- 283 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YASEMİN KOKUSU
YASEMİN KOKUSU
Murat yıllardan sonra Kuzey Kıbrıs’a yeniden gitmek için son hazırlıklarını tamamladı ve işte yüreğinin önlenemez çarpıntılarıyla uçaktaydı. Cam kenarındaki koltukta otururken havalanan uçağın sesi yanında seyre daldığı manzaralar enfesti. Uçak yükseldikçe küçülen her şey bir anda içini titretti. Ruhundaki gerilimle baş edemiyordu, beyni çatlayacaktı sanki, onu bekleyen iyi güzel şeyler miydi? Yoksa çözümlenmesi olanaksız sorunlar mıydı? Bellek odalarında uzaklaştırdığı sevinçler, hüzünler film şeridi gibi gösterimdeydi. İçinin titreyişleriyle, ötelediği duyguların yoğunluğu akışında, kaçınılmaz yenilgiyle konuk oldu onu sarıp sarmalayan anılar yumağına…
Dayısının Kuzey Kıbrıs’ta subaylık görevini yaptığı yıllarda gitmişti ilk kez Kuzey Kıbrıs’a. On beş yıl önce Girne sahilinde Çıkartma plajındaki deniz keyfi yaparken kumsalda tanımıştı onu. Orta boylu, buğday tenli, güler yüzlü, zeytin yeşili iri gözleriyle kaçamak o bakışlar büyülemişti adeta Murat’ı. İki haftalık bir tatil sonunda cevaplayamaya çekindiği duygularla adadan ayrılmak zor oldu. Yasemin’in de onun için derin duygular beslediğine inanmak istiyordu. İstanbul’daki iş yerinde, gün akarken telefonda onunla uzun uzun konuşmak heyecanlandırıyor, düşler dünyasına daldırıyordu. Yasemin de öğretmenlik mesleğine devam ederken Murat ile ilgili düşler kurmaktan kaçınsa da aylar ilerledikçe derin bir tutkuyla ona bağlanmaya başladı. Bahar zamanı Murat’ın Kuzey Kıbrıs’a ikinci kez giderek Yasemin’inle buluşmaları, birbirlerini daha yakından tanıyarak sevmeleri, dillere destan aşk yaşamaları, sevdalığın ateşinde yanmaları…
Yasemin ve Murat çok derin bir aşkla, yasemin kokusunun yaydığı o büyülü tutkuyla sevdalıydılar artık. Paylaştıkları yaşamın hazzında sevgiliydiler. Murat Yasemin’in evine taşınalı altı ay olmuştu. Yasemin’in önceleri çekinceleri vardı elbette. İlk eşi, Londra’ya iş için gitmiş ve daha sonra geri dönmeyince evlilikleri sona ermişti. Kızı Meyra henüz üç aylıkken dul kalmış, yaşamı tek başına üstlenmek zorunda kalmıştı. İlk zamanlar eşinin özlemini yasemin çiçeklerinin kokusunda, düşler kurarak yalnızlık acısını hafifletmeye çalıştı. Her akşam henüz açmamış yasemin goncalarını tek tek toplayıp, iğne üzerine geçirdiği ipliğe dizer sonra da yastığının üzerine koyardı. Bir iki saat sonra yatak odasına koyu bir yasemin kokusu dolardı. Yasemin’e göre; büyülü bir tutkuydu yasemin kokusu. Akşam esintisinde yasemin goncalarını toplamak heyecanlı bir bekleyişti, sevgiye umutlanmaktı. Sevgilinin gelişini beklemek, düşler kurmaktı aşk üzerine, sevdiğiyle tutkular ötesinde mutluluğa yolculuktu tek tek yasemin goncalarını toplamak. Bu nedenle baharda yaseminlerin açmaya başlamasıyla, her akşam hiç aksatmadan iki yüz üç yüz kadar yasemin goncalarını büyük bir hazla toplardı. Yasemin kokusunun verdiği tutkuyla, uyarıcı etkisiyle yaşam bulup aşka umutlanmak çok güzel. Aynı zamanda, yasemin kokusunun stres, depresyon, yorgunluk gibi durumlar için iyileştirici ve rahatlatıcı bir özelliği vardır. Hintlilerin dediği gibi: İlahi umuttu. Aşk kadar yüce ve umut kadar ilahi. Çünkü her aşk yeni bir umuttur arayan ve yaşayan için. Her aşk, aşık yok olup, küllerinden yeniden doğana dek içinde umudu barındırır. Yaseminler gibi yeni bir yaşamın çiçeklenmesi için aşık bir kalp gereklidir. Efsaneye göre, Güneş tanrısı prensesi sevmez görünmüş görünmesine ama yine de Güneş değil midir yaşam veren bu güzel çiçeğe?
