem Müfettiş, kredi kartı harcama listesinde, bir yerleri işaretliyordu kalemle, bir ayrıntı bulmuştu. Ekrandaki görüntüye baktı, sonra listeye geri döndü. Birden! Tekrar ekrana çevirdi başını;
“Ben!” dedi, bir şey söyleyecekti, çok şaşırmış bakıyordu ekrana, yine;
“Ben!” deyince,
“Ne ben ben Özlem Hanım, ne kekeliyorsun?” dedi Emniyet Müdürü.
“Ben bu adamı, daha evvel bir yerde gördüm sanki evet kesinlikle eminim.”
“Tanıyor musun bu adamı?”
“Kim olduğunu bilmiyorum Müdür Bey, aklıma gelmiyor bir türlü ama bu yüz hiç yabancı değil.”
“Şimdi her şeyi bir sırasına koyabiliriz” dedi Mamut Ali.
Özlem Müfettiş, duvara astıkları panonun tam ortasına, tebeşirle bir çizgi çekerek, iki kısıma ayırdı.
“Burası, Mikail Berberoğlu’na, bu tarafı da, Mete Evliyahancı’ya ait olsun.”
“Tamam, bu da halledildiğine göre, durumu gözden geçirelim” dedi Mahmut Ali, sözlerine devam ediyordu ki,
Emniyet Müdürü, Mahmut Ali’nin sözünü, kendisinden özür dileyerek kesip, ekrandaki adamı, işaret ederek;
“Şimdi, bu görüntüdeki adam, sahte oğlunun annesine gönderdiği paraları yatırıyorsa, kimse aramasın diye düzenli para yatırıyorsalar, ödenmiş park cezaları da elimizde olduğuna göre, sanırım durum böyle. Bu parayı yatıran da, bizim sır mafyası elemanı, böyle diyebilir miyiz Mahmut Ali Bey?”
“Biraz karışık söylediniz ama Kesinlikle evet. Bu kişi de sır mafyasından.”
“O zaman, bu parayı yatıranın da, bir başkasının kimliğini taşıması, çok muhtemel.”
“Haklısınız, kimliği sahte olabilir. Ama aradığımız adam bu. Bu adam bir suçlu”
“Bunu da bilmiyoruz” diye araya girdi Özlem Müfettiş.
“Ancak bir suçlu böyle bakar, öndeki bakışları güçlü, korkusuz ve inandığı bir şeyler var. İdealist, ama bunların hiç birisi, bakışlarının ardındaki, korkuyu, kaçma duygusunu gizleyemezler” diyerek cevapladı Mahmut Ali.
“Siz öyle diyorsanız, adamımız bu Mahmut Ali Bey.”
Emniyet Müdürünün bu sözü üzerine Mahmut Ali, görüntüyü başa aldı. Adamın elinde tuttuğu bir şey vardı. Sigara, gözlük kabı, yâda cep telefonu gibi düşünülürdü ilk başta. Net olarak görünmüyordu. Her karede, adam kolunu oynattıkça farklı açılardan görünebiliyordu. Ne olduğu pek anlaşılır gibi değildi.
Mahmut Ali, Adem Baş Komisere dönerek, az önce, yanan telefonlardan bahsederken, çelik kasalı telefonlar dediğini hatırlattı. Markası, modeli belli değildi, çelik dediğine göre, metalik gri renkte olmalıydı. Haklı olup olmadığını sordu.
Adem Baş Komiser kendini onaylayınca, bu adamın elinde tuttuğu şeyin, görüntü renkli olmadığı için tam renginin belli olmadığını, yansıyan parlak görüntüsünden, çelik rengi olduğunu düşündüğünü söyledi. Görüntüyü, yaklaştırıp büyütebilir mi diye sordu. Adem Baş Komiser, daha kesin bir sonuç alacağını söyleyerek, bilgisayarın başına geçti. Adamın, görüntüde olduğu süre boyunca, elinde tuttuğu şeyin, göründüğü her kareyi, ayrı bir dosyaya kaydetti, bu görüntüleri netliklerini bozmadan, mümkün olduğu kadar büyüttü ve açılarına göre birleştirdi. Görüntü şekillendiğinde, diğer iki cesedin üzerinde çıkan telefonların aynısı olduğunu teyit etti.
