- 882 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aforoz Zadeler
-Beytullah abi bizim mahallenin en edepli, hayatı nizamlı ve bolca da okumuş, tahsil yapmış gençlerinden biriydi. Çocukken onun gibi adamların yanında bulunmayı, akşam televizyonda verilen dünya kupası maçlarından daha heyecanlı bulurduk. Bir başka, aşka bir başka dokunmuş gibiydi sesleri. Hele Beytullah abinin yanında beraber gelen Urfalı Nizamettin abi vardı ki, okuduğu aşrlara hayran kalırdık. Tabi zamanla muhabbet ehli dağıldı. Ne Beytullah abi kaldı mahallede, ne Nizamettin abi, ne de Abdulganiler, Mevlanalar… Bir yanım eksik kalmıştı bir zaman sonra. Hayatın gerçekleriyle karşılaşmak için, onların ille de gitmesi mi gerekiyordu? Ah her suale cevap bulunabilseydi, zaten dünyada insanlar ferahfeza yaşayabilirlerdi.
Onlar gittikten sonra, beraber olduğumuz arkadaşlarda da yontulmalar, değişmeler başlamıştı. Koskoca sohbet ehlinden uzaklaşan, daha bıyığı yeni terlemiş gençler, ellerine aldıkları ilk biralarla resim çektiriyor, arkadaşlarına hava atıyorlardı. Hatta bir keresinde cami de bile içerim demişti birisi de, o densizi zor engellemişti yanındaki samimi arkadaşı. ‘Hey gidi günler’ demenin manasını o zamandan iyi anlar olmuştum. Mazi nedense ‘Hey gidi günler’ için örülmüş motifler gibiydi. ‘Ak akçe, kara gün için’dir ya, öyle de ak geçmiş, şimdinin kötülüklerini bertaraf etmek de kullanılıyordu. Ama eski doku bozulmuştu bir kere. Örümceğin mağara önündeki ağı bozulmuş, güvercin yuvasından zorla uçurulmuş ve taşlar uçurumdan yuvarlanmıştı. Hava atıyordu arkadaşlar; kimi sürdüğü araba, kimi çıktığı güzel bir kız, kimi de… Of, söyletmek zorunda mısın bana şimdi bunları?
-Abi, ne güzel dinliyorum işte! Sen anlat, bütün mahalle toplansa, doymayız inan bu sohbetine!
-Nerede kalmıştık? Hah, bir fırıncı vardı. Aslında fırıncı denmez de, poğaçacı diyelim biz. Severdik kendisini. İyi de yapardı, maşallah lezzetli olurdu yaptığı unlu mamuller. Sonra bu poğaçaları alıp, bir park bulurduk kuytu bir yerde, bankın üzerine bakardık; kuruysa otururduk üzerini silip ve de yanımızdaki arkadaş yeme işlemi bittikten sonra da sigarasını yakardı. Tabi, o zamanlar sevmezdik sigarayı filan, hem şimdi de pek sevdiğimiz söylenmez! Zevkten içmeye vakit kalmıyor, hayat hep zemheri sanki! Sonra bu arkadaşlarla aramızda eski günlere dair sohbetler geçerdi. Konuşurduk, bahislerimiz pek çok olduğu için sıkılmazdık aslında. Ama bir mevzu vardı ki, hangi arkadaş bu konuyu açsa, herkesten derin bir oflama sesi duyulurdu.
-Neydi abi, sebep neydi?
-Ne olacak, tabi ki insan! İnsanlar… Kahpelikler, vefasızlıklar ve de… Ve de söyletme beni işte, biliyorsundur sen de insan demenin ne olduğunu. İnsan iftiraya uğraşmışsa, gururu kırılmışsa, ne yaparsan yap, o adamı tutamazsın yerinde. O sigara içen arkadaş da öyleydi. Daha yeni başlamıştı sigara içmeye. Üzeri kokardı da, bir o yana bir bu yana kaçardı, bendeniz zat-ı paykub.
-İlahi abi!
