SÜREYYA TEPELERİNLE - İSTANBUL
Tarihi yüreğinde saklayan kutsal şehir
Şahikalar diyarı, beldelerin şahısın Yedi tepe üstünde duran ihtişamınla Sen; süreyya şavkıyla arşın padişahısın Vuslatın gökkuşağı efsun köprülerinle Avrupa’yla Asya’nın ezelden nikâhısın Hangi yıldızlar bana senin lem’anı verir Aynı toprak üstünde dinlerin dergâhısın Şimdi Otağtepe’de şaha kalkar kır atın Canlanır fetih ruhu; Gûrani, Ulubat’ın Gemiler karalardan dökülür pare pare Konstantin selam durur fetih müjdeli yâre Tekerlekli kuleler, şahı, havan topları Orta Çağ’a kapanır Topkapı’nın surları Bizantion’dan gelip Dersaâdet’e varan Bir Osmanlı destanı meydanlarda mehteran Akşemsettin mutmain, handan mâbed-i kadîm İntizar nazlı bebek, Yeni Çağ’a ilk adım Fatih’le malihülya ilk namazla gül olur Tac-ı Kayser tarumar, didâr İstanbul olur Ne zaman yalnız kalsa yakamozların sesi Sevda tepesi mahzun, ayrılık Kız Kulesi Leandros seni içer, Hero sende boğulur Çiçek açan iki yâr deniz/de hazan olur Aşıkları kavurur, yakar Üsküdar gibi Aşk yokuşu duada Hüdâyi arar gibi Hüzünler kenetlenir Haydarpaşa Garı’nda Ayrılık çeşmesinde, Harem Otogarı’nda Selviler ve mezarlar meftun ‘Yalnız Selvi’ye Dür-i yekta gibisin muhacir Ümraniye Uçup Hazerfan gibi Galata Kulesi’nden Cemâlini gözlesem göğün penceresinden Resmetsem eşkalini mestane gözlerime Deruni şiirlerle tılsımlı sözlerime Mah-i taban ısıtsa gönül meşalesini Mehtaplarda saraylar bulur mu şulesini Ruh-i derya canlansa kalbin şelalesinde Hünkârlar fermanını sunsa gül hâlesinde Şehr-i Lâle yeşerse, Emirgan olsa yüzün Misk-u amber yayılsa sinesine gündüzün Sâdabad olsa yollar ritmine seyyahların Cumbalı evlerinde sultan-ı yegâhların Çınar’ın rayihası şehzade güllerinde Hüsn-ü aşk dile gelse nâzen bülbüllerinde Haykırsa gökkubbeye nasıl kovulduğunu Yegâne sevdasının İstanbul olduğunu Bir nârlı gecedir ki sabahında istikbal İremin aynasıdır, günahın/da istiklal Dünyadan bir minyatür, her nefes bir kâinat Akar insan selleri mahşere kanat kanat Gurup vakti girince suların ruşeninde Altın Boynuz canlanır Pierre’in gülşeninde Menzil midir Karaköy revan gemilerine Medeniyeti taşır dünya iklimlerine Kumbaracı yokuşu gemilere yas tutar Umut dahi yanarsa ciğerleri pas tutar Camilerin endamı, kubbelerin ahengi Süleymaniye’de sır Mimar Sinan’ın rengi Şehrayınlarında lâl, segâhlar deste deste Beş vakit yankılanır ulvi ilahi beste Çamlıcalar, Yûşâ’lar, mavi boğaza bakar Gülhane Hasbahçe’de tarih İstanbul kokar Boğazında mücella inci gerdanlığın var Sen ki muhacir kızı, seni sevenler anlar Derûnumda bir acı Bâb-ı Âli/de kanar Suriçi masum bakar, sahafta tarih yanar Yüreğim Yedikule, Ayasofya hasretim Yeni Cami’de kuşlar şimdi öksüz ve yetim Eyüp’te mihmandarlar Necip’lere yâr olur İslâmbol; gül destesi, maneviyatı solur Sen; Dergâh-ı Selâtin, âbide Âsitâne Sensiz nağmeler hüzzam, sensiz gönül virâne Haykırsam