Abdulmenef Güner (3)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Kazanlı, Mersin merkez ilçeye bağlı bir kasabadır. Bir çok yerde okuduğum ve çoğunun gerçekle ilgisi olmayan ve olmadığına kanaat getirdiğim yakıştırmalara ve tahmini yazılara binaen yanlış anlaşılmaların önüne geçebilmek amacıyla kaleme aldım veya almaya çalıştım. Kültür alışverişinin kimseye zararı olmadığı gibi sonsuz faydaları vardır. Kazanlı, Eti Türkleri devamı, Eti Türkleri’nin torunları Fellahlardan oluşmaktadır. Kazanlı, 1300 yıllarında kurulmuş; yaklaşık 10 Km. uzunluğunda kumsaldan Akdeniz’e kıyısı bulunan çok küçük ve çok şirin bir köydü. Mersin-Adana E-5 karayolunun üzerinde 12 km. deki dönüşten dönüşten sonra 3 km. uzaklık sonrası hemen sahilde bulunmaktadır. Toplamda Mersin ile Kazanlı arası 15 Km.dir.1969 yılına kadar nüfusu 1.500 kişi iken, feodal bağları çok güçlü ve birbirine destek olan dayanışmanın ve saygı ile sevginin çok üst düzeylerde yaşandığı ender şirin tarımsal doğa harikası bir yerleşim alanlarındandı. Kazanlı, birbirine daim sahip çıkan ve şartlar çok ağır dahi olsa bile kesinlikle hiç kimsenin aç kalmayacağı çok yardımsever küçücük bir köy idi, ilk zamanlarında. Dışarıdan gelen konuklar kesinlikle çok memnun ayrılırlardı. Kazanlı konukseverliğini anlatmakla bitirmezlerdi. Dışarıdan gelen misafirlere mükellef sofralar hazırlnırdı; buranın meşhur damak tadı olarak, fellah içli köftesini, patlıcan dolmasını, biber dolmasını, yaprak sarmasını, işkembe dolmasını (şırdan ve bumbar), bulgurlu kısır yemeklerini, bulgurlu köftesini, kabak tatlısını, dometes reçelini, mantı yemeklerini sayabiliriz. Hatta kendilerine daha önce anlatılanlarla çok önyargılı olarak gelen konuklar dahi; gördükleri içtenlik ile gördükleri insani yaklaşımlar sonucunda zamanında özür dileyerek ve "Kazanlı’yı yanlış anlatmışlar!..." diyerek dostça ayrılırdı. Yaklaşık 800 metre genişliğinde, ortalama 5 (Beş) metreyi bulan yükseklikte ve 10 km. den daha uzun çok yüksek kum tepelerinden oluşan kumsalı mevcuttu. Kumsalları, kamluboğaların üreme alanı idi. Sahilinde herhangi bir zaman da gezinti yapıldığında en az 50-60 adet karetta karetta kamlumboğaya rastlamak mümkündü. Zamanında koruma altına alınmış olsaydı, şimdilerdeki getirisi maddi ve manevi olmak üzere turistik ve en üst düzeyde olabilecekti. Kızgın kumları romatizma hastalarının şifa kaynağı olarak görülürdü. Yaşlı insanlar çok uzak şehirlerimizden gelip kızgın kumlara gömülür ve şifa bulurlardı. Kazanlı’nın etrafı genellikle sazlık ve bazı yerleri ise çok az olmak üzere bataklık vasfındaydı. Etrafta, her yıl tekrarlanan leylek göçleri, çulluklar, sığırcıklar, yabani ördek ve yabani kazlar, karatavuk yönünden çok zengin bir av alanıydı. 1970 yıllarına kadar pamuk tarlaları ve pirinç tarlaları, narenciye bahçeleri ile patlıcan, domates, biber, salatalık, karpuz, kavun, portakal, limon, mandalina vb. birçok tarımsal ürünleri ile resmen Türkiye’nin en az % 60’ nın besin kaynağıydı. Kazanlı aynı zamanda hayvancılık yönünden zengin meralara sahipti; küçük baş ve büyük baş hayvancılık da yapılmaktaydı. Kazanlı tarımsal iş alanı olarak, Mardin, Kahramanmaraş, Sivas, Urfa, Malatya, Diyarbakır, Yozgat, Hatay ve Gaziantepli olan ve mevsimlik gelen işçilerin iş bulduğu yaklaşık 7-8 ay çalışabildiği tarım alanıydı. Türkiyemizin resmen bir AlmanyaA’ sı idi. Kışları bile iş bulmak mümkündü. Bu nedenle Kazanlı’nın ilk ismi kazan ve ye anlamına gelen, Kazanye köyü idi. Mutemadiyen ve övünerek söylenen kalıplaşmış cümlelerden "Evelallah Çökmez Kazanlı Postası!.." deyimi çok meşhurdur. Çeltik yani pirinç tarlalarının sayısı azımsanmayacak kadar fazlaydı. Aynı zamanda çeltik tarlalarına dadanan yabani domuzları avlamak da mümkündü. Geceleri dışarıda bulunmak çok tehlikeli olurdu. Etrafta yani yerleşim alanın hemen dışında tüm Kazanlı etrafını saran çakal ulumaları hiç kesilmezdi. Fabrikalar yoktu ve Akdeniz çok berrak ve temiz idi. Daha sonra, 1969 yılında Kazanlı Belediyesi kuruldu; Kazanlı-Karaduvar arasındaki 150-200 bin m2 (200 dönümlük) bataklık halindeki araziler yine 1970’ te değerlendirilmiş ve Şişe Cam A.