-İlahi nedir be kardeşim? İlahi kelimesi kusurludur dostum. İlahi ne demek? Manasına haiz midir acep ilmin, bilgin?
-Yok abi, tövbe mi desem, Allah baba affeder mi beni acaba?
-Ah kardeşim, kusuruna ait bir şey ise, ki ben bilemem bunu, Allah bilir, o affeder, etmez; ben nasıl bileyim! Yalnız, O’nun merhameti sonsuzdur. İlahi ‘Ey Allah’ım’ manasında kullanılan bir duadır. Sen birisine, örneğin ‘İlahi Ahmet’ dediğin anda, ne demeyi arzularsın ki acep? ‘Ey Allah’ım Ahmet!’ ne kadar mantıklı bir sesleniş olabilir ki? Hem Allah lafzının ardınca ‘baba’ kelimesi de kullanılmaz. Bu Hıristiyan dinini tahrif eden insanların sonradan ortaya çıkardıkları bir kavram! Biz, Müslümanlar bunu böyle kullanırsak, dinimiz şeairlerine uygun olmaz. Maksadımızı aşmış oluruz. Evvelen bir konuyu incelediğimizde, o konu hakkında determinist gibi İslam ile alakası var mı, yok mu bakmamız ve sonra da şer’î olmasını arzu etmemiz lazım!
-Maşallah be abi, ne çok şey biliyorsun. Ne güzel konuşuyorsun!
-Ah kardeşim, ah! Söylediklerimiz güzel ise, yalnız ve yalnız Allah’ın (c.c.) adı ve şanı olduğu içindir. O olmaz ise bir konuda, makamda, O’nun adı söylenmez ise, O’nun isminden kaçınılırsa ve farklı tanımlar bulunup, O’na seslenilirse, O’nu gücendirmiş oluruz. Hiçbir usta, hiçbir mucit, yaptığı eserin farklı adlarla anılmasını ister mi? Herkes kendi koyduğu ismin geçerli olmasını ister. Biz de bundan dolayı her işimizde O’nun adıyla başlamalı, O’nun nimetlerini iyice düşünmeli ve de işimizi hallettikten sonra dahi yine O’nun adını anıp, yolumuza devam etmeliyiz. Biz biçareyiz, biz yoksuluz; bilakis O bütün eksikliklerden tenzih edilmiştir. Gayri kendi etmiştir ama bize söyletmiştir bir nevi. Her çeşit eksiklikten, kusurdan, şerikten uzak bir İlahımız olduğu için, aslında biz insanlar mutlu olmalıyız. Ama yazık ki, kabz dönemlerimiz çok oluyor, sıkışıp kalıyoruz kendi nefislerimizle, kendi hücrelerimizde.
-Telefon çalıyor abi, müsaade edersen konuşayım bir arkadaşla.
-Tabi kardeşim. Müsaade senindir inşallah.
Of, bu adam da ne konuşuyor be! İki saattir kafamın etini çiğnedi, parçaladı ve hatta yedi lan! Az kalsın imansız edip, bizi yola getirmeye çalışacak. İyi ki, telefon çalıyor ayağına uzaklaştım az yanından. Şimdi konuşmuyor gibi durmayayım da, numaraya devam edeyim. Hem yalan değil, akşam halı saha maçından sonra mesire alanına içmeye gideceğiz arkadaşlarla. Maksat bir daha onaylamak gibi olsun.
-He ya baba, akşam aynı saatte! Tamamdır, bizim erzakları unutmayın. Okey, bir eksiklik olmasın bak! Geçen ki gibi bir bokluk çıkmasın.
Lan adamın yanında ‘bok, mok’ diyoruz da, çarpar lan bu adam bizi. Neyse, gülümseyerek
tekrardan yaklaşayım kendisine de, bakalım kafamızı ütüleyecek mi yine!
-Kötü bir şey yoktur inşallah kardeşim. Sinirli gibiydin telefonda.
-Yok be abi, bizim densizler kötü bir şey yapmasın diye uyarıyorum da. Bir pislik çıkmasın dedim, maça gideceğiz de akşam.