seher vakti denize feryadımı Faytonlar adalarda sayıklar mı adımı Kadıköy rıhtımında ağıt yakar vapurlar Boğazda fırtınalar, martılarda çığlıklar Karacaahmet gamlı, Âşıyan’da mâtem var Kasım, Dolmabahçe’de bir çocuk gibi ağlar Nice ozanlar şeyda sana serenadında Her tavus seni görür rengârenk kanadında Güzelliğin bergüzâr, bakışların şehr-i yâr Şehrengiz, tebessümün her mevsime nevbahar Bir yanın İbrahim’dir, ateşinde gülistan Bir yanında kol kola diskotekle kabristan Siyahın ve beyazın iki ayrı bahtısın Lügatin Napolyonca dünya payitahtısın Hangi dile çevirsem adını destanlaşır Hangi gülü koklasam ruhum İstanbullaşır Sen ey! Maveramızdan gelen Nebi muştusu Sen ki ey! Gülizarımın en güzel süsü İs tin bolin, bakma sen yüzüme Antonina Son duam, arzuhalim, beni de al yanına Mustafa Atiş (c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. -------------------------------------------------------------------------------- Bu şiirin hikayesi: ’Süreyya Tepelerinle-İstanbul’ isimli şiirle ilgili SÖZLÜK VE AÇIKLAMALAR SÜREYYA: Ülker. Boğa takımyıldızı sınırları içinde bulunan, yedi parlak yıldızı ve etrafındaki gaz katmanı ile güzel görünüm veren yıldız kümesi. ŞAHİKA: Doruk, zirve, en üst derece. DİYAR: Bazı nitelik veya değerleri taşıyanların çok bulunduğu yer, yurt. BELDE: Mekân, yer, çevre: ŞAH: Benzerlerine oranla en üstün, en güzel, en iyi. İHTİŞAM: Büyüklük, Görkem. ŞAVK: Işık VUSLAT: Sevgiliye kavuşma: EFSUN: Büyü, sihir: LEM’A: Parıltı DERGÂH: Tekke. Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yer. GÜRÂNİ: Molla Gürani Hazretleri. Osmanlı sarayı ve halkı tarafından çok sevilen ve sayılan değerli bir şahsiyetti. Fatih Sultan Mehmed henüz şehzade iken hocalığını yapmıştır. ULUBAT: Ulubatlı Hasan. Osmanlı da Akıncılar teşkilatının deliler bölüğündendir. Deliler bölüğündeki onun gibi askerler hiçbir şeyden korkmazlar, savaşlarda zırh kullanmazlar ve çoğu göreve silahsız giderlerdi. Onlar da akıncılar gibi kendilerini padişahlarına adamışlar gözlerini budaktan esirgemezler mala kıymet vermezlerdi. İstanbul’un fethedildiği gün Ulubatlı Hasan 30 arkadaşıyla en ön saflarda yer aldı “ALLAH ALLAH” nidalarıyla surlara tırmandı.O kadar hırslanmıştı ki karşısına gelen her bizans askerine sadece bir kere vuruyordu. Fetih suresinden ayetler okuyarak burçlara tırmandı ve peygamber efendimizin övgüsüne mazhar olarak 30 arkadaşı ile birlikte şehitlik mertebesine ulaştı. OTAĞTEPE: Kavacık’ın Anadoluhisarı sırtlarına düşen tarafında bulunan bir yerdir.. Etrafı cafelerle donatılmış bir ağaç vardır burada. Özellikle geceleri bakarsanız, şaha kalkmış bir at ve sırtında bir adam görürsünüz ki bu adamın başında bir kavuk olduğu çok bellidir.Fatih Sultan Mehmet’in zamanında otağını buraya kurmuş olması olayı daha da ilginç kılar.. PARE: Parça, kısım. KONSTANTİN: İstanbul’un fethi sırasındaki son Bizans imparatorunun ismi. BİZANTİON: İstanbul’un eski adlarından biri. Bizantion (M.O. 660 - M.S. 324) Yunanistan’dan gelen Megara’lılar M.