"Güzel Bir Adam ( ÖYKÜ )" isimli şiir 2.12.2020 16:22:26 Edebiyatdefteri.com Web Zamanında Edebiyatdefteri.com Sunucularına Yüklenmiş/Güncellenmiştir.
Edebiyatdefteri.com sunucularına yüklenen veya güncellenen şiirler web zaman damgası ile işaretlenir. Web zaman damgası ile işaretlenen şiirleri sertifika zamanında yer alan bilgilere göre doğruluğunu taahhüt eder.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Dünyanın dört bir yanında yatırımları, yatları katları olan zengin bir adam, şehrin ileri gelenleri arasında itibarlı biriydi. Taahhüdünde devam eden resmi işlerin, paye kapmış zevatları aydan aya geliyor yardımlaşma adı altında işin akışını teminde kolaylıklar sağlayacaklarını vaat edip, elden cebe hediyelerini alıyor, emellerine ulaştıktan sonra arzı endam ederek boş gelip dolu gidiyorlardı. Şirketlerinde çalışanlar ise maaşlarını aldıkları gibi cabadan ayrıca yılda iki kez maaşlarının iki katı kadar pirim adı altında ikramiye alıyorlardı. Adam, bu saltanatın gidişatından keyif alıyor memnunluk duyuyordu.
İş görüşmeleri için yurt dışı seyahatleri hiç eksik olmuyor sık sık, mahiyetindeki elemanlarla gidip geliyordu. Yine böyle bir yurt dışı seyahati iş toplantısında bu kadar yoğun çalışma ve strese dayanamadı kalp krizi geçirdi. Onu en yakın sağlık merkezine, oradan da tam teşekküllü özel bir hastaneye kaldırdılar. Gerekli tetkikler sonucunda doktorları anjiyo olmasına karar verdiler. Anjiyo sonucunda ameliyat olmasına karar verdiler. Ameliyat başarıyla yapıldı, sonrasında bir gün yoğun bakımda, bir kaç gün de hastanede kaldıktan sonra taburcu edildi.
Yakın dost ve iş arkadaşları, hasta ziyaretini bahane ederek yurt dışını görme arzusuyla yanıp tutuşuyorlardı. Adamın şirketlerinden birisini aracı kılarak uçak biletlerini aldırdılar, en güzel kıyafetlerini giyindiler hayatında hiç uçağa binmeyenler uçağa binip güle oynaya yurt dışına uçtular. Hastaneye en yakın çiçekçiden, daha evvel sekretaryasından öğrendikleri, hastanın en çok sevdiği çiçeklerden buketler yaptırdılar. Hepsinin yüzünde ağlayan adam maskesi vardı, oysa maskenin ardında sırıtıyorlardı. Heyecanla hastaneye girdiler. Danışmanın vermiş olduğu refakatçi eşliğinde hastanın yattığı odaya geldiler. Poliklinik hemşiresi kısa süreli görüşe izin verdi. İkişer ikişer olmak üzere hastayı ziyaret etmiş olmak adına hastaya görünüp, geçmiş olsun dileklerini sundular. Hastanın karşısında timsah gözyaşları döktüler. İltifat ve pof poflara alışık olan adam vaziyetten pekte memnundu. Ne çok sevenim varmış diye düşündü içinden. Adamlarına talimat verdi. Ziyaretime gelenleri, şehrin gezilecek yerlerini gezdirin, hediyelerini alın diye.
Adam, kısa sürede sağlığına kavuşup yurda döndüğünde, yine aynı evaneler hava alanında çiçeklerle karşıladılar. Adam, yine eskisi gibi hayatına kaldığı yerden devam etti. İş seyahatlerini bahane ederek evine arada bir uğrar oldu. Sevgililer edindiği onlara ayrı semtlerde evler açtığı söylentileri ayyuka çıktı. Ne yazık ki evdekiler bu dedikodudan habersizdiler.
Adamın yaşlı annesi, yaşlı gözlerle her akşam geç saatlere kadar oğlunun dönüşünü bekliyor geldiğini görünce de huzur içerisinde uyuyordu. Sabah namazından sonra gün doğana dek, Allahım, oğlumu kötülüklerden vefasız dostlardan onların şerrinden uzak tut diye de hayır dualar ediyordu. Eve geldiği bir günün sabahı, anası ona, oğlum evini ihmal ediyorsun, çocuklarınla ilgilenmiyorsun, bu çaban nereye kadar neyine yetmiyor kazandıkların dedi. Adam, anacığım işlerin akışı öyle. Kahretsin bu günde gitmem lazım dedi. Eşinin yanağından anasının ellerinden öpüp vedalaştı.
Evden çıkar çıkmaz sevgililerinden birine seyahatten döndüğünü telefon ederek bildirdi. Akşam dostlarımızla birlikte rıhtımda ki balıkçı lokantasında yemek yiyeceğiz ona göre giyin ve hazır ol dedi. Oysa eşini böyle bir yemeğe yılda belki bir kez götürmüştü. Yıllarca böyle evi ve sevgilileri arasında birbirlerinden habersiz devam etti gitti.