-İyi kardeşim, güzelmiş. Spor iyidir, zihni açar.
-Sen de gel be abi bir gün.
-Uzun zamandır değmediği ki top ayağımıza, nasıl oynarım ki? Hem izlemek arzusu bile geçti artık!
-Sen bilirsin abi, çok sağ ol ya güzel sohbetin için. Yine görüşürüz oldu mu? Yolum düşer mekânına.
-Eyvallah kardeşim, Eyvallah. Allaha emanetsin.
Ah be, neden girdim ki şu dükkâna? Başka sigara alacak yer mi yoktu? Neyse Sedat, iyisin yine, iyisin. Paçayı öyle de, böyle de iyi kurtardın. Şimdi eve gitmeden önce işin, şu kızın telefonunu bir daha çaldırmak! En son aradığında kapalıydı telefonu. İnerse aşağı, götür parka, öp, ısır orasını burasını da, az zevk alasın şu zevksiz dünyadan.
Aha, vallahi de çalıyor. Çalıyor. Çalıyor. Ulan ecdadını siktiğimin telefonu, şarjı bitecek zaman mıydı? Neyse, sokaklarına bir girelim de, bakarız artık.
12, 13, 14, 15, 16… Kaçtı lan bu kızın dairesi? Apartman da, apartman değil, han ya! Bodrumunu pislediğim apartmanı, göğe ulaşacak az kalsın. Ustasını sikeyim binanın, ne biçim yapmışlar be! 32 ya, 32. Şimdi hatırladım. Onlarda ne işim varsa benim. ‘Muhittin Kandemir’ ismine bas babam bas, kızını da al, park da bas!
-Kimooo?
‘Kim o mu?’ Japon futbolcu adı gibi oldun lan, hah hah! Kimolanorda? Kimçalıyora? Abora, nara, ata… -Benim, Sedat!
-Sen misin Sedat?
-Kız o ne biçim soru? İşin yoksa gel gezelim az.
-Geliyorum hemen aşkım.
Aşkım ha, vermedin gitti lan altı aydır. Peşinden it gibi koşturuyorum da, evlenmeden olmaz diyorsun. Ulan kızlığını parayla mı aldın, versen ne olacak? Arkadan ver dedim, ona da razı olmadı şebelek!
-Of, bu güzellik için adam öldürülür be!
-Aşkım, çok özledim seni!
-Telefonun niye kapalı be kız?
-Şarj aletini komşuya vermiştik. Alacaktım tam şarj etmek için ki…
-Bir sen bana vermedin gitti ha!
-Efendim aşkım?
-Ben de verdim şarj cihazımı komşuya ama geri aldım canım, hemen geri aldım.
-A a, şarj edemedi mi komşu telefonunu?
-Sana ne be kız! Ne yapacan komşuyu?
-Ne dedin canım?
-Komşu, yapmış dedim. Kendi şarj cihazını bulunca, bize geri vermiş.
-Bizimkisi hemen geri vermedi işte şarj cihazını canım.
-Neyse, neyse gel parka gidelim.
-Babam gelecek ama Sedat!
-E, gelsin. Hiç mi parka gitmedik?
-Kızıyor sonra babam ama.
-Park da ne yapıyoruz canım sanki!
-Ya bir gören olursa?
-Olmaz be kızım, olmaz; hadi gidelim!
…
-Sıkma oramı Sedat!
-Ne oldu kız?
-Geçen de annem bana ağda yapmak istediğini söyledi. Yeni bir alet almışlar, çok da para vermiş kadın. Tam göğsümdeki ufak tüyleri alırken, gördü morlukları, sordu sonra.
-Ne dedin ona?
-Ya ne diyecem Sedat Allah aşkına! Ağrıyor az dedim, bende sıkarken abartmışım dedim.
-İyi demişsin.
-Lütfen, yapma!
-Kız, annen sapık mı? Ne o ikide bir memelerine bakıyor!
-Ama…
-Aması maması yok! Ananın memeleri sıkan yok ki, seninkilerle uğraşıyor belli!
