"KARAYILAN'IN GERÇEK HİKAYESİ" isimli şiir 6.10.2018 23:12:33 Edebiyatdefteri.com Web Zamanında Edebiyatdefteri.com Sunucularına Yüklenmiş/Güncellenmiştir.
Edebiyatdefteri.com sunucularına yüklenen veya güncellenen şiirler web zaman damgası ile işaretlenir. Web zaman damgası ile işaretlenen şiirleri sertifika zamanında yer alan bilgilere göre doğruluğunu taahhüt eder.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Ateşi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanın üzerinde.
Dedi Nafiz
Ateşi ve ihaneti gördük Ve ıslanan gözlerimizle oturduk Bu dünyanın üstünde.
Demiş Nazım
Yıl 1918 Teşrinlerinde, İzmir 919 Mayısında Ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar; Mayıs ortalarından Haziran ortalarına kadar Yani tütün kırma mevsimi, yani, arpalar biçilip buğdaya başlanırken yuvarlandılar.
Di Yor Nafiz Yıl 1920, Kış aylarında, Ocak ortalarından, Şubat ortalarına kadar, Karlar erimeye başlamadan, Yani,ekinler daha göcek olmadan, Yani sürülerimize daha çayır bulmadan, Yani, dereler, çaylar daha sularla dolmadan, Yürüdü vatan üzerine düşman dört bir yandan… Çullandı akbabalar, Antep üzerine dört bir yönden…
Demiş Nazım
Adana Antep, Urfa, Maraş: Düşmüş dövüşüyordu…
Dedi Nafiz
Adana, Antep, Urfa, Maraş; Kalkmış vuruşuyordu…
Demiş Nazım
Ateşi ve ihaneti gördük, Ve kanlı bankerler pazarında Memleketi Alman’a satanlar, Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar Düştüler can kaygusuna ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından karanlığa karışarak basıp gittiler.
Türkistan’a, Günün doğduğu yöne gitmiştir. Doğu ; aydınlıktır. Akın da, Cihat ta aydınlıktır.
Memleket yastaydı, Balkan Dağları’ndan sonra, O, Kafkas’taydı… Sonra geçildi Hazar, Yol alındı azar azar… Son yer Himalaya-Pamir’di... Maksat, Yıkıkları biraz tamirdi… Savaştı… Savaştı… Nice düşman birliklerini Çiğnedi aştı.
Bir gün oldu, Bir boş zaman buldu… Uygun ortam kolladı, Hatununa bir name* yolladı…
* Name ; Mektup, ÖZKAN, Erdal “Çılgın Osmanlılar” s. 97-99
“ Sevgili Naciye …Sen yazdığın mektubunda bana serzenişte bulunmuş, kılıç ve harbi sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmediğimi yazmışsın. Söylediğin pek yalan değil. Ben hiçbir şeyi değil, sadece seni seviyorum Diyemem. Desem de yalan olur.Fakat sen de bilirsin ki, benim hakkımda yanlış söylentiler yapan bir kısım bedbahtların iddia ettikleri gibi, zengin olmak veya kendi hakimiyetimi kurmak için gelmedim. Gerçekten beni senden koparıp buralara kadar sürükleyen, Cenab-ı Hakk’ın omuzlarıma yüklediği kutsi bir vazifedir. Bu ise cihad vazifesidir. ......... Senin öyle bir hayat arkadaşın var ki, O’nun sana olan aşkını Allah’a olan aşkına feda edecek kadar kuvvetli bir imanı var. ……… Sakın kocana bu harp meydanından Sağ salim kurtulup gelmesi için dua etmeyesin. ……… Bir kimse rahat yatağında ölmektense, Şehit olarak ölmeye gayret etmeli. ……… Bu arada benim senden ilk isteğim, Çocuklarımın da asker yetiştirilmesi ve onların da vakti gelince İslam’a hizmet için harp meydanlarına gönderilmesi. ……… İkinci bir arzum daha vardı ; O da Mustafa Kemal Paşa ile ilgilidir. O’nun başarıya ulaşması için hiçbir yardımı esirgeme. Zira o’nu Allah bu memleketi düşmandan kurtarmak Ve korumak için göndermiştir. ……… Naciye, Şimdi senden ayrılma zamanı geldi. Allah nasip ederse, Seninle bir daha hiç ayrılmamak üzere Cennet-i alada buluşacağız. Haydi, Allahaısmarladık…”
Bir kurban bayramıydı. İlk günün sabahıydı. Toplandılar selamlaştılar, Birbirleriyle bayramlaştılar. Enver, Bir Devletment’e bir ufuklara baktı. İçinden, ılık bir duygu aktı… “Hey! Turan Yurdu Balcevan, Sana kurban bu can…” … Birden ta uzaklardan silah sesleri duyuldu. Enver ve atlıları hemen yola koyuldu… Tam Yirmibeş atlıydılar, Hepsi ak bahtlıydılar… Kurtlar gibi atıldılar, Aslanlar gibi saldırdılar, Ne ölümden korktular ne aldırdılar… Geçtiler çayırları, Tırmandılar bayırları… Tırmandılar Doru Çeğan yokuşuna, Aldırmadılar Abu Derya akışına… Silah sesinin yerini aramalı, İşte taradı birinci taramalı… Hepsi yalın kılıçtılar, Bir kaçı uçmağa uçtular… Enver’in atı Derviş, Allah asalet vermiş, Böyle çok cenkler görmüş, Son mermi boşa patladı, Enver’in atı, Birinci cepheye atladı. Düşman askeri pustu. Birinci taramalı sustu… Başka var mı derken, Onlar davrandı erken… İkinci taramalıdan kurşunlar saçıldı… At üstündeki cigitler bir bir biçildi…
Düşmana bir atıldı. Taramalıya çok az kaldı. Lakin Derviş yara aldı… Enver’in de gözleri karardı, daldı… Bir haller geldi başına, Tutundu eyerin kaşına… Derviş kendini son bir topladı, Paşasıyla birlikte cennete hopladı… Kimse kalmamıştı Türk’ten, İkinci taramalı da sustu… Taramalının başında, Tetik çeken Rus’tu…
“…………………………………………… Yırtıcılar az yaşar…Uzun sürmez doğanlık… Her ışığın ardında gizlidir karanlık, Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık; Göz kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir.