“Buradan da anlaşıldığı üzere, adamımız bu.”
“Yahu, bu Azap ne iyi etti de sizi tanıştırdı bizimle, çözeriz biz bu işi Mahmut Ali Bey.”
Emniyet Müdürü, yine keyiflenmişti. Özlem Müfettişe, ‘bizim çaylara bir kadın eli değse çaylarda mutlu olsa, çay olduğunu bilse’ diye espriyle, çay yapmasını rica etti. O’da, Emniyet Müdürünün, tatlı sert tavırlarına gülümsedi, ne zaman bağıracağı, ne zaman güleceği belli olmuyordu. Çayları hazırlamaya koyuldu.
Saat:17. 40
Adem Baş Komiser bir kâğıda, büyük harfle Mikail Berberoğlu yazıp, panoda, onun için hazırladıkları yerin, en üstüne iğneledi. Başka bir kâğıda, Mete Evliyahancı yazıp, panodaki diğer tarafa iğneledi.
“Şu soruları yaz bakalım Adem” dedi Emniyet Müdürü ve soruları sıralamaya başladı.
“Mikail Berberoğlu, 65 yaşında, doğum Sicilya, Türk vatandaşı,
1: Bu çok zengin adam, neden bir tane kredi kartı taşıyordu.
2: Altı sene olmuş bu kartı alalı, neden hiç kullanmamış.
3: Neden, adı sanı, markası belli olmayan bir telefon kullanıyordu, telefonu şifreliydi ama şifre kırılmak istenince, neden yanıp içi tamamen erdi, böyle bir düzeneğe neden gerek duyuldu, kimin telefonu böyle olur.
4: oldukça zengin bir adam, ama nasıl oluyor da bir arkadaşını bile bilmiyoruz. Böyle zengin bir adam, telefonla, sadece karısını, avukatını ve evini arar, başka kimsesi yok mu bu adamın.
5: Bu kadar varlıklı bir adam, neden bu şekilde öldürülsün ve kimse sahiplenmesin? Cesedini, aile avukatları teslim alsın ve sessizce Sicilya’ya göndersin, hiç mi eşi dostu yok Türkiye’de?”
“Cesedi Sicilya’ya mı götürmüşler? diyerek, araya girdi Özlem Müfettiş.
“Götürmüşler ya, götürsünler, adam Sicilya’lı bize ne, isterseler buzullara götürsünler, cesetle işimiz yok zaten, yazdın mı Adem?”
“Evet efendim.”
“İyi, ne dersiniz Mahmut Ali Bey, bir eksiğimiz var mı? Adamdan bulduklarımızın hepsi bu”
“Ölüm saatini, öldürülme şeklini, üzerinden çıkanları, panoda bir yere iliştirelim Ercan Bey.”
“Duydun mu Adem, adli tıp raporlarını, olay yeri inceleme tutanaklarını da, alt alta listele, Özlem Hanım düzenler, bu işi ona ihale ettik nasıl olsa” diyerek, Özlem Müfettişe bakıp gülümsedi.
O,çay servisini yapmış, kendi çayını karıştırırken, gözlerini bir noktaya dikmiş, çok dalgın bakıyordu.
“Ne oldu Özlem Hanım, nereye daldınız öyle?”
“Banka görüntüsündeki adama takıldım Müdür Bey, nereden tanıyorum, mutlaka çıkartacağım, aklıma gelmiyor bir türlü.”
“Panoyu düzenlemek size ait”
“Tabi müdür bey, hallederim, devam edin siz.
“İkinci ceset, Mete Evliyahancı. Otuz beşli yaşlarda, üzerinden çıkan kimlik sahte, kim olduğunu bilmiyoruz,
1: Neden, üzerinden çıkan telefon, birinci cesedin üzerinden çıkan telefonla aynıydı? Bunun telefonu da şifreliydi, çözülmek istenirken, bu telefonun içi de tamamen yandı. Neden bu adamlar, bu kadar güvenlikli telefon taşıyorlardı?