Ö. 680’lerde Marmara Denizi’ni geçerek İstanbul’a ulaştılar ve bugünkü Kadıköy’de Halkedon adını verdikleri bir kent kurdular. ’Körler Ülkesi’ olarak da anılan Halkedon’un halkı tarımla uğraşıyordu. M.Ö. 660’larda da Trak kökenli komutanları Bizans önderliğinde yola çıkan Mega’lıların diğer bir kolu bugünkü Sarayburnu’nun olduğu yerde başka bir kent daha kurdu. Efsaneye göre Delfi Tapınağı’ndaki kahinin öğüdüne uyarak burayı seçen Megara’lılar, komutanlarının adından hareketle, kente “Bizantion’ adını verdiler. DERSAÂDET: ’Mutluluk kapısı’ anlamına gelir. İstanbul fethedildikten sonra İstanbul’un isimlerinden birisi olmuştur. AKŞEMSETTİN: İstanbul’u Fetheden Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. İstanbul’un manevi fatihi, büyük alim,tıp bilgini olan Akşemsettin Hazretlerinin gerçek ismi Şemsettin Mehmet’tir. Ak şeh ismi; yüzünün ve ruhunun temizliğinden dolayı kendine bu isim verilmiştir. Aslen Şamlı olup soyu Hz. Ebubekir ‘e dayanır.Amasya ve Osmancık medreselerinde eğitim görmüş ve Hacı Bayram Veli huzuruna ilahi bir zincir bağlanarak çağırılmıştır. Daha sonra burada pişerek Hacı Bayram Velinin gözde müritlerinden biri olmuştur. İstanbul’un alınmasını Hacı Bayram Veli, Akşemsettin ve Fatih’e nasip olacağını bildirmiştir. Ayrıca Eyüp Sultan Hz. mezarını da İstanbul’un Fethinden sonra bulmuştur. İstanbul’u almadan önce Göynüğe yerleşmiş olup İstanbul’un fethinden sonrada Göynüğe yerleşmiş ve burada vefat etmiştir. Türbesi Fatih tarafından yaptırılmıştır. İlk olarak mikrop tarifini Maddetü’l Hayat (sağlığın sermayesi) eserinde yazmışsa da bunu kabul etmeyip Pasteur un ilk mikrobu bulduğu bilinir MUTMAİN: İnanmış, gönlü kanmış, emin olan. HANDAN: Şen, Neşeli. MABED-İ KADİM: Ayasofya’nın eski adı. İNTİZAR: Birinin gelmesini, bir şeyin olmasını bekleme, gözleme: MALİHÜLYA: Kara sevda TAC-I KAYSER: Roma,.Bizans ve Alman imparatorları için kullanılan unvan TARUMAR: Dağınık, karışık, perişan DİDAR: Yüz, çehre. Nazlı yârın yüzü. YAKAMOZ: Denizde balıkların veya küreklerin kımıldanışıyla oluşan parıltı: MAHZUN: Üzgün. LEANDROS ve HERO: Ovidius’un kaydettiği Kızkulesi ile ilgili anlatılan bir aşk hikayesidir. Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye, Hero’nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero, Afrodit’in rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır.Yıllar sonra Afrodit’in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros’un gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Kızkulesi her gece iki gencin gizli aşkına tanıklık eder. Leandros’un yüzerek kuleye geldigi fırtınalı bir günde Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kızkulesi’nden boğazın sularına bırakır. HÜDÂYİ: Aziz Mahmut Hüdâyî. 