anılardaki bozkurt un şiiri...
bizim çocukluğumuzda da tozlu idi bozkurt un yolları,
her yağmur yağışında çamur olurdu yollar yine, ayaklarımızı yere sürte sürte ilerlerdikte tozlu yollarda, bir tren gelirdi sanki ardımız sıra düşlerimizde... arap kızının kulaklarını çınlatırdık biz de her çocuk gibi., tozu-çamura çevirirken yağmur... * bir de her sabah erkenden ötmeye başlayan, kuşlar vardı kadir amca mın bahçesinde, bir de “gozoz” lar vardı çocukluğumuzda bizim, babamın “huzur gazoz” ları... ille de şişeden içmeliydik ama, ille de çalkalayıp şişeyi ağzını kapatıpta, ille de fışkırtmalıydık ama, azcık ta olsa karşımızdakine... hani şairin dediği gibi, birer hayat bilgisi fotoğrafı gibiydik işte, doğaldan daha doğal.., yalın ayak büyürken sokaklarda. * bir de yerli malı haftalarımız vardı bizim, harbiden yerli malı ile kutladığımız haftalar, amerikan 6. filosunu denize döken abilerimizin kardeşleriydik, 3 tarafı denizlerle çevrili şu dikdörtgen şekilli yurdumuzun, sıkı birer yurtseveri, sıkı birer devrimcisi idik işte! * bir de ramazan aylarımız vardı bizim gündüz vakti bile temcit e kalktığımız bir de ramazan gecelerimiz vardı polis amca nın dürümlerini yerken kahvelerinde tombala oynadığımız... * bir de beklerdik..; babamızın bayram namazı sonrasında eve gelişini iki elimizle zorla kavradığımız ellerini öpmeyi bayram harçlıklarımızı mantar tabancası ve de kız kaçırana yatırıp... kızların bacaklarına tabancalarımızı sıkmayı... * bir de severdik..; cuma günleri radyo da “halk hikayeleri” ni akşamları radyoda saat 9 da gaz lambası ışığında radyo tiyatrosunu.., ve masalımızı dinleyip uyumayı... orhan boran ın şakalarına güler olduk sonra tek kanallı siyah/beyaz televizyonlarda halit kıvanç ın konuşmasına hayrandık mehter marşı ile gelir.., izmir marşı ile dönerdik. * maa’leye giderdik bir de anamızla, sığınıpda çarşafının altına ayazda-karda, “bu gece müsaitseniz...” diye bir şey yoktu o zamanlar, hep “müsaitti” komşular, açıktı hep insanların kapısı... tıpkı yürekleri gibi. * bir de çoook severdik ama, aşçı isa nın lokantasından “çeyrek ekmek arası kuru fasle” yi, kamil dayımın horoz şekerlerini, ve doç amca nın tostlarını, ve ali osman aga nın develerini, ve de kurt ismaal in tokatlarını... * sonra sinemaya giderdik ailecek, fakir ömer in “sayın sinema severleri” idik, ayhan ışık tahta kaşıktı, belgin doruk o na aşıktı, malkoçoğlu daldımıydı hele bir bizanslılar ın içine, cüneyt ile birlikte biz de dağıtırdık bizanslıları... * bizler sıkı çocuklardık, top oynar, ip atlar, çelik-çomak oynar, maa’le savaşları çıkarır, taşlarla birbirimizin başlarını yarar, gece olunca da, kibrit kutusunu geçirmeye çalışırdık su bardağının içine, doç amca nın dükkanında. * berber marrem in anıları yoktu o zamanlar, bizzat kendisi vardı, başımız ağrırdı komşularımız vardı, çorbamızı, umutlarımızı.., “kışla arkası” kadar geniş yüreğimizi paylaştığımız., komşularımız vardı o zamanlar. geceleri “it gibi” gezmelerimiz, ceplerimizde ebelerimiz, dizleri yamalı giysilerimiz, tozlu-çamurlu ellerimiz, ve gülümseyen bir yüzümüz, göstermekten utanmadığımız bir içimiz, bir araya gelerek çektirdiğimiz, dostluk fotoğraflarımız vardı bizim... * bir sabah tüm iyi şeylerin, sanki bozkurt istasyonu’ndan, meçhule giden bir tren gibi, aramızdan ayrıldığını gördük. sonra bozkurt un ilçe olduğunu yazdı gazeteler, ama “gönül adamı” hüsmen in öldüğünü yazmadılar, “hüsmen statı” mıza binalar yapılmaya başlandı, çocukluğumuzun üzerine beton yığıldığını yazmadılar. ne babamın huzur gazozları kaldı geriye, ne aşçı isa nın kuru faslesi, ne mandacı’nın dondurması, ne hacı hüseyn’in durak sapan lastikleri, ne de fakir in sineması, yazmadı bunları da gazeteler. * ama yok, ama artık yoklar, kalan bir avuç “anılar denizi” şimdi, belki suda yansımaydı özlemlerimizin, belki de şairin dediği gibi yine, maltepe sigarasının her arandığında, her bakkalda bulunabilmesi ile, büyüsünü yitirmişti herşey, belki de şekerci raif in lokumları, ve tuzlarının üretimden kalkmasıyla, tadı-tuzu kaçmıştı birşeylerin, belki de düğünlerimize orkestranın girmesi, ve de “cof-cof” larımızın gitmesiyle, anlamını yitirmişti herşey, belki biz bir rüya görmüştük, ya biz büyüdük ve kirlenmişti dünya, ya da zaten kirli bir dünyaya büyümüştük. * hadi hepsi yalandı, hadi hepsini biz uydurmuştuk şairle, ama rüyalarımızın melekleri, ama kadir amca mın bahçesindeki kuşlar, ama sofralarımızdan arta kalan, ekmek ufaalarının, daim konukları kuşlar, ya onlar? onları siz de görmediniz mi? seslerini duymadınız mı hiç sabah sabah? sizin de sofranıza konup, düşlerinize uğramadılar mı? ya o “cof-cof” diye halay çekerken, verdiğimiz dayanışma resimleri, onlarda mı?.. onlarda mı yalandı? *** |