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de güneş gibi parlayıp sönmemektir, Bunun için ölüme bir atılış gerektir. Atıldıktan sonra bir daha dönmemektir…H.N.Atsız ”
Ahmet Mithat Paşa’ya mektup bıraktı, Okuyanların içini yaktı…
“…milletten kaçmadığını, millete karşı hesap vermek üzere geri geleceğini, gerekirse mahkemeye de çıkacağını…”
Almanlar’ın orada gidip yatmadı… Kefeni boğazından çıkarıp atmadı… Vurulacağı kendisine söylendi de, Gene de davasını satmadı… Gene de mücadeleyi bırakmadı…
15 Mart 1921 yılı Berlin sokakları… Ve sonra ; O’nun da ömür süresi doldu, Sonra olanlar oldu…
Enver Paşa Ve Talat Paşa gibi O’nun da ; Çöküşte bile hayalleri büyüktü… Lakin felaketler de büyüktü… Süreci tamamlanmıştı cihan devletinin, Bu devlet zaten çöküktü… O da ; Rahat yaşayıp rahat ölmedi… O da pek gülmedi… Verimli çağlarında, Tiflis Dağları’nda, Bolşevik yönetiminde, Rus denetiminde… Zamanın bilinen kirli elleri, Yanında bir de yaveri… 21 Temmuz 1922’de, Yaz mevsimi, Havalar da çok sıcak… O’nu da öldüren bir Taşnak… Sen ardındaki oyuna bak…
Uzun uzun anlatmayacağım ömrünü, Sadece yazacağım son iki gününü
Senin hayranın yazar*dan naklen…
“………………….. ………………….. ………………………..”
Düştüler can kaygusuna ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından karanlığa karışarak basıp gittiler.
Karanlık, kuzey demektir Türkler’de, Anadolu’nun kuzeyindedir Moskova, O halde, Asıl karanlığı sorarsan Moskova…
Karanlığa kim basıp gitmiştir?... Kim yan gelip yatarak yaşamış Ve kim rahat yatarak ölmüştür?
İşte yoldaşlar, sordum ben sorumu Okuyanlara bırakıyorum yorumu…
Demiş Nazım
Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet, en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat, dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat, iki kat soyulmamak için.
Dedi Nafiz
“Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet, En azılı düvellerle dövüşüyordu fakat, Dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat, İki kat soyulmamak için.”
Demiş Nazım
Ateşi ve ihaneti gördük, Murat nehri, Canik dağları ve Fırat, Yeşilırmak, Kızılırmak, Gültepe, Tilbaşer ovası, gördü uzun dişli İngiliz’i.
Dedi Nafiz
“Ateşi ve ihaneti gördük, Murat nehri, Canik dağları ve Fırat, Yeşilırmak, Kızılırmak, Gültepe, Tilbaşer ovası, Gördü uzun dişli İngiliz’i.”
Bu dediklerine, Katılıyorum Nazım, Dilinin varmadıklarını, Söylemek lazım…
Iğdır, Ardahan, Kars’ı, Daha ötede Kafkas’ı, Muş, Erzurum’u, Uzakta, Diyar-ı Rum’u, Bitlis, Bingöl’ü, Zap Suyu, Van Gölü, Ağrı Dağı, Kaçkarlar, Civan, Nahcivan, Alt yanda Van,
Balkanlar, Bolkarlar, Aras, Çoruh, Tuna, Meriç, Trakya Ovası, Gördü büyük pençeli, Uzun tırnaklı Rus’u… Burası atlanmış doğrusu…
Demiş Nazım
Ve Aksu’yla Köpsu, Karagöl’le, Söğüt Gölü, ve gümüş basamaklı türbesinde yatan büyük, aşık ölü, şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.
Dedi Nafiz
“Ve Aksu’yla Köpsu, Karagöl’le, Söğüt Gölü, Ve gümüş basamaklı türbesinde yatan Büyük, aşık ölü, Şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.”
Ve Tuna’yla Meriç, Büyük Çekmece Gölü’yle, Van Gölü, Ve asırlık çınarların arasında, Küçük kubbeli türbesinde yatan, Büyük aşık, şaman, En iyi Müslüman, Sarı Saltık, Sırtı beyaz tüylü Rus’u gördü…
Demiş Nazım
Ve Çukurova, kıyasıya düzlük, uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya Ve Seyhan ve Ceyhan ve kara gözlü Yörük kızı, gördü mavi üniformalı Fransız’ı.
Dedi Nafiz
“Ve Çukurova, Kıyasıya düzlük, Uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya Ve Seyhan ve Ceyhan Ve kara gözlü Yörük kızı, Gördü mavi üniformalı Fransız’ı.”
Ve Pasinler Ovası, Alabildiğine düzlük, Yarlar, kayalar, yaylalar alabildiğine, Ve Tortum ve Çoruh, Ve gök gözlü Dadaş kızı, Gördü, mor! giysili, Kara ruhlu, Beyaz Rus’u…
Demiş Nazım
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte. Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu ve ağalar: Bağdasar ağa’dan Kellesi Büyük Mehmet Ağa’ya kadar, düşmanla birlik oldular.