1541 yılında Şerefli Koçhisar’da doğdu. Medrese eğitimini İstanbul’da tamamladı. Edirne, Mısır, Şam ve Bursa’da kadılık ve müderrislik yaptı.Bursa’da Üftade Hazretleri’nin müridi ve halifesiydi. Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazan Aziz Mahmut Hüdâyî, 8 Ekim 1628 tarihinde Üsküdar’da vefat etti. Külliyesi içinde bulunan türbeye defnedildi. MEFTUN: Tutkun, gönül vermiş, vurulmuş: YALNIZ SELVİ: Ümraniye’nin ilk adıdır. Yalnız Selvi demelerinin sebebi birkaç mezar ve birkaç selvi ağacının ve orman arasında birkaç evin bulunmasıdır. DUR-İ YEKTA: Eşsiz inci tanesi MUHACİR: ’Göç eden’ anlamına gelir. Şiirde, Ümraniye için kullanılmıştır.Ümraniye’ye ilk yerleşenler Balkan Savaşları’ ndan sonra, önce Batum’ dan ardından da Yugoslavya ve Bulgaristan’dan göçmenler olmuştur. Bundan dolayı bir süre de ’Muhacir Köy’ olarak ta anılmıştır. HAZERFAN: Hezarfen Ahmed Çelebi. Dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilginidir. Onyedinci yüzyılda yaşadığı, 1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan Dördüncü Murad zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hazerfan olarak anıldığı bilinmektedir. Evinde deneylerle uğraşıp, çeşitli konularda araştırmalar yapan Hazerfan Ahmed Çelebi, İsmail Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, bugünkü hava taşıtlarının ilkel şeklini gerçekleştirmişti. Kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı’nda deneyler yapmış ve bir sabah kıyılarda biriken İstanbul halkının gözleri önünde, Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakarak, kanatlarını hareket ettirerek boğazı aşmış ve Üsküdar semtine inmiştir. Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan Dördüncü Murad, Ahmed Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli bir adamın varlığından kuşkuya düşerek onu Cezayir’e sürgün etmiştir. Ahmed Çelebi orada vefat etmiştir. CEMAL: Yüz güzelliği: MESTANE: Sarhoş gibi, kendinden geçmişçesine: DERUNİ: İçle ilgili, içten: TILSIM: Doğaüstü işler yapabileceğine inanılan güç: MAH-İ TABAN: ’Parlak, parlayıcı ay’ anlamına gelen tamlama. MEŞALE: Ucunda, alev çıkararak yanıcı bir madde MEHTAP: Ay ışığı: ŞULE: Alev, yalım: ŞEHR-İ LÂLE: Lale şehri EMİRGAN: İstanbul’un eski semtlerinden biri. Fatih Sultan Mehmet zamanında buraya Kırım beylerinin oğulları yanı emirler gelip eğitilirmiş. İstinye’den hisara giden yol üstünde, deniz kıyısında güzel bir yer. MİSK-U AMBER: Pek güzel koku SÂDABAD. ’Yüz Bayındır Yer’ anlamını içerir. İstanbul’da Kağıthane Deresinin Haliç’e doğru uzandığı düzlük eğlence yerine Lale Devri’nde bu ad verilmiştir. Kağıthane Deresi kıyıları, Lale devrinden öncede insanların özellikle Hıdrellez’de en çok gittikleri yerlerden biriydi. Haliç’ten kayıklarla, karadan da arabalarla ulaşılan bu sulak yerde padişaha ve devlet adamlarına ait dinlenme ve av köşkleri vardı. Her yıl Hıdrellez eğlenceleri burada yapılırdı. 