"ÇINARALTI’NDA İKİ RUH ( Manzum öykü)" isimli şiir 9.11.2017 09:50:58 Edebiyatdefteri.com Web Zamanında Edebiyatdefteri.com Sunucularına Yüklenmiş/Güncellenmiştir.
Edebiyatdefteri.com sunucularına yüklenen veya güncellenen şiirler web zaman damgası ile işaretlenir. Web zaman damgası ile işaretlenen şiirleri sertifika zamanında yer alan bilgilere göre doğruluğunu taahhüt eder.
Detaylı Bilgi İçin Tıklayın.
Hüzün çiçekleri açtı Çınaraltı’nda bu gün Ve içimdeki şiirler öldü Defnettim bütün kelimeleri Elimde bir iğne, kefen dikiyorum anılarıma Sürdüm sitemlerimi sinemdeki namluya Bulutlar nemini dökerken üstümüze. Güneşin ışıklarını söndürdüm kül tablasında Çınarın gölgesinde boğuldu izmaritler Kırıldı kadeh al şarap döküldü Çakalların üstüne. Hey garson bakar mısın?
Fark ettin mi yeşil duvaklı gelin türkü söylüyor bize Hem ağlar hem giderim diyor çırpınan Karadeniz’e koşarken. Hüzün mü yağdı kirpiklerine? Neden bu buğulu bakış? Suskunluğu mu yuttun ansızın Haydi, anıları tokuşturalım bu akşam Geçmişe gidelim geceyi koynumuza alıp.
Bak tren düdük çalıyor Gecikmeyelim, zaten hep geç kalmadık mı hayatta? Irmak boyunda kol kola gezen sevdalıların Çitlettikleri sevgileri süpürelim Çöp kutularından gazoz kapaklarını toplayalım Ters çevirmece oynayalım çocukluğumuzdaki gibi. Ay doğmuş gördün mü? Gümüş bir tepsi sanki İçini boşaltıp çember çevirelim yine tozlu sokaklarda. Yıldızlardan taç örüp sevgilimizin başına takalım.
Topladı eteğini Yeşilırmak’tan Harşena Dans etmeye başladı yapraklar Semaver dumanı sızıyor akşamın serinliğine Masal şehir nefes alıyor derinden Bir adam öksürüyor kurtulmak için kederinden. Yalı boyu evlerin bacalarından kahkahalar tütüyor Bir kadın camdan küfürleri döküyor ırmağa Ve çocuğunun alnındaki ateşi…
Bu ne kalabalık, bu ne ses yoğunluğu Fısıltılar, sevda sözcükleri uğulduyor kulağımda. Kahveyi çınlatan bu müzik ne Duymamıştık değil mi çocukluğumuzda? Trt dinlerdik pilli radyolardan Sabahları türküler Nida Tüfekçi’den Hazırlanırken okula can verirdi bize “Gemilerde talim var, bahriyeli yârim var.” Suluova Amasya arası ne kadar da uzun gelirdi Minibüsün teybinden dinlerdik Orhan Gencebay’ı Radyolarda yasaktı o dönemler.
Zar zor yetişirdik her gün okula Amasya lisesinin kapısında gizliden izlerdik kız arkadaşımızı Göz göze gelmeye bile utanırdık Şimdi öyle mi ya, bir bak çevrene…
İhtirası gömmüşler avuçlarına Ne Ferhat’ın deli sevdası var, Ne Mecnun’un kutsal bağı…
Öğlen tatilinde Beyazıt Camisine koşardık Kaçırdıklarımızı ifa etmeye Asırlık çınarın altında çantamıza koyduğu Helva ekmeği yerdik annemizin. Buram buram kebap kokuyor burası O zamanlar adını bile duymamıştık değil mi?
Biz de isteyelim mi birer tabak? Hey garson! Hey garson, bize de bakar mısın? O kadar kalabalık ki duymadı sanırım Amasya akmış buraya.
Hatırladın mı bir gün okuldan kaçıp Tersakan’a gitmiştik yüzmeye Üstümüz çamur olmuştu Kızmasın diye annem yalan söylemiştik yeminler içerek Gök delindi Amasya’da çamur yedi sokaklar Sokaklar değil ama biz yemiştik dayağı…
Hatırladın mı Sel Ağzını? Heykel falan yoktu o zaman İki ticari taksi birkaç faytondu müdavimleri Sahi neden hiç binmedik faytona Dedim ya hep geç kaldık hayata Tutamadık bir türlü geminden Şahlandı her yaklaştığımızda deli atlar misali.
Bahçeleriçi bahçeydi o zamanlar Göğe uzanan eller gibi evler yoktu Kenardaki yaban güllerinden kurtulabilirsek Misket çalmaya girerdik, bazen yakalanır kaçar Bazen doyardık mis kokusuna.
Bak garson bu tarafa bakıyor bir de sen iste Susuyorsun neden hiç konuşmadın?
Hey garson, gelir misin? Yanımızdan gelip geçti görmedi bile… Okkalı bir küfür edeceğim şimdi Herkes görecek beni… ……! Kimse fark etmedi, hayret Neden duymuyorlar bizi Ruhlarımız mı birleşti Çınaraltı’nda Onlar mı ölü Yoksa biz mi ölmüşüz çoktan? Biz ölü müyüz can dostum Ölmüş müyüz biz?
Sitemizde daha iyi hizmet verebilmek için sitemizde çerez kullanılmaktadır.