Süleyman Şah'da olan ...Süleyman Şah’da olan, bir imparatorluğun son kalıntılarının, yok edilişi, ’’Allah Allah nidaları’’ arasında ihanetçinin, çiyanın yüzsüzlüğü ile bitişidir. Ve gülüm, sadece akıp gidiyor, hiç bir şeyin ifadesi olmayan zaman. Aşkın ve ihanetin renkleri, gelişigüzel etrafa saçılmış düşleri andırıyor, ıslaklığıyla ağır, asılı kaldığı, belki, hiç olmayan rüzgarın dalgalanmalarına hafif. Süleyman Şah yıkılıyor, bir nesnenin katı gerçekliğini taşımıyor, kendi işlevsizliği, değersizliği içinde eriyip gidiyor saatler, bir resim değil, bir rüya olduğu bile kuşkulu, bir zamanlar var olan şey sanki hiç olmamış gibi. Tamam, bizim için olduğumuz şeyden başka manzara yoktur, ama bu zaten hiçbir şey değil miydi? Kesinlikler, varmış gibi yapışıp durduğumuz bir saplantı, öte yandan korku ve hazzı içermeyen, gerçekte karşılığı olmayan anlık, ve uçucu bir şey yaşam. Süleyman Şah, zihnin canlılığını taşıyan son ve biricik kanıt, unutuşun ölümlü kıvrımlarına sürtünüp, sonsuz bir boşluğa dağılan cansız parıltılar, yokluğa, hatta karanlığın kavranamazlığına, şimdi veya çok önceden yoğrulmuş, biçimsizliğine bizi acı bir alay, sahte kabadayıların ’’Müslümanlığın’’ hazin bir şaka niyetine dahil ettiği yoksunluk... Aşınıp, inceltildiğine delinmiş bir belleğin hiçbir şeyi tutamaması, ama hissedişin sanrılarıyla, bizi gerçek bir duyumsamanın eşiğine dek sürükleyen, ateşli nöbetlerin içine, ’’Kinziroğlu Ahmet Hoca’’nın kıvraklığı, yan gelip, kaç-AK saraya çöreklenmiş bir yırtıcının korkutucu bakışları, zehrini, bir millete zerk edilişinden duyulan haz zavallılığı, vay ki vay ülkem, ben ölem !.. Atilla Yüceak Şubat 2015 Araştırmacı Yazar -Şair |