Eğlence ve gece hayatının esiri olan Adam, eskisi gibi şirketleri ile ilgilenmiyor, yönetim toplantılarına katılmıyordu. Sevgililerini belli oranda şirketlerine ortak ederek, yönetimde onlara yetkiler verdi. Her geçen gün şirketler batağa doğru sürükleniyor, kaynaklar masrafları karşılamıyordu. Olup bitenleri umursamıyordu bile, sorumsuzca yaşamına devam ediyordu.
Kamuda devam eden işlerden birinin, baş yetkilisi zaman zaman, ziyarete geliyor, doğacak yeni işler konusunda bilgi aktarıyor, ardından kibarca yardım adı altında hediye isteğini tavırları ile belli ediyordu. İşlerin sürekliliği için, baş belası yetkilinin istemeyerek de olsa isteklerini karşılıyordu. Viskiler açılıyor, zoraki hoş sohbetler ediliyor, karşılıklı ödünler, üstü kapalı vaatlerde bulunuluyordu.
Baş yetkili, son ziyaretinde hak ettiği yardımı istedi. Ayağına gelen baş yetkilinin yakın zamanda görevden alınacağını, onun da bir üst yetkilisinden öğrenmişti. Bu nedenle istediği hediyeyi ona vermek istemedi bahanelerle geçiştirdi. Baş yetkili, gözlerinin içine delercesine bakarak, kinayeli bir şekilde pekâlâ öyle olsun görüşürüz dedi baş yetkili, kapıyı çarparak uzaklaştı.
Umduğunu alamadığı için kinlenen baş yetkili, Adam hangi bankadan kredi kullanmışsa o bankanın müdürlerini, malzeme aldığı iş yerlerinin patronlarını, yetmedi bir de yaptıkları işlerden alacaklı olan yüklenici ve taşeronları da aradı. Durumunun kötü olduğunu batmak üzere olduğunu, adamın tüm alacaklılarına duyurdu. Baş yetkilinin bu davranışı yüzünden, alacaklarının üzerine temlik konulmasına sebep oldu. Alacaklıların alacaklarını ödeyemez duruma düştü. Baş yetkilinin iftirası yüzünden iflasın eşiğine kadar geldi. Şahsına ait mal varlıklarının dahi haczedilmesine sebep oldu. Bu sonuçtan doğan zarardan dost bildikleri de etkilendi. Sevgili değirmenin suyu kesilir kesilmez terk ettiler. Önünde ceketlerini ilikleyen, sahte tavırlarla saygı gösteren adamları da hep birlikte tavır koydular. Diğer çalışanlarından aşçıları ve hizmetkârları, tazminat alacakları için dava açtılar. Daha evvel iflasa doğru sürüklenirken adamın karışı mali müşavirleri tarafından uyarılmıştı. Anlaşmalı boşanmaya ikna etmişlerdi. Karısının üzerinde bulunan mülk, gayri mülk ve mücevherlerini kurtarması için. Karısı, evini ihmal ettiği gerekçesi ile adama boşanma davası açtı. Adam, anlaşmalı olarak boşanmayı kabul etti ve bir celsede boşandılar. Kadın, boşanır boşanmaz çocukları ile birlikte evden ayrılmış izini kaybettirmişti.
Yanında uzun yıllar çalışan emektar, Melez dayı ile hanımı Hayriye hanım, adamı terk etmediler, hiç bir talepte de bulunmadılar. Zira bu duruma çok üzüldükleri tavırlarından belliydi. Adamın, kırk beşli yaşlara merdiven dayadığı şakaklarına düşen ağarmadan belli oluyordu. Melez dayı ölen oğluna çok benzediği için, evladı gibi seviyordu. Üstelik oğlunu kaybettikten sonra, dul kalan gelinini maaşa bağlamış, on yedi yaşında lisede okuyan kızının da üniversite dahil eğitim masraflarına ileride karşılaması için Melez dayının banka hesabına yüklü bir para yatırmıştı. Nasıl unuturdu bunları, oğlu gibi çok sevdiği bu adama, ihanet edemezdi, onu bu günlerinde yalnız bırakamazdı. Anca beraber kanca beraber dedi.
Adam, bu yaşlı çiftin durumunun kendi durumundan daha vahim olduğunu dışarıda zor günler geçireceklerini biliyordu. Kara gün için sakladığı paranın bir kısmıyla onlara mütevazı küçük bir ev almayı kafasına koymuştu, en kısa zamanda o evi onlara alarak yerleşmelerini sağladı. O an gözlerinden akan mutluluk yaşlarını elleriyle gizleyerek sildi. Onlarla vedalaşıp ellerini öptü ve hayır dualarını beklediğini söyleyerek yanlarından ayrıldı. Yol boyunca kendi kendine konuşuyordu. Yaptığım hiç bir hayır beni bu kadar mutlu etmemişti. Zor durumdayken bile yardımlaşmak ne güzel, şimdi köyüme huzur içerisinde dönebilirim dedi.
Köye dönüş hazırlıklarına başlamalıydı. Bir kaç gün içerisinde toparlandı, yaşlı anasını da yanına alarak köyün yolunu tuttular. Bir zamanlar anasına, ana sat köyde ki şu para etmez malları dediği aklına geldi. Otobüs kasabaya doğru yol alırken cam kenarından dışarıyı seyreden anasına dönüp, iyi ki beni dinleyip satmadın ana, bak şimdi toprağımıza evimize dönüyoruz dedi. Ana, ne oldum değil ne olacağım demeli oğul dedi. Biz bu hayatta neler gördük neler. Allah kimseyi dara düşürmesin, bak şimdi köyümüze toprağımıza dönüyoruz. Adam, anasına dönerek köyümüzde değirmenli bahçenin dışında neyimiz var ana dedi.