Yasemin, güzelliğin, masumiyetin ve saflığın da simgesi olarak kabul ediliyor. Bahar gelir gelmez yasemin goncaları her akşamüzeri açıp kokularını saçıyorlar. Bir efsaneye göre:
“Günlerden bir gün güzeller güzeli bir prenses güneş tanrısına âşık olur. Prenses sonunda cesaretini toplayarak, aşkını ilan eder. Fakat güneş tanrısı güzel prensesten hiç etkilenmemiştir. Ve prensesin aşkını geri çevirir. Bu duruma çok üzülen prenses, üzüntüsünden canına kıyar. Bedeni yakılan prensesin külleri toprağa saçılır. Her saçılan külün yerine yasemin çiçekleri çıkar.
Prenses o kadar üzülmüştür ki, canını yakan güneş tanrısına olan aşkından, gündüzleri açmayı reddederek, şafak vaktine kadar dilediği gibi açıp, etrafa mis kokusunu yayar. Efsane bu ya; Prenses öylesine âşık olmuş ki, küllerinden mis kokulu bir çiçek olarak yeniden doğmuş. Toprağa ekilen küller, toprağın alıcılığı ve kabulleniciliği sayesinde filizlere dönüşmüş. Yasemin, Güneş Tanrısı’na olan aşkı sayesinde hem olmuş hem açmış hem kokmuş.”
Murat ile Yasemin yaşanacak en güzel aşk günlerini çılgınca yaşadılar. *Murat Yasemin* çiftinin simgesi olarak da “My” diyordu Yasemin, en kısa zamanda evlenmeyi düşündüğü erkeğe. Tüm dünyası Murat’tı, yeniden sevmek, sevmeyi sevilmeyi tatmak güçlendirmişti onu. Mutlulukları dillere destan sevdalılardan ötedeydi. Yasemin çiçeği ipliğe dizili, hurma dalına dizili şekliyle; Kıbrıs’ın güzel ritüellerinden biri olarak, halkın buluşma yerleri olan, millet bahçesinde, parklarda sinema önlerinde satılırdı. Geçmiş yıllarda yasemin çiçeği, genç aşıkların birbirlerine, kolye ya da bilezik şeklinde dizili verdikleri en anlamlı, armağandı. Bu kültürle yetiştiği için Yasemin, Genç kızlığından buyana her akşam hiç aksatmadan yasemin goncaları dizerdi. Özgüveni yüksek güçlü bir kadın yapısı vardı ama Murat’ı tanımak onunla sevgili olmak, aşk yaşamak sevda masallarına bahisti denilebilirdi. Bu sıcacık, büyülü aşkın zaman akışında, annesinden gelen telefonla ürktü, ne yapacağını şaşırdı Murat. Annesi İstanbul’a çağırıyordu onu. ‘Anne olmaz, şimdi zamanı değil’, dediyse de annesi yeniden arayıp duygu sömürüsü yaparak, hasta olduğundan bahsetti.