Ş.’ye fabrika yapılmak üzere satılmıştır; Kromsan ve Soda Sanayii A.Ş. den oluşan iki fabrika yapılmış ve şimdilerde resmen etrefa havadan ve yeraltından olmak üzere zehir saçmaktadır; bu zehirler, tüm Kazanlı yaşayanı için kabus niteliğindedir; ve ne yazıktır ki işsizlik en üst düzeylerde olduğu ve olmasına rağmen, Kazanlı insanı fabrikalarda hiç yok denecek kadar çok azdır; maddiyat uğruna satılan yerlerden şimdi satanların torunları en büyük zararları görmektedir ve içtikleri suların bile çok zararlı olduğu ispatlanmıştır; onları da tarihsel gerçekler yazacaktır somdan altın harflerle... 1969 ila 1981 yılları arasında, daima Kazanlı’ya maddi karşılıksız hocalık yapan ve halen karşılıksız yapmağa devam eden Kurtuluş ailesinden rahmetli Ali Kurtuluş, anımsadığım kadarıyla üç dönem Kazanlı Belediye Başkanı olmuştu. Kazanlı hizmetlerinden dolayı şükranla anacaktır. Zamanın bir doğa harikası Kazanlı ’nın, çölü andıran kumlar arazilere taransfer edilerek yok edilmiştir; hatta 5-10 metre derinlerdeki kumlar da, kum ocağı adı altında alınarak dışardan gelenlere dahi maddi çıkarlar adına satılmıştır. Tümden boşaltılan kumların yerine Kromsan A.Ş.ve Soda A.Ş. fabrikalarından çıkan çok zehirli atıklar yerleştirilmiştir. Mersin Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesince yapılan işbirliği ile tıbbi tahliller sonucunda çok tehlikeli boyutlarda olduğu bilimsel olarak, Başkan Kenan YILDIRIM dönemlerinde ispat edilmiştir. Bu mücadelesinden dolayı Kenan YILDIRIM’ı ayrıca içtenlikle candan kutlamak gerekmektedir. Kenan Yıldırım’ dan önce, halktan birisi olan ve iki dönem başkanlık yapan, çok çalışan ve halen başkan olmamasına rağmen elinden gelen tüm imkanlarla taş üstüne taş katmaya çalışmış olan A.Menef GÜNER’de kutlamak gerekir. Kazanlı Belediyesi çok çalışkan ve eskimiyen eski halkçı ve mutevazi güleryüzlü insanı Başkan A.Menef GÜNER’in katkılarını unutmayacaktır. Daha sonra aday olmayarak; Kenan YILDIRIM’a her dönem destek veren Abdulmenef GÜNER’den sonra, doğa dostu ve çok çalışkan çevreci cesur yürekli ve tüm tehditlere rağmen başkan olan şimdiki Belediye Başkanımız Kenan YILDIRIM’ın başkalığında çok daha iyi yarınlarına kavuşacaktır. Kazanlı sahili, Kazanlı’ nın tertemiz saygın mazisine yakışmayacak kadar pis kokulu kötü ve mafyavari oluşumlara sahne olmuştu; büyük mücadeleler sonucunda çok cesur ve mert insan şimdiki Belediye Başkanı Kenan YILDIRIM öncülüğünde bu oluşumlar, Kazanlı kasabası sahilinden yok edilerek dost düşman tüm kesimlerin yani herkesin takdirini kazanmıştır; gösterdiği "Deli cesareti" ile gerçek devlet adamı portresi çizmiştir; Tarih daima taş üstüne taşı koyanları altın harflerle yazacaktır. Eser bırakmak, insanlık için ölümsüzlüktür!... 1970 yıllarına kadar, Karacailyas, Adanalıoğlu, Karaduvar ve Homurlu, Yaka köyü ile Tekke’den oluşan şimdiki Yenitaşkent beldeleri de Kazanlı’ya bağlı idi. Şimdiki nüfusu, Mersin merkezde oturanlar ile birlikte yaklaşık 15-20 bin civarındadır. Tüm anılan bu yörelerimizin de, başlıca geçim kaynakları yine topraktan sağlanmaktadır. Tüm yöreleriyle birlikte narenciye bahçeleri ile yeşile bürünmüş Akdeniz görüntüsünü vermekteydi. Tescilli bir doğa harikası idi. Kuruluşundan 1970 li yıllara kadar olan zamanlarında kısmen amatör balıkçılık yapılmaktaydı. Fellah Arapça’ da "Bağcılık, Bahçeci, Çiftçi" anlamında kullanılan bir kelimedir. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Başkomutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından yaptırılan geniş araştırmalar sonucunda, Kazanlı Araplarının gerçekte Orta Asya’dan gelen gerçek Oğuzlar oldukları ve toprakla uğraşmış olan bu fellahların Eti İmparatorluğunun torunlları olduğu ortaya çıkarılmıştır. Yani, Eti Türkleri ile ’Oniki İmam’ soyunun kaynaştığı bir toplum olmuştur Nusayri Kazanlı. Milli şef İsmet Paşa ile birlikte Kazanlı’ya ayrı bir önem vermişti, Mustafa Kemal ATATÜRK. Zamanında da birçok heyetler gelmiş ve karşılığında heyetler gönderilmiştir. Kurtuluş Savaşı’ nda çok koordineli görüşmelerle ilişklerin daima sıcak tutulduğu söylemmektedir. Hatta, zamanı bilinmemekle birlikte Kazanlı Şeyh’ leri ile, dini konular