ÖLME ÇOCUK
ÖLME ÇOCUK!
Ölme çocuk ölme! görecek günlerin var daha! Ölme çocuk ölme! gözünün içine bakan anan baban doyamadılar sana! Ölme çocuk ölme! yar kokusunu içine çekmeden ölme! Ölme çocuk ölme! toprakların vefa tohumları bekler senden! Ölme çocuk ölme! Bu iblislere bu soysuzlara bu ağzı kan kokanlara inat ölme! Ölme ne olursun! DEVRİM DENİZERİ *** Vurdular, Öldün Çocuk Ancak, gecenin kör karanlığında, gündüzün kirli sarı aydınlığında pusu kurarak öldürmeyi iyi bilenlere inat, bu topraklarda ve bütün kara parçalarında, umut da hiç yitirilmedi. İstanbul - BİA Haber Merkezi 18 Temmuz 2013, Perşembe 00:00 Mustafa Asım Hayrullahoğlu, 14 Kasım 1982 sabahı eşiyle vedalaşarak sokağa çıktı. Akşama evine dönecek, beraber yemek yiyeceklerdi. Dön(e)medi. Aynur hanım, eşini aramak için karakola gidemedi. Ancak haberi geldi. Mustafa Hayrullahoğlu, Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde iki gün boyunca son nefesini verene kadar saatlerce işkence gördü. Son nefesi alınana kadar işkence edildi: Boğularak öldürüldü. Dayaktan akciğerleri şişmiş, boyun kemiği kırılmıştı. Polislerin ifadesi hazırdı: "Bambu koltuğunun sapıyla kendini boğdu." Aynur hanıma, eşinin işkence gördüğü yerin yan odasında bulunan biri, yıllar sonra anlatacaktı: "İçimden dedim ki, ’Konuş artık, konuş. Sen artık konuşsan da onurlusun’." Konuşmamıştı. Kayınpederini bir gün bir morga götürdüler. "Bu" dediler; "Damadınız mı?" Aynur hanımın babası, "Hayır" dedi. Damadını tanıyamamıştı. Mustafa Hayrullahoğlu’nu işkence ederek öldüren polisler, 5 kişiydi. İkisi beraat etti, 3’ü 10 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Askeri Yargıtay, kararı bozdu. Adli Tıp, ilk hazırlanan raporu değiştirerek işkenceyi örtbas etti. Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın, "Adli tıp uzmanı olma sebebim" dediği gün, işkenceyi belgeleyen ilk rapor ’yeniden’ düzenlendi. Hayrullahoğlu cinayeti kayıtlara, "İşkencede öldürülmemiştir" olarak geçirildi. Böylece ceza alan 3 polis önce beraat, sonra da terfi etti. * * * Necmettin Büyükkaya, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın ilk başkanıydı. 12 Eylül’de tutuklanarak Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Bir gün cezaevi müdürü Büyükkaya’yı yanına çağırarak, "Senin kalemini kırdık, kendine dikkat et" tehdidinde bulundu. Büyükkaya’nın cevabı, vicdanın tarihini özetleyecek cinstendi: "Senin gibilerin çocukları babalarının işkenceci olduklarını öğrendiğinde hayatları boyunca vicdan azabı çekecek ama bizim çocuklarımız bizlerle gurur duyacak." Bir duruşmada ayağa kalkarak mahkeme başkanından söz istedi. "Bir sonraki mahkemeye kadar yaşamayabilirim. Tehdit ediyorlar" dedi. Öyle de oldu. Bir gün koğuşa komando grubu saldırdı. Cop, sopa, kalas ve demir çubuklarla vuruyorlardı. Koridorlar çığlık çığlığa yankılanıyordu; "Kahrolsun işkence!" Tek tip kıyafet uygulaması işkenceyle dayatılmaya çalışılıyordu. Necmettin Büyükkaya, "Bu elbise bana kefen olur da giymem" diyor ve bağırıyordu: "Kahrolsun işkence!" İşkenceler sürerken, bir an bir ses geldi. Büyükkaya, yere yığılmıştı. Takvimler, 22 Ocak 1984’ü gösteriyordu. Askerler baygın yatan bedeni alıp götürdüler. Sabah koğuşa gardiyan geldi. O, Büyükkaya’nın eşyalarını, arkadaşları eşyanın sahibini sordu: "Kafasını ranzaya vurdu. Hastanede." Necmettin Büyükkaya, bir sonraki duruşmada yoktu. * * * Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşındaydı. Nereden baksan kısacık bir ömür, nereden baksan tazecik bir can. Babasının, ’olaylar olmadığından’ Anadolu Üniversitesi’ni kazanınca sevindiği Eskişehir’de, o gün 2 Haziran’dı. Ali İsmail, Gezi direnişinde polis şiddetinden kaçarken, can havliyle bir sokağa kıvrıldı. Eli sopalı bir grup ’sivil’ ve sivil polis, çevresini sardı. Ali İsmail’i ’dövmeye’ başladılar. Karakoldaki ifadesinde, evine gitmeye çalıştığı sırada kafasına, omzuna ve bacaklarına vurulduğunu anlatacaktı. Ali İsmail ölsün diye, Ali İsmail’i öldüresiye ’dövdüler’. Biri copla, biri meşe odunuyla, biri sopayla ama hepsi de vurdular. Ali İsmail, "Vurmayın, öldüm" diye inledi. Derken yere düştü, başını kaldırıma çarptı. Vuranlardan biri, terini silerken "İyi stres attık" diyerek gerindi. Geceydi, karanlıktı. Sıcak haziranda, bir sokak arasıydı. İşkenceyle uykuya gömülen gencecik bedeni ile insanı kör edecek beyazlıkta bir soğuk odada 38 gün boyunca kıpırtısız yattı. Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, "Birtakım gruplar işi provoke etmeye çalıştılar. Hatta aldığımız duyumlara göre kendi arkadaşlarına zarar verip ’Polis yaptı’ süsüne büründürmeye çalışan gruplar oldu" diyerek, Ali İsmail’in arkadaşları tarafından dövülerek öldürülmüş olabileceğini ima etti. O arkadaşları günlerce, "Uyan Alim" dediler. Uyanamadı. Vurdular, öldün çocuk. * * * Yıllar geçti; biçilen kılıflar değişse de, devletin sistematik işkence politikası değişmedi. Ancak; gecenin kör karanlığında, gündüzün kirli sarı aydınlığında pusu kurarak öldürmeyi iyi bilenlere inat, bu topraklarda ve bütün kara parçalarında, umut da hiç yitirilmedi. Kocasının hatırasıyla hayatı kabusa dönen Aynur Hayrullahoğlu için; babasıyla ne kadar gurur duysa az kalacak metanet abidesi Serdil Büyükkaya için; tarifsiz bir acıyla dünyaları başlarına yıkılan Ali İsmail’in annesi, babası ve kardeşi için... İşkencede yitip giden onca can için... Bir gün gelecek ve işkenceyle söndürülen hayatlar için, olması gereken gerçekleşecek. O gün insanlık onuru işkenceyi yenecek. (BK/HK) |
İ M E N tarafından 3/29/2014 9:56:03 PM zamanında düzenlenmiştir.