Murat çok üzgün ve çaresiz olarak İstanbul’a uçmak için valiziyle alana girerken, Yasemin’in gözpınarlarındaki buğulanmaları gözlemdi. O da aynı duygusallık içerisindeydi, hani dokunsalar ağlayacaktı. Veda edip kucaklaşmak zor oldu iki sevgilinin. Murat öpücükler göndererek başı arkalarda, alana doğru ilerledi. Yasemin, geçen hafta Murat’ın parmağına taktığı kocaman pırlanta taşlı altın yüzüğe baktı ve sağ elini dudaklarına götürüp öpücükler gönderirken, Murat’ın görüntüsü silindiği halde sol eli havada asılı kaldı öylece…
Murat İstanbul’da hiç beklemediği bir durumla karşılaştı. Annesinin hasta masta olduğu yoktu. Onu etkilemek için yalana baş vurmuştu, çünkü Yasemin’e olan sevdasından, tutkusundan bilgisi vardı. Annesinin bu yalan masalı onu pes perişan etti. Komşusunun kuzeni ile evlenmesi için ısrar ediyordu. Sebep olarak Yasemin’in yaşını ileri sürüyordu. Murat 38 yaşında Yasemin ise tam 40 yaşındaydı. Yasemin’in dul oluşundan çok, çocuğunun olmaması halinde torun koklayamayacak diye yakınıp durdu. Murat bu yakarışlara, akraba baskılarına dayanamayıp annesinin son isteği vurgusuyla yenik düştü. Sade bir törenle Türkân’la evlendi. Bu gelişmeleri Yasemin’e telefon açıp söylemek, anlatmak hiç kolay olmadı. Annesinin Kadıköy’deki dubleks evinde acı dolu beş yıl doldurduktan sonra Türkân onu terk etti. Bir yıl süren mahkeme sonucunda boşandılar. Kapkara düşünceler örümcek ağı gibi hapsetti onu, içine gömülüp içmeye başladı. Hele bu boşanma durumu onu daha da yıktı, yalnızlığın cehennem ateşlerinde hissediyordu kendisini. Aradan geçen dokuz yıla karşın tam olarak toparlayamadı, bir ay önce de emekli oluşu ona iyi hiç gelmedi. Çalışma odasında bilgisayar başında kendini oyalayıp duruyor, sosyal yaşamdan iyice uzaklaşmıştı. Annesi Neyran Hanım da çok üzgündü bu gelişen durumdan, hele hele Türkân’ın kısır olup çocuk yapamaması, koklamayı düşlediği torunu da verememesi… Düşündükçe pişmanlıkla boğuşur olup daha da derin vicdan azabı duymasına neden oluyordu. Öyle ya oğlunun yaşadığı o büyülü aşk masalına saygı duymadan, önem vermeden, önyargıda bulunarak iki sevgiliyi torun koklayacak düşüyle ayırmıştı. Pişmanlık ve vicdan azabı ruh ve duygu dünyasını iyice çökertmiş, oğluna karşı suçlu durumundan affetmiyordu kendisini. Ya Yasemin’in umut dünyası? İkinci kez terkedilmek, ikinci kez güvendiği erkek tarafından yalnızlığa bırakılmak, güven dünyasının yerle bir olup yıkılması!
Neyran Hanım, eski kayıtlardan bulup Yasemin’in evini aradı, telefona çıkan Meyra idi.
“Annemi aramayınız sakın ha! Onu siz mahvettiniz, onu siz öldürdünüz!” diyerek telefonu kapattı. Neyran Hanım devasa bir tokat yemiş gibi şaşırıp yığıldı koltuğun üzerine. Yasemin ölmüş müydü, yoksa canına mı kıymıştı? Bu düşüncelerle yoğrulması, içindeki ateşin çoğalmasıyla üç gün sonra Murat evde yokken yeniden aradı Yasemin’e ait ev telefonunu. Meyra’dan aldığı yanıt bir nebze su serpmiş oldu yüreğine. Yasemin yaşıyordu ama çok hastaymış, bambaşka bir ruh dünyasıyla kimseyle de görüşmek istemiyormuş.
