SEN SUSARSAN YAŞAM SUSAR
SEN SUSARSAN YAŞAM SUSAR
Ne heykeltıraşın yonttuğu bir taş, ne de Vangog’un tuvalinde bir resim! Şövale yamuk duruyorsa kabahatim ne benim? Yaşam denen şirret, indirirken fırça darbelerini. Şimdi müzayede salonlarında amade bekliyorum seni. İlk çekiç darbesini, ilk fırça izlerini taşıyorum tüm ihtişamımla! Önümde secdeye gelen sen, hayranlıkla beni izleyen sen, putlaştıran, ilahlaştıran sen! Kabahatim ne benim? Ben buyum işte! Tüm ihtişamımla karşında duran bu ben, hiç aldatmadım ki seni! Mask mı dedin? Öyleyse geç aynanın karşısına ve bak kendine! Zaman kimden neyi ne kadar almış götürmüş? Ve bir paçavra al, al da sil yüzüne süründüğün allıklarını. Masken düşecek diye korkma! Altından çıkacak sen ve geçmişin olacak yine! işte onu silmen mümkün değil, paydaşın olmuştur tanrılaştırdığın süslü acıların. Elbet olumluluklar da var. En azından; önünde put kesilmiş bir heykel, şövalede bekleyen mutluluk resmi gibi özlemlerin. Anadan üryan vicdanına sorsan; o senden asla vazgeçmedi diyecektir! Sahiplenme duygusu olmadan, adilce, eşit bir şekilde bir elmanın iki yarısı gibi özümsedim seni kaygım ne öne geçmek oldu, ne de önümde olmanı istedim. hesap yapmadan. Ve bu yüzden ben, sadece sana kendimi adadım! Çekip gitmekse amacın ve özlemeyeceksen beni ne bir mecusi ol, ne de putperest! Dinamit koy hayatın dibine. Ne yaşadım de, ne de yaşanmışlıkları varsay! Ama sen susma, sen susarsan bana! Sen susarsan yaşam susar putlaşmış taşlar gibi!.. Hüma Efkan |