- 511 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEYAZ EKMEK- METAL KAŞIK- BABAM VE KÖY
Köydeyiz yine her yaz olduğu gibi. Beybabam tatilin ilk günü gelmiş Safranbolu’ya “hadi, gidiyoruz !”demiş, bizi köye götürmüştü. Kardeşim de ben de hiç hoşlanmazdık köye gidiyor olmaktan.
Köydeki ekmek karaydı, kaşıklar tahtadandı. Sabahları annem un çorbası yapardı her evde yapıldığı gibi. Yer sofrası kurulurdu dar ve uzun salona. Babaannem metal iki tane kaşık bulmuş, sofraya koymuştu bizim için. Kardeşim ve benim dışımda herkes tahta kaşıkla içiyordu sabah çorbasını. Kim vardı sofrada? Beybabam, babaannem, annem, kardeşim ve ben. Ufacık bir çocuk gibi görünen ama hep baş köşeye oturan beybabam. Biz şehirliydik ya köydeki çocuklar gibi “dede” demezdik. Babaannem, dünya güzeli babaannem… Beybabam ne kadar kara kuru, ufacık bir adamsa babaannem inadına öyle güzel bir kadın. Annem, sanki bu eve gelin alınmakla lütfedilmiş hissettirilen, bana göre çok güzel kadın olan annem. Kardeşim, benim en iyi arkadaşımdı kardeşim . Babam yoktu sofrada. Babam memurdu benim. Ha, deyince gelemezdi köye. O da yaza denk getirirdi tatilini. Köye çok da sık gelmeyen arabaların sesini duyunca koşa koşa harmana gelirdim. Babam da inmiş mi arabadan diye… Ben özlerdim babamı. Elinde filesiyle gördüm mü harmanda, dünyanın en mutlu çocuğu ben olurdum. Beyaz ekmek, fırın ekmeğiydi bir de beni sevindiren. Beyaz ekmeği de özlerdim demek ben. Filede başka ne var hiç umurumda olmazdı çünkü.
Köye yolcu taşıyan minibüsün adı vardı hatırlıyorum: Tonton. Evin erkeklerinin şoför olduğu bir aile. Köyün en sonunda onlar otururlardı. Tonton’a bir kimlik vermişlerdi. Büyük lükstü Tonton’a binmek. Biz pek binmezdik. Babaannem yürüyerek giderdi Cuma’ya. Sırtında taşıyamayacağı kadar çoksa eğer yağ, tuz, şeker o zaman birkaç köylü kadın ortak tutarlardı Tonton’u.
Eski evimizin balkonuna oturur, uzaklardan geçen bir yolu gözlerdik bazen. Ankara yolu, demişti annem. Kamyonların da görüldüğü o yoldan en çok otobüs geçerdi. Yolun bir ucu benim, diğeri kardeşimin olurdu. En çok araba hangi taraftan gelirse o kazanırdı araba oyununu. Bazen benim otobüslerim çok olurdu bazen de kardeşimin. O evin en çok balkonunu severdim. Ha o zaman “balkon” demeyi bilmezdim ben. “Arka” denirdi evdeki o bölmeye. Zaten hiç balkonlu ve yeni evde de oturmamıştık. “Arka” benim için çok önemliydi. Önceki yazdan sakladığım bez bebeklerimi bulurdum orada. Çamur ve küçük dal parçalarıyla yaptığım beşik bazen kurumuş ve kırılmış olurdu. Yeniden yapardık köydeki kızlarla. Küçük kumaş parçalarına ben de artık kundaklanmış bebek görüntüsü verebiliyordum. Anne olmayı o bez bebeklerle öğrenirdi bizim köyde kadınlar.
Erkek çocuklar daha erkekçe oyun oynarlardı. Şofördü hepsi de. Telden tekerlek yaparlar, ortasına kendi boyları kadar uzun ve kalın bir tel bağlarlar, onun da ucuna kocaman bir direksiyon kıvırırlardı. Kimisi o tel arabalara çeşitli süsler de takardı. Tabi korna sesi canlı canlı verilirdi. Babası ilgileniyorsa oğluyla, o çocuğun tekerleği ince telden değil inşaat demirinden kıvrılmış olurdu. Bizim babamız çok seyrek geldiğinden köye hiç bu tür oyunlarımıza katılma fırsatı olmadı tabii.
Özlemeyi çocukluğumda öğrenmişim ben. Köye geldiğimizde babamı özlerdim. Evimize döndüğümde yine özlerdim babamı. Akşamları evde olmadığı için özlerdim. Evdeyken yanına çok sokulamadığım için özlerdim.
AYNUR MUSLU / HAZİRAN 2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.