- 240 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
BİR ANNE GİBİ
Kadın çok yorgun… Bütün gün temizlik yapmış başkasının evinde. Kendi evinde yabancı gibi, üzerine o evin kokusu sinmiş… Evin küçük kızına köyünden hikayeler anlatmış o gün. Küçük bir kızken oynadığı oyunlardan, kuzulardan, yemyeşil bayırlardan söz etmiş.
Kendi evinde çocuklarına anlatamadığı ne varsa boca etmiş o hikayelerin içine. ‘Şimdiki kendi’ne giden yolun ta en başına götürüp gezdirmiş o küçük kızı, koluna takıp dağ bayır… Yıllar önceki o küçük kızla arkadaş etmiş onu. Kendi çocuklarından sakındığı o şeyi vermiş bol kepçe: Sevgisini…
Şimdi çocuk denemeyecek yaşta olan çocuklarının yüzüne hiçbir zaman değmeyen o ışığını göndermiş küçük kıza ta derinlerinden. Henüz gün ortasında, bedeni külçeye dönmemişken, hâlâ tam olarak var olabilirken bulunduğu yerde; yanında yöresinde her kim varsa olduğu gibi ona da en saf, en kendi olan hâlini göstermiş.
Yani bir seçim değil kesinlikle; şimdi çocuklarının yanında daha birkaç saat önceye kadar nerdeyse teninde hissettiği, derinlerinden gelen o nefesi duyamıyor olması… Şimdi ancak yüzeyde kalan yanıyla var olabiliyor ancak. Çok uzun yollar aşmış da tükenmiş gibi nefesi… Derinlere varamıyor artık… Orada, en küçük bir hayat belirtisi olmayan bir havasızlık hâkim şimdi… Mesele zamanlamanın yanlış olması; genelde hep yorgun olduğu, o yorgunlukta kaybolduğu zamanlara denk gelmesi onlarla birlikteliğinin…
“Yine O’na mı gideceksin?!” Sesinde, gidilecek yerin varacağı noktayı gösteren derin bir uçurum… “Düşeceksin!..” diyor ses. “Dur de artık bu kör gidişe!” Ama zamanı tutturamıyor yine. Kızına ne yapması gerektiğini söyleyeceği o vakit değil şimdi.
O uçuruma giden yolun taşları çok önceden dizilmeye başladı. Kendisi pencerelerini siliyordu belki de o anlarda bir evin yine. Başkalarına ait evlerin, yaşamların pencerelerini silip durdu. Kızıyla oğlunun okuluna para yetiştirmek için; akşam yemeğine bir lokma et girsin, kahvaltıda çıkarmak üzere markete gittiğinde en ucuzuna meyletmesin diye peynirin… Birazcık da olsa sefaletin çerçevesinden çıksın o resim; onun kapsamı dışında bir hikayeyi anlatsın…
İşte bunun ne nafile bir çaba olduğunu görüyordu şimdi. Bugün o küçük kıza anlattığı hikayelerden birini anlatsaydı kızına bir gün mesela… İş işten geçmeden önce, kızı tüm yolları tüketmiş kendi yoluna gitmeden yani; çocukluğunun el değmemiş diyarına götürseydi onu… Yorgunluğun örttüğü tüm duyguların teker teker belirdiği taptaze, tamamen dinlenmiş bir yüzle baksaydı ona… Ve gerçekten görebilseydi… o annesizliği gözlerinde… Onu silmeye çalışsaydı biraz da pencerelerin yerine... Didinip dursaydı o gözlere bir anne koymak için… O zaman karışmaya hakkı olurdu işte, tam bir anne gibi…
“Gitme!” derdi o zaman; şimdiki gibi böyle yarı mahçup, duyulur duyulmaz bir sesle değil… daha bir gür perdeden, kararlı bir sesle. “Evli barklı adamdan ne bekliyorsun? Ahını alma o kadının!”
YORUMLAR
Çok doğru bir noktaya değindiniz. Birçok kişi farkında değil. Anne ihmali bir insanın yapabileceği en kötü şeylerden. O çocuk büyüyünce dediğiniz gibi toplumsal zarar saçacak. Sağlıksız bireyler sağlıksız topluma yol açacak. Bu bir yana zaten hiçbir çocuk anne sevgisi olmadan yaşamasın..
Mavilikler
Değerli yorumunuz için teşekkürler…