Şizofrenik masal
I
dökülmüş saçlarını taramakta fırtına ana donuk bakışlı gece dolaşırken ağacın kabuklu gövdesinde beşiğinde ırmak devam etmekte durgun akışına şehrin bulvarı sağa kıvrılınca uzanır çok katlı hastane binası rahatsız duvarları kasvetli göz kapakları uykuya dalmakta gömülmekte lambâlar sessiz koridorlarda karanlığa üçüncü kat şiir bile yürüyemez ürker koridorda bulvarın tam göbeğinde üryan kadın heykeli odam görür yıldızların uyandığı zamanlar biliyor musun( kahramanımız) ilk yatışımı hatırlıyorum kesik kollarımda adın yüzmekte gevşek bedenim bağlı karyolada bir an başımı kaldırıp bakıyorum azalan ışığını tavandan döken lâmbaya ya da ormanın ardında doğan kımıldayan aya II kulaklarımda tiz zil sesi çığları uyandırıyor gözlerim nefretinde yıkanıyorsun kenarlarında ağzımın anlaşılmaz mırıltılar yazdığın roman sayfaları bir karaltı esrarlı bir gözüm tüm canlılığıyla yeşil diğeri ölü mat, cansız ve kapkara senden bahsetmekte dudaklarım durmaksızın yoksa şeytan böyle bir şey miydi III zihnimde Uçuşurken düşünceler Aniden belirmekte yüzümde şeytan bakışı düşen tavanı topluyor çivilenmiş parmaklarım tırnaklarım söküyor yüreğimi içiyorum kanı kanasıya tokadını patlatıyor tanrı ayak parmaklarımda bakışlarım güzel bir kızın yürüyüşüne takılıyor birden kapıda beliriyor babamın gövdesi sözcükler sıralıyor karpuz dilimlerinde tam gövdem yakalanacakken tiz bir sabaha sulara dalan martı gagasında tutuyor tüm şehrin avuçlarında saçların sonunda canavar bir ruh ninni diyor sakinleşiyorum bir kent masmavi gökyüzünün ötesinde toprağı eşeleyen dağın yamaçlarında Irmağın karşı kıyısında yaz güneşinin aydınlattığı çam ormanı ve papatyalar yağmur perdesi örtmekte pencereyi gökyüzünde patlayan ateşlerin pırıltıları içeri akmakta yatağımın kenarına ilişen kız çocuğu üstü kabarcıklarla kaplı suları bulanık ırmağa baloncuklar çizmekte salıncaktan aşırdığı saçlarını kokluyorum annesinin bahar tenini boğazımdan fırlamakta gök gürültüsünün eşliğinde acı çığlıklar ve sürgülemekte derin bir kuyunun mavi gözlerini küçük ellerinde çocuklar oynamakta yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben keserim IV yitik zaman ötesi kapanmakta gözkapaklarım odaya çöreklenen sessizlikte koşar kurban bayramlarında kestiğimiz kuzuların melemesi dayanamam kalkarım öperim kınalı burnunu kasabın keskin bıçağı dualar okur günahlarından arınmaya düşümde kahkaha yumağı yolculuklarım hiç bilmediği yerlere alçak kurşuni renkli gökyüzünün altında derenin bulanık suları akmakta kıvrıla kıvrıla dalları kuru ağaçların ilkbahara rağmen hemen kıyıda kütükten yapılmış küçücük bir kulübe mezarımdan ağıtlar aşure yerdim söğüt dalları süpürmelerinde saçlarını ölü bir yer burası yoktu ufacık bir hayat belirtisi yoksa yoksa burası şeytanın evi olabilir miydi şeytan aldı götürdü satamadan getirdi sekiz bıçak darbesi sür manşetti gazetelerde seni öptüğüm biri çıkmakta tahta kapıdan üstü başı yırtık saçları karışık tıraşsız gözleri acı dolu dur gitme kollarımdan gitme yayılmakta akdenizden gelen kara bulutlar nefret ettiğim şehrin üstüne ve kanatlı yaratıklar yutuverdi hayallerimi çırılçıplak gövdem atlar koşmakta sırtında anılar senden nedense V acı bir çığlıkla doğruluyorum yatağımda ellerin bahar saklıyorum koltukaltıma bastırıyorum içimde volkanlar tırtıl gelsene öpücükleri versene dedikçe geçmekte dans eden görüntüler resim albümünde sen boyuyorum dudaklarını karaya görmesin