üzerinde birçok görüşmeler yapılmış ve laik yönlerinden dolayı "Takdirname" dahi alan hocalarının olduğu bilinmekte ve söylenmektedir. Orta Asya’ dan gelen bir çok bilim adamı tarafından da keşfedilmiş ve Kazanlı insanı ile ilk olarak karşılaştıklarında "İşte, gerçek Türk yüzü!.." diyerek çoğu zaman taltif edilmiş ve araştırmalara konu olmuştur. Ancak, bazı konular birbirleriyle biraz çelişmiş gibi görünse de; Eti Türkleri ve ayrıca Oniki İmam" soyundan geldikleri söylenebilmektedir. Şöyle ki, Şeyh olarak nitelendirilenlerin sonradan Kazanlı’ya geldikleri bilinmektedir. Diğer bir deyimle; sonradan İslamiyetin de etkisiyle Türkçe unutulmuş ve Arapça anadil olarak konuşulmaya başlanmıştır. Kesin tarihi bilinmemekle ve yaklaşık 200-300 yıl öncesi bir zamanda; bir evliyanın, insan ticareti yapan korsan Yahudi gemisine esir düştüğü ve anılan geminin Akdeniz’de seyrettiği anlatılmaktadır; bu eyliyanın gece boyunca Allah’ a dua ettiği ve geminin her sabah tekrar aynı yerde görüldüğü ve dua sonucu bir türlü yerinden ayrılamadığı rivayetleriyle anlatılmaktadır; Esirzade olan evliya daha sonra Kazanlı halkı tarafından Kazanlı’ya davet edilmiş ve " Şeyh"’ lik yapmak üzere Kazanlı’da kalması istenilmiştir; netice de Kazanlı’da kalmış ve hocalık yapmıştır, daha sonraları torunları Tarsus yöresine kadar olan yedi yerleşim alanına "Şeyh" olarak görevlendirilmiş ve oralara yerleşmişlerdir. Şimdiye kadar da torunlarının dini görevlerini yerine getirmekte oluğu bilinmektedir. Ayrıca; ’Oniki imam ’ soyunun, Suriye, Hatay ve Adana’ya buradan dağıldığı ve hocalık için yerleştikleri söylenmekte ve bilinmektedir. Kazanlı’da bulunan, Kurtuluş sülalesi ile birlikte Tamaoğulları ve Esiroğlu ailelerinin bunlardan bazıları olduğu ve şimdilerde yedi sülaleden ibaret oldukları bilinmektedir. Bunlar daha sonra Hhatay, Adana, Mersin ve bir kımı Suriye içlerine yayılırak göç etmiş ve yerleşmişlerdir. 1832 yılında, üç kıta hakimi Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Kavalali Mehmet Ali Paşa tarafından Mersin’e Nusayri Araplarının Mısır’dan getirildiği ve getirildiği zamanlarda ise Kazanlı’daki Fellahların yani Eti Türkleri’nin zaten mevcut olduğu ortaya çıkmıştır. 1300’ lü yılların ilk başlarında kurulmuş bir Kazanlı ile Nusayrilerin getirilişi arasında en az 500 yıl zaman farkı bulunmaktadır.Gerçekte ise "Fellah" sadece kelime anlamında kullanılmaz. Fellah ismi farklı bir Arap toplumuna verilen isimdir. Kendileri için Fellah Etiler teriminden çok Arap Alevileri’ ni kullanırlar. Diğerisimle, Fellah Eti Türkleri, Arapuşakları, Fellah Nusayrîlerdir. Adana’nın %25’i, Hatay yöresi ve Kuzeybatı Suriye’nin yerleşik halkı Arap alevilerinden oluşur. Alevi kelimesi Hazreti Ali taraftarı anlamında kullanılmaktadır; ancak, Anadolu’nun Alevileri ile bundan başka ortak tek noktaları Allah’a en yakın olanlar olarak kabul edilen "Ehl-i Beyt" ve "Oniki İmam" dır. Gerek kültürel ve gerek se dinî inançları açısından göçmen Türkler’den, Anadolu Alevilerinden ve diğer Araplar’dan oldukça çok farklıdırlar. İçerisinde bulundukları tüm sosyal yapıya kesin bir uyum sağlarken, birçok yerde ve sitede okunması mümkün olan birçok asılsız yazılara da ratlamak ve bazı yazarların konuyu saptırdıklarına "Sır Kurumu" diyerek birçok yakıştırmalar yaptıklarına şahit olmaktayız ki, "Sır Kurumu" denilen ve sadece Fellah torunlarının katılabileceği "Ata’ ya Saygı Törenleri" yapılmaktadır. Sadece atalarına saygıyı gösterecek olanların; yani atalarının torunları katılabilirler ve torunlardan olmayanların katılması sözkonusu olamaz. Zzaten bunun dışındaki bir insanın katılması mantıklı da değildir; dolayısıyla inançlarını ve geleneklerini tüm inançlara saygılı çok gizli tutarlar. Sır kurumunun varlık nedeni çok eskilere dayanmaktadır. Kerbela Olayı ile yapılan büyük katliamla tüm peygamber soyunun katledilmesinden sonra büyük baskılara maruz kalmaları sonucunda; gizlenerek İslam inançlarını korunmak için bu kurumu geliştirmişlerdir.Yerleşik yaşamlı bir halktan olduklarından İslam ve İslam öncesinden kalma Hiristiyanlığın izleri görülür. Bunun yanında Musevilikle de benzerlikleri