2: Bu cesedin üzerinden de bir kredi kartı çıktı, kartı alalı beş yıl olmuş, neden toplam dokuz kere kullanmış? Kardeşim, madem kullanmayacaklardı, ne diye kredi kartı almışlar?
Bu adam hakkında başka sorum yok, zaten, gerçekte kim olduğunu bilmediğimize göre, doğal olaraktan, sahiplenen çıkmayacak, bunun da eşini dostunu bilemeyeceğiz. Askeri eğitim aldığını düşünüyoruz,
Nasıl oldu, benim sorabileceklerim bu kadar. Birde, iki cesedin göğsünde çivili fotoğraflar var, bunların kim olduklarını, ne işlerle meşgul olduklarını biliyoruz. Son olarak, banka görüntüsünde, bunlarla bağlantılı olduğundan emin olduğumuz bir kişi var, sağ olan tek adamımız, dekontlardaki, kimlik bilgilerini soruşturuyoruz. Yazdın mı Adem?”
“Evet efendim.”
Kapıya vurarak, bir memur girdi içeri, elinde bir dosya vardı, Emniyet Müdürünü selamlayıp, Adem Baş Komisere uzattı.
“Bankada para yatıran şahsı tespit ettik. Şahsın, istediğiniz kimlik ve adres bilgileri, buyurun Baş Komiserim.”
Adem Baş Komiser dosyayı alarak açtı, görüntüdeki adamın kimlik bilgilerinden, hakkındakileri tespit etmişlerdi. Onlara da okudu;
“Serhan Tunçluk,44 yaşında. Tekirdağ Malkara’lı, Ankara’da yaşıyor, adresi de elimizde, derhal bir ekip yollayıp kontrol ettireyim.”
“Yorumu bırak Adem, yediğini, içtiğini, nereye gittiğinin eksiksiz bul. Bu adamın, kendini de bul bir an önce.”
“Ailesine de ulaştık müdürüm, oğullarının on beş yıldır İsviçre’de olduğunu söylüyorlar.”
“Yok, biliyordum arkadaş, bu da kayıp çıkmaz inşallah dedim ama yok, bu sır mafyası mı ne zıkkım, bunların yüzünden yurt dışında adam kalmayacak. Ne biçim aile kardeşim bunlar? Biri on yıldır yok biri on beş yıldır yok. Hiç mi ağabey kardeş yok bunlarda? Merak etmemişler bizim ailemiz nerede diye Gerçek Serhan Tunçluk’da sizlere ömür, girivermişler adamın kimliğine, ceset var kimliği başka, canlı bulduk, kimliği başka. İfadelerini alın ailesinin. On beş yıldır aramamış sormamışlar ne bileceklerse, hay aksi iş, ölü adamların peşindeyiz, cesetler az geldi.”
Emniyet Müdürünün, dudakları morarmaya durmuştu neredeyse, sinirden, aralıksız konuşuyordu. Ağzı kurumuş, sesi çatallıyordu, araya girdi Mahmut Ali
“Sakin olun Müdür Bey, kolay olacağı düşünülemezdi zaten, bulunur, çıkar bir yerlerden haberi.”
“Nasıl sakin olayım Mahmut Ali Bey, nasıl sakin olayım kardeşim? Çaresiz kaldı koskoca birim. Şaka gibi, ne ölene ulaşabiliyoruz, ne öldürene, neye bulaştık biz, kim bu adamlar?”
“Önce sakin olmak gerekir, hızlı yürürsek manzarayı kaçırırız.”
“Ne manzara be, neyse en azından elimizdekiler çoğalmaya başladı, böyle sıralayabiliyoruz, nasıl oldu böyle soru cevap?”
“Sanırım, bu şekilde daha derli toplu oldu Ercan Bey.”
“Haklısınız Mahmut Ali Bey, fakat genel olarak baktığımızda, yine elimiz boş görünüyor.”
“Var var, yeteri kadar bilgi var elimizde, şimdi, şu öncelikli sorularımıza cevap arayalım.”
