Hayat Devam Ediyor
Şimdiki daireme taşındıktan yaklaşık bir yıl sonraydı ilk kez Britta ile karşılaşmam. Apartmanın alt katındaki çamaşırhanedeğdik. O da benim gibi çamaşır yıkamak için inmişti.
Onunla bir selam üzerine sohbet etmeye başlamıştık. Oysa ben, bulunduğum kattaki bitişik dairede oturanla dahi henüz karşılaşmamıştım. Muhtemelen eve giriş çıkış saatlerimiz farklıydı.
Daha sonraları yolda, cümle kapısında ve yine çamaşırhanede karşılaşır olmuştuk Britta ile. Hemen “hej!” der ve hava durumundan söz ederdi. Ben ona nasılsın? diye sorduğumda; sağlık sorunlarım var, ama şikayet etmemek lazım, derdi ironiyle. Hiçbir zaman sorununun ne olduğunu anlatmazdı. O, onun sınırları dışındaki günlük hayattan söz etmeyi tercih ederdi. Ve konuşmayı seven bir kadındı. Bu belki de yalnız yaşamasından kaynallıydı. Nede olsa insana ihtiyacı vardı.
Britta, benim boyumda sayılırdı. Arkadan bakıldığında seksen yaşlarında göstermiyordu. Düzgün bir vücut yapısı vardı ve bakımlı bir emekliydi. Ağır ağır konuşurdu. Ben konuşurken de büyük bir dikkatle dinlerdi. Yirmi yıl kadar önce Türkiye’ye gittiğini, Kapadokya’yı ziyaret ettiğini anlatmıştı bana. İstanbul’a gitmek istediğini, ama ülkenin içinde bulunduğu siyasi durumdan dolayı cesaret edemiyorum, demişti. Demek ki dünyada olup bittiğinden haberdardı.
Bundan yaklaşık yaklaşık dört ay kadar önce karşılaştığımda, tanınmaz hale gelmişti. Aldığı ilaçlardan ve kortizon etkisinden adeta davul gibi şişmiş ve yusyuvarlak bir görünüm almıştı. "A, ne çabuk!"demiştim şaşkınlıkla, kendi kendime. Yüzü doğal rengini yitirmişti ve beyaz bir patiska gibi pürüzldü. Konuşması ekstrem bir şekilde ağırlaşmıştı. Ağır ağır ve yürüteçten destek alarak yürüyordu. Kedi işini kendi yapamadığından, her gün evine yardım gönderiliyor ve alışverişi yapılıyordu. Evin içinde sıkılmış olmalıydı ki ta bahçeye kadar gelebilmişti. Bankta öylece oturuyordu. Neler düşünüyordu acaba? Yanına gidip hal hatırını sormadan eve gidemezdim. Beni gördüğüne sevinmişti...
Bir oğlu vardı Birtta’nın ve başka bir şehirde yaşıyordu. Oğlunun haberi var mı sağlık durumundan? diye sorduğumda; evet, biliyor. Her fafta aramaya çaılşıyor. Ama gelemez, çok çalışıyor, demişti. Benim yargılama hakkım olmadığından susmuştum.
Enteresan olan, Britta içinde bulunduğu durumdan söz ederken “sıkıntı” olarak söz etmiyordu. İlerleyen yaşın doğal getirisi olarak görüyordu. Bir keresinde gülümseyerek, ah, Heydi, arkadaşlarımla tatillere gidemiyorum artık, diye sitemde bulunmuştu.
Geçen hafta, Birtta ile yıllardır aynı katta oturan Ulla ile cümle kapısında karşılaştım. Hal hatır sorduktan sonra, haberin var mı? Britta öldü, dedi. Donup kaldım. Nasıl olur?, dediysem de Ulla umarsızca devam etti:
- Ciğerleri kaldıramadı yükü!- Biliyordu zaten fazla yaşayamayacağını, dedi.
Sanki çamaşırhanede yıkama derecesinden söz eder gibi diyordu bunu. Ve ardından:
- Onunla nerdeyse hergün görüşüyorduk. Dedim ben ona, gez toz ve keyfine bak, henüz yapabiliyorken... Benimle Avrupa turuna çıkmadı. Kendisine karşı cimrilik yaptı. Şimdi de parası oğluna kaldı, dedi yüzünü buruşturarak.
O son cümleyi söylerken, ses tonunu kısmıştı. Ulla’nın bu sözü üzerine, gözyaşı biriktirmekten vazgeçmişti gözlerim. Ulla’nın bu “rahatlığı” ve anlatım tarzı ruh halimi fazlasıyla etkilemişti.
Eve döndüğümde, Britta’yı düşünmeden yapamadım. Nedense çok hüzünlendim. Sesini duyar gibi oldum kadıcağızın. Nazik ve iyi niyetli bir kadın birdenbire yok olmuştu. Ama hayat ondan bihaber devam ediyordu.
Ve en samimi komşusu Ulla, Britta’nın ölmesinden çok kendi yalnızlığını düşünüyordu. Demek ki böyle oluyordu. Demek ki "ölenle ölünmüyor" dedikleri buydu. Herkes kendi egosunu düşünüyordu. Ve hayat paldır küldür Britta’sız da devam ediyordu.
Olan sadece zavallı Britta’ya olmuştu.
H. Korkmaz Ağustos 2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.