vardır. Arap Aleviler, Muhammed peygamberin ve Hazreti Ali ile Oniki İmam soyundan geldiklerini düşünürler; İmamlık, imam atadan imam oğula intikal etmektedir. Tarihsel fikir hocaları olarak Muhammed Bin Nusayri’yi kabul ederler. Fellah Kazanlı, inancında bütün dinlerden olmak üzere Hiristiyan’ların izleri bulunmakla birlikte Allah tarafından gönderilmiş olan "Dört Kitap" ve "Kırk Peygamber" in hepsi de, yaradan ALLAH adına haktır ve kesin yargının, çok adaletli bir şekilde "İlahi Adalet " tarafından yani kişinin ameline ve ibadetine ve ibadet dışındaki tüm hal ve hareketlerine göre ALLAH tarfından görevlendirilecek melekler tarfından yapılacağının da kabul görmektedir. Kutsal üçleme Arap Alevilerinde de vardır. Bazı yazılı kaynaklarda, Nusayrî ’lerin Hazreti Ali’yi tanrı ilan ettiği iddia edilir ki bu konu birçok kesimlerden olan ve "tahminci" yazarlar tarafından iddia edilmekle birlikte, kesinlikle söylenemeyeceği ve söylenmesinin dahi çok büyük günah ve yasak olduğu kesin bilinmekle birlikte; satırları yazan yazarların güncel tecrübelerinde böyle kesin bir veri yoktur ve de rastlamamıştır. Bu konular, Osmanlı’dan sonra Hz.Ali’nin tanrılığı ve Hz. Muhammed’in Hz. Ali’nin nurundan yaratıldığı inancı daha sağlıklı ve konusu saptırılmadan ve yakıştırmalar yapılmadan tarafsızca tüm gerçekleriyle ifade edilebilmiştir. Bu konu yapılan korkunç baskılar sonucu gizli olarak yapılan ibadetlerden sonra gizlilikten ve kendi inançlarını tam ifade edememekten dolayı kaynaklanan varsayımların yakıştırmalarından öteye gitmemektedir. Bir yanlış anşılmayı önllemek adına bir açıklama yapılması zorunluluk haline gelmektedir; Tüm hak olan dinler tarafından kabul edildiği üzere, Hz.Musa (SAV) ile ALLAH Habibi son peygamberimiz olan ALLAH’ın Habibi Hz.Muhammed (S.A.V) yaradan ile konuşmuş iki şanslı peyganberimizdir; Hz.Muhammed "ALLAH HABİBİ" olarak arşa intikal ettiğinde ve ALLAH tarafından kabul edildiğinde ALLAH ile görüşmüş ve tekrar yeryüzüne inmiştir. Yeryüzüne indikten sonra sadece yakın çevresinden olmak üzere EHL-İ BEYT mensuplarından en yakınlarına Hz. Ali’yi yaradanın katında gördüğünü ve ALLAH’ ın bu şekilde göründüğünü beyan ettiği ve bundan sonra bu şekilde Hz.Ali’nin önemli konuma geldiği söylenmektedir. Bu ne şekilde olursa olsun, kesinlikle ve kesinlikle sadece ALLAH ile "ALLAH’ın HABİBİ" Hz.Muhammed arasında geçmiştir. Hz.Musa ALLAH’ı nasıl ve ne şekilde görmüş ise Hz. Muhammed’de aynı şekilde görmüştür. Hz. Muhammed (SAV) in doğum günü olan kutsal gün "Kadir Günü" için yapılan "Kadir Bayramı " en büyük "Ataya Saygı" olup bu günde 24 saat olmak üzere "Cehennem Ateşi" nin söndüğü ve böyle bir günde vefat edenlerin ise kesinlikle sorgusuz ve sualsiz hemen "Cennet" e alındığına inanılmaktadır. Bu kesinlikle bir kula nasip olmayacak mutlak bir ölüm kabul edilir. Önemle belirelim ki; ALLAH kesinlikle bir kul ile isimlendirilemez ve söylenmesi dahi af edilemeyecek kadar büyük suç ve günahtır. ALLAH kesinlikle ve kesinlikle bir kul tarafından görülmedi ve görülmeyecek olduğu kabul edilir. Din ehli insanlara sorulması halinde "Haşa!", "Kimse tanrıyı görmedi, göremezde; ve hiçbir insana görünmedi; söylenmesi dahi kesinlikle yasak ve af edilemez büyük günahtır" yanıtını Kazanlı hocalarından alacaklardır. Bazı cahillerin ve din bilgisinden yoksun olanların, ehli olmayanların söylemlerinden öteye gitmemektedir. Bu işin çok iyi yetiştirilmiş bu işin ehli Kazanlı imam hatipleri veya Şeyh’leri varken cahillerin elinde olması biraz da hocalarının da bu ve benzeri konulara daha duyarlı olmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Bu konulara ehil kişilerin özellikle ilgilenmesi gerekmektedir. Bazı noktalarını andınlatmaları ve yanlış kullanımların önüne geçmelidirler!... Felah Kazanlı için kesinlikle Cami ve "Ataya Saygı Törenleri" de ayrı ayrı ve birlikte haktır. Cami’ler dört büyük Meleğin isimlerinin başharflerinden meydana gelmiştir. Dört Büyük Meleklerimiz (SAV) Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil olmak üzere C.A.M.