Köyün yamacında beş dönüm bakımsızlıktan ören olmuş bahçe, bahçenin ayakucunda harabeye dönmüş dolaplı un değirmeni, yanında virane olmuş iki katlı kerpiç ev, yıllarca kimin ekip biçtiği bilinmeyen köyün çıkışında yirmi dönüm ahlatlı tarla başka bir şeyimiz de yok oğul dedi.
Kasabaya varmış oradan köye kalkan burunlu otobüse binmişlerdi. Anasının yüzüne bakmadan başı öne eğik halde, ana sen haklıydın hatalarımı görüp seni dinlemeliydim, ama yapamadım. Nefsim beni işimden evimden yurdumdan etti, affet beni ana dedi. Bağışlanacak ne var oğul bu sana ders olsun. Bundan böyle her gördüğünü dost belleme, dost dediğin zor günlerde belli olur, etrafında el pençe duranlar şimdi yoklar artık bak dedi. Yorucu bir yolculuktan sonra, bozkırın ortasında köylerine vardılar. Otobüs köy meydanında yolcularını indirdikten sonra, ana otobüs şoförüne kimlerdensin hiç yabancı gelmedi gözlerin oğul dedi. Şoför kendisini tanıttı. Ana ile akraba olduklarını söyledi. Şoför ananın hatırına onları yükleriyle birlikte yamaçta ki evlerine kadar götürdü.. Ana, biz köyden kimi çağırırız evin temizlenmesi lazım a şoför oğlum dedi. Şoför köye yeni gelen göçmenler var, bu işleri yapıyorlar. Ben şimdi gider söylerim, merak etmeyin birazdan gelirler dedi ve gitti. Eve girdiklerinde her yer yıkık dökük eşyalar tozlanmış viran haldeydi. Göçmen kadınlar geldiler ve hemen işe koyuldular. Akşama kadar oturulacak hale getirdiler. Ana ve oğlunun odasına yataklarını da sermeyi ihmal etmediler. Ayrılırken geç oldu yarın sabah erkenden gelir ince temizliğe girişir mutfağı da temizler yerleştiririz dediler ve gittiler. Ertesi gün de geri kalan işleri tamamlayıp iki günlük yevmi yelerini aldılar. Giderken, ana ihtiyacın olursa yolun başında karaların evinde oturuyoruz, haber gönder bir çırpıda geliriz dediler. Temizlik işlerinden sonra akraba ve komşular hoş geldin ziyaretine geldiler.
Artık işin ucundan tutma vakti gelmişti. Söyle ana işe nereden başlayayım dedi. Ana, su dolabı, çarkı, taşı tamir edilecek ki değirmen çalışsın. Sonra evin onarımını yaptır oğul dedi. Şammal ustayı bul o her işin üstesinden gelir. Rahmetli babanın dayısının oğlu ve de can dostudur. İki eli kanda olsa gelir yapar, yapamıyorsa adamını bulur yaptırır. Suyun özüne gidip su arkının dölekleştirmesi için söyle amele bulsun. Damda yuvağımız vardı. Damı ot bürümüştür, ot tiremi gevşetir, otlarının yolunup yuvaklanması sıkıştırılması lazım. Çörtenleri çürümüş kış gelmeden yerine yeniisini koymak lazım. Şammal emmin Hıdırın Ali’yi bulsun, onun traktörü var tarlayı sürsün. Yeğenim hacca akrabadan kimi bulursa toplaşıp bahçeyi bellesinler ağaçların kuruyan dallarını ve kuruyanları kessinler. Bu işleri bi hallette şu ahir ömrümde bi evlat günü göreyim. Hadi bakiyim koçum yiğit oğlum benim, işin rast gele dedi.
Adam anacığının dediklerini kısa sürede harfiyen yerine getirdi. Rahmetli babasının yıllar evvel elinin altında bulunsun diye değirmenin deposuna koyduğu bir çift yedek öğütme taşını, çarkını, dolap tahtalarını, lazım olacak alet edevat ne varsa hepsini, baba dostu Şammal emmiye teslim etti. Şammal emmi, önce değirmeni çalışır hale getrtip suyunu bağlattı, evin damındaki otları temizlettirdi. Kabaran tiremini ıslattırıp yuvaklattırdı. Çürüyen çörtenlerin yerine yenisini taktırdı. Evi onararak oturulacak hale getirdi. Yeğen Hacca akrabadan kim varsa bulup getirdi. Bahçeyi bir güzel belleyerek ayrık otundan kurtardılar. Ağaçların kuruyan dallarını ayıkladılar. Bahçe duvarında açılan gedikleri kuru dallarla tıkayarak abat ettiler. Ana her birinin haşlıklarını vererek teşekkür etti.
