- 147 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
Adaletin Sahibi Kim? İdeolojilerin Gölgesinde Kaybolan Bir Milletin Uyanışı
Saygıdeğer Milletim!
Bir milletin geleceği, adaletin ve hukukun sağlam temeller üzerine kurulduğu, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir düzen içinde şekillenir. Ancak ülkemizin son otuz yılına bakıldığında, bu idealden ne kadar uzaklaştığımız acı bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Siyasal partiler ve ideolojik anlayışlar, devletin kurumlarını ve işleyişini kendi çıkarlarına göre şekillendirmek adına adeta bir savaş alanı hâline getirmiştir. Bu durum, yalnızca bireylerin özgürlüklerini kısıtlamakla kalmamış, aynı zamanda ülke insanının ortak yaşam alanlarını daraltmış ve toplumsal barışın temelini sarsmıştır.
Bu yazıda, ülkemizin yakın tarihindeki bu çarpıklıklara ışık tutarak, ideal bir yaşam alanı ve hukuk düzeninin nasıl inşa edileceği üzerine bir yol haritası çizmeye çalışacağım. Amacım, sizleri siyasal anlayışların ötesine geçmeye ve evrensel hukuk normlarına dayalı, adaletin her birey için erişilebilir olduğu bir toplumu birlikte inşa etmeye davet etmektir.
1990’lı yıllardan itibaren ülkemizde iktidara gelen her siyasal parti, devletin tüm kurumlarını ve toplumu kendi ideolojilerine göre yeniden şekillendirme çabasına girişmiştir. Bu çaba, her seferinde, siyasal ideolojiyi benimsemeyen geniş halk kesimlerini “vatan haini” ya da “tehdit unsuru” olarak nitelendirmekle sonuçlanmıştır.
Örneğin, 28 Şubat süreci, devlet ideolojisini benimsemeyen geniş halk kitlelerinin sistematik bir şekilde ötekileştirildiği bir dönem olarak tarihe geçti. Başörtüsü yasağı gibi uygulamalarla, toplumun bir kesimi açıkça hedef alınmış, kamusal yaşamdan dışlanmıştır. Eğitimden çalışma hayatına kadar geniş bir alanda uygulanan bu baskılar, toplumun belli bir kesimini devlet düşmanı ilan etme zihniyetinin somut bir örneğiydi.
Aradan geçen yıllar, bu zihniyetin yalnızca şekil değiştirdiğini, ancak özünde aynı kaldığını gösterdi. Bugün, farklı bir ideolojiyi temsil eden kesimler aynı şekilde “ülke düşmanı” olarak yaftalanmakta, onların yaşam alanları daraltılmaktadır. Görünen o ki, siyasal partilerin iktidara geldiklerinde devletin bir sahibi gibi davranması ve kendi
ideolojisi dışındaki herkesi düşman ilan etmesi, değişmeyen bir hastalık hâline gelmiştir.
Bu yaklaşım, yalnızca toplumsal barışı zedelemekle kalmamakta, aynı zamanda devletin tarafsızlığını da yok etmektedir. Oysa devlet, tüm vatandaşlarını kucaklayan bir yapıdır; hiçbir ideolojinin ya da partinin mülkü olamaz.
Devletin gerçek sahibi kimdir? Bu sorunun yanıtı son derece basittir: Devletin sahibi, hukuka uygun yaşayan her vatandaştır. Hiçbir siyasal parti, hiçbir ideoloji, bireylerin devlete olan aidiyetini sorgulama hakkına sahip değildir. Hukukun üstünlüğü, devletin varlığını ve işleyişini meşru kılan en temel ilkedir.
Ancak ülkemizde, hukukun üstünlüğü yerine, siyasal üstünlüğün hâkim olduğu bir düzen inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu düzen, yetkili makamlara gelenlerin kendilerini yasaların üzerinde görmesine yol açarken, sıradan vatandaşların haklarını hiçe sayan bir anlayışı beslemektedir.
Oysa hukuk, yalnızca bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini değil, bireylerin devletle olan ilişkilerini de düzenleyen bir yapıdır. Bir vatandaş, devletin koyduğu yasalara uyduğu sürece, onun yaşam alanı korunmalı ve özgürlüğü garanti altına alınmalıdır. Devletin görevi, yalnızca yasa dışı faaliyetlerde bulunanları cezalandırmak değil, aynı zamanda her vatandaşın hakkını koruyacak adil bir sistem inşa etmektir.
Hukukun ideolojik saplantılarla şekillendirilmesi, yalnızca toplumdaki ayrışmayı derinleştirir ve insanların devlete olan güvenini zedeler. Hukuk, bireylerin yaşam alanlarını daraltan bir araç değil, onları genişleten bir rehber olmalıdır.
Peki, ideal bir yaşam alanını nasıl inşa edebiliriz? Bu sorunun yanıtı, bireylerin siyasal ideolojilere bağımlı olmaktan kurtulmasında ve evrensel hukuk normlarına dayalı bir toplumsal düzenin inşa edilmesinde yatmaktadır.
Hukukun evrensel ilkeleri, tüm bireylerin eşit haklara sahip olduğu ve hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadığı bir sistemi öngörür. Bu sistemde:
Devlet, tarafsız bir hakemdir: Hiçbir ideolojiye bağlı olmayan, yalnızca yasalara dayalı bir yönetim anlayışı hâkimdir.
Vatandaşlar eşittir: Her birey, dini, siyasi görüşü, etnik kökeni ya da yaşam tarzı ne olursa olsun, aynı haklara ve özgürlüklere sahiptir.
Adalet herkes için geçerlidir: Yargı sistemi, bağımsızdır ve tüm bireyler için aynı şekilde işler.
Evrensel hukuk normlarına dayalı bir sistem, aynı zamanda toplumsal birliği ve dayanışmayı güçlendirir. İnsanlar, kendilerini yalnızca belli bir siyasal ideolojinin temsilcisi olarak değil, aynı zamanda bir ülkenin vatandaşı olarak görmeye başlar. Bu da toplumsal çatışmaları azaltır ve ortak bir aidiyet duygusu yaratır.
Ey bu ülkenin asil evlatları,
Hukukun üstünlüğüne dayalı, adil ve özgür bir toplum inşa etmek için birlikte mücadele etme zamanıdır. Siyasal ideolojilerin dar kalıplarından kurtulmalı ve ortak bir gelecek için el ele vermeliyiz.
"Adalet, her bireyin hakkıdır!"
"Devlet halkındır, ideolojilerin değil!"
"Hukukun üstünlüğü, özgürlüğümüzün teminatıdır!"
"Siyasal ayrışmaya son, toplumsal birliğe evet!"
"Adil bir gelecek için birlikte!"
Sevgili ve Kıymetli Milletim!
Geleceğin Türkiye’si, yalnızca hukukun üstünlüğüne dayalı, herkesin eşit haklara sahip olduğu bir toplumda inşa edilebilir. Siyasal ideolojilerin baskısından kurtulmak, evrensel hukuk normlarına sarılmak ve ortak bir geleceği birlikte şekillendirmek için mücadele etmeliyiz. Bu mücadele, yalnızca bizim değil, gelecek nesillerin de hayatını belirleyecek bir mücadeledir.
Gelin, bu ülkenin gerçek sahipleri olarak, adil bir düzen için sesimizi yükseltelim. Hukukun üstünlüğüne dayalı, özgür ve eşit bir Türkiye’yi birlikte inşa edelim!
Bahadır Hataylı/27.11.2024/04.50/Sancaktepe/İST
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.