İ. kutsaldır. Hem Cami namazları, hem de "Ataya Saygı" niteliğindeki bayram törenleri de kabul görmektedir. Ancak ALLAH’ın gerçek evi olarak insanların küçücük kalbi kabul edilir. Yaradanımız ALLAH o kadar çok büyüktür ki küçücük kalbimize sevgisi sığmaktadır. Bu konular ehline yani din işleriyle uğraşan gerçek kişilere sorulursa Cami namazınında hak olduğu ve eda edildiği ayrıca ve kesinlikle söylenecektir. Tüm bunların yanında da Museviler ile bir benzerliği, Arap Alevi olunamayacağı, Arap Alevisi (Fellah) olarak ancak doğulacağıdır. Kimselerin mezhebini veya dinlerini değiştirip de Nusayri olamayacağı kabul edilir. Ancak, Kazanlı ile iç içe yaşamış olan ve tüm geleneklerini kabul ettikten üç göbek sonra bazı sülalelerin, tüm benlikleri ile Fellah inanaçlarını kabul ettikleri ve biat ettikleri görülmektedir. Arap Aleviler, Anadolu Alevileri’ nde olduğu gibi camiye pek gitmezler denilse de; namazlarını hem Cami’de, hem de kendi evlerinde de kılabilirler; ve kadınlar ile Arap Alevi torunu olmayanlar hiç bir şekilde "Ataya Saygı" niteliğindeki hiçbir bayram namazına katılamazlar. Dinsel kuralların gereği kadınlar tüm Arap Alevi ibadetlerinden muaftırlar. Ancak, gerektiği zaman "Kelime-İ Şehadet" ve "Fatiha" okudukları ve bazı dini terimlerle kendilerine verilen dini iş ve işlevleri yerine getirdikleri kesindir. Namazı kıldıran, duaları okuyup, okutan Arap Alevi Şeyh’idir. Şeyh olanlar bu işi bağışla yapar ve genellikle başka iş yapmaz. Atası yani dedeleri şeyh olanların dışındakiler şeyh olamaz ve olamamaktadır. Ayrıca üzerinde önemle durulması gereken bir konu vardır ki ; Nusayri olmayan yani kendilerinden olmayan Cami hocası namazlarını kıldıramaz ve kendilerinden olmayan Cami hocasının hocalığında namazlarını kılmazlar. Bu konuya büyük önemle dikkat edilmesi gerekmektedir. Fellahlar, namaz kılmakta, zekat varmekte, oruç tutmakta, hacca gitmekte, Kuran-ı Kerim okumaktadır. Ezbere bilen insanlarının varlığı azımanmayacak sayıda çoktur; gerektiği kadar yetiştirilmektedirler. Oruçlarını, aç ve aç kalanların halinden anlamak ve muhtaçlara yardım ve saedece Allah için tutarlar. Ancak, oruçlarını Hz. Muhammed (SAV) zamanında olduğu gibi yani orjinal haliyle gökte seyreden ay hareketlerine göre ayarlarlar. Bu zaman, başlangıçta iki gün öncesine takabül etmekte ve oruçlarını diğer kesimlerden iki gün önce bitirmektedirler. Bu durumları, son elçi peygamberimiz zamanından bu yana yüzyıllardır süre gelen bir gelenektir. Bu geleneklerinin, "Oniki imam" dönemine kadar uzandığına inanılmaktadır. Nusayri Kazanlı yani Eti Fellahlar, namazlarında okutulan duaları Kuran-ı Kerim’in yanı sıra Nusayri’nin hadislerinden de okuturlar. Bu tören günlerinde kesinlikle içki içilmez ve içki içmek çok günahtır. Bu konuda çok çeşitli iddialar mevcuttur. Bu iddiala gerçek dışı olup, iftira niteliğinde tahminlerdir. Hazreti Ali ve Hazreti Muhammed peygamberlerin dışında diğer halifelere [ Ebubekir, Osman, Ömer ] dualarında kesinlikle yer vermezler; onlara hiç bir şekilde değer biçmezler. Aynı zamanda bu isimlerden de çocuklarına isim vermezler ve bu isimlere de hiç rastlanmaz.. Ayşe isimlerine de hiç rastlanmaz. Zamanında Hz. Muhammed (SAV) ile ilişkilerinde daima peygamberimize ters gelen işler yaparak ’O’ nu zor durumda bırakmaya çalıştıkları söylenmektedir. Peygamberimizin en yakın koruyucusu daima Hz.Ali olmuştur; ve korumuş olduğuna inanılır. Düğer bir değimle "ALLAH’ın Kılıcı" veya "ALLAH’ın Arslanı" olarak görevlendirildiğine ve Hz. Muhammed’in en zor zamanlarında daima Hz. ALİ’den yardım istediği, desteklendiği ve korunduğuna inanılır; ve bütün İslam alemince de kabul gördüğüne inanılmaktadır. Ebubekir, Osman ve Ömer’e karşı bakış açılarının özel nedenleri arasında, Hazreti Muhammed (SAV) ın "Arş" tan döndükten sonra, yaptığı veda hutbesinde kendisinden sonra halife olarak Hazreti Ali ’yi göstermesine rağmen, aşiret reisi olmaktan kaynaklanan tüm nufuzlarını kullanarak ve Hz.Muhammed (A.S) ın cenazesiyle bile yeterince ilgilenmeyerek yaptıkları iktidarı ele geçirme çabalarından sonra haksız olarak da halife olduklarından, kaynaklandığına inanılmaktadır. Halifelik makamının daima nur olarak kutsal peygamber ve kutsal soyundan gelenlere ait olduğuna inanılır. "Kerbela Olayı" ndan dolayı Yezid’in, bir bütün olan İslamiyeti bölen bir "hain" olduğuna inanılır. Bu iktidar oyunları olmasaydı bütün islamiyetin tek vucut barış içerisinde olacağına inanılmaktadır. Ölümden sonra insanların hemen başka bir evde doğdukları da yani "Reekarnasyon" kabul görmektedir. Tüm dini sohbetlerde kırk peygamberden hadis ve söylemlere yer verilir. "ALLAH Habibi" olarak Hz.Muhammed ve Hz. Musa ve Hz.Ali ve ölümsüzlük şerbetini içmiş Peygamberlerden olan Hızır (AS) yani Hıdır (AS) ve diğer peygamberler de ön planda tutumaktadır. Hz.