denize dökülmeyen nehirlerki batacak şehrin mavi kasıklarında güneş birazdan birazdan gece olacak birazdan bolca ayaz . . . çili dökülmüş bir kaç sardunya saksıda duracak ağaçlar sonbahardan kalma gövdeleri çıplak yalınayak düşler koşacak kaldırımlarda ayak izlerini bırakmadan . . . / üşümüş serçeler aç kediler tekmelenen köpekler mendil satan çocuklar kalacak sokakta . . . sen yine gelmeyeceksin ben denize hiç dökülmeyen nehirler salacağım yüzümün ayaza durmuş coğrafyasına içimde ki piç’i tutup salıncaktan düşüreceğim hiç doğurmadığım bebeğimi bir kaşık yardımıyla boğacağım kendi öz suyuyla . . . sen gelmeyeceksin ve benim en uzak köşesine kadar kırılacak kalbim yine . . . ben sensiz ne kadar çok şehir gördüm böyle ne kadar büyük yangına denk geldi etim bilsen bilsen ürkmüş bir serçe gibi kaçıncı saklanma isteği bu bir ağaç kovuğuna kaçıncı kış uykusuna yatma düşüncesi bu mevsimsiz tutup kendi gölgemi iki mandalın ucuna sıkıştırıp çekiştirdim bütün gece bütün gece bekledim saat bir saat iki saat üç kaç defa akreple yelkovanın sevişmesine şahit oldu gözlerim biliyormusun kaç dakika daha doğurdu yelkovan her sevişmede kendi saçlarımla bir ilmek yapasım var boynumun dudak izlerinin kaldığı kuytularına kendi özümle kendimi yüzlerce kez öldüresim ah sevgilim sen ne kadar da güzel gelmiyorsun böyle . . . Ebru Karayel |
Beklemek güzeldir, beklenen özel, güzel, değerse!
Ardında matemli-buz yüklü g özler bırakıp gittiler... Ah be y alan dünya.
Sustum!
Kalbin içindeki mahzende
Kırılır kalem
Dağıldığı yerde yüreğin mektubu işlenir inceden inceye...
Bilmem yaraları sarar mı kelimeler!
Teneşire yatırılan ömürde
Yastığa bağışlanırken ıslak sancılar.
Bir şiir yaktım üşümüşlüğe...
Sevgiyle...