Dedi Nafiz
“Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte” Evet Devam ettik… Sadece onlardan görmedik, “Ben aydınım” diyen Nicelerinden de gördük ateşi ve ihaneti…
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
“Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.” İnsanlar,daha ne garip ihanetler öğrenmekte…
Ömrü boyunca, Ata’nın mezarına, Bir bahar havasında dahi, bir dakika bile uğramayıp, bir dua, bir kelam etmeyenlerin, Lenin’in mezarı başında, Rus diyarlarının kara kışında, Beş dakika esas duruş gösterip! Selam durduklarını! öğrendik…
“Ve devam ettik ihanetler öğrenmekte…”
Ben aydınım, Ben okumuşum diyenlerin, Şuursuzca, Türklük şuuruna saldırmayı Birileri adına görev saydıklarını öğrendik…
Ve devam ettik ateşi ve ihaneti öğrenmekte,
Türk’e ve Türklüğe karşı ;
Talat Paşa’ya ve Cemal Paşa’ya Kurşun sıkan Ermeniler ile, Enver Paşaya kurşun sıkan Ruslar’ın yanında yer alanları gördük. Fransızlar ile Ruslar’ın Aynı safta yer alıp Anadolu’ya, İslamlığa, Ve de Türklüğe saldırdıklarını Görmezlikten gelenleri gördük…
Ve dahi İngiliz’i, Ve dahi İtalyan’ı, Ve dahi Fransız’ı görenlerin, Rusları görmezlikten geldiğini gördük…
Tek sen değildin, Biri daha vardı; Adı ; Hüseyin Nihal O’nun da başına gelmişti bir çok hal… Soyadı ; Atsız’dı… O da yaşıyordu, tahtsızdı… Bilirsin, Senden daha bahtsızdı… Ancak, pes etmiyor, kükrüyordu, Sanırdın ki bir Pars… Kimde vardı ki ondaki hars… Tuttular, kafese tıktılar… Tabutluklara yatırdılar, Ömründen çok şeyler götürdüler… Kendileri bir süre sonra çıktılar… Sonra kükremeye devam, Ne usandı ne bıktılar… Sürgün sürgün, Diyar diyar gezdi… Yine de istediğini yazdı… O da, Ölümü göze aldı, Anadolu’da kaldı…
Bir zaman bir arkadaşın vardı. Bir ara kafanız iyi sardı. Baktı ki MEL* boş iş, Farkına erken vardı, Ve sizin çemberi yardı… O günden sonra o, Hak yoluna vardı… Necip bir milletin evladıydı, Adı ; Necip’ti… Diğer adı ; Fazıl’dı. O’nun da hayatı bir fasıldı. Uyandıktan sonra, İslamlığa asıldı… Artık hatırlarsın; Soyadı da ; Kısakürek Uzun söze ne gerek… O da çileler çekti, Çileli çok şiirler döktü… Fikir, zikir derken, Hayli mesafe aldı, O da, Anadolu’da kaldı…
* MEL ; Marks, Engels, Lenin.
Demiş Nazım
Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp, gelinlerin ırzına geçip, çocukları öldürüp ve istiklali yakıp yıktıkça düşman, dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan ve çığ gibi çoğaldı çeteler
Dedi Nafiz
Haklısın devam et…
Demiş Nazım
ve köylülerden paşalar görüldü, kara donlu köylülerden.
Dedi Nafiz
Hak etmişse olabilir…
Demiş Nazım
Ve bizim tarafa geçenler oldu Tunuslu ve Hintli kölelerden. Ve Türkistanlı Hacı Ahmet, Kısık gözleri, seyrek sakalı, hafif makineli tüfeğiyle dağlarda bir başına dolaştı. Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşamüstü Ve ay ışığında ve yıldız alacasında geceleyin, ne zaman sıkışsa bizimkiler, peyda oluverdi, yerden biter gibi o ve ateş etti ve düşmanı dağıttı ve kayboldu dağlarda yine.
Dedi Nafiz
Ve bizim tarafa geçenler olmamıştır, Duymadım, okumadım, bilmiyorum. Olmuşsa da, Çok az sayıda olmuştur… Bizimkiler sıkışmışsa da, Yine bizimkiler kurtarmıştır bizimkileri. Ve bizimkiler dağıtmıştır düşmanı… Ve bizimkiler kurtarmıştır vatanı… Ve bizimkiler kurutmuştur, Vatanı Satanı…
Dedi Nazım
ateşi ve ihaneti gördük. Dayandık, dayandık her yanda, dayandık İzmir’de, Aydın’da, Adana’da dayandık, dayandık, Urfa, Maraş, Antep’te.
Dedi Nafiz
“Ateşi ve ihaneti gördük. Dayandık, Dayandık her yanda”
Saydığın yerlerde dayandık. Dayandık daha bir çok yerde. Çevirdiler bizi her yerden, Yine dayandık.
ve Arap kısrağının üstünde taze yeşil selvi gibi ince dururlar.
Dedi Nafiz
Ve Türk atının üzerinde, (Türk atının tarihine bakmak lazım) Selviye benzettiğin için sağol, Lakin, Antepliler’in, Kartlaşmış, sararmış, Kütümez söğüt ağacına benzeyenleri de vardır…
karayılan karayılan olmazdan önce antep köylüklerinde ırgattı. belki rahatsızdı, belki rahattı, bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular, yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar. yiğitlik atla, silahla olur, onun atı, silahı toprağı yoktu. boynu yine böyle çöp gibi ince ve böyle kocaman kafalıydı karayılan karayılan olmazdan önce.