İbrahim ve Hz. Adem ile diğer tüm peygamberlerimizden bahsedilir ve kutsal yönleri anlatılır. İnsanların zamanında nasıl ve ne gibi yanlışlara düştükleri ve nasıl bir şekilde cezalandırıldıkları anlatılır. Namazdan sonra Arap Alevi kadınları tarafından, yaklaşık olarak 6-7 saatte ancak hazırlanbilen büyük bir yemek verilir; Namaza sadece erkekler katlıbilir. Namazda ve namazdan sonra Kelime-i Şehadet eşiliğinde ve dualar eşliğinde yaradan ALLAH’a biat anlamında tütsü dumanı (bohur) yüze sürülür ve göksemaya yükselmesi sağlanır; Bohur yakmak ayrıca her cuma gününde tekrarlanan bir işlemdir. Türk Ordusuna ve Milletine ve Türk Bayrağına ve Türkiye Cumhuriyeti Devletine kesin bağlılığı pekiştiren olumlu ve "Allah, bizleri ve akrabalarımızı ve dostlarımızı ve biz Türkleri ve Türk Cumhuriyeti Devletini ve Türk Ordusunu Korusun ve yüceltsin ve daimi kılsın ve muzaffer eylesin!..", "Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ün de ruhu için ayrıca "Fatiha" duaları okunur ve namaz biter. Namaz sırasında veya sonrasında kesinlikle dini çerçevelerde herhangi sazlı- çalgılı bir durum veya içki içmek söz konusu değildir. Ancak bazı çevrelerce iddia edlmekte olsa da; bayram namazlarının kılındığı gün kesinlikle içki içilmesi yasak ve çok günahtır. Ancak, bayramı yapanın maddi gücüne orantılı olarak, bayramlardan bir gün önceleri kesilen 100-150 küçükbaş ve 1- 2 büyük baş hayvanın kesilmesinden sonra; gönüllü olarak kesim işini yapanların 9-10 saat yoruldukları ve kesim işlerinin bitmesinden sonra mükellef bir sofra hazırlınıp içki içildiği olmaktadır ki yemekten sonra bu kişiler kurban etinden oluşan ikramla birlikte evlerine teşekkür edilerek uğurlanır ve namaza katılmayacak kişilerdir. Aynı zamanda kesinlikle kancık veya sağlıklı olmayan veya herhangi bir eksiği bulunan kurban kesilmez. Kesinlkle erkek hayvan kurban edilir. Kancık etinin çok yavan olduğu ve bu nedenle kesilmediği ve tüm zamanlarda yenilmediği söylenir ve yapılan araştırmalarla bilimsel kesindir. Ayrıca, konusu gelmişken; Tavşan eti tüm zamanlarda yenmez ve yenmesi günahtır; çünkü insanlar gibi "aybaşı" olduğundan tavşan etinin insanların etinden farksız olduğuna inanılmaktadır. Ertesi gün yani asıl bayramın olduğu gün kesinlikle içki içilmediği gibi sigara dahi mekandan çok uzakta ancak içirtilir veya içilebilir. Namaz bitince, sosuz itina hazırlanan kutsanmış yemekler önce namazı kılan "Şeyh" ile namaza katılan erkeklere ikram edilir. Daha sonra enaz 6-7 adet kazanlarda hazırlanmış etli ve çorba yemekleri ve ıslatılmış açık tandır ekmekleri yine burada gönüllü görevli bulunan usta yemek pişiriciler kontrolünde (ALLAH için; temizlenmiş ve kesinlikle banyosunu da yapmış ve abdestini almış olan ve tören günü hiçbir eksikliği bulunmayan) bay ve bayanlar tarafından bu anılan kazanlardaki yemekler bitinceye kadar ve özellikle öncelik muhtaç olanlardan başlamak üzere ve muhtaç durumunda olanlara aynı zamanda zekatları verilmek suretiyle dağıtılır; genellikle bu dağıtımların töreni hazırlayan ev sahibinin maddi gücene göre değişmektedir. Asgari düzeyde olursa, 100 ila 150 haneye yani aileye ikram edilmektedir. Arap Aleviler, Anadolu Alevilerinden farklı olarak oruç tutarlar. Anadolu Yarımadası iç kesim Alevileri’ ndeki "dede", Arap Alevilerdeki amcadır. Ancak işlevleri biraz değil çok farklıdır. Amca şeyh değildir. Arap Alevi çocuklarının hepsi dini eğitimlerini görmek için "amca"’nın yanına verilir ve orada bir kaç günden bir kaç aya varan süre boyunca kalırlar. "Sır kurumu"’nun gereklilikleri nusayrî duaları öğretilir bu