17. yüzyılda İstanbul’da yaşanan ekonomik ve sosyal bunalımın sonucunda Kağıthane ve Haliç bu özelliklerini büyük ölçüde yitirmiştir. Padişah III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim paşa, İstanbul’un imar çalışmalarında buraya öncelik tanıdılar. Alibeyköy’de Sadabad Kasrı adıyla küçük bir saray, yanına da Camii ve hamam yapıldı. Mermer sütunlar üstüne oturtulan iki katlı köşkün üst katında toplu eğlenceler için geniş bir divanhane ve sofalar vardı. Paris’te ki Fontaineblau Sarayı’ndan esinlenerek yapılmıştır. Çevre düzenlemelerinde de Paris’ten esinlenilmiştir. SEYYAH: Gezgin, turist: SULTAN-İ YEGÂH: Klasik Türk Musikisinde bir şed makamdır. Oldukça renkli bir tonu olan, hüznün yanında neşeyi de yansıtabilen güzel bir makam. Hammamizade İsmail Dede Efendi tarafından 2. Mahmut’a ithaf olunduğu için bu namla anılır olmuştur. RAYİHA: Koku, güzel koku: HÜSN-Ü AŞK: Aşkların güzeli NAZEN: Cilveli, naz eden. YEGÂNE: Bir tek, biricik İSTİKBAL: Gelecek İREM: Dünya Cenneti İSTİKLAL: Şiirde, Beyoğlu’ndaki İstiklal caddesi anlatılmaktadır. MİNYATÜR: Bir şeyin küçük ölçekte kopyası veya benzeri: MAHŞER: Büyük kalabalık anlamında kullanılmıştır. RUŞEN: Aydınlık, parlak ALTIN BOYNUZ: Haliç’in eski adı. “Haliç’in Bizans dönemindeki bu adının antik çağ efsanelerine dayandığı söylenir. Haliç’i çevreleyen toprakların son derece verimli ve bereketli olmasından dolayı bu iç denize, ‘keroessa’ (Haliç’le aynı anlama geliyor) adı verilir. Bu isim zamanla kısalarak ‘keros’a dönüşür. ‘keros’ ‘boynuz’ demektir. Kelimenin mitolojideki bereket boynuzundan geldiği söylenir. Ve bu bereket zamanla ona, ‘hrisokeras’ yani; ‘Altın Boynuz’ denilmesine sebep olur.” PİERRE: Haliç adacıklarını yakından ve yüksekten görebileceğiniz süper bir manzaraya ve çay bahçesine sahip “Pierre Loti Tepesi” ne işaret edilmektedir. Nargile ve kahve içmek apayrı bir zevktir burada. ‘Pierre Loti’ adını Fransız bir yazardan almıştır. GÜLŞEN: Gül Bahçesi MENZİL: Yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, konak: REVAN: Giden, yürüyen: MEDENİYET: Uygarlık KUMBARACI YOKUŞU: Beyoğlu’nda ünlü bir yokuş adı. İstanbul’un Fethinde gemiler Tophane limanından yukarıya doğru Kumbaracı Yokuşunu takip etmiş ve Asmalı Mescitten Tepebaşı yolu ile Kasımpaşa’ya indirilmiştir. ENDAM: Vücut, beden, boy bos: AHENK: Uyum ŞEHRAYİN: Eskiden bayramlarda düzenlenen ışıklı gece gösterileri. LÂL: Parlak kırmızı renkte, billurlaşmış, saydam bir alüminyum oksidi olan değerli bir taş. SEGÂH: Klasik Türk müziğinde si perdesi ve bu perdedeki makam. Hüzzam makamına benzer bir tonu bulunan, yalnız donanımında hüzzamdan farklı olarak mi bemol yerine mi koma bemolu içeren, hüzün ve zühd duygusunu yansıtan bir makamdır. Akşam ezanı bu makamdadır. Ayrıca Bayram Tekbiri denen, İtri’nin bestesi olan “Allahuekber” tekbiri de bu makama aittir. YUŞA: Yuşa