Dedi Nafiz
Karayılan, Karayılan olmazdan önce Antep ve Maraş dağlıklarında, Obasının başındaydı… Birilerinin tarlasının başında değildi… Değildi ırgat. Oymağına reisti. Altına döşek açılırdı kat kat… Otururdu rahat rahat… - Düşünmeğe de bol bol vakti vardı -
Rahattı, fakat, Diyorsun ki “belki rahatsızdı” Diyorum ki, Bil ki rahatsızdı… Dışardan; Dünyanın En alçak güçlerinin Memleketi sarıp sarışından, İçerden; Yurdun her yanında olduğu gibi, Antep’ten Malatya’ya kadar Eşkiyaların kasıp kavuruşundan, İşbirlikçilerden, Şundan bundan Rahatsızdı…
Korkak bir tarla sıçanı olamazdı. Erkek bir Yörük beyi İdi... O’nun toprağa da ihtiyacı yoktu. Çünkü; bol sürüleri vardı. Karayılan, Taa Şark Cephesi’nden beri yiğitti, Kara yağız bir Türkmen yiğidi… İdi…. Gazi İdi… Korkak bir tarla sıçanı değil İdi… O’na doğuda kurşun sıkan Rus’tu.. Uzun dişli İngiliz, Mavi giysili Fransız Ve de
Horoz tüylü İtalyan gibi, Türk’ün varlığına kasteden Ve en az onlar kadar sömürgeci, Dünyanın, En az onlar kadar alçak gücü; Rus… Urus’tu… Varlığımıza kasteden, Karayılan’ıma kurşun sıkan, İşte bildiğin, O Rus bu…
Karayılan, Koca kafalı… Hadi olsun… Ancak, Boynu ince değil, kalındı… O her Türk yiğidi gibi, Kendi işini kendi görürdü… Öylede oldu…
Karayılan, Rahattı… Ne yazık ki, Karayılan rahatsızdı… Rahatlık o’na battı… Rahatını bir kenara attı Çifte döşeğin üstünde oturuyordu, Elinde, Dededen kalma kaması, Öyle düşünüp duruyordu… Karar verdi yekindi, Ayağa kalktı, dik durdu Ve silkindi..
Doğrudur, “Yiğitlik, atla,… silahla olur…” Bizim oralarda; Yük için kullanılır, Beygirler vardır…. Karayılan da İndirdi beygirin semerini, Bindirdi atın eyerini…
Karayılan’ın, Beygiri oldu atı, Kaması oldu pusatı…
Demiş Nazım
Düşman antep’e girince Antepliler onu Korkusunu saklayan Bir fıstık ağacından alıp indirdiler.
Dedi Nafiz
Biz Antep Elleri’nde, Birilerinin korkusunu saklayan Hiçbir fıstık ağacına rastlamadık… Duymadık da…
“Yiğit olan, silahşör olan Antepliler” den Mutlaka fıstık ağacına çıkanlar da olmuştur. O fıstık ağaçları da, Onları korkak yapmamıştır! Ben fıstık ağaçlarında çok yiğit gördüm.
…………………………………….. “Düşman Antep’e girmeden önce” …………………. Doğudan, Murat’tan gelen Bozdağlar’ın, Fırat’tan gelen Karadağlar’ın; Maraş Ovaları’na uzattığı, Başlarının arasında yaşıyordu Karayılan… Bu dağların batı belenlerinde; Palamut doruklarının başlarında, Yiğitliklerini alemin bildiği, - Kimseden saklamayan - Oğuz deli kanlılarıyla yaşayan, Türkmen Yörük Beyi idi Karayılan, Düşman Antep’ girmeden önce… …………………………………..
[ italik ] 12-24 Mayıs 2008-20:30 Kocasinan/Bahçelievler/İst. [ /italik ]
Ve atı Ve pusatı Vardı Karayılan’ın, Düşman Antep’ girmeden önce…
Demiş Nazım
Altına bir at çekip eline bir mavzer verdiler.
Dedi Nafiz Ve bir atı Ve de pusatı Vardı Karayılan’ın Düşman Antep’e girmeden önce… Mavzeri de anlatacağım sırası gelince…
Demiş Nazım
Antep çetin yerdir. Kırmızı kayalarda Yeşil kertenkeleler, Sıcak bulutlar dolaşır havada İleri geri…
Dedi Nafiz
Antep zor yerdir. Bazen, Kırmızı kertenkeleler Boz kayalıklarda… Bazen de, Soğuk bulutlar durur havada Hiç rüzgar yokmuş gibi… Ya da donmuş gibi…
Demiş Nazım
Düşman tutmuştu tepeleri, Düşmanın topu vardı. Antepliler düz ovada Sıkışmışlardı Düşman şarapnel döküyordu, Toprağı kökünden söküyordu.
Dedi Nafiz
“Düşman tutmuştu tepeleri, Düşmanın topu vardı. Antepliler düz ovada Sıkışmışlardı Düşman şarapnel döküyordu, Toprağı kökünden söküyordu.”
Demiş Nazım
Düşman tutmuştu tepeleri. Akan: Antep’in kanıydı. Düz ovada bir gül fidanıydı Karayılan’ın Karayılan olmazdan önceki siperi.. Bu fidan öyle küçük, Korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun, namluya tek fişek sürmeden yatıyordu yüzükoyun.
