Geceye Ait Bir Şiir (Şiir'ül Eytâm)
şiir’ül eytâm
I. orman içinde geceye karşı mevsimlerden bir hazâna şerh düşülmüş sevdaya dair zamanlar içinde taşlaşmış bir düş donup kalmış ân’da gölgelerimiz ay şahit bir sen oluyor tılsımlı kucakta bir ben’e dönüyor yüzüm bulandıkça yağmur ve toprağa sol yanım eriyor tenden önce saç tutuşurmuş ve en son ellerden bile saç soğurmuş bir cigara nefesinde üfle tütenim dumanımdan bir kerecik üfle çek efkârımdan zifiri bir hece ten kokusu, ter ve yanık kokusu incelmemiş “u” uğultusu akşama yaraşan halvet sinsice koşar ardı sıra hayalin hırsızıdır içimize çoktan dağılmış günah korkusu şiirlerden cümleler çıkagelir dilimize bir bir öykü kahramanları gelir geçer ömrümüzden bir hatıra da bizden yazmak için kan ve suya karışmak kandan, sudan ve topraktan aziz bir ülke için kaç kalenin fethinden muzaffer dönmüş bir askerin başını önüne düşürür bir bakış ile süngüsünü koparır omzundan her seferinde yâda gelir ömrün zaferlerinden artakalan tüm ganimeti teslim için bir gözün bir kez gördüğünü yeryüzü lisanınca bir cümlede yüzlerce kez ezber edecektir ruh öyle güzelsin ki hayret makamında hayır’sız cevaplar verilecektir evet’siz sorulara tamam olmaktır muradı gündüzlerden saklanan ve geceye düşen tüm kelamın göklerden zamansız bir ihtar gelir “acıya basma” oysa adımın o an tam üstündedir II. gölgeme sığınmış bir gölgen kaldı ay karanlığında olanlara sahihlik katmak için bir ağaç kovuğuna hapsettim güzelliğini zaman zaman çıkarıp öpmek üzere hayaller sararken çevremizi biz gece vakti bir kez öldük bir ormanın uğultusunda kaybolup hiçbir çağ karşılamadı kimsesizliğimizi iyileştirmek üzere bir zehri yalar gibi dilimi diline sürdüm bu yüzden senin sözlerinle konuştum ben gırtlağımı yakan kıvamlı bir lavı yutar gibi asırlar evvel hatta suretlerden önce kurulmuş bir sofranın açları idik meşk istiyorduk daha ilk lokmaya uzanmadan tutuldu bileklerimiz korkuyordum saçlarıma ellerinden sinen gül kokusunun uçmasından ufacık bir serçenin beslenmesi ağzından düşen bir ekmek kırıntısından çok korkuyordum velhasıl herhangi bir hatıranın bir yere kaybolmasından biliyordum kurtlar kemiriyor yok’lu zamanlar için sakladığım "sen" kalıntısını “ya kebikeç” yazılı sayfalarda yeşil bir kandil yanıyor seyredip duruyorum akşamı sabaha katarak solgun evinin penceresinden yeter ki bir iz sana dair suya düşmüş olsa da gideceğim peşinden aslında bir arının petek petek dokumuşluğu vardır tutmasam dilimi zehre benzer bir bal sızacak içerimden III. “gel” diyemiyorum artık yalnız daha uzağa gitme bulunduğun mesafeden bunca hasretin ve ayrılığın ulu bir çınar geliyor ancak üstesinden seslere tutunmuşluğumuz var söz kalabalığında yıkılmış bir anlama suretlerden önce hiçbir mecaz eskisi kadar parlak değil yüzünü görünce acısı acıma benzeyenim bir gülümsemesi kalmış kırık yüzünde oysa yalnızca ellerin yeterliydi seni sevmem için bir güvercin kanadı gibi çırpınan ve geceleri sahipsizliğine ağlayan ellerin avuçlarından kalkıp önce kıyama duran sonra secdeye varan bir duadır aşk bu yüzdendi seni önce avuçlarından öpmüşlüğüm IV. söyleme rüzgârında güz yaprağı gibi titremediğim hücrelerime ezberletmediğim hiçbir şiir benim değil kimseye söyleme ayrılığın kenarına koydum adına sevda dediğim gerçeği kimse bilmeyecek bir gece vakti yine adı sanı duyulmamış bir kentin orta yerinde birkaç ağaç gölgesinde orman bile denemez bu şiirin yedi veren bir yürekten hamile kalan bir kadın tarafından doğurulduğunu ve doğuştan yetim olduğunu kimse bilmeyecek sakın … sen de bilme Eylül N.Y. Akşamın hazanı.. |
Her şiirde bir sevda hikayesi anlatılır.
Heyecan verici duyguların bir araya gelişi.
Beğendim…
....................................... Saygı ve Selamlar...