huzurevi...
Yine gün aşıyor
Akşam oluyor Aynı akşamın sessiz ısırışında Harcıyorsun zamanını Yorgun bir kaçakçı gibi. Oysa yorgunluğunu paylaşmaya Yanaşmaz yıllar… Eğilmiş başın frenk çınarı misali Bu çıngıraklı korkular arasında Üzerine üzerine çöker karanlıklar Dört nalla geride bıraktığın anıların Kurşun gibi terk eder seni Gitmek istersin Tütün kokan nefesin çekmeye yetmez Bir adım ötesini Avuçlarının arasından kayıp düşer zaman… Taş duvarlarda sahipsiz yazılar gibi Her zaman ironiksin Yarı dönük bakışlarınla. Gözlerinde buğulanır bastığın yollar Yine de yakasına yapışırsın bu şehrin Yokuşlu, sisli anısına Ay karanlığında gülümsersin Dümen kırmak istersin yarının aydınlığına Ama gözlerini aydınlatmaya yetmez kandiller Başını alıp gidersin Sonra peltek okursun hayatı Dilinden düşmez bildiğin dualar Hep yarım kalır Sol yanındaki boşluğun… Yanında gezdirirsin çoluk çocuk, torun hasretini Çıplak bastonun taşımaz olur yükünü Güneş bu gün bir başka dersin Oysa ki bir şeyi saklarsın hep Ömür dediğin o koca yalanı Sarılır durursun o koca yalana Bulmaz yine de seni… Silinir gözlerinde anılarının perdesi Sigaranın dumanı kadar dağılmış gençliğinle Hayata bir olta gibi fırlattığın ömrün arasında Topal bir iskemlede çayınla birlikte soğumaktasın… Bir çocuk gibi heyecanlandığında Titrer ellerin. Ölümün kıyısında gözlerin uzakları arar Ağ ulan ağ dersin Şimdi sarılmak varken Dağın ardını görmek varken Hasret toprak kadar karayken gözlerimde Çıkan ilk ekmek kadar sıcakken nefesim Bırak görsün bu gözler seni Henüz vakit varken… Çok düşlersin ama düşersin Yine bulamaz bedenin yeri Gitme vaktidir belki de Kendinle kocadığın dünya küçülür gözlerinde Duvarları olmayan hayatlar Boz kırlaşır yüreğin Yorulur göz kapakların Gitme vaktidir Gecenin vicdanında düğümlenirken Bir elveda diyememenin endişesinde Farkında olmadan Ölümün soğuk nefesi gezer bedeninde... ( ..CAN..) |