Dedi Nafiz
Antep tepelikti, Gavur tepeleri tutmuştu. Akıyordu Antapli’nin kanı, Düz ovada olamazdı bir gül fidanı.. Gül fidanı olamaz da Karayılan’ın siperi... Çünkü ; Hep dağlarda savaşmıştı Karayılan… Karabıyıklı Dağı idi ilk savaş yeri. Sonra Dülük Dağı, ……… Ve en son olarak ta Şıh’ın Dağı… Hem düz ovada savaşsa bile, Sığınacak yeri; Olsa olsa bir zeytin veya bir fıstık ya da bir incir veya bir zerdali ağacının arkası olurdu… Çünkü, savaştığı yerlerde, bunlar vardı Karayılan’ın… Ah Nazım, Önce buraları gezseydin, Destanını (!) öyle yazsaydın… Kafası büyük olabilir di belki, Ancak korkusu, asla büyük olamazdı onun… Yürekli adamdı o… Namluya da fişeğini sürer ve Öyle gözlerdi avını… Kara yağız bir yiğitti o…
Demiş Nazım
Antep sıcak, Antep, çetin yerdir.
Demiş Nafiz
Antep sıcak, Antep, çetin yerdir
Demiş Nazım
Antep’liler silahşör olur. Antepliller yiğit kişilerdir.
Dedi Nafiz
Ne diyeyim… Sizce de malummuş demek ki…
Demiş Nazım
Antep’liler silahşör olur. Antepliller yiğit kişilerdir.
Fakat düşmanın topu vardı. Ve ne çare, kader düz ovayı Antepliler düşmana bırakacaklardı.
Dedi Nafiz
Madem Antep’liler silahşör olur. Madem Antepliller yiğit kişilerdir
Bu silahşör, yiğit kişiler Topa mı teslim olacaklardı?..
“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim de iman dolu göğsüm gibi serhadim var. M.A.Ersoy ”
Ne çare değil… Türkler’de çare tükenmez, Antepli’de de…
Çareler tükense, Türk’e yine çare vardır. Türk’ün, “Muhtaç olduğu kudret, damarlarındaki asil kandır…” Bunu söyleyen atandır… Sen vatandaşı kandır…
Antepli, Düz ovayı, Düşmana bırakmayacaklardı Ve bırakmadılar…
Ve kader, Senin söylediğin olmadı…
Demiş Nazım
“Karayılan” olmazdan önce umrunda değildi Karayılan’ın kıyamete dek düşmana verseler Antep’i
Demiş Nafiz
Bir kere, bir konuda anlaşalım, “Karayılan” Antep harbinden önce de “Karayılan”dı… Gerçekten, Babası vermişti o ismi o’na… Bir kere dilimiz hakkı konuşsun… Değil kıyamete dek düşmana vermeyi Antep’i, Bir nefeslik süre kadarını bile Kabul etmezdi Karayılan… Kaldı ki; Kazım Paşa’dan haber gelmeseydi de Aynısını yapardı; Gönüllü gider savaşırdı… Umurundaydı Karayılan’ın Antep, Umurundaydı bütün memleket… “Ölüm ya da istiklal” Umurundaydı kutlu hilal…
Demiş Nazım
Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Dedi Nafiz
O’nu düşünmeğe kim alıştırmadı? Osman oğulları mı? Diğer Türkler’mi? Kafasını mengeneye mi koydular? Beynine kelepçe mi taktılar? O eğer düşünemiyor idiyse, Bunun sebebi, Doğu da, Ruslar’la uğramasından, Sonra gelip güneyde, Senin Ruslarla aynı safta yer alan Ve Türklüğe var gücüyle saldıran, Fransızlarla savaşmasından dolayı Vakit bulamamıştır. Yoksa, Kışladığı Karadağ’da, Yazladığı Bozdağ’da, Gani Dağında Ve daha bir çok yaylalarda Kafası sakindi Karayılan’ın… İstediği kadar düşünebilirdi…
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi, Korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Dedi Nafiz
Yaşadı toprakta bir tarla adamı gibi, Bazen Kara Dağ’da, Bezen Boz Dağ’da Yaşıyordu korkusuz bir kurt gibi, Yazları yaylalarda, Kışları dağlarda, yaşıyordu erkekçe… Birazdan bunu, sana daha uzun anlatacağım mertçe…
Demiş Nazım
Siperi bir gül fidanıydı onun, gül fidanı dibinde yatıyordu yüz koyun ak bir taşın ardından kara bir yılan çıkardı kafasını.
Dedi Nafiz
Siperinin bir gül fidanı olamayacağını anlattım az önce… Daha çok şey anlatacağım sırası gelince… Dedim ya; Savaşıyordu Karayılan hep dağlarda… Ak taşlar ise, düzlüklerde olur bizim oralarda… Bir karayılan ise Barınamaz bu şartlarda… Orda yılan olsa bile, Kendini deliklerde saklar, Küçük başlı, o boz yılanlar…
Ha aklıma gelmişken, “Karayılan” adını bu “bir kara yılan”dan aldı demeyesin sakın… Bu “Karayılan” adı,Karadağ’da, O’na babasından kalmıştır… “Yılan gibi kıvrak yağız bir yiğit olduğu için babası…” Bu unvanı daha önce almıştır. Sonra, Kendisine de “Karayılan” denmiştir. Antep harbinden önce de “Karayılan”dı… Gerçekten…
Bir kere dilimiz hakkı konuşsun… Değil kıyamete dek düşmana vermeyi Antep’i, Bir nefeslik süre kadarını bile Kabul etmezdi Karayılan… Kaldı ki; Kazım Paşa’dan haber gelmeseydi de Gönüllü olur, savaşırdı… Umrundaydı Karayılan’ın Antep, Umrundaydı bütün memleket…
Demiş Nazım
Derisi ışıl ışıl, Gözleri ateşten al, Dili çataldı. Birden bir kurşun gelip kafasını aldı. Hayvan devrildi kaldı.
