- 203 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ABLAM EVLÂTLIK OLDU
Babamın teklifine ’’ Ablama bir sorayım ’’ oldu Kemâl amcanın cevabı.
Size daha önce sözünü etmeyi unuttuğum müşterilerimizden biri de kaptan Nuri amcaydı. Babam yaşlarında, oldukça belirgin göbekli, genelde, kaptan kıyafeti ile dolaşan, babamın pek sevmediği biriydi. İstanbul’da, Boğaz’da çalışan gemilerde kaptanlık yapıyormuş. Kendini biraz üstte görenlerden biriydi. Babam, temizlik konusunda, haklı olarak eleştirilse de, çayı genellikle beğenilirdi köyde. kaptan Nuri’ye ise asla çayını beğendiremezdi. Bir gün, iyice bıkmış olacak ki ; ona çok kötü bir oyun oynadı : Çay doldururken kullandığı süzgeçi koyduğu bardakta biriken çay artığı diyeceğimiz sıvıyı, çayına katıp verdi Kaptan Nuri’ye. Cevabı ve tepkisi ne oldu dersiniz ?
- Hah işte ! Çay dediğin böyle olmalı ! Senden ilk defa doğru dürüst bir çay içiyorum ! Bu cevaptan sonra babam, kendini tutamayıp , yaptığını anlatınca, kavga başladı ve sandalyeler havada uçuştu. Diğer müşteriler zor ayırdılar. Hemen hemen herkes, babama hak verdi bu olayda.
Kahvede, ağır şakalar kadar kavgalar da pek eksik olmaz, sandalyeler çok sık havada dolaşırdı. Bazen şaka, bazen oyunda yapılan hileler, bazen de yine oyunlarda edilen küfürler yüzünden kavga çıkardı. Babam en çok veresiye yüzünden kavga ederdi. Yeşil, ahşap camekanın kenarlarına, tebeşirle çizdiği veresiye çayları , çoğu zaman tahsil edemez, bazen de inkâr edenlere de rastlardı. Bu da çoğu zaman kavga sebebi olur, sonunda öfkeyle, hiddetle silmek zorunda kalırdı.
Çay, o zamanlar 15 kuruş, kahve , gazoz 25 kuruş, meyveli gazoz 30 kuruştu. Çayı, bakkaldan, 100 gramlık paketler halinde alırdık. kamelya, Filiz gibi çaylar çok sonraları çıkmaya başladı. Filiz çayı ilk çıktığında, kahvenin camına, renkli el işi kâğıtlarıyla, ’’ Filiz Çay Evi ’’ yazdığımı hatırlıyorum.
Bir hafta kadar sonra, Jeep konvoyu yine kahvemizin önüne yanaştı. Diğer şoförlerle birlikte Burunsuz Kemâl amca da geldi. Beni biraz sevip, hatırımı sorduktan sonra oturdu. Babam , hepsine birer çay dağıtıp, onun davetiyle yanına oturdu. uzun uzun konuştular. Ablası, ablamı evlâtlık olarak almayı kabul etmiş. Annemin yanından getirmek için de bir plan yapmışlar. Planı uygulama görevini de beni vermişler.
Şoförlerden birinin Jeepine bindim ve annemin evine doğru yola çıktık. Hiç istemediği bir suça itilmek üzere olan birinin halindeydim. Hiç de gönüllü değildim bu oyuna ama itiraz etme, yapmama şansım da yoktu. kapıyı çaldığımda, ablam açtı. Saçları annem tarafından örülmüş, önlüğü ve yakasını giymiş, okula gitmeye hazırlanıyor. ( Aynı gün müydü, okula öğleden sonra mı gidiyordu, yoksa başka bir gün sabahtan mı gitmiştim, çok iyi hatırlamıyorum ; özür dilerim . ) Beni görünce sevindi ablam, boynuma sarılıp öptü yanaklarımdan. İçeriden annemin sesi duyuldu :
- Mukaddes, kimmiş kızım gelen ? Ablam, benim geldiğimi söyleyince annem, merakla kapıya koştu. Sarılmadı, öpmedi. Galiba, babamın beni geri gönderdiğinden endişe etmiş olacaktı.