sürede. Arap Alevi, adaklı olan bazı erkeklerin yani çocuklarının saçı bir dönem uzatılır. Örneğin, Selim TEMİZ olarak ben, doğduğumda annem ve babam tarafından sağlıklı olmam için adaklı sayılmışım. Bu adak nedeniyle, yedi yıl üst üste Tarsus üzerinde bulunan ve "Yedi Kardeşler"in mağarada 309 yıl gizlendikten sonra göksemaya yükseldikleri ve şimdi yedi yıldız kümesini oluşturduklarına inanılan ve yükseldikleri mağaranın yeri olan (ve ayrıca çıktıkları mağaranın hemen başlangıcında onları 309 yıl boyunca koruyan kocaman bir köpek resminin bulunduğu ve adının "Kıtmir" olduğu; dilekler tutularak dilek taşının varlığı ve tüm ziyaretçiler tarafından görülmektedir) "ESHAB-I KEYF" e kubanlar kesilerek ve "Şeyh" eşliğinde her yıl namazlar kılndıktan sonra ve yedinci yılın sonunda törenle çok uzun olan saçlarım kesilmiştir. Bu konular tamamen adak adamış ailelerle ilgili bir konudur. Şeyh tarafından dini bir törenle zamanı gelince de kesildiği bilinlmektedir. Erkek çocuğunun arınmışlığını simgeleyen bir gelenektir; ESHAB-I KEYF’ e yedi yıl üst üste gidenlerin hacca gitmiş gibi "Hacı" sayıldığı söylenir. Kazanlı’ da 9-10 yaşında saçı uzun çocuklar görmek mümkündür. Arap Alevi’lerinin bir de "Ziyaret"’leri yani yatırları vardır. Buralar beyaza boyanan kutsal mekanlardır; Bu mekanlar birer "Evliya" mezarı olan yatırlardır; bu mekanlarda kurbanlar kesilir, yemekler verilir ve dualar yapılır; Buradaki dualar ALLAH için bu mekanda yapılır ve yatırdaki evliyalar da ayrıca taltif edilir. Bu yatırlara tapmak kesinlikle söz konusu değildir. Orada şeyh’ler tarafından dualar edilir ve Şeyhe ve ziyarete belli bir miktar bağış yapılır. Bu bağışlar zor durumda ama kesinlikle zor durumda olan yoksul Arap Alevilere yardım için kullanılır. Kazanlı sınırlarında birçok yatır bulunmaktadır; Kazanlı Camii nin hemen bitişiğinde Hıdır (AS) ve Deniz kenarında çocukları olmayanların bez bağladığı "Şeyh Reyhani" ve Adanalıoğlu Belediyesi sınırları içerisinde bulunan "Şeyh Mahmut" ile "Şeyh İbrahim Hakim" yatırları en önemlileridir. Dışarıdan da, buralara gelenlerin sayısı oldukça yüksektir. Arap Aleviler bahsi geçtiği gibi Adana, Hatay ve İskenderun ile Tarsus yöresinde yaşarlar.Türkiye’de Arap Aleviler çoğunlukla Kemalist’tir ve ülkelerine ve bayraklarına ve devletine bağlı insanlardır. Arap Alevi gençleri gelenekleri konusunda tutucu olmamakla beraber, bu geleneklerini severek gönüllüce benimsemektedirler. Arap Alevi olmaktan hiç bir rahatsızlık duymamakla beraber, az sayıda ki bazıları katı kuralları uygulamamaktadır. Sonuç olarak Arap Alevi’ler Türkiye’nin bir gerçeğidir ve bambaşka bir kültürü arzederler. Arap Aleviliği bazı kesimlerce bilmeyerek "sapkınlık" olarak nitelenmiş ve bu iddialara karşı en güzel cevap olarak; Arap Alevilerinin tamamına yakınları, genelde Laik ve Atatürkçü ve Devletine bağlı, Türk Ordusuna yürekten bağlı olduklarını kesinlikle belirtebiliriz. Cenaze törenleri de ayrı bir özellik ve disiplin içerisinde yapılır; Mevta’nın evine gidilir ve en yakınları öncelikli olmak üzere yaklaşık 2-3 saat evinde yatırılmış olarak vedealşılır. Ve daha sonra, bazen Cami’de bazen de evinde olmak üzere çok güzel ve tertemiz oluncaya kadar yıkandıktan sonra ilk cennaze nammazı kılnır ve topluca "Fatiha" okunduktan sonra sadece erkeler tarafından omuzlara alınır ve en az bir kilometreye kadar o şekilde omuzlarda taşınır, genellikle köy dışına kadar sonra da bir cenaze veya kamyon tipi araca bindirilir ve yol boyunca mezalığa kadar dualar eşilğinde rahmetler okunur. Mevta yani ölü kadın ise, bu işle görevli kadın tarafından yıkanır; onun dışında cenaze işlerine hiç bir şekilde kadınlar karışmaz. Mezarlıkta abdestli olanlar tarafından büyük bir kalabalıklarla cenaze namazı son kez kılınır ve cenaze mazara tekrar taşınır. Defin sırasında en az 6-7 hoca oğlu hoca tarafında "KURAN-I KERİM" hatmi eşliğinde taoprak verilir;r ve mezar kapatıldıktan sonra herkes kenara çekilir; hocalar tekrar son ve en uzun Kura-ı Kerim hatmini okurlar. Okuyan hocanın önünden geçmek kesinlikle yasaktır. Erkek ise; ölüyü yani Mevta’ yı yıkarken olsun taşırken olsun defnederken