Dedi Nafiz
“Derisi ışıl ışıl, Gözleri ateşten al, Dili de çatal..” Olurda bir kara yılanın, Ne işi var, bu hengame de bir yılanın… Birden bir kurşunun gelip Kafasını alıp götürdüğünü, Bu sevimli(!) hayvancağızın devrildiğini Tam bir bilene rastlamadım…
Nazım
Karayılan Karayılan olmazdan önce Karayılanın encamını görünce Haykırdı avaz avaz Ömrünün ilk düşüncesini:
Demiş Nafiz
Hep “Karayılan Karayılan olmazdan önce” diyorsun. Bir ; Karayılan, hep Karayılan’dı. “Haykırdı avaz avaz ömrünün ilk düşüncesini” diyorsun. İki ; Karayılan hep yiğitti. Üç ; Karayılan daha önce düşünemiyor muydu?
Okuyunuz…
Bir gün Karayılan’a
“İvedi bir haber” geldi.
“ Düşman Kilis’ten Antep’e girmek üzeredir. Düşmanı Antep’e sokmayasın. Gözlerinden öperim. Komutanın Kazım Karabekir. ”
Karayılan obasının erkeklerini O gün kendi evlerinde topladı.
“Paşadan haber var” dedi. Haberi okudu, Herkes sessiz dinledi.
Sonra Sustu Molla, Ah!Çekti inledi… Dedi ki “Doğrusu ; Ha Frenk iti, ha ayı Rus’u, Türklüğe kurulmuş dehşet pusu, Kurulmalı yeniden bu milletin ordusu, Bu millet esaret altında yaşayamaz doğrusu, Bu milletin de ordusunun da kimseden olmaz korkusu…”
Durmadan devam etti anlatmasına Molla Muhammed. Aşiret mensupları o’na duyuyordu büyük minnet. Oldukça yerindeydi Molla’ya duyulan hürmet Bazıları geldi, neyi varsa eyledi himmet. Herkeste sadakat ve büyük asalet. Anası da geldi Karayılan’ın, Oğlum bu ne sefalet.. Konuştu Molla ; Ana sabret. Sonra
Devam etti Molla Karayılan ; “Ana ana, her şeyimiz gitti diyorsun, sen de gidiyorsun, baban da yaşamıyor artık, biz aç susuz ne yapacağız, ne yiyip ne içeceğiz diye yakınıyorsun.Sen doğuda Ruslar’ın ettiklerini görseydin, daha benim bu güne kadar durmama kızardın ana, duydun mu? Üstelik bu kadınlığınla, bu yaşınla durmaz, benimle savaşa gelirdin… hakkını helal et ana… kurban olurum sana n’olur ah etme bana, korkma benden yana…”
……………………… Karayılan, çömelmiş, Avının kokusunu alan, Atılmaya hazırdı, Gerilmiş bir kurttu. Bir haykırdı ki, Obasını korkuttu.. “Ey kancık düşman, Artık kendini kolla” Karayılan boyluydu, Karayılan soyluydu, Solda, Kırk yiğidin başında,Şüro Mamo, Sağda ve önde, Kırk yiğidin başında, Karayılan, sanki bir Bamsı Beyrek’ti, Bu ellerde böyle er seyrekti…
Karayılan, Köy meydanında, Son bir tembihledi çetesini, Herkes tuttu nefesini. Alemler duydu sesini,
“Ey yoldaşlarım, Düşman Antep’ten sürülmeden dönülmeyecek, Türk’ün istiklali görülmeden dönülmeyecek, Ya şerefimizle yaşayacağız, ya öleceğiz, Antep’i kurtarıp geleceğiz. Ona göre, Böyle diyor töre. Kazanınız mübarek ola. Haydin, çıkıyoruz yola” …………………………. “Haydi yiğitlerim, ileri” diye kükredi Karayılan. Bir kükredi ki, Aygırları ürküttü, Tepiklendi atlar, Şakırdadı pusatlar, Her çete, sanki bir bürküttü… Nal sesleri, Davar mal, tavuk cücük Ne varsa ürküttü…
Nalların altında kara taşlar, Öne uzanmıştı başlar. Başı öne uzatan Türk atı, Ne yorulur ne çatlar… Vakit ikindi, Çetelerdeki öfke ve kindi, Gün doğumundan, Gün batımına sürdüler, Geçtikleri obalardan, Alkışlar gördüler. Ne dinlendiler, ne durdular, Gün batımında, Menzile vardılar… Hava kararmıştı, Karabıyıklı’daydılar. Sağdan saydılar, Kırk, Kırk ; Seksen Hepsi ordaydılar… Şüro ve Molla’ydı başlarındaki Toplamları tam Seksen İki…
[ italik ] 12-24 Mayıs 2008-20:30 Kocasinan/Bahçelievler/İst [ /italik ]
Bunları Karayılan, Kendi kendine düşünüp yapmıştı. Kazım Paşa o’na, sadece “savaş” demişti. Ancak, Nasıl yapacağına O, kendisi düşünerek karar vermişti…
Demiş Nazım
“İbret al ey deli gönlüm, demir sandıkta saklansan bulur seni, ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.”