Murat’ın, melankolik depresyon hali, morali bozuk da olsa, acısıyla kavrulurken annesinin ona bir farklı yaklaştığını, ona yardım etme eğilimini fark etti. Annesiyle tartışmayı hiç sevmezdi, bu nedenle annesine sevgi yüklü, affedici bakışlarla bakmakla yetindi. Meyra Hanım cesaret alıp, epeydir oğluyla iletişim kuramamanın tedirginliğiyle ona Yasemin ile son aldığı bilgileri aktardı. Murat adeta donmuştu, çok da şaşkın biçimde yüreğini, bedenini koca bir dağ altında kalmış gibi hissetmişti. Sabahleyin annesi ona yolculuk için hem para hem de Kuzey Kıbrıs’a gidiş bileti uzattığında hala şaşkındı, karmaşık duyguları, ruh dünyasının derin sarsıntıları…
Meyra annesinin Yasemin Çiçeği kokulu evinde yaşıyordu, çok güzel bir anne görünümündeydi. Bir mühendisle evlenmiş, adını ‘Yasemin’ koyduğu, tatlı bir kızı ve mutlu bir yuvası vardı. Murat Bey’i görünce yüreği pare pare oldu yeniden. Ezgin bakışlarla annesini sorunca, ‘ona götüreceğim sizi’ cevabını aldı. Günlerden pazardı ve tam saat 14.00 de özel bir bakımevinin çiçek bezeli bahçesinde buldu kendisini. Az sonra Meyra kolunda annesiyle Murat’ın yanına geldi. Meyra ‘kantinden kahve alacağım’ deyip onları yalnız bıraktı. Yasemin yüzünde dünya acısıyla ve gözlerinde volkan ateşiyle uzun uzun baktı Murat’ın yüzüne. Murat buz gibi olmasına karşın, ruhunda volkan patlamış gibi lav şelalesinde dönerek yandığını hissetti. Yasemin dipdiri, güzelliğinden hiç eksilmemiş, güçlü kadın görünümdeydi. Buna karşın bir yerlerde yenildik, kaybettik sinyali veriyordu sanki beden dili.
-Aaaa tanıdım sizi, sen o adamsın, evet evet o adam! Hiç unutamayacağım o adamsın sen.
Yasemin kokusunu Türkân kokusuna tercih eden o adam…
Yasemin, kantinden elinde kahvelerle dönen kızına dönerek; “kızım ben bugün ev iznine çıkmayacağım”. Meyra annesinin demans hastası olduğuna inanmıyor, inanmak istemiyordu belki de. Geçirdiği ağır travmalar sonucunda kendisine ceza veriyor gibi uzaklaştı sevdiği evinden, yaşam dünyasından. Bakımevinde, resimler çizerek, resim terapisiyle kendini zaman akışına bırakmıştı. Hele hele yasemin cinslerinden farklı farklı yaptığı tablolara bakılırsa…
Murat çok üzgündü, tüm bu olanlardan kendisini sorumlu tuttu, kahretti içinden; annesine boyun eğdiği o yenilgiye kahretti, Türkân’a evet dediği o tarihe kahretti. Hem kendisini hem de Yasemin’i lavlara attığına bir daha tanık oluşu yıktı onu. Adadan ayrılmak için Meyra’ya teşekkür ederken annesini sonsuz bir aşkla hala çok sevdiğini söyledi. Meyra çok üzgündü olumsuzluklar akışında annesinin içine kapanıp yaşama küsmesine. Alev alev, tutku tutku aşkı yaşamak varken, birbirlerini sevmekten, birbirlerinin olmaktan başka istekleri yokken. Nasıl bir yanılgıyla yenilgiye düşmüştü, önce babası Mehmet ve sonrasında Murat…
Akşamüzeri, İstanbul için Ercan havalana giderken, Meyra’nın taksiye binerken ona, son saniyede uzatarak, “annemin anı çantasından” diyerek verdiği küçük turkuaz rengindeki zarfı açtı.
“Mehmet Yasemin kokusunu Türkân kokusuna tercih etti. * My* / Gel gör ki Murat da aynen.
Yasemin kokusunu Türkân kokusuna tercih etti, * My* …
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.