- Hayrola Fikret ; niye geldin ? diye sordu. ben, bana öğretildiği şekilde, rol yapmaya başladım.
- Babam, çok hasta oldu. İlle de ablamı görmek istiyor. İçeriden, bizi duyduğu, dinlediği belli olan İsmail efendinin sesi duyuldu bu kez.
- Yalandır. Sakın gönderme kızı. Geri alacak, göndermeyecek ; benden söylemesi ! Annem de tereddüt etti. Fakat ablam, ısrar edince, boş bulundu ve istemeye istemeye de olsa göndermek zorunda kaldı.
Ablamı alarak, Kurtköy’e doğru yola çıktık. Ablam, ısrarla babamı sordukça, ben susmaya, konuşmamaya çalıştım. Yalan söylemeyi becerememekten korkuyordum. Ablam ise sürekli konuşuyor, sorular soruyordu. Geçtiğimiz köyleri, yerleri soruyordu. Ne kadar yolumuzun kaldığını, ne zaman varacağımızı, yol boyunca sordu durdu. Ben, kem küm, çok kısa cevaplar verdim. Aslında, suçlu olduğumu ele veriyordum. Kim olsa anlardı.
Jeep, kahvenin önüne yanaştığında, acele inip, koşarak kahveye girdi ablam. Babamı görünce sarılıp öpmeye başladı. Babam ona yine kremalı bisküvi ile paşa çayı ikram etti. Babam, Kemâl amca ve ablam aynı masada oturuyorlardı. Ben onlardan biraz uzaktım. Suçumu bilerek, alet edildiğim oyunu izliyordum.
- Bak kızım ; bu Kemâl amcan. İstanbul’da oturan zengin bir ablası var. Seni ona evlâtlık veriyorum. Babam, daha sözünü bile tamamlayamamıştı ki ; kahve ablamın feryadıyla çınlamaya başladı. bağıra bağıra ağlıyordu ablam. Kimse onu susturamadı. O anda, annesinden koparıldığı, ve hayatının belki de en güzel yıllarını annesinden ayrı yaşamak zorunda kalacağı, çoktan içine işlemişti bile. İçinin yangınıydı o çığlıklar. Fakat, engel olamadı, Jeepe bindirilip İstanbul’a doğru yola çıkmasına.
Gücüm olsa, iradem olsa, o anda çıkıp isyan eder, engel olurdum bu duruma. Ama hiç bir şey yapamadım, tek bir söz bile söyleyemedim. Oturduğum yerden kalktığımı bile sanmıyorum.
Şimdiki aklımla diyorum ki ; bu bir çocuk cinayetiydi ve ben bu cinayete ortak edilmiştim. hatta, gerçek faili bendim belki de ! O yüzdendir, yıllarca cezalandırılmış olmam, Çektiklerim, çekeceklerim bu cinayetin karşılığı olmalı. Kimden af dilesem, beni kim affeder, bilmiyorum. Allah affetse, annem affeder mi ? Annem affetse, ablam affeder mi ? Hepsi affetse bile ; ben kendimi affedebilir miyim ?
Henüz on yaşındaydı ablam. O yaşında, annesinden koparılıp, İstanbul’da , zengin bir aileye evlâtlık veriliyordu. Hayatının en güzel yıllarını, annesinden ayrı, hiç tanımadığı insanlarla birlikte yaşayacaktı. Babam, bu olaydan asla pişmanlık duymayacak, ablamı kendisini istemeyen annemden ve tanımadığı üvey babadan kurtarmış sayacaktı.
Bir çocuğu, annesinden koparmak o kadar basit bir şey midir ? Sen anneni, küçücük bir çocukken kaybettiğinde, az mı yüreğin yanmıştı babacığım ? Hiç mi aklına gelmedi, hiç mi hissetmedin öyle bir yürek yangınını ?
Fikret TEZEL
-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.