Özlem Müfettiş söze girerek, ikinci cesedin üzerinden çıkan kredi kartı harcamalarında, ilginç bir ayrıntı yakaladığını söyledi.
“Sen burada mıydın Özlem Hanım?” diyerek, latife yaptı Emniyet Müdürü.
“Evet, Müdür Bey buradayım, şu görüntüdeki adam, meşgul ediyor aklımı, buldum bulacağım nereden tanıdık geldiğini.”
“Bulsanız da hepimiz rahatlasak, neyse, nasıl bir ayrıntı yakaladınız, kart harcamalarında?”
“Burada ilginç bir ayrıntı var, siz konuşurken, sizin listeleri de kontrol ettim.”
“Bizim işimizi de yaptınız yani?”
“Müdür Bey” diyerek, sitemkâr baktı Özlem Müfettiş.
“Şaka kızım şaka, devam et sen.”
“Aşağı yukarı bütün harcamalar normal, zaten, hepi topu dokuz harcama var. Şurası, işaretlediğim yer, altı aylık ödeme tablosu. Geçen ayın on beşinde kredi kartından, bir karton sigara almış. Sabah dokuzda, bir karton sigara, pet su, çikolata, Bolu’dan yapmış alışverişi, şehir merkezinden. Bundan dört gün sonra, İstanbul’dan, diğer alışverişlerin yanında, bir paket sigara almış, aynı markadan. Bir önceki ayda, harcama yok, üç ay önce, ayın on dördünde, bir karton sigara, bir kutu baklava, pet su almış. Gece on buçukta, Ankara, Dörtkonak’tan. Burası, Çamlıdere Belediyesine bağlı, eminim, Anadolu otobanı güzergâhından yapmışlardır bu alışverişi. Yani, yine Bolu yolundaymışlar. Bundan beş gün sonra, İstanbul’da, diğer alışverişlerin yanında, bir paket sigara almış, aynı markadan. Beş ay önce, Bolu’dan, yine şehir merkezinde, bir karton sigara, pet su, çikolata alınmış. Sabah sekiz buçukta. Bundan, yine dört gün sonra, İstanbul’dan diğer alışverişlerin yanında, aynı markadan bir paket sigara alınmış, diğer üç harcama pek önemli değil” diyerek sözlerini bitirdi Özlem Müfettiş.
“Bu iki cesedin üzerinde çıkan kartlar ne zaman alınmıştı Adem bir baksana, bir de limitleri ne kadarmış bu kartların?” diye sordu Emniyet Müdürü, Özlem Müfettişin sözü bitince.
Adem Baş Komiser, her iki cesedinde üzerinden çıkan kredi kartı bilgilerinin olduğu dokümanı eline alıp bakındı.
“Birinci cesetteki altı yıl önce alınmış, yüz bin lira limiti var, ikici cesetteki, beş yıl önce alınmış, onunda limiti elli bin lira.
“Nee?” diyerek, Adem Baş Komiserin sözünü kesti Emniyet Müdürü.
“Adem, iyi bak oğlum, yanlış okuma.”
“Yanlışlık yok efendim, aynen okuduğum gibi.”
“Yahu, manyak mıymış bu adamlar, madem kullanmayacaklar, ne diye bu kadar limitli kart taşıyorlar. Adama bak, elli bin limitli kartla, çikolata, su, sigara, baklava almış. Anlaşıldı, bu kartları, acil durumlar için almış bunlar. Hani, ne olur ne olmaz. Demek ki, bu alışverişleri yaparken, para yoktu üzerinde, iyide, bu kadar alışverişi yapacak para nasıl olmaz, Her şeyi nakit aldıkları ortada işte. Aman yahu, kafam karıştı, ne bu ya?”