tepesi, Anadolukavağının en önemli simgelerinden birisidir. Anadolu sahilinin altıncı burnu olan Macarburnu’nun yanıbaşında Macar bahçesi olarak adlandırılan bir yerin arkasında yükselen dağın tepesinde bulunan Hz. Yuşa’nın mezarı çok eski devirlerden beri kutsal sayılan ve ziyaretçilerin akınına uğrayan bir mekandır. Denizden yüksekliği iki yüz bir metre olan bu tepe ismini, burada mezarı bulunan Hz. Yuşa’dan almıştır. İlkçağlarda burada Zeus tapınağının bulunduğu ve Bizans döneminde bu tapınağın Hagios Michael adında bir kiliseye çevrildiği, Osmanlıların ise burayı kutsal bir mekan olarak koruyarak burada mescit inşa ettirip ve tekke kurdukları bilinmektedir. Tepedeki tekke ve mescit III. Osman’ın sadrazamlarından Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Paşa tarafından yaptırılmış, Sultan Abdülaziz döneminde ise restore edilmiştir. Burada mezarı bulunduğuna inanılan Hz. Yuşa, Hz. Musa’nın kız kardeşinin oğludur. Çeşitli tefsirlerde Hz. Yuşa’nın Hz. Musa’nın vefatından sonra peygamber olarak görevlendirildiği, Hıristiyanların ve Yahudilerin ona Yeşu dedikleri nakledilir. MÜCELLA: Parlatılmış, parlak: DERUN: İç, içeri, öz. Gönül, yürek, ruh. BÂB-I ÂLİ: Yüce Kapı anlamına gelir. Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğunun yönetildiği merkez. Sonra İstanbul Valiliği olmuş. Devlet yönetiminin burada olması nedeni ile gazeteler ve basın yayın kuruluşları bir dönem burayı mesken tutmuş ve Türk gazeteciliğinin simgesel ismi haline gelmiştir. SURİÇİ: Tarihi yarımada olarak ta anılan Fatih ve Eminönü ilçe sınırları. Bizans İmparatoru Konstantin’in inşa ettirdiği ve Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği asıl İstanbul’dur. Fetihten sonra devletin merkezi buraya getirilmiş; böylece bir imparatorluk merkezi olarak kurulan bu kent, 20.yy başlarına dek aynı şekilde varlığını sürdürmüştür. Suriçi’nin belki de bu özelliği nedeniyle, Osmanlı Padişahları Suriçi’nde oturdukça devletin başarıları devam etmiştir. SAHAF: Eski kitapların satıldığı yer. YENİ CAMİ: Şiirde Eminönü’ndeki büyük camiden bahsedilmektedir. MİHMANDAR: “Buyur eden, yol gösteren kişi” anlamına gelir. Şiirde Hz.Muhammmed(sas) ’e mihmandarlık yapan Eyüp Sultan Hazretleri, diğer adıyla Ebu Eyyûb Halid bin Zeyd veya Ebu Eyyûb el-Ensarî anlatılmaktadır. Türkçe’de zaman zaman Eyüp Sultan olarak anılan Sahabe’den bir Müslüman. Son İslam peygamberi Hz.Muhammed (sas) ’i Mekke’den Medine’’ye göç ettiği zaman evinde ilk misafir eden sahabedir. Bu sebeple kendisine bu olaydan sonra “mihmandar-ı nebevî” de dendiği olmuştur. Daha sonra 80’li yaşlarında 668-669’daki İstanbul kuşatması sırasında şehit olmuştur. Vasiyeti üzerine İstanbul surlarının dibine gömüldüğüne dair bir rivayet vardır. Anlatıya göre daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in hocalarından Akşemsettin, manevi keşif yoluyla mezarını bulur. Şu