KİBRİT KUTUSU
Ölüm, gün ışığının çatlak arzusu… Karanlığın bilinmeyen kuyusu…
Zaman karesinde kökünün başucu… Ayak tıpırtısı, kumsalda kum dokusu… Kefen, sevmediğin adama yazdığın gece uykusu… Saçına taktığın papatya taçlarının yalan kokusu… Sabah yürüyüşlerinin kahvaltı öncesi kahve tortusu… Martı sesinde, sigara dumanında içlendiğin hayal kuruntusu… Merdiven uçlarında, saç diplerinde acının yoksunluğu… Duvar başlarında biten yosunların mora çalan renk uyumu… Yalan, ağlattığın bir çocuğun tahta oyun kutusu… Para makinesinde doğradığın ceset izlerinin yontusu… Annene anlattığın ilk öpüşme sahnesinin masumluğu… Hücre, gözleri kör bir dilencinin güneşe bakma korkusu… Ekmek çalmış bir çocuğun daha soğumadan kopardığı ekmek ucu Yüzyıllık müebbet yemiş bir ihtiyarın ağrıyan kalbinin solu… Çiçek, akşam yemeğinin plastik bir bardak içindeki suyu... Cenaze merasimlerinin en saygın duruşu… Saçma sapan günlerin anlam ve önem unsuru… Kopardığım begonvil, menekşe, lale adlarının isim oluşu… Çocuk, rahme düşmüş hikâye kahramanı, film oyuncusu… Masum bir yaşamın kirletilmiş gerçeklik fonu… Ezan sesinin yüreğe inmemiş kulak uğultusu… Gelecek aynasının sırrı dökülmüş sır tutamayan yorgunluğu… Deniz, maviye çalamayan petrol babalarının havuzu… Gün batımlarının eskilerde kalmış fotoroman suskunluğu… Şairlerin perilerini boğduğu gece mehtabı, gün hoşluğu… Gelgitler yaşadığım bir ilişkinin aya çekim mutluluğu… Uçurtma, baharın koynunda bulutla uyuyan gökyüzü kuşu… Özgürlük adına darağacında kurduğu salıncak iplerinin yüzündeki solgunluğu… Çocuk denilen meretin babasına duyduğu hayranlık tutkusu… Gökyüzünü boyamaya çalışırken ellerinin beton altlarında kalma duygusu… Anne, tekme attığın ilk kadın, daha sonraları vazgeçemediğin oyun, şiddet vurgusu… Mayıs güllerinin en kırmızısı, kan kusan her gülün koparma diyen yavrusu… Emekçi, işçi, amele, anne, eve geldiğinde yeni pişmiş taze fasulyenin fokurtusu… Babanın her halini içine atan, az ve öz konuşan kadın çoğunluğu… Aile, yetimhane demirlerinin yüzüme değen her soğukluğu… Kardeşimin kanayan dizi, sızlayan yarası, yere sürtülen kolu… Abimin anneme karşı savunan yanı ve kırılan biblonun sahiplenme duygusu… Mutlu bitemeyen bir masalın en saçma uykusu… Ev, binlerce hayalin başlangıç noktası, ilk adımlarımın tatlı oyunu… Balkondan sarktığım ilk intiharın çığlık korkusu… Peşimde koşuşturan annemin sanal bebek besleyen şefkat sorumluluğu… Aşk, deli bir adamın tımarhanede tuttuğu günlüğün yazmayı unutan durgunluğu… Candan bir heykeli tuzla buz eden o ayrılığın meydanında ki insan çokluğu… En güzel gülüşlerin üzerine kurulmuş tahta köprünün kopmak üzere olan tek dişli çocukluğu… Sevgi sözcüklerinin küçük hesaplar yüzünden intikam arzusuna boyun eğen doyumsuzluğu… Ve aynı masada oturan binlerce insanın ayrı dünyalara hayal kuruşu… Mesele ne biliyor musunuz dostlarım? İnsan denen varlığın artık yerin altına inen kollarının uzunluğu… Her kibrit kutusunun ateş yerine yalnızlığı tutuşturuşu… Daha nice hikâyenin tek bir kıvılcımla yok oluşu… Yine de üzülme dost üşürsen toprak örterler tırnak diplerine kadar. |
sevgili kardeşim;
Son noktayı koyduktan sonra, güzel bir oh çekmişsindir.
İçinde ne var ne yok boşaltmış sın.
Doğru söze ne dene bilir ki. Sorgulayan ve sorgulatan dizelerini kutlar.
Daimi başarılar dilerim, yüreğine sağlık.
Sevgi ve selamlarımla.