kimse damarlarım isyan ediyor saçlarımda şimşeklerin bağrışması susun susun diye ağlıyorum diz kapağımda uf olmuş sözcüklerin çıplak bir tepede tek başına oturmuş beklemekteyim ölümü güneş batmakta ölüm yoktu ortada gizlenmişti belli ki keyfi yoktu bu gün karanlık güçlerin gel dedim balıkçı motoruna sağ olsun çıktı kayalara aç dedim aya şu kırmızı şarabı o zehir dedi baktım keskin ıslığında yatan yılan yazıyordu mezarın başında mermer taşına ölüm tarihini odanın duvarında bir siluet dolaşıyordu çok geçmeden masum bir çocuğa dönüştü neden sonra her şey güzel görünüyordu değil mi ki cama odanı taşımıştın gezinmekte vadide benekli bir ceylan gülümsemekte dolunay bir çam ağacının dalları arasından kır çiçekleri ile mahrem yerleri örtmüş bakire kadınlar göz kırpmaktaydı hınzırca serilmekte dünyanın saklı güzellikleri gözlerinin önüne şenlendirmekte kulağını hafif bir müzik sesi görsel bir şölen sunmakta göz alabildiğine uzanan gümüşsü çayır ve yumuşacık tüysü rengârenk çiçekler etrafa yayılan parfümsü kokuları sol elim göğün yakasında sıkıştırıyorum saklamasın diye seni kesti danslarını ırmağın üzerinde su perileri ağaçların ardından çıkıp dizildi kanatlı atlar keçi ayaklı kır tanrısı eğildi önünde küçük bir kız çocuğu avuçlarında ki suyu sundu ağzına tanrıçanın emriyle bana ne tanrı yerleştirmişti ya seni gözlerime VI yine aniden değişivermişti her şey savaş sahnesi canlandı önümde biten haritada küçük kara parçası bir akarsuyun kıyısındaki köyde devleşti giderek minicik evler uçuverdi evlerin damı gözlerimin önünde kelebek kaçırıyordu seni kanatlarında kolumu uzattım badem ağaçları yeşerdi evin önünde annem ayıklıyordu taze fasulye son anda çaktım yumruğumu kelebeğin ta beynine artık kral bendim içtim kana kana sonra yıkıldı duvarları tütmeye başladı dumanlar biraz daha yaklaşınca gördüm yerde yatan bir kadın ve onun yanında kan gölü ortasında serilmiş bir küçük çocuğun bedeni açıldı göz kapakları çocuğun gülümsedi masumca doktor mu girdi odaya gözlerimde dehşet tiz acı çığlıklarını bırakıvermişti gecenin sessizliğine keskin ölüm korkusu cinayet diye fısıldadı VII firari ışık huzmesi duvara yapıyor anlamdırılamayan portreler etrafta başsız cesetler topluyorum bir bana bir bana kıyamam ki sana oda kasvetli üstüme eğilen bir karartı usta ellerle yapılan koyu renk bir sıvıyla dolu gövdeme sokuyorlar kocaman iğne hafifliyorum gövdeme bedenime bütün damarlarına yayılan ilaçla ve uykunun sıcak soluğuyla kendimi bırakıyorum uçurumlarına bulut ana sallıyor ayaklarında patika pencere boşluğuna uzanırdı yatakla ay ışığında yürürdüm serdiğin düşlerin üzerinde aya doğru ve dönerdim hırpani bir düş kolumda alnımdan öptükçe dudakların tekrar yükselirdim gökyüzüne doğru savurduğum küfürlerde simit satan çocuklar arınır zihnim o yüzünde gülümseyen mutlulukla dalardım uykuya ve devam ederdi her gün bu ritüel dar düşlerimde izlediğim gülsüm öztomurcuk/ersin başeğmez manavgat /20 mart 2014 18.00_izmir yeşil düşlü şair/çaysız_şekersiz ve bademsiz |
adıyla müsemma olmuş
uzun bu şiir çok uzun derken finalde gördüğüm ikinci imza beni şaşırtmadı :-) çaysız_şekersiz ve bademsiz
temposunu düşürmeden okuru da sürüklüyor tam sıkılmaya yüz tutmuşken vurucu bir ifadeyle sarsıp masal henüz bitmedi diyor
adıyla müsemma olmuş demiş miydim evet demişim, tebrik ederim
selam ve saygı sunuyorum
esen kalın
Filiz Şahin. tarafından 3/21/2014 9:10:01 AM zamanında düzenlenmiştir.