Şammal emmi, yaz günlerinde un öğütmeye değirmene gelenler soluklansın, kış günlerinde zahire taşıyan hayvanlar yağmurdan, kardan soğuktan korunsunlar diye. su dolabından, evin tamirinden artakalan tahta ve kalaslardan değirmenin önüne gölgelik yaptı. Şammal emminin emeğine karşılık adam para teklif etti. Şammal emmi adama dönerek hey evlat baban rahmetli halamın oğluydu, biz dayı hala çocuğuyuz el gibi değiliz, aileden gelen bir hukukumuz var, senden para almam olur mu hiç. İki kıl çuval buğdayımı öğütürüm ödeşiriz dedi. Adam Şammal emminin elini öptü ve selametle dedi ve uğurladı.
Hıdır Ali, traktörü ile tarlayı sürdü, emeğine karşılık para almadı. Traktörün yaktığı mazota karşılık, armutlarınız olgunlaşmıştı bir sepet armudunuzu aldım gerisi helal olsun dedi. Yeğen hacca bahçeyi akraba kızlarıyla üç günde toparlayıp tertemiz ettiler. Gedik tamirinden artan kuru dalları otları çalı çırpı yapıp bahçenin ayakucunda boş bir havuzda yaktılar. Ateş yanarken de etrafında bir güzel oynayarak kurtlarını döktüler. Sebze havuzlarının ağızlarını açarak suyun girişini sağladılar. Değirmenden gelen avara suyu havuzlara salarak sebze ekilecek toprağı kanıncaya kadar suladılar. Su içen ve dibi bellenen kaysı, elma, kiraz ve diğer meyve ağaçları yaz ortaları olmasına rağmen sanki birden canlandı. Had da bazıları şaşırıp güz çiçeği açtılar. Yılların bakımsızlığını susuzluğunu unutup sanki taze gelin gibi salım salım sallandılar.
Ağustosun sonlarına doğru köylü hasadını kaldırdı, samanlıklar çoktan samanla dolduruldu. Güz gelmişti. Mevsimin son ürünleri de ambarlarda yerini aldı. Köylülerden kimileri salça, bulgur, pekmez kaynatırken, kimileride bu işleri bitirmiş imece usulü kışlık yufka ekmek yapmaya başlamıştı.
Adam da, işlerini toparlamış köy kahvesinde, edindiği akraba ve ahbaplarıyla sohbet ediyor, oyun oynuyor, ince belli bardaktan demli çayını içiyor keyifleniyordu. Sohbetlerde bulunan, köyün en yaşlısı Himmet Emmi, adama bakarak, yahu arkadaş baban rahmetli alaburs tıraşı, elinde fötr şapkası, sırtında geniş omuzlu çizgili lacivert ceketi, içinde beyaz yakasız mintanı, ceketin kumaşından duble paçalı pantolonu, ayağında el yapımı gıcırdayan iskarpiniyle, köyün en yakışıklı delikanlısıydı. Köyün en güzel kızını da o almıştı. Bayramlarda anan Rabia hanımı koluna takar bayramcı gezerdi. Ne güzel adamdı be, bir bakan bir daha dönüp bakardı. Biz o ana kadar kadınlarımızı hiç kolumuza takmaz hep arkamızdan gelmelerini tembihlerdik. Rahmetli baban bize örnek oldu, bizde baban gibi hanımlarımızı kolumuza takar olduk. Bayramlarda onun gibi giyinme yarışına girerdik. Unuttum söylemeyi sen köye ilk geldiğinde inan olsun seni baban sandımdı. Ne kadar çok benziyorsun baban rahmetliye dedi.
Himmet emminin, o kalabalıkta babası hakkında söyledikleri, adamı gururlandırmıştı. Demek babama çok benziyorum. Sohbetin hitamında, Himmet emmiye dönerek çay paraları benden, keşke çaylar gelmeden önce anlatsaydın hepinize kahve söylerdim, müsaade ederseniz evin yolunu tutayım dedi. Kafasına koymuştu ilk işi o elbiseyi bulup giymekti. Evin en mutena yeri olan yüklük evinde, beyaz hümayundan oya işlemeli örtü içinde, anasının yıllarca sakladığı elbiseyi ve fötr şapkayla mintanını çıkardı. Geniş omuzlu, şal yakalı kravüze ceketli takım elbisenin modası geçmiş olmasına rağmen aldırmadı bile, bir çırpıda giyindi. Sanki ölçülerime göre dikilmiş gibi dedi. Kendi kendine, hey rahmetli koca bey babam, bak oğlun tıpkı sen. Fötr şapkayı da başına geçirdi. Anasının gençken kullandığı oyma ağaç çerçeveli yarım boy aynanın karşısına geçip şöyle bir bakındı. Dondu kaldı, aman Allahım dedi. Fötr şapkanın altından şakaklarının ağardığını fark etmişti. Gözleri doldu. Nerden nereye hey gidi günler dedi…
Anası Rabia hanımın, hüzünle mutluluk arası baygın bakışlarıyla onu izlediğini gördü. Tıpkı babana benzemişsin oğul, rahmetli baban seni bu halinle görseydi seninle iftihar ederdi dedi.
Adam ve anası Rabia Hanım, köylerinde mütevazı yaşamlarını sürdürürlerken yıllar su gibi akıp gitmişti. Hakkında açılan davaların çoğu sonuçlanmış, şehirde bıraktığı tüm malvarlığı alacaklıların alacaklarını karşılamış, bir miktar para artmış ve hesabına yatırılmıştı.