Mahmut Ali, birinci cesedin adli tıp raporuna bakıyordu. Biraz göz gezdirip, ikinci cesedin adli tıp raporunu aldı eline, Özlem Müfettiş söze girdi;
“Beyler, adam, iki ayın on beşinde, Bolu’dan, sabahın erken saatinde bir karton sigara almış, birinde de, ayın on dördünde Ankara’dan almış. Gece on buçukta, yanılmıyorsam, yine Bolu’ya gidiyormuş. Bu alışverişlerin her birinden dört gün sonra, İstanbul’dan, aynı marka sigaradan bir paket almış. Kartların limitlerini boş verip, buraya odaklansak”
“Ee, onu anladık, ne olmuş yani? dedi Emniyet Müdürü. Sonra, Özlem Müfettişin ne demek istediğini anladı.
“Tabi ya, aferin Özlem Hanım, şimdi bu adam, Bolu’dan, iki sefer, bir karton sigara aldı. Dört gün sonra, bir paket İstanbul’dan aldı. Bu bir kartonu içti. Nerede, Bolu İstanbul arası bir yerde kaldı. Çok sigara içti, bir kartonu dört günde bitirdi, hatta üç günde, dördüncü gün İstanbul’daydı. Oradan da bir paket aldı. Neden, çünkü sigarası bitmişti. Yani, bir karton sigarayı Bolu İstanbul arasında bir yerde içti. Hepsi ayın on beşine denk geliyor, Ankara’dan aldığı bir karton sigara, ayın on dördü. Bundan da beş gün sonra İstanbul’da, yine aynı marka sigaradan bir paket almış, Bolu’dayken dört gün sonra İstanbul’da, Ankara’dayken, beş gün sonra İstanbul’da. Yani, Ankara’dan Bolu’ya geçtiyse, ayın on beşi buradaysa, zaman doğrulanıyor, yine dört gün sonra İstanbul’da. Yahu siz bir şey anladınız mı benim bu söylediklerimden. Ben işin içinden çıkamadım da. Adem, şu alışverişin yapıldığı yerlere bir bak bakayım, görüntü falan var mı?”
Adem Baş Komiser, bu talimat üzerine odadan çıktı. Emniyet Müdürü, yine olasılıklar hakkında sesli düşünüyordu, Mahmut Ali ve Özlem Müfettişe, sırayla bakarak;
“Belki de, İstanbul’a giderken, Bolu’da yolda aldı sigaraları. Yok, şehir merkezinden almış. Belki tek değil de, kartonla alıyor sigarasını desem, İstanbul’da ne diye her seferinde, bir paket aldı. Siz ne dersiniz Mahmut Ali Bey? Ben yine kayboldum, çıkamam içinden.”
Mahmut Ali, masanın üzerindeki iki cesede ait adli tıp raporlarını, eliyle iterek, Emniyet Müdürünün önüne doğru sürdü;
“Söyledikleriniz mantıklı, ben de Bolu’da bir yerlerde kaldıklarını düşünüyorum. Her ne işleri varsa, üç dört gün sürüyor ve İstanbul’a geçiyorlar. Bunu, her ay düzenli tekrarladıklarını düşünüyorum. Her ikisini de katıyorum çünkü bu elimizdeki cesetler, hayattayken bu yolculukları sanırım beraber yapıyorlardı.”
“Evet, üzerlerinden aynı telefondan çıktı, aynı kişiler tarafından işkenceyle öldürüldüler, madalyonları aynı, beraber yolculuk yapmaları da muhtemel tabi.”
“Muhtemel değil, kesin. Alışverişlerin yapıldığı kart, ikinci cesedin üzerinden çıkan kart değil mi?”
“Evet”.
“Tabi ya, kesinlikle beraberdiler” diyerek, heyecanla söze girdi Özlem Müfettiş.
Mahmut Ali’nin, Emniyet Müdürünün önüne sürdüğü raporlardaydı gözleri, raporlara bakmaya devam edip, sözlerini sürdürdü;
“Adam sporcu, raporlara göre sigara kullanmıyormuş, hayret, kartonla sigara almış, baklava, çikolata, kim için almış bunları. Birinci ceset, tam bir tiryakiymiş, ciğer kalmamış neredeyse, kanındaki şeker oranı çok düşük çıkmış. Sigara, tatlı, tam birinci cesedin ihtiyacı olan şeyler.”