olsun kesinlikle kadınlar katılamazlar. Kadınlar evden ayrılamaz ve mezarlığa gitmezler. Kadınlar cenaze evden alındıktan sonra, cenaze evinin avlusundan dışarıya çıkarılmazlar; nedeni kadınların cenzeyi takip etmeleri halinde ölümlerin peşpeşe artarak devam edeceğine inanılmaktadır. Ancak, tüm bunlara rağmen son zamanlarda katılmak isyeten ve hatta mezalığa kadar gidenler olabilmektedir. Bütün işleri erkekler yaparlar. Cenazeye katılan ve ayrı yerde oturan kadınların başları kesinlikle usulüne uygun boyun altından bağlı olmaktadır. Cenaze defnedildikten sonra; üç gün üst üste en çok katılımın sağlandığı bir şekilde ve enaz 6-7 hoca veya şeyh tarafından Kuran-ı Kerim hatmi yani ezberi okunur; ve yine bunun sonunda özelikle merhum (mehume) ve dostlara, akrabalara, ölmüşlerine, mevcut bulunanların kendilerine ve ailelerine ve Türk Devleti’ne ve Türk Ordusuna ve Türk Milletine "ALLAH’ım koru ve muzaffer eyle!.."" şeklinde dualar okunur ve gelen herkese teşekkür edildikten sonra, akrabalar saf tutar ve taziyeleri sağ elleri kalbin üstünde olacak şekilde kabul ederler. Bu üç günden sonra; yedinci güne kadar akşamları taziye ziyeretine gelinir ve her akşam kesinlikle Kuran-ı Kerim hatmi okunur. Yedinci gün yine enaz yedi kişinin bulunması şartıyla namazlar kılınır ve hazırlanan yemekler dağıtılır; cenaze evinde yemekler yenildikten sonra tüm yemekler bitinceye kadar evlere dağıtılır ve karşılığında rahmetlinin adına ’Fatiha ’ okunur. Bundan sonra dileyen kırkıncı gün töreni de düzenleyebilmektedir. Kaybolan mezarların ALLAH katında daha çok kabul göreceğine inanılsa da mezarlar yaptırılmaktadır. Hz.Musa ve Hz.ALİ’nin mezarlarının yeri şimdiye kadar bilinmemektedir. Kaybolan mezarlaraa yapılan tüm duaların ve okutulan tüm hatimlerin ve fatihaların mutlaka onlara da okutulmuş olarak kabul gördüğüne inanılır. Fellahların yani Kazanlı halkının bu kadar çok dine bağlı olması ve yılda en az 250 civarında dini tören günü olmasına rağmen, türban takma ve türban ile ilgili herhangi bir talep veya dini isteklere rastlanmamaktadır. Din ibadetlerine kesinlikle diğer işlerini karıştırmazlar ve tam bir "Laik Atatürkçü" çizgide yaşamlarını yürekten laikçe idame ettirmektedirler. Bazı tip densiz laflar hala edilmektedir; "Aleviler, anasını bacısını tanımaz!.." şeklinde bazı yakıştırmalara ve haksız gerçek dışı ithamlara maruz kalmışlardır ve halen kalabilmektedirler. Kesinlikle ve kesinlikle ancak ve ancak tüm milletleri ve ulusları tenzih ederek; " Ancak, domuzlar anasını bacısını tanımaz!.." cümlesi en güzel yanıt olacaktır; kem sözler sahibine aiittir. Bütün dinlerin, tanrısını aradığına ve tüm dinlerin olumlu ve güzel iyi şeylerin dışında olumsuz bir talepte bulunmayacağına inanılır. Dinleri yargılamak sedece ALLAH’a mahsusu kabul edilir. Diğer bir değişle; ırk ve inanç ayrımı yapmak ALLAH’a karşı gelmekle eş tutulur. Her insan yaptıkları ile ya cennet ya da cehenneme gidecektir. İnançlı veya inançsız din sahibi veya dinsiz, siyah veya beyaz hangi ırktan olursa olsun ALLAH tarafından yaradılan her kul kutsaldır ve ayırım yapılamaz; ALLAH böyle istemiş se yaradandan ötürü hepsi kutsaldır. Zamanı gelince ALLAH yargılasın. Bu yakıştırmalar bazı çıkar ve politik çevrelerce oy uğruna yapılmış olabilmektedir. Dindar olmayan sadece dini kullanmaktan öteye gitmeyenlerce yapıldığı kabul görmektedir. Anadolu medeniyetlerinin çeşitliliği ile övünmek yerine bazı çıkar kesimlerince indirilmiş tek tip milliyetçi ideolojiyle sınırlandırılmaya çalışılıyor; Milliyetçiliği yapmadan önce Anadolu topraklarında kimlerin nasıl yaşadığının bilinmesi gerekir; Anadolumuzun her ırktan ve her inançtan çok ama çok çeşitli medeniyetlerin beşiği olduğunu ve barış topraklarının Anadolumuz olduğu unutulmamalıdır. Hepimiz tek yürekten Türk Türkiye olalım ve bizleri bölmek isteyen düşman hainlere ve teröre fırsat vermeyelim... "Ne Mutlu Türküm Diyene!.."" , "Yaşasın, Laik Demokratik ve Çağdaş Türk Türkiye Cumhuriyetimiz!...", "Ne Mutlu Laik Atatürkçü Türküm Diyene!.."
|
SANMA SEN BU ŞİİRİ YAĞCILIK YALAKALIK
ABDULMENEF GÜNER İ TANIMAYAN ANLAMAZ
TAM BABACAN BİR ADAM ANLADIN MI BABALIK