Geçmiş, hayal perdesinde programlanmış iki perdelik bir oyundu sanki. Oynandı ve perde kapandı dedi kendi kendine. İflastan artan ve hesabına yatırılan paranın bir kısmıyla, babasının adına köye modern bir okul yaptırmaya karar verdi. Durumu muhtara anlattı, muhtar da bu kararına sevindi teşekkür etti ve durumu ilçe Milli Eğitim Müdürlüğüne iletti. Milli Eğitim Müdürlüğü Bakanlıktan gerekli müsaadeyi aldı. Köy halkı bu habere sevindiler ve köy kahve hanesinde kutladılar.
Değirmenin ayakucunda bulunan bahçenin bir kısmı tapudan ifrazı yapılarak, Milli Eğitim Müdürlüğüne devredildi. Arsanın üzerine tip projeye göre beş derslikli okul inşaatına başlandı. Köylülerinde imece usulü çalışmaları ve malzeme temininde, nakliye işlerine de yardımcı olmaları sayesinde bir sezonda tamamlandı. Öğretime hazır hale getirildi. Milli Eğitimin ders araç gereçlerini tamamlaması üzerine açılış töreni için, Vali, Kaymakam ve protokolde bulunan umum zevat çağrıldı. Bey İlkokulu ismi adı altında hizmete açıldı. Atanan öğretmenler köye birer birer geldiler.
Adam atmış yaşına basmıştı. Anası ise seksenin üzerindeydi. Büyük şehirden ayrılalı onbeş yılı aşmış olmasına rağmen ne anasını nede kendisini o güne kadar arayıp soran olmamıştı. O zor yıllarda bir celsede ayrıldığı eşi ve iki çocuğu bir kez olsun aramamışlardı. Köye dönüş kararına esas, eşinin başka biri ile evlenerek yurt dışına yerleşmesi idi bunu anasına dahi söylememişti. Mali müşavirinden duymuştu, eski eşinin birisiyle evlenip yurt dışına yerleştiğini, yanında çocuklarını da götürdüğünü. Bu acıyı yıllarca içinde saklayarak yaşamıştı. Bazen gözleri dolduğunda elinin tersiyle gözlerini oğuşturuyor gibi yapıyordu, anası neden ağlıyorsun oğlum bir derdinmi var demesin diye. Geceleri yatağa girdiğinde hep aynı şeyleri düşünüyor aynı şeyleri hayal ediyordu. Çocuklarından büyüğü oğlan, küçüğü kızdı. Neden babalarını aramıyorlardı ki, acaba anneleri mi unutturmuştu. Çocuklara babalarının iflasından sonra kahrından öldüğünü söylemiş olabilirmiydi, onun için mi aramıyorlardı. Kendi kendine mırıldanarak belki dedi. Aklına düştükçe belli etmiyordu ama evlat hasretiyle yanıp tutuşuyordu. Oğlu da kızı da otuz yaşın üzerindeydiler. Evlenip çoluk çocuğa karışmış olduklarını hayal etti. Lüle lüle kıvırcık saçlı sarışın kız torunum, kızımın çocukluğuna benziyorsa. Oğlum, oyuncaklarıyla oynarken iki oğlundan torunları varmıydı. Oğlan sa bana benziyormu diye düşündü.. Ellerini başının üzerine kadar kaldırı, ne zor durumdayım bana yardımını esirgeme Allahım diye dua etti. Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.
Okul öğretim yılının ikinci yarısına başlayalı bir ayı geçmişti bahçede ağaçlar tomurcuklarını hazırlamış cemrenin toprağa düşmesini bekliyorlardı. Köylü ahırda bulunan kemreleri kasnaklarda kerpiç döküp dışarıda kuruma bırakmışlardı. Ortalık mayıs kokuyordu derin bir nefes alarak özlemle içine çekti havayı. Ana, oğluna ey oğul okulda kermes varmış haber geldi senide davet ettiler, bi çırpı gidiver de gel hele dedi. Anası Rabia Hanımın hatırını kırmadı. Kermesin yapıldığı, babasının adına yapılan okula, babasından kalma modası geçmiş kıyafetini giyinerek gitti. Okula vardığında, öğretmenler, bir kısım velilerin ve köy kadınlarının toplanmış olduklarını ve kendisini beklediklerini hademeden öğrendi. Tahta çivili iskarpinini gıcırdatarak toplantı yapılan sınıfa doğru yürüdü. İçeri girdiğinde ayakta karşıladılar. İçlerinden biri hariç. Göz göze geldiler tekerlekli sandalyede oturuyordu, o ana kadar hiç görmediği güzel bakımlı bir hanımefendiydi. Anında etkilenmişti doğrusu. Tekerlekli sandalyesini el yordamıyla hafiften döndürerek, yaklaşıyormuş gibi yaptı ve başıyla adamı selamladı. Adam da, hafiften eğilip tebessüm ederek onu selamladı. Lösemili çocuklar yararına yapılan bu kermeste, köy kadınlarının örmüş yada işlemiş olduğu el emeği göz nuru işlemelerle, köy ürünlerinden yapılmış yiyeceklerdi satışa sunulanlar. Lösemili çocuklar yararına elişi bir şeyler alması iyi olurdu aldı da. Yol boyunca tekerlekli sandalyede oturan o hüzünlü, hanım hanımcık kadında kalmıştı aklı, acaba kim di.