“Evet.”
İki elini bir birine vurdu Emniyet Müdürü, devam etti sözlerine;
“İki cesette yaşıyorlarken, bir çeşit ilişkileri varmış, beraberlermiş, bir de, şu göğüslerine çivili fotoğraflardaki kişilerle ilişkilerini bulsak…”
“Bu günlük ara versek Müdür Bey? dedi Özlem Müfettiş.
Adem Baş Komiser gelmişti. Alışverişin yapıldığı yerleri tespit etmiş, telefonla aramıştı. Hiç birinde, güvenlik kamerası yoktu. Durumu anlattı, Emniyet Müdürü yine kızmıştı.
“Yahu Mahmut Ali Bey, bu sır mafyası var ya, bizi epey uğraştıracak, bu alışverişleri yaparken, kasten kamerasız dükkânlara girmişlerdir bunlar. Bu adam tiryaki olmasa, minnet edip yapmazlardı bu alışverişleri, bir şekilde paraları yoktu galiba, o yüzden kullandılar kartı, neden bu kadar dikkatli bu adamlar. Adem, Ankara’dan da sigara almışlar ya gece on buçukta, adres neresi?”
“Çamlıdere Belediyesine bağlı, Dörtkonak beldesinde efendim, Anadolu otobanı, beldenin hemen yanından geçiyor, otoban üzeri bir market.”
“Haklıymışsın Özlem Hanım, Bolu’ya gidiyormuş bu adamlar. Bir cevap buluyoruz, onun da aslı kökü yok, on soru geliyor yanı sıra, nasıl çözeriz ha, Mahmut Ali Bey?”
“Çözülür Ercan Bey, şeker suya düştü, çok sürmez çözülür.”
“Acaba, bu bizim sır mafya ne zaman atağa geçer Mahmut Ali Bey, ne zaman yanaşacaklar bize, daha fazla şey biliyorlardır muhakkak, gelseler de paslaşsak.”
“Şimdilik izliyorlar bizi, dinliyorlar.”
“Anlamadım, nasıl yapıyorlar bunu?”
“Şimdilik, Özlem Müfettişin verdiği raporlarla yetiniyorlar.”
“Yapmayın Mahmut Ali Ağabey, benim olan bitenden haberim yok, aman sarmayın Müdür Beyi bana” diyerek tepki gösterdi Özlem Müfettiş, suçlandı gibi hissederek, çok bozulmuştu.
“Hayır, seninle alakası yok Özlem Hanım, düşünün, içişleri hangi cinayetle ilgilenmiş müfettiş yollamış, üstelik daha olay hakkında belirgin hiçbir şey yokken ortada. Belki de, seni buraya veren makam bile bilmiyor, bu işlemin sebebini, içişleri müfettişleri genelde birim içi sorgulama yaparlar, cinayet davalarına bakmazlar. Cinayet davalarına, olaylara memurlar bakar, bunu hepimiz biliyoruz. Ben sana bir şey söylemiyorum Özlem kızım, hayatımı insanları anlama sanatına verdim, iyi tanırım insanları, sen mükemmele yakın bir insansın, ama bu olaylarla ilgili, sana bu görevi verenlerden, neler olduğunu bilen birileri var.”
“Haklısın Mahmut Ali Bey, aynen ben de böyle düşünüyorum, bu kıza söylemek istediğim de buydu, ne zaman denesem yanlış anladı beni.”
Özlem Müfettiş, Mahmut Ali’nin iltifatıyla biraz rahatlamıştı. Ne de olsa, ekibin içinde muhbir gözüyle görülmek vardı.
“Eğer yukardan bir işaret alırsam, ya da bir şeylerden şüphelenirsem, söz veriyorum, sizinle paylaşacağım.”
Özlem Müfettişin bu sözü, Emniyet Müdürünün çok hoşuna gitmişti.
“Sağlam ekip kurduk arkadaşlar, kimse sesini çıkartmasın” dedi ve saatine bakıp, devam etti sözlerine;
Saat.20. 10
“Bu günlük yeter ha, ne dersiniz? Adem, Azapla görüşte, eğer mümkünse, şu banka görüntüsündeki adamın fotoğrafını yolla, sisteminde bir kontrol etsin, belki o bir şeyler bulur.”