Demiş Nafiz
Korkunun ecele faydasının olmadığını Herkes gibi Karayılan da bilirdi elbet. Ancak o Çaresizlikten gitmedi ölüme… O, Obasından fersahlarca (70 km.) uzaklıkta Şıhın Dağı’nda gitti ölüme… Biz ona “şehit oldu” deriz… Arkasından da dua ederiz…
Karayılan ne yapmış, Bakın Nafiz ne yazmış…
Yollar dolambaçlı, Kayalar heybetli, Dereler çetin, Ve dağdan Ovaya inen vadiydi. Düşman çetin, Düşman adiydi… Fakat, Karayılan metin, Karayılan harbiydi. Bu; tek Antepli’nin değil, Bu; bir milletin harbiydi… Bu; Sadece bir “ hatt-ı müdafa” değil, Aynı zamanda “Sath-ı müdafa” idi… Burası; Maraş Ovaları’ndan, Antep Dağları’na geçişin ağzıydı. Milletin bağrındaki sızıydı. İntikal ediyordu Frenk, Buna tedbir gerek… Havalar kar, Vadiler dar, Adileri sar, Dom, dom, dom, Tak, tak, tak…
Davranma düşman, Teslim ol, Canını kurtarmaya bak… Davranamadı düşman, Şimdi hepsi pişman… Kımıldayamadı kafir, Artık onlar esir… Esir sayısı tam Elli baştı, Ganimet ; Toplar-tüfekler Antep’e ulaştı. Mahvoldu düşman, İt gibi pişman… Ukala burunları indi. Türk Milleti sevindi…
Bu ilk baskını ve zaferi, Karayılan kendi beyniyle düşünüp Ve kendi yüreğiyle azmedip yapmıştı…
KARAYILAN’IN EŞKİYA BOZAN’I HAKLAMASI
Maraş’tan Malatya’ya Antep kuzeyi ve Adıyaman… Kimseye vermiyordu aman… Halk korkar oldu her zaman, O’ydu o bölgede azan… Bir eşkıya, Bir soysuz, Adı ; Bozan… Halkın yıllardır çektiği daha yetmezdi.. Kanı beş kuruş etmezdi… Bir manga askeri de pusuya düşürdü.. Elbiselerini de aşırdı. Köylere askerim diye girdi. Nice acılar verdi. Halk ta buna şaşırdı… Gelinleri, kızları kaçırdı dağa, Bunun yanında nedir ki Bağdasar Ağa!.. Çözülmeliydi halkın bu derdi. Malatya Askerlik şubesi Bu görevi Molla’ya verdi… Yanına da birkaç er gönderdi… Kovalamaca başladı, Karadağ’da ve Karataş’ta… Keskin nişancı Şüro, Birini deviriyordu her atışta… Kaçtığı dağlarda, Bir kısım halkta üzerine yürüdü... Bozan’ın adamları bir bir eridi. İşte görünmüştü Yavuzeli, Ancak kırılmıştı soysuzun beli.. Korkudan sallanıyordu dili… Nişan aldı, Tetiğe dokundu Şüro’nun eli… Bozan iti çırpındı durdu. Çeteler de diğerlerini vurdu. Malatya’ya haber gitti. “Bozan’ın işi bitti… ” Halk ta çok sevindi Ve acıları dindi…
Antep’in kuzeyinde, Dülük Dağı’nın eteğinde, Halka veriyordu zahmet… Yine bir soysuz, Adı ; Kel Ahmet… Ne zaman bir savaş çıksa, Ne zaman halk hayatından bıksa, Böyleleri de çıkar Kalleşçe halka çöker… Halkın ümüğünü sıkar, Belini büker… İşte Kel Ahmet’te bunlardan biriydi, İri mi iriydi.. O’nun hesabı da Molla’ya verilmişti. Daha şimdiden defteri dürülmüştü. Molla, hemen çıktı geldi Sam’a… Fırsat tanır mıydı adama… Beklemeden etrafı sarıldı, Adamları bir bir kırıldı. Kel Ahmet sağ yakalandı… Molla’nın gözüne bakakaldı… Nerdeymiş Kılıç Ali Paşa yetişti. Molla, o’nunla ilk orda tanıştı. Dedi Kılıç Ali -- Molla yaptın mı duruşma Molla kızdı o’na --Paşa sen bu işe karışma. Karışmadı Paşa… Kel Ahmet, Köy meydanında bir ağaca asıldı. O’nun da sesi kesildi… Bunun da hesabı görüldü. Antep Merkez kumandanı Özdemir Bey’e, Bir çete ile haber verildi…
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp Bir tarla sıçanı kadar korkak olan, Fırlayıp atlayınca ileri Bir dehşet aldı Anteplileri, Seğirttiler peşince, Düşmanı tepelerde yediler.
Demiş Nafiz
Ey büyük(!) üstad(!) Yeter artık, Durmadan korkak tarla sıçanı deme şu yiğit insana… Kaç oldu, Sonra ah eder sana… Bunun cevabını verdim Ve vereceğim daha. Her söylemen de Bir daha bir daha…
“Bir dehşet aldı Anteplileri, Seğirttiler peşince, Düşmanı tepelerde yediler.”
Demişsin…
Antepliler zaten dehşetli idiler.. Dehşet için Karayılan’a gerek yoktu. Şahsiyet sahibi her Türk ahfadı Karayılan gibi ateşliydi, yürekliydi, Şuur sahibi, hareketliydi…
Yürekli ve hareketli oldukları için, Önce, Düşmanın konuşlandığı Sonra da elimize geçen tepelerdeydiler… Tepelerde, onları tepelediler, Senin tabirinle yediler… Zafer bizim dediler... Kimisi şehit, Kimisi ; “Gazi” idi, Allah Onlardan Çokça razı idi…
Demiş Nazım
Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp, Bir tarla sıçanı kadar korkak olana; KARAYILAN dediler.