Adam, ertesi gün iş olsun diye değirmenin yedek taşına özel keserle yiv açıyordu. Terlemişti, elinin tersi ile alnındaki teri silmek için başını kaldırdığında, okulun penceresinden, o tekerlekli sandalyede oturan kadının kendisini seyrettiğini gördü. Hiç bu güne kadar hüzünlü bakışlarıyla onu böyle etkileyen olmamıştı. Dalgalı saçlı sarışın, güzel mi güzel temiz yüzlü bu kadın kim di öğrenmeliydi. Hiç görmemiş gibi yine işine devanm etti, bir müddet sonra yine alnının terini bahane ederek baktıysa da göremedi pencereden uzaklaşmıştı.
Bir günün sabahı okulun hademesi, değirmene bir çuval buğday getirdi öğütülmesi için. Adam, hademenin ağzından laf almak uğruna öğütme işini hafiften aldı. Konuyu hep tekerlekli sandalyede oturan hanıma getirdi. Onun kim olduğunu nereden geldiğini, evlimi bekâr mı olduğunu öğrenmeye çalıştı. Hademe cin gibiydi, sorguya çekildiğini bilmiyormuşcasına bildiği her şeyi anlattı. Kadının öğretmen olduğunu, üniversiteyi yurt dışında okuduğunu, endüstri mühendisi olduğunu söyledi. Yurt dışında trafik kazası geçirip sakat kaldığını, eşi ile kazadan sonra uyum sağlayamayıp ayrıldığını, Türkiye’ye döndüğünde iş bulamadığın. Öğretmenlik formasyonu alarak bu köye öğretmen olarak atanmasına kadar hakkında ne varsa hepsini bir bir anlattı. Adam, hademeye belli etmedi ama içinden bir ses onunla tanışmalısın diyordu. Gördüğü ilk andan beri içinde zapt edilemez bir duygu dolup taşıyordu. Okul, bahçeye bitişikti nasıl olsa, her an görebilirdi. Ama niyeti onunla tanışmak onunla tarifsiz bir duyguyu yaşamak, gözlerine doya doya bakmaktı. Tekerlekli sandalyede oturan kadın öğretmende okulun hademesinden adamın kim olduğu, nereden geldiği hakkında detaylı bilgi edindi. Hademe anlattıkça, öğretmen hanıma bir haller oluyor, renkten renge giriyordu. Arada bir, iki dudağının arasından fısıltılı bir şekilde, olamaz hayır olamaz, olamaz diye mırıldanıyordu. Neden olmasın, insan beşer şaşar, belki o değildir dedi kendi kendine. Hademe öğretmen hanımın neden adam hakkında bu kadar bilgi topladığına anlam veremedi. İyi ki anlamamıştı, anlasaydı cümle âleme, birin yanına bin katarak anlatırdı.
Öğretmen hanım, fırsat bulup konuşmalıyım onunla dedi içinden. Anlamıştı onun kim olduğunu. Arada bir gözleri dalıyor ısrarla olamaz olamaz diyordu. O hafta sonu, bir bahaneyle değirmene geldi. Değirmende iş olmayınca yukarıdan dolaba gelen suyun ağzı boş kanala çevrilir, su boşa akmasın diye sulama suyu olarak bahçelerde kullanılırdı. Adam da öyle yaptı suyu boşa aldı. Değirmenin bir köşesinde küçük bir masası vardı, oturmuş kitabını okuyordu. Günaydın dedi kadın öğretmen, kekeleyerek günaydın dedi Adam. Hoş sohbetten sonra kadın öğretmen, siz Melez dayı diye birisini tanıyormusunuz diye sordu. Adam, hayretle nereden icabet etti pek anlayamadım dedi. Kadın öğretmen, hiç öylesine sordum, sizi birisine benzettim galiba unutun lütfen dedi. Adam bir müddet dondu kaldı. Kadın öğretmennin gözlerinin içine bakarak evet tanırım, benim değer verdiğim yakınımdır niye sordunuz dedi. Kadın öğretmen, ben Melez dayının torunu Duygu’yum, bilmem hatırladınız mı, Ailem sizin sayenizde ayakta durdu yıllarca. Beni hiç görmediniz,. Dedemin anlattığına göre, yapmış olduğunuz yardımla tahsilimi sayenizde tamamladım. Üniversiteyi okudum dedi. Adam, beni size çeken bir şeyin olduğunu biliyordum dedi.. Dedesi Melez dayıyı, babaannesi Hayriye teyzeyi ve kendi annesinin nasıl olduklarını sordu. Duygu öğretmen, hepsi de hakkın rahmetine kavuştular. Siz Lakap olarak Melez Dayı dersiniz de, o benim Kemal dedemdi. Beş hafta oldu hakkın rahmetine kavuşalı. O sabah bir daha uyanmadı uykusundan dedi.
Günler geçtikçe bir birlerine daha da yakınlaştılar. Adam, Duygu öğretmeni anasıyla tanıştırdı. Duygu otuz beş yaşında, adam atmış yaşındaydı. Adam evlenme teklif etti, Duygu öğretmen memnuniyetle kabul etti. Kısa sürede mütevazı bir törenle evlendiler.
