GÖZ YAŞI
Bakmayı bilmeyen gözlerden
Bir damla göz yaşı düştü toprağa Toprak bir anda mezar oldu kazma kürek olmadan Candan ruhu toprağa emanet oldu Beden boş ve virane kaldı yanlızlık rıhtımında Ucube kuşlar konmaz oldu kırılmış dallarına kolarına Çıkış yolları kapandı devasal duvarlarla Su kan kokmaya başladı gözler kandan öte Ateş harlandı yanmaya başladı Çelik Vurulan her darbede yeniden şekil aldı Hançer Kir pas içinde yeniden parlamaya başladı Sevgi ve şefkatten yoksun dövüldü Alev saklandı içerisinde kin nefret duman Kabzası nefretle örüldü kama yolu açıldı Kelebekler narin olur bir günlük ömür içinde Mutluluğu çiçeklerden bulur bir günlük eş Ve bir günlük düğünle bir günlük mutluluk Ömür dediğin ne ki... Dört duvar içinde dön dur ne sağın belli ne solun Ne Doğu’n ne batın Güneş nereden doğar nereden batar Gündüzmü gecemi belli olmadan Hüzün katmerleşmeye başlar sol yanında Adımların ağırlaşmaya başlar Kocaman adım atmak istersin oysa sürüklenir Diğer ayağın öndekinin peşinden Dünyayı beynine hapsedersin Hayallerin ve beyin gücünle yıkar yeniden inşa edersin O sadece sana ayit olur Dili dini meshebi rengi olmadan Anlatmaya başlarsın Dipsiz kuyu olur anlatımın içinde hayalin Düşersin içine çıkış yolun yok geri dünüşün yok Kırmızı Gül’ün tohumuna kan damlamış Kalkanı diken olmuş üst tarafı narin kokusu cennet bağı Alt tarafına inildimi diken mayınlı bölge gibi Çıplak ayaklarla koşar hiç ayakkabı giymemiş çocuk Tarla uçsun bucaksız tek oyun alanı Gururlu dik ve gözler hasret içinde bakar Mertlik tohumdan geçmiş kanına Kötülükten yana destur hiç vermeden Taşıdığı küçük bedeni içinde yüzlerce ceset taşır Nankörlük adilik onursuzluk kahpelik şerefsizlîk Ölü küçük ama dağ gibi yüreğinde Yeşermeye başlamıştır büyüyen yürekte mertlik Adamlık Şeref namus onur gurur Kibiri öldürdü yüreğinin her hücresinde Siyahtı saçı sakalı ak yoktu daha zindan kapsı kapanmadan Daha yeni bir delikanlıydı deli bir mermi Rotası belli olmayan kazanda kaynamış su gibi Oysa kaynadıkça Çelik olmalıydı Tıpkı çeliğin ateşte dövüldüğü an gibi Zindanı evi bilmeye başladı yoksulluğunu unutmadan Ayakları çıplak ve morarmıştı Geçmişini anarken mayın tarlasında koşarken Bezden yapılmış topun arkasından Bir mayına basmak isterdi o anında Kurtuluş mayın tarlasında vardı suskun ve sesli Karanlık bastı tek kişilik zindanı Güneş doğmaya başladığında gelmeden şafkıyla Ben geliyorum der gibi haber salar ve gelir Üşümüş her yüreğe sıcaklığını nakşetmeye başlar Kemiklerin buzları çözülür ruhlar üşür hiç ısınmadan Buz tutan saçaklar erir damla damla Kütle olur damlalar sel olur Sel büyür büyür Ve suya hançer saplanır kin nefret ihanetle Su kana bulanır kan akar Gül’ün renginden Gözlerimden bir damla yaş düştü yanağına Yanağında Gamze,Gamze mezarım oldu... |