-Çok ayıp Sedat ya!
-Ayıbın yolu kayıp, bir öpücük daha ver bakalım yavrum.
-Ah, acıtıyorsun Sedat!
-Acıyacak; acıya acıya sevilir. Sevmek kolay mı lan?
…
-Bu halısahaya bir daha gelenin yedi ceddini doksan dakika koştursunlar be! Ulan adamı gördünüz mü, ne artistlik taslıyor bize? Sen kimsin lan? Halısahası var diye hava atıyor pezevenk! Ne olmuş yani, bir kişinin parasını vermeyelim deyince dötüne şu şişeyi mi sokuyorlar?
-Sedat, aman diyeyim, iç de öyle sok şişeyi.
-Girer mi lan Avni bu şişe o halısahanın sahibinin dötüne?
-Lan, iç içindekini, öyle sok! Para verdim o kadar, boşa gitmesin melet!
-Gitsin, gitsin be Avni! Şişt, şişt Niyazi! Girer mi lan bu şişe adamın dötüne?
-Başka işiniz mi yok lan, başladınız döt muhabbetine yine!
-Napalım, napalım yani! Adam bizle kaşşak geçiyor.
-Ne geçiyor Sedat?
-Kaşşak!
-O ne lan?
-Sen anlamazsın Seyfi abi? Teyfi abi? Abimmm…Abim kaşağını yiyeyim…
-Ne diyor lan bu densiz? Avni, ne diyor bu ipne yine bize?
-Abi, bırak Sedat’ı ya, aynı hep, bilmiyon mu? Hoppala Niyazi, çiş yapalım, çiş…
-Ne iş?
-Çiş, çiş…
-Kaşşak da yapsın be abi, benim kaşşağı da götürün…
-Densiz iyicene gitti be!
-Yuh atına bindiğimin, devirmiş ipne beş şişeyi yine.
-Haftalık bu puşta gidiyor lan!
-Alacam Niyazi, bırakır mıyım lan bu döte bu biraların parasını?
-Bırakmazsın abi!
-Bırakmam lan tabi! Benim adım Avni, alırım. O kadar!
…
-Niyazi abi, lan Niyazi abiiii?
-Ne anırıyor lan buşt Avni?
-Seni istiyor abisi, bak bakalım ne diyor.
…
-Niyazi abi, kaşağımı ye be!
-Hoşt, densiz! Baban yesin taşağını.
-Ayıp be abi, ayıp Niyazi abi!
-Ne oldu leyn, söyle bakalım?
-Abi, şu aşağıda dükkân var ya hani…
-Hangisi?
-Ya şu sakallı var ya…
-Mehdi Efendi mi?
-Ya o adam öleli aylar oldu! O değil be, şu aşağıda var ya…
-Sinan mı?
-Hah, Sinan abi, ne âlem adam ya!
-Ne oldu hayırdır? Sinan ile ne alakan var?
-Hoppala Sinan, yaz geldi, huppaaa! Ekşi mi oldu la bu biranın tadı?
-Lan gerzek, zaten bira ekşidir.
-Neyse, abi o adam âlim gibi adam be! Evliya mı ne!
-Sinan mı?
-Tarrak Sinan! Hah hah… Hah hah…
-Ağzını topla lan dümbelek! Sinan’a laf söylediğini duymayayım.
-Ne be ya! Adam Alim, alim… Hem iyi bir tarağı da var!
-Fesüp ya Süphane! Densiz, sus lan şerefsiz…
-Ne be ya! Adamı sana övüyoz işte!
-Küfretme lan ona! Tikini kopartırım, domuzlara atarım ha!
-Bi döt daha, a be ya! Ne yani, adam mısın lan sen Avni abi!
-Avni’ye de laf atma lan, ben Niyazi’yim! Söyle, söyleyeceğini bakayım.
-Bana ders verdi ayaküstü adam. Eski günlerden bahsetti.
-Ne günü lan?
-Ne bileyim be ya, eskiden mahallesinde çok iyi adamlar mı ne varmış, onlardan bahsetti. Arkadaşaklarından da bahsetti.