Evliliklerinin üzerinden iki yıl geçmişti. Vilayete teftiş için bir bakanın geleceği şayiası duyuldu. O gün geldi çattı, zira bakan gelmişti. Vali Bakan beye bilgilendirme verdi. Lüzumlu ziyaretler yapıldıktan sonra validen bir köyü sordu, köyden de bir adamı. Vali emriniz olur sayın bakanım o köylüyü bulup getiririz efendim dedi. Bakan hayır ben ona gideceğim ve yerinde göreceğim yerini bulup bildirsinler yeter dedi. Aman efendim olur mu biz onu bulur getiririz dediyse de dinletemedi.
Bakan arabası koruma aracı eşliğinde köye girdi, ardında oluşan konvoyla. Köy meydanına sığmadı gelen araçlar ve ziyaretçiler. Çoğu arabasını köyün dışında bırakıp yürüyerek köy meydanına geldiler. bakanı köy muhtarı ve azaları karşıladı, davul zurna eşliğinde. Muhtar değirmende ki Adama haber gönderdi hazır olması için. Adam, koskoca bakanın kendisini görmeye gelişine bir anlam veremedi. Acaba yaptığım işlerde bir sıkıntımı varda beni görmek istiyor dedi kendi kendine. Muhtarı umursamadı bile, gelirse gelsin benim bakanla ne işim olur bu saatten sonra dedi. Davete ikna edemeyen muhtar yol boyunca adamı çekiştirdi. Senin ayağına kadar bakan gelecek sen yerinden kıpramayacaksın tövbe tövbe dedi.
Bakan, köylüye köy meydanında konuşma yaptı. Köyün ihtiyaçları dile getirildi. Bakandan söz alındı. Muhtar mihmandarlık yaparak, bakan ve zevatı okulun arkasında bulunan değirmene götürdü. Değirmene varıldığında bakan arabası içeri alındı. Dut ağacının altındaki kamelyanın önünde durdu. Arabasından iner inmez değirmene doğru yürüdü. Oradakilere adamı sordu değirmenin içerisinde çalıştığını söylediler. Değirmenden içeri girdi. adam, elinde anahtar çarka ayar veriyordu. Göz göze geldiler. Bakan adamın gözünün içine sevgi dolu bakarak selam verdi. Buyurun bakan bey hoş geldiniz, bu mekânda oturulacak yer un çuvalıdır, bizde una saygı var nihayeti ekmektir oturmayız, arzu ederseniz dışarıda kamelyada ağırlayayım sizi, buyurun efendim dedi. Bakan, nasıl münasip görürseniz efendim ARİF BEY, keyif duyarım dedi. Adam Arif Bey, hayretler içerisinde kaldı. Nasıl olurdu köyde ismiyle anılmaz lakaplarıyla anılırdı.
Kamelyanın altına bir masa konulmuş, kollu ahşap sandalyeler tedarik edilmişti. Bakan, Arif beyi konuşturmak için söz yöneltiyor, konuşurken hayran, hayran gözlerinin içine tebessümle bakıyor onu can kulağıyla dinliyordu.
Muhtar daha evvel gözleme, ayran hazırlattırmıştı afiyetle yenildi içildi. Evden bir uğultu koptu, orta yaşta bir kadın, yaşlı bir kadının elini tutmuş kamelyaya gelmesi için rica ediyor, korumalar içerisi yeteri kadar dolu lütfen ısrar etmeyin diye rica ediyorlardı. Yaşlı kadın, ben bu değirmenin sahibi orada konuşan adamın anasıyım bırakın beni dedi yüksek sesle. Bakan, kamelyaya doğru ilerlemeye çalışan, korumaların müsaade etmediği yaşlı kadını ı görür görmez tanıdı ve gözleri doldu. Daha fazla dayanamayıp yerinden kalktı, hızla yaşlı kadına doğru yürüdü. Orada bulunan zevat ne olduğunu bir türlü anlayamadı. Babaannem, babaannem benim dedi ellerini defalarca öptü bağrına basarak kucakladı. Yaşlı kadın ne olduğunu anlayamadı. Ağlıyor o da bakanı öpüp kucaklıyordu. Arif Bey dili tutulmuş halde. Sen, sen, sen benim, benim oğlum oğlumsun ha. Sen Ahmet misin Ahmedim misin diyor, hüngür hüngür ağlıyordu. Cümle zevat gözyaşlarını gizleyemediler onlarda ağladılar.
Bakan Ahmet, bir kaç gün değirmende kaybettiğini sandığı ailesi ile hasret giderdi. Babasının eşi, cici anne Duygunun çocukluk arkadaşı olduğunu öğrendi. Tesadüflere şaşıp kaldı.
Babası Arif Bey, iki erkek bir kız olmak üzere üç torununu defalarca öpüyor kucaklıyordu. Gelininin, doçent doktor olarak üniversite hastanesinde kalp uzmanı olarak çalıştığını öğrendiğinde onunla gurur duydu. Ablasının uluslar arası bir şirkette avukat olarak çalıştığını, bir mühendisle evli ve dünya tatlısı iki kızının olduğunu öğrenince adeta mutluluktan uçuyordu. Velhasıl kalabalık bir ailesinin olduğunu öğrendi.