anda onun adına bir türbe, kendi adı ile anılan Eyüp semtinde ve kendi adı verilen Eyüp Sultan Camii’sinde bulunmaktadır. Mezarının üstünde bir türbe ve külliye vardır. NECİP: Şiirde kastedilen büyük şair Necip Fazıl KISAKÜREK’tir. Kabrı, Eyüp mezarlığındadır. İSLAMBOL: İstanbul’un isimlerinden. İstanbul’un bu kelimeden türediği rivayet edilmektedir. DERGÂH-I SELATİN: İstanbul için kullanılan bir kelime. Padişahların toplandıkları, ibadet ve tören yaptıkları yer anlamına gelir. ABİDE: Anıt ASİTANE: İstanbul’un eski adı. “Devletin eşiği” manasına gelir. HÜZZAM: Klasik Türk müziğinde segâh perdesinde bir makam. Türk müziğinin koyu hüzün arzeden, mürekkep makamlarından biri. AŞIYAN: İstanbul’un Avrupa yakasında boğazda bir semt. Boğaz manzaralı mezarlığı ve müzasi vardır. Ahmet Hamdi TANPINAR ve Tezer ÖZLÜ bu mezarlıkta yatar. Parkında Orhan Veli, bir martıyla oturur boğaza karşı; bakakalır giden gemilerin ardından. MATEM: Yas KASIM: Şiirde ulu önder Atatürk’ün öldüğü aydan bahsedilmektedir. DOLMABAHÇE: Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu yer, Dolmabahçe Sarayı içinde bir odadır. OZAN: Sazla şiirler söyleyen halk şairi, âşık: ŞEYDA: Düşkün, deli. BERGÜZÂR: Anmak için verilen hatıra, armağan, yadigâr: ŞEHR-İ YÂR: Sevgilinin Şehri ŞEHRENGİZ: Gizemli Şehir. Bir şehrin güzelliklerinden ziyade, güzellerini anlatan bir doğu edebiyat türü. NEVBAHAR: İlkbahar GÜLİSTAN: Gül bahçesi NAPOLYONCA: Ünlü Fransa kralı Napolyon Bonapart’ın, “Dünya tek bir ülke olsaydı, İstanbul başkent olurdu” sözlerinden ilham alınmıştır. PAYİTAHT: Başşehir, başkent. MAVERA: Öte, Görülen âlemin ötesi. NEBİ MUŞTUSU: Peygamber Müjdesi. Peygamber Efendimiz (sas) Hadis-i Şeriflerinde; “Konstantiniyye(İstanbul) elbet Feth olunacaktır. Onu Feth eden Kumandan ne güzel Kumandan, Feth eden Asker, ne güzel Askerdir” buyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de, Sebe Süresi’nin 15. Ayetinde geçen; “Allah tarafından koruma altına alınan güzel bir belde vardır.” Bu Ayette geçen “Tayyib” çok güzel, “Belde” yaşanılan yer. “Beldetün Tayyibetün”de ise; Yaşanılan çok güzel bir belde(yer) ye işaret ediliyor. -Molla CAMİİ Hazretleri (İslam Aleminin büyük Alimlerinden) , bu Ayet-i Kerime’yi incelemiş ve “Beldetün Tayyibetün” cümlesinin harflerinin “Ebced ” Hesabına göre toplam, 857(hicri) , Miladi 1453 yılını gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. GÜLİZAR: ‘Al yanaklım’ anlamını içerir. Şiirde bayrağımızı anlatmaktadır. İS TİN BOLİN: İstanbul’un kuruluşu çok eski çağlara kadar dayanır. Eski İstanbul 7 tepe üzerine kurulmuştu. Şimdiki adı eski Yunanca is tin bolin (şehre gidiyorum) sözünden gelmiştir. ANTONİNA: İstanbul’un eski adlarından birisi. M.S. 196-330 yılları arası bu isimle anılmıştır. ARZUHÂL: Dilekçe, istida. |
İstanbul olasım gelir,
Her hecesi mihmandar,
Seyre dalasım gelir.
saygılar selamlar.