-Bak hele, şerefsizlik yapma deyyuz!
-Size ne oluyor be! Hem size ne abi?
-Uleyn, Avni ile ben onun çocukluk arkadaşıyız. O ortamlarda biz de vardık!
-Demek siz de sofiydiniz ha bir aralar?
-Avni, bu densizi susturmak lazım lan!
-Niyazi, şişeyi kır kafasında, uslansın deli!
-Durun be, damam damam, bir şey demedim.
-Yoo, yaramıza tarak bastın şerefsiz, seni yaralamadan…
-Aha, polis!
-Neyde lan?
-Hoppala, Sedat kaçar!
-Vay ipne, elimizden kaçtı! Uleyn yine içersin bizle bakalım. Daha parasını verecen bunların. Dur hele, dur…
…
Yazar Notu: Gençlik yıllarında, Avni, Niyazi ve Sinan sohbet ortamlarına beraber takılırlardı. Her birinin o zamanlar kanı deli gibi akar, sokaklarda heyecanlı bir şekilde, üç arkadaş dolaşır, muhabbet ettikleri ortamın çevresini genişletmek adına adam toplamaya çalışırlardı. Zaman zaman sohbet konuları ufak risaleciklere yazılır, esnaf esnaf dağıtılırdı. Bu işlerde üç delikanlı da her daim hazır bulunur, her sokağı dolaşır, bir kez uğradıkları esnafa dönüşte yine uğrar, bazen dükkânlardan kovuluncaya kadar ısrarcı olurlardı. Bir zaman sonra Avni ve Niyazi, sohbet ortamlarında bulunan büyüklerden birinin iftirasına uğradılar. İkisi de o aralar sigaraya yeni yeni başlamışlardı ve bunu duyan sohbet ehli insanlar, onlara karşı farklı gözle bakmaya başlamışlardı. Gittikleri dershane içerisinde hırsızlık olayı vuku bulmuş ve bu olay iki delikanlının başına kalmıştı. Uzun bir zaman sonra iftirayı yapan sohbet ehli, yanlış yaptığını anlayıp, özür dilemeye çalışsa da, iki genç çoktan sohbet ortamından uzaklaşmışlardı. Onca emek, onca uğraş boşa gitmişti ve Allah rızası için toplanan insanların, uhuvveti arttırma çabası, tam tersi bir istikamete ibreyi çevirmişti. Her ne kadar sonradan büyükler, bu iki delikanlının geri dönmesi için uğraş vermiş olsalar da,( Sinan’ın gayretleri de buna dâhil!) hiçbir uğraş olumlu netice ile sonuçlanmamıştı. Böylece iki genç, sohbet ortamından uzaklaştıkları gibi, farklı ortamlarda bulunmaya başlamışlar ve hayatları tamamen bambaşka olmaya başlamıştı. Her ne kadar Sinan hâlâ sohbet dairesinde bulunsa da, onu Avni de, Niyazi de çok seviyordu. Bu yüzden Sedat’ın Sinan ile dalga geçmesine izin vermemişlerdi.
Hâsılı, insan ne kadar bilgili de olsan merdî olmanın edep ile vazifede bulunmak olduğunu unutmamalıdır! Kem söz söylemek, doğru da olsa, yanlışı birilerinin yüzüne vurmak, hoş değildir. Sevgi ehli, kalpteki imanı okşamayı bilir. İman, kelam ile okşanır. Konuşacak kelamı bilmiyorsa mürşit –isterse kırk yıl çilede kalsın- susmalıdır. Dokuz değil, on susmalıdır hatta! Konuşacaksa, yol gösterecek ise, biliyorsa zaten lisan-ı hal insanlara derdini anlatır. Çünkü insanlar ‘emr-i bi’l ma’rûf, nehy-i anil münker’ yapayım derken, ‘kaş yapayım derken, göz oyma, çıkarma’ misali, insanların kalplerini daha fena bir şekilde üzmek de ve o muhatap oldukları insanları umutsuzluğa salık eylemektedirler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.