Kumdan Masa ve Acem LalesiAşk neden hiçbir yürekte uzun süre konuk olmuyor, sadece mola verip sonra yine kanatlanıyor özgürlüğe ve geride bıraktığı izler ne kadar derin olursa olsun , ardına bile bakmadan çekip gidiyor?? Ve yaşam devam ediyor kıyısında, kah öldürüyor, kah güldürüyor, bazense sadece süründürüyor. Nedendir vedalardaki son kucaklaşmalar?İçimiz burulur, gözlerimiz dolar, acır, acıtırız da yine de severiz vedaları. Bir şehre veda etmek, bir arkadaşa, aileye, sevgiliye!! En zorudur değil mi? Sevgiliye hoşça kal demek, sıradan sanılan ama hiç birimiz için sıradan olmayan.. Ayrılık; ayaz bir güne uyanmak, kendini bile tanımayacak kadar yabancısındır her şeye, tanıdık bir yüz ararsın ve tek yapabileceğin aynaya bakmaktır, göz bebeklerindeki ürkeklik, dudaklarındaki titreme ve şakaklarındaki atımı yüreğinin..Yüzündeki her çizgi can kırıklarıdır…Zordur çok zor. Ama bilirim, her acı bir diğerinden büyük gelse de yaşanırken, bir damlanın suya değmesi gibi, önce büyüktür halkalar, sonra daralır git gide ve durulur su. Yaşam nerede sonlanacağı belli olmayan , sürekli bir yolculuk değil mi zaten?Her adımında kırık dökük bir şeyler bıraktığın ve usanmadan umuda doğru yol aldığın. Umut; Anlık da olsa güneş yüzünü gösterdikçe yeşeren bir sarmaşık gibi saran her yanımızı ve çoğu kez de bu sarmaşık altında demli bir akşam çayı keyfiyle yudumlamak öteleri. ahh iki şarkı arasındaydı “gitme” deyişin, git dercesine . Anlamadım mı sanıyorsun? Onurumdu aceleci davranan, yoksa ben oturduğum yerden kalkmayacak kadar sahiplenmiştim kalmayı. Son sigaramı yakıp, son nefesi çekip gitmem gerektiğini anlamıştım, gideceğim hiçbir yer yokken üstelik... Ey aşk; yoksa seni var eden bizler miydik?Tıpkı şarap gibi, sigara gibi, yarat, bağımlısı ol ve kurtulmaya çalış.. Kabullendim artık sensizliği, hatta bensizliği.. Az önce sahile kumdan bir masa kurdum, şarap, sigara ve gurup, bir acem lalesi ufuk çizgisinde , bir acem lalesi de göğsümde. Uzak, her şey git gide uzaklaşıyor görüşümde. Bir üzüm güneşi olsam diye geçiriyorum içimden.Sahi onların da uzakları var değil mi ince duyargalı kanatlarına rağmen? Düş dediğin kocaman bir yalan, gerçek olan sadece tutunmakmış meğer. Gerçeklere uyandığın her sabah, bir yenisini yitirdiğin düşünün kanıyla boyanır çarşafın ve ayrılığın kırkını sürmeye başlarsın okuduğun dualarla. Ve işte güneş gecenin koynuna giriyor ve günün bacak arasından doğacak yeniden.Kim bilir kimlerin yüreğine damlayacak şebnemler ve kim bilir ben gibi kaç yürekte solacak henüz açmamış tomurcuklar. Ay ayrı, yıldızlar ayrı caka satıyor gözlerimdeki karanlığa..Oysa güneşin geceye, benim ayrılığa düştüğüm gibi , onlar da güne yenik düşecekler , bilmiyorlar. Şimdi kadehimi; hiçbir avdet umudu olmamasına rağmen yaşam denizinde tek kürekli bir sandal gibi manevra yapabilen ve sevda yanıklarını teninde onurla taşıyan tüm yaralı yüreklere kaldırıyorum. Şerefe.. Figen Yarar 29/Ağustos/2006 Avşa Günlüğüm Üzüm güneşi:İnce uzun gövdeli, ön kanatlı ve ince duyargalı küçük kelebek. Avdet :Dönüş, geri gelme: Acem lalesi:Taşkırangillerden, turuncu ve sarı çiçekler açan, yıllık ve çok yıllık türleri olan, saksıda ve tarlada üretilebilen bir süs bitkisi, Güneştopu. |
ayaz bir güne uyanmak, kendini bile tanımayacak kadar yabancısındır her şeye, tanıdık bir yüz ararsın ve tek yapabileceğin aynaya bakmaktır, göz bebeklerindeki ürkeklik, dudaklarındaki titreme ve şakaklarındaki atımı yüreğinin..Yüzündeki her çizgi can kırıklarıdır…Zordur çok zor.
Ama bilirim, her acı bir diğerinden büyük gelse de yaşanırken, bir damlanın suya değmesi gibi, önce büyüktür halkalar, sonra daralır git gide ve durulur su.
Yaşam nerede sonlanacağı belli olmayan , sürekli bir yolculuk değil mi zaten?Her adımında kırık dökük bir şeyler bıraktığın ve usanmadan umuda doğru yol aldığın.
çok güzeldi hemde çok... .
kalbinize sağlık kutlarım... .