ŞÜKÜRNAME
Şükür, yaşıyorsam, soluyorsam şu soluğu
Düşünüyor, konuşuyorsam, buna da şükür… Şükür, açabiliyorsam sabah gözlerimi, Başlayabiliyorsam söze, buna da şükür… Şükrü, uyandı bir sabaha Şehri-i Şükran’da, İndi gökten o an, başa tane tane envar. Keyfi, savruldu bir mevceyle, Şehri-i Hüsran’da, Nihayet ki utku, yansa da ciğeri nevvar… Nihayet ki buldu ziyayı, ortalık Nehar, Yine de açık tut çeşmini, dehr kara cuybar… Kara cuybardır ki kapılmak, kanmak mukarrer… Yara almışsa, daha yakındır, her kimse er. Her kimse er, açsın el, af için yaratana, Ya rab affet beni, beni diye yana yana… Verdiklerin, verilenler önünedir cibal, Diyesim gelir Ya rab, artık şu canımı al! Şu canımı al diye, bilirim dememeli… Çünkü kalemi kıran, şu ellerin ameli… Şükür yarab, vardır elbet beterin beteri, Şükür yarab, vardır dahi, iblisin kederi. Şükrü, uyandı bir sabaha Şehr-i Şükran’da, Dindi ne kadar kini varsa o anda. Keyfi de gün gelir, Şükrü’dür, şükrü de keyfi… Şükür de bir gün bırakılır, Şükrü’dür Keyfi. Keyif sürmek istenilirse iki cihanda, Baki gibi kalmak arzusuyla zamanda… Arzusuyla zamanda, fikir de zikir de baki… Baki olacak şükrün de, kıyamete ta ki. Şükür, erken geç demeden şükredebildiysem, Keyfi, değil de Şükrü olabildiysem, buna da şükür. Şükür, alabildiysem şu kalemi elime, Yazabildiysem üç-beş satır, buna da şükür. |