Sessiz Dünyamın Sesleri
Sahildeyim. Yürüyorum, elimde çakıl taşı.
Sıkıyorum acımasızca suçsuz günahsız çakıl taşını, sesi soluğu çıkmadan, aman dilemeden.
Sıkılıyorum.
Gökyüzü öyle umarsızca bakıyor bana, elimde çakıl taşı.
Ağlıyorum, denizler ağlıyor benim için.
Susuyorlar aniden, ne olduğunu anlamadan içimdeki kan gölünü görüp biraz korkarca. Dalgalarını beyaz köpüklerine sarıp diplere göndererek usulca beni izliyorlar bir çocuk saflığında.
Dokunsalar sıkıntım daha da demlenecek. Hep böyle kalacak diye susuyorlar; hoyrat, korkusuz, delice çıldırmışlık bir yaşamdan.
Deniz mavisi sevgi gözlerimden, yürek acısı gözyaşlarım damlıyor kendi yolunu bularak aşağıya.
Sahildeyim. Yürümüyorum, gözleri yuvasından fırlamış çakıl taşı.
Bırakıyorum avuçlarımdan suçsuz günahsız çakıl taşını özgürlüğüne, zavallı çakıl taşını.
Oturuyorum, sessiz dünyamda sesleri arayarak.
Seslerini duyuyorum sesimi keserek.
“Tamam, bu Reşat Nuri; görüyorum onu, dudaklarından eksik etmediği sigarası ve tebessümü ile.”
Biliyor musun diye soruyor bana Reşat Nuri: “ Kan Davası’ndaki Ömer’i, Çalıkuşu’ndaki Feride’yi, Yeşil Gece’deki Şahin Efendi’yi, Acımak’taki Zehra’yı.”
“Evet diyorum! Evet diyorum!” bembeyaz bir karanlığın içinde yürekleri ışıtan sesimle.
“Tanımaz mıyım, tanımaz mıyım !!!...”
“Tanırım onları, hem de öğrencilerimle birlikte.”
Anadolu ile ilgilenmenin sözde kaldığını anlatan, Kan Davası’ndaki Ömer’i.
Zeyniler’deki Anadolu’nun ilk genç kız öğretmeni, Çalıkuşu’ndaki Feride’yi.
Anadolu’da kendi okulunu onaran ikinci genç kız öğretmeni, Acımak’taki Zehra’yı.
Tanımaz mıyım, tanımaz mıyım !!!...
“Tanırım onları, hem de öğrencilerimle birlikte.”
Bilgisiz din adamlarına ve softalara karşı savaşım veren, Yeşil Gece’deki Şahin Efendi’yi; tanımaz mıyım, tanımaz olur muyum hiç ?!
“Tanırım onları, hem de öğrencilerimle birlikte.”
Sahildeyim, oturuyorum maviyle yeşilin kucak kucağa olduğu sessiz dünyamdaki seslerle konuşarak.
Yüreğim ısınıyor yavaş yavaş, lavanta kokusu ile bezenmiş yaprakları duyumsayarak.
Yaprakların arasından sevinin coşkusu ile kaç defa okuduğumu unutarak Yahya Kemal’in İstanbul’unu o saf Türkçesiyle öğreniyorum.
Halikarnas’ı tanıyorum, Halikarnas Balıkçısı’ndan.
Ankara’nın en sevilen şeyinin İstanbul’a dönüş olduğunu duyuyorum Yahya Kemal’den.
Vatanı, hürriyeti Namık Kemal’in kızı Hürriyet’e yazdığı mektuplardan benliğime yer ediyorum.
Açlık duygusunu bana en iyi Orhan Kemal anlatıyor.
Burgaz Adasını; yalnızlık, aylaklık ve doğa öykücüsü Sait Faik resmediyor.
Samim Kocagöz, Sadri Ertem, İlhami Bekir, Asım Bezirci, Sabahattin Ali, Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Necati Cumalı, Şair Nigar Hanım, Adalet Ağaoğlu, Haldun Taner daha niceleri, sessiz dünyamın sesleri bana neler öğretiyorlar, neler.