“Azap tabi ya!” diye, biraz yüksek sesle konuşarak, hepsini şaşırttı Özlem Müfettiş. Ne oldu der gibi, hepsi birden, O’na baktı.
“Ne oldu Özlem Hanım hayırdır?”
“Buldum Müdür Bey, görüntüdeki adamın nereden tanıdık geldiğini buldum.”
“Hadi sevindir bizi, Adem, aç şu adamın olduğu görüntüyü.”
“Azap’ın soruşturmasında görev yaptığımı biliyorsunuz, hani şu 169 kayıp çocuk davasında, öldürülenler için soruşturma geçirmişti. Bir kaç sefer ailesinden bahsetmiştik. Kaza gününden, neler olduğundan, kaza yapmalarına sebep olan kamyon şoförünü anlatırken, yüzünü tarif etmişti, kazaya kasten sebep olduğunu, bunu bilerek yaptığını anlatmıştı. Sol gözünün üzerinde, anlından kaşlarına kadar, çok belirgin, dik bir yara izi inen, renkli gözlü bir adamdı demişti. Tıpkı bu adam gibi, buradan kalmış aklımda işte. Bu yüzden yabancı gelmedi bu adamın yüzü. Görüntü siyah beyaz ya hatırlayamadım, siz Azap baksın deyince geldi aklıma.”
“Haydi, buradan yakın, bu adam çıkmasın, bak sen işe” dedi Emniyet Müdürü ve devam etti sözlerine;
“Görüntü siyah beyaz ama adam renkli gözlü, baksanıza nasıl parlıyor gözleri, ışık vuruyor güvenlik kamerasının arkasından, gözleri renkli olmasa, güneş almış metal gibi ışık vermez gözleri. Eğer adam buysa, Azap’ta bunu bulursa, vay bu adamın haline…”
Mahmut Ali, onaylayarak, yukarı aşağı sallıyordu başını. Emniyet Müdürü, gülümseyerek cevapladı onu;
“Biz de bir şeyler biriktirdik meslekte Mahmut Al Bey.”
“Sizin tecrübelerinizden, asla şüphe duymam.”
Adem Baş Komiser, görüntüyü kaydedip, Azap’ı aradı. Telefonu kapalıydı, ulaşılamadığını söyledi.
“Hadi gidelim arkadaşlar. Mahmut Ali Bey sizi ben bırakayım, bu gece ceset olmasa da, iyice bir dinlensek” diyerek kalktı Emniyet Müdürü.
Adem Baş Komiser ve Özle müfettiş, masa üzerinde dağınık duran bilgileri, cesetlere göre hızlıca düzenlediler. Gerekli bilgileri de, panoya iğnelediler. Mahmut Ali ceketini giyiniyordu. Hazırlanıp çıktılar. Emniyet Müdürü, Mahmut Ali’yi kafeteryanın kapısının önüne kadar getirdi. Necdet, dışarı çıkıp karşıladı onları, çay içmek için çok ısrar ettiyseler de, yorgun olduğunu ve dinlenmek istediğini söyleyerek teşekkür edip ayrıldı. Necdet, özlemişti eski dostunu, nerede kaldığını, halini hatırını sordu. Dağhan, Hacer hanım ve Gizem’de kafeteryadaydılar. Dağhan, Necdet ve Mahmut Ali’ye çay verip yemek için masa hazırlayan Hacer hanım ve Gizem’e yardım etti. Hep beraber yemeğe geçtiler, neşeli bir sohbetle bitirdiler yemeklerini. Kafeteryada, bir masa müşteri vardı. Hacer hanım ve Gizem işlerini bitirip çıktılar. Dağhan’da izin isteyip çıktı.
Saat:22. 25
Necdet ve Mahmut Ali’de, biraz daha sohbet ettikten sonra kafeteryayı kapattılar.
BÖLÜM 4
HABERCİNİN CESEDİ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.