Dedi Nafiz
KARAYILAN HEP ERKEKTİ
Düşman Antep’e girmeden önce de, Karayılan erkekti… Erzurum Cephesi’nde, Kazım Karabekir in yanında da erkekti… Fıstık ağaçlarının gölgesinde, Zindiyan oyumlarının duldasında da, Erkekti… Köyünde, Sürüsünün başında, Tarlasında, Çağılının taşında, Dağda, Höbürünün kaşında da erkekti… Karayılan, Düşman Antep’e girmeden de erkekti… Karayılan, Düşman Antep’e girince de erkekti… Karayılan, Korkak tarla sıçanı değildi, Erkek tarla çiftçisiydi… Karayılan, Düşman Antep’e girerken, Memleketin içine edenlerin Hesabını kesmekle meşguldü…
Düşman Antep’e gelince de Lağım sıçanlarının peşindeydi, Sıçanların peşindeydi, Karayılan, Kendisinden korkan/korkudan, Sıçanların peşindeydi… Karayılan Karayılan olalı, Böyle erkek olmamıştı… Eşkiyasını, arsızını, hırsızını, İt soylu Fransız’ını, Haklamakla Vatanın alnını aklamakla meşguldü.
Karayılan, Arsızını, Fransız’ını, Kendisinden, Korkudan kaçarken, Tarladan geçerken Yakaladı… Karayılan Karayılan olalı, Böyle erkek olmamıştı, Tarla sıçanı değildi, Tarlada kaçanları Tarla sıçanlarını, Kaçabildikleri deliklerine kadar kovalamaktaydı, Deliklerinde bile bulup ovalamaktaydı.
Ey Nazım, Sana ne demek lazım? Karayılan, Hep erkekti… Antep’e düşman girince, Daha da erkek olmuştu… Karayılan; Karabıyıklı Dağı’nda erkekti, Dülük Dağı’nda da erkekti, Karayılan Maraş Yolu’nda da erkekti,, Kilis Yolu’nda da erkektiii… “Yollar dolambaçlı, dereler çetin, kayalar heybetli, dağdan inen vadiydi…” Düşman adiydi…
Karayılan, Bu memleketin kaderine şahit oldu. Şıhın Dağı’nda da, Erkekçe şehit oldu… “Göğsünden vurulup tam ercesine, Bir Cennet Bahçesine girercesine”
Karayılan, Şıh’ın Camiisi’nde uzandı, Yaram derin dercesine… Son bir baktı çetesine, Ve de milletine, Son bir baktı milletine, çetesine… Bu vatan size emanet dercesine… Karayılan, Son görevini de yaptı giderken, Tam ercesine, TAM ERKEKÇESİNE…
[ italik ] 12 Mayıs 2008 Pazar 20:30 Kocasinan/Bahçelievler/İst. [ /italik ]
Demiş Nazım
“Karayılan der ki; Harbe oturak, Kilis yollarından kelle getirek, nerde düşman varsa orda bitirek, vurun ha yiğitler namus günüdür…”
Dedi Nafiz
“Karayılan der ki; gelin oturak, Kilis yollarından kelle getirek, Fransız adını bütün batırak,
Vurun Antepliler namus günüdür, Vurun çetelerim Antep günüdür…
Atına binmiş de elinde dizgin, Girdiği cephede hiç olmaz bozgun, Çeteler içinde Yılan’ım azgın,
Vurun Antepliler namus günüdür, Vurun çetelerim Antep günüdür…”
29 Ekim 2008 Çarş 19:29 Kocasinan/Bahçelievler/İstanbul
Demiş Nazım
Ve biz bunu böyle duyduk ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen Karayılan’ı ve Anteplileri ve Antep’i aynen duyup işttiğimiz gibi destanımızın birinci babına koyduk.
……………………................ Bundan sonrasında, Nazım’ın hikayesi biter. Benimkisi başlar, Doğruyu yazmak gerek, Artık yeter. ………………
Sustu Nazım! Son sözü söylemek lazım. Aldı Nafiz.
Ah! Beni bir duyabilseydin Ran Hikmet. Doğruyu sundum, sözlerimde var hikmet. Töremizde, ölüye saygımız vardır. Yaşayanlara dediğimi, var, hükmet…
Karayılan, Değildi tarla sıçanı, Karayılan, Haklıyordu, satıp kaçanı… Karayılan, Karayılan olalı böyle erkek olmamıştı. Düşman Antep’e girince, Daha bir erkek olmuştu… Yüreği, heyecanla dolmuştu…
“Antep’in harbine on bir ay olmuştu.” Bunları söylemek bize şart olmuştu.
Bunları yazmak bir sevaptı, Bu, sadece Nazım’a cevaptı. Devamı gelecek, Bu, daha birinci babtı…
Bu yazılanlar, Karayılan’a yetmez. Karayılan’ın hikayesi burada bitmez.. Bundan sonra, Karayılan’ın gerçek hikayelerini, Benden duyacaksınız. Ondan sonra, Karayılan’a ve mertliğe Doyacaksınız… Doğruyu öğrenip, Belki de ayacaksınız. Siz de kendinizi, O yiğidin yerine koyacaksınız…
[ italik ] 12-24 Mayıs 2008-20:30 Kocasinan/Bahçelievler/İst. [ /italik ]
“…ve Anteplileri ve Antep’i aynen duyup işttiğimiz gibi destanımızın birinci babına koyduk…”
Dedi Nafiz
Son sözü söylüyoruz biz…
Ve biz de bunu böyle duyduk, Sadece duymadık, öğrendik… Ve kendi çetesinin önünde, Senelerce şanı söylenen Karayılan’ı Ve Antepliler’i Ve Antep’i Ve “Gazi” Antep’i Sadece duyup işittiğimiz gibi değil, Okuyup, yaşayanlardan da ve kitapları yazanlardan da sorup öğrendiğimiz gibi, ve kurtulmanın sevinciyle, ve “Gazi” Antepli olmanın övüncüyle ve bu destanı bu gün ( 29 Ekim 2008 İst.) tamamlamanın kıvancıyla, destanımızın birinci bölümüne yazdık…