Yüreğimin sıkıntısı demir alıyor, kararmış yüreğimi aydınlatarak.
Sessiz dünyamın sesleri beni yüreklendiriyor.
Okuyorum çıldırmışçasına lavanta kokulu yaprakları. Yüreğim serinliyor, içim açılıyor lavanta kokularıyla.
Kâh Aşiyan’a çekiliyorum, kâh Bursa Mahpusanesine giriyorum, kâh Bayrağımın güzelliğini görüyorum.
Çukurova’yı tanıyorum Yaşar Kemal’le. Pamuk ırgatlarını, ağaları, zulme başkaldıran İnce Memed’i tanıyorum Yaşar Kemal’le.
Cahit’le Anadolu’yu, Karacaoğlan’la seviyi, doğayı tanıyorum.
Tanıyorum yurdumu, yurdumun insanlarını.
Sessiz dünyamın sesleri beni yüreklendiriyor.
Lavanta kokulu yapraklar beni tutsak alıyor, özgürlük verirken.
Daha hâlâ sahildeyim, oturduğum yerdeyim. Yok, artık elimde ezilmekten can çekişen çakıl taşı.
Dalgalarını beyaz köpüklerine sarıp diplere gönderen denize bakarak düşlüyorum.
Tomurcukları henüz patlamış akasyaların her tarafa özgürlük beyazlığını dağıtacağı günü düşlüyorum.
Düşlüyorum; herkesin elindeki lavanta kokulu yaprakları.
Düşlüyorum; özgürlüğümüzü, aydınlanma çağımızı.
Düşlüyorum; Menemen’de dirilen Kubilay’ı.
Düşlüyorum; Samsun’dan doğan Güneşi.
Düşlüyorum; 1923 Cumhuriyetimizi.
Düşlüyorum; Kuvay-ı Milliye ruhunu.
Bunlar gerçekleşecek ne kadar lavanta kokulu okunursa, biliyorum umut dolu yüreğimle.
Artık sahilde oturmak istemiyorum; oturduğum yerden olanca hızımla kalkıyorum, düşlerimin düş olmaktan çıkması için, elimde aman dilemekten korkan çakıl taşı olmadan.
Sessiz dünyamın sesleri beni yüreklendiriyor.
Damarlarımdaki kelebek özgürlüğündeki kanın heyecanı ile açıyorum kütüphanemi, her sabah yaptığım gibi; hep yaşam dolu, düşlerimin filizleri için.
Diyap Ağa ile Mustafa Kemal karşılıyor beni ilk önce.
“Oku ki; düşüncelerin olsun!”
“Yaz ki; düşüncelerin kalıcı olsun!”
“Konuş ki; düşünceleri herkesin olsun!” sözleriyle birlikte.
Ben sabahleyin kütüphanemi açıyorum; hep yaşam dolu, düşlerimin filizleri için. Bana Cemil Ersöz günaydın diyor, Nurullah Ataç hoş geldiniz diyor, Yaşar Kemal hatırımı soruyor, Yakup Kadri Yaban’ı okumam için sabırsızlanıyor, Orhan Veli şiir güzelliği ile bana bakıyor ve Mustafa Kemal Cumhuriyeti nasıl kurduğunu anlatıyor.
Sahilde değilim artık; hep yaşam dolu, düşlerimin filizleri için kütüphanedeyim.
“Onların beyinleri savunmasızdı, düşünceleriyse çırılçıplak... Karanlık sadece bir teneffüs sürecekti, onlar için.”
Yürümüyorum, elimde çakıl taşı.
Sıkmıyorum acımasızca suçsuz günahsız çakıl taşını.
Sıkılmıyorum.
Gökyüzü öyle umarsızca bakmıyor bana, elimde çakıl taşı da yok artık.
Ağlamıyorum, denizler de ağlamıyor benim için.
üçok suat 24ağustos2003
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.