Arif Bey, daha fazla dayanamayıp oğlu Ahmet Beye dönerek, annen nerde oğlum ondan hiç bahsetmedin diye sordu. Bakan Ahmet, annem esasında senden kâğıt üzerinde boşandı, hiç evlenmedi baba dedi. Nasıl yani hiç evlenmedi ne demek dedi Arif Bey. Bakan Ahmet Bey babasına dinle baba dedi, cici annem Duygunun dedesi Kemal dayı yani Melez dayı vardı ya. Annem o sıkıntılı günlerinizde akıl almak için ona gitmiş. Melez dayı annemi yeğeni avukat Zeki beye götürmüş. Cici anne Duygu Zeki dayım mı diye hayrettendi.
Avukat Zeki Bey, şirketlerinin mali müşaviri ile konuşup beraberce bir senaryo uydurmuşlar. Zeki bey, anneme derhal boşanma davası açman gerekiyor. Üzerinde bulunan mal ve varlıklarınla hayatını yurt dışında devam ettirirsin bu iflastan da zarar görmez, çocuklarının tahsilini yaptırırsın demiş. Aynen öyle olmuş baba. Annem seni hiç unutmadı bize de unutturmadı, baba sevgisine hasret kaldık ama hiç unutmadık. Bir ara anneme aşırı yüklenmiştik, illaki babamızı görmek istiyoruz yurdumuza dönelim diye, bir gün böyle bir istekte bulunacağımıza hazırlıklıydı galiba, annem. O yıllarda bir iş adamı boğaz köprüsünden atlayarak intihar etmiş, isim ve soyadın aynen tutuyormuş. Sakladığı gazeteyi önümüze atarak çocuklar babanız öldü unutun artık size söylemek istemezdim ama gerçek bu, beni mecbur ettiniz demişti bizde inanmıştık. Yurda dönüşümüzden sonra bir müddet memur olarak çalıştım. İstifa edip siyasete atıldım. İki ay önce bir hastane teftişinde dâhiliye koğuşunda hasta ziyaretim esnasında yaşlı bir adamın başucunda yaşlı bir kadının refakatçi olduğunu gördüm. Ayaklarım onlara doğru çekti beni. Hatırını sorarken göz göze geldiğimizde, bizim emektar Melez dayıyı ve hanımı olduğunu gördüm. Onları o koğuştan aldırarak özel odaya çıkarttım. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi baba. Melez dayı konuşamıyordu ama bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, senin yaşadığını hanımı Hayriye teyze söyledi. Baban babaannenle birlikte ta o yıllarda köyüne döndü. Bizde köye dönüşünden sonra bir daha görmedik. Git bul evlat dedi. Melez dayı birkaç hafta sonrada vefat etti. Cenazesi ile ilgilendim. .
Bakan, bir kaç günün sonunda bulduğu ailesi ile vedalaştı. Makam arabasına binerek Başkente doğru hareket etmeden önce, arabasının camını indirip, baba sana yakın bir zamanda sürpriz yapacağım unutma dedi. Konvoyuyla birlikte köyün tozlu yolunda gözden kayboldu.
Bakan Ahmet gideli aylar olmuştu, haftada bir kaç kez babaannesini, babasını arıyordu. Torunlarıyla konuşturuyordu. Çocukların okulu, işleri bahanesi oluyordu. Dedelerine çocuklarını kavuşturamadığına üzülüyordu.
Bu arada cici anne bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Adını ipek koydu babaannesi. Adam, kıvırcık saçlı torunlarını hayal ederken kendi kıvırcık saçlı kızı ile oynaştı. Bu arada ipek bebek bir yaşını doldurmuştu.
Bir bahar günü kuşluk vakti dört kişilik aile, kamelyada kahvaltılarını yaparlarken aniden bir motor gürültüsü etrafı toz dumana katarak yaklaştı. Cici anne Duygu tahta beşikte uyuyan ipek bebeğin yüzünü tülbentle örttü tozdan etkilenmesin diye. Büyükçe bir karavan bahçeden içeri girdi, Karavandan önce Bakan Ahmet, eşi ile üç çocuğu, ardından Ablası, eşi ve dünya tatlısı ikiz kızları indi.
Bakan Ahmet öğütlemişti sanki gelenleri, sıraya girdiler. Bakan yönünü karavana çevirdi, sıradakilerde yönlerini karavana çevirdiler. Bakan dikkat komutu verdi.
Karavandan beyaz saçlı nur yüzlü bir kadın indi. Kamelyaya doğru ilerleyip önce kayın validesinin elini, hal hatırdan sonra sevdiği Adam Arif Beyi yanaklarından hasretle öptü. Ardından cici anne Duyguyu kucakladı. Gözü fotoğraflarından tanıdığı ipek bebeği aradı, nerede benim küçük bebeğim dedi. Beşikte uyuyan İpek bebek uyanmıştı zaten, onu kucağına aldı. Geçmiş günlerin hasretine öptü öptü.
Bakan Ahmet'in annesi, karavan önünde hizada bekleyen aile fertlerine yönünü dönerek sırayla dedi, gelinim ardından kızım ve damadım, sonra boy sırasına göre torunlarım haydi;
Önce büyük babaanneniz Rabia Hanımın, ardından şu Güzel Bir Adam olan dedeniz Arif Beyin elini öpmeye marş marş dedi. 260814 mcicek
Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.