- 539 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Günaydın Benim Nar Çiҫeğim
İyi günler, yüreğimin neşesi, iyi günler canıma can veren ceylan bakışlı meleğim.
İyi günler gönlümün dermanı, gözlerimin güneşi!
İyi akşamlar sevgilim, iyi geceler beni keman teli gibi inleten, edebiyat gibi dillendiren evrenim.
Yaşıma başıma bakmadan yine bir yatsı kahvesiyle seni çağırırken yazıyorum bu mektubu da sana. Hangi dilde yazacağıma karar vermeden önce, verdiğim kararın kararlı azimiyle tuşlara vururken seyrediyorsun vişne çürüğü masamın eğri büğrü görüntüsüne güç veren resimlerine bakarken beni. Ben ki, çocuk coşkunluğunun neşesiyle coşuyorum akşamın ilerleyen saatlerine rağmen.
Yine her zaman ki gibi sana şefkatli cümlelerden daha çok anlam ifade eden yüreğimin sesiyle yazıyorum. Zaman denen olguyla yarışarak. Günü bitirirken, geceye girerken, geceyi ve ay ışığını beynime ışık ederek. Yıldızların gittiği yöne doğru rotamı döndürerek ilerlerken! Sana yazarken kendimi bir dağ eteğinden yamaçları dalgın dalgın seyretmiş gibi bir hale döndürerek düşüncelerimi şekillendiriyor cümleler …
O cümleler, hep seni çağrıştıran bir içeriğin yükünü kuşanmış sözcüklerin yükünü taşıyarak sökün ediyor. Sana bu günkü mektubumda dünya hallerinden, onun gidişatından edindiğim bilgilerin şikayetini yazmayacağım, sadece sevgiyle kuşanmış cümlelerle bayrağımızı yükselterek çağıracağım seni yürekten. Tasavvur edebileceğimizden daha başka, hatta bambaşka oluveren bir yaşamı göze alarak başlatıldığımız bir zorunluluğun sonucu olarak önümüze konmuştur. Yaşam bize her zaman tercih ettiğimiz ve istediğimiz bir özlemin dışında tutarak hep bir „hırslı öğrenci“ gibi sürekli çalışmak gerektiğinin öğretmekten başka bir öğretmenlikte etmiyor zaten.
İyi geceler diyerek, başladığım bu mektubumu, gecenin derinliğinden, ay ışığından aldığım feyzden, gökyüzü bahçesinin içinden yazıyorum seni sevmenin özlemiyle … „Seni seviyorum“ diyebilmenin ağırlığıyla sesleniyor vücut dilim sana! Paylaşmanın gurunu yüreğimde taşıdığım o sarsılmaz inancın gücüyle, sağlam bir yürekle hitap ediyorum, hüzünün yenilmişliğinin melankolik musiki şinasıyla var ediyorum seni. Kendimi bazen bir çocuk gibi hissederek, senin can verdiğin, dosdoğru bir yolda kararlı adımlarla sana geliyorum. Sana beslediğim sevgi çok sıhhatli ve benliğimin üzerine ölü bir ağırlık gibi çökmüş. Bu benimle bütünleşen ağırlık beni bahtiyar eden en derin mutluluktur. Artık ben, senin de tanıdığın bir çocuk olarak ve iki elini de sana uzatarak, gerçek olduğuna inandığı sevgiyi getiriyor o güzel ruhuna …
Bu sabah rastgele kitap okurken Ortaçağ karanlığına karşı özellikle kadınlara karşı yapılan haksızlıkları hazmedemeyerek direnen Harlem’li bir aydın olan Anton van Dale’yle konuştum seni de yanıma alarak. Sen sessizce bizi dinledin, biz seyyah olup Yedi Alemi gezerken. Çok güzel şeyler öğrendim bir kez daha senin huzurunda … Sonra yürüdük, geçenlerde böğürtlen yediğimiz çalılıklar arasında ve oradan da pedalledik bisikletlerimizi yeşil ormanların arasında kendimizi kaybederek. Sonra inandığımız ve inanmadığımız şeyler üzerine sohbet ettik. Yaşamanın anlamını ve onun gerçeğini irdeledik beraber. Güvenmek ve inanmak öyle derin bir bölgedir ki, düşüncelerimiz orada yürüttükleri faaliyet sayesinde tutundukları için bize yön verdikleri muazzamlıkla bizi benliğimizle bütünleştirirler kanısında karar kıldık. Sonra sen birden felsefi bir soru attın ortaya: Ama hangi faaliyet bu? Diye! Bu ise sadece bir tanedir. Doğayla savaşıp onu yaratan doğanın benliğimizi ezerek yoğurduğu bir faaliyettir diye bir cevap bulmaya çalıştık. Bu da bizi şu sonuca ulaştırmaya çalıştı: Acaba biz insanlar yaşama katlanmak yerine onu kendimiz yaratarak yön versek ya da buna kocaman bir „hayır“ diyerek başımızı sallayıp geçmek mi? veya onunla kendimizi anlaşılmaz bir tezatlığa sokarak içinden çıkılmaz hale mi getirsek diyerek ikilemde kaldık. Bu yüzden bir hercümerci kabul etmek ve onu ilk önce kendi içimize yerleştirmek demek olduğu saptamasını yaptık. Oysa bu hercümerci bir hiçtir. Yaşamak ise varolmak veya olmamak. Biz ise bunlardan birisini seçtik varlığımızdan varlık olan gerçeğe dönüşmenin doğayla bütünleştiğini özümüze yerleştirerek eve doğru koyulduk yola …
Ben ise hep yaşamaya olan sarsılmaz inancımla vermiş olduğumuz yaşam savaşından zaferle çıktığımızı ve çıkacağımıza, bizi yıpratmak isteyen olaylara boyun eğmeyeceğimize bir kez daha vurgu yaparak vurdum ruhumu ruhuna. Onu anladık, anlıyoruz, anlayacağız ve anlamaya çalışarak öğreneceğiz. Sadece bu geride bıraktığımız zahmetli günlerin hüznüyle arada sırada bizi süzerek üzmek istesede biz ona asla müsade etmeyeceğiz. Çünkü zafere olan inancımız her yanıyla, bize hem devrimi, hem de evrimi öğreterek yaşatıyor hayatı. O halde düşünelim beraber; günün birinde yaşayacağımız harikulade etkilenmeyi!!!
Mutluyum; ohalde yaşıyorum. Çünkü şu anda, dışarıda gök gürültüsü ve çakan şimşek yaşadığımın bir kanıtıdır benim için. O yüzden mutluyum yine seni düşünerek uykusuz bir gece geçireceğim için. Sana iyi uykular 365 kilometre uzaktan. Ben kitap okuyacağım şimdi müsadenle …
Hasan Hüseyin Arslan - 22.07.2017
Bu yazinin yazilisindan tam üc yil dört gün sonra canim hayat arkadasimi gecirdigi agir bir hastaliktan dolayi kaybettim. Isiklar yoldasi olsun! Seni cok seviyorum "Benim Gül